Saturday, November 11, 2006

Gökmen AKYILDIZ: Spor haberleri mi?


Sporun ve sporcunun dostu sunar diye bize yutturulan spor haberi var. Her gün her kanalda izliyoruz bolca. Niye “spor haberleri” diyorlar ki? Futbol haberleri olması gerekmez mi? Biri dava açsa kazanır belki, “bizleri kandırıyorlar spor haberleri diyerek” diye. Şimdi diyeceksiniz “sen niye dava açmıyorsun madem çok biliyorsun?”. haklısınız ama benim ömrüm yetmez bu mahkemenin sonucunu göremeyebilirim. Canım ülkemde bir davanın ne kadar sürede sonuçlandığını hepimiz biliyoruz zira.
Futbol en çok sevilen, izlenen spor. Tamam belki bizde seviyoruz ama diğer sporların ne günahı var. Türkiye ye gelmesi için bi futbolcuya milyonlarca avro veriyoruz. Sonra da spor haberi diye bunların otunu b.kunu gösteriyoruz. Son yıllarda biraz basketbol haberleri yer alsa da yinede yetersiz. Mesela ata sporumuz güreş hani nerde ? niye bi güreş ligi yoık ülkemizde? Olsa güzel olmaz mı? Kırkpınar bile artık ilgimizi çekmez oldu. Yazık! Spor haberlerinde 1 dakika süre ancak bulabilir oldu, sadece başpehlivanın kim olduğunu biliyoruz mesela, hatta onu da bilmiyoruz son yıllarda.
Kötü yoldayız. Bir gün bir bakmışız futboldan başka bir şey kalmamış hayatımızda spor adına. Amacımız futbolu kötülemek değil zira çok severiz kendisini (popüler kültür  )
Ancak çocuklarımıza “topçu yada popçu ol” sözünü kullanmayalım. Kabul ediyorum parayı götüren bunlar. Ama spor haberleri diyerek bize sadece futbol varmış gibi gösterilmesinden bıktım.

Thursday, November 09, 2006

Ön liberoyu çözdüm


HİÇ anlamadığım bir deyim icad etti bizim medya..
Ön libero!..
Futbolu icad eden İngiliz basınını yakından izliyorum.. Böyle bir laf yok.. Yurtdışına yığınla gittim, yığınla yabancı spor yazarı ile konuştum, böyle bir laf duymadım..
Bizim basında kıyamet kopuyor.. Tek ön libero mu, çift ön libero mu?..
Yahu bunlar orta saha oyuncuları, futbol tarihi boyu.. Ön libero nerden çıktı?..
Sonunda keşfettim..
Örnek..
Galatasaray'da İliç orta sahada oynarsa, takım tek ön liberolu oluyor, İnamoto oynarsa çift ön liberolu..
İkisinin farkı ne?.. İliç çok daha yetenekli.. Hücuma dönük, oyun kuruyor, gol atıyor. Japon sadece top kesiyor.. Hepsi o.. Hücuma katkısı yok..
Yani..
Orta saha oyuncusunun yetenekleri kısıtlı, giderek "Kazma" olanının adı ön libero.. Futbolcu olanın, oyun kuran, oyun geliştiren klasa sahip olanın adı da eskisi gibi, orta saha..
Şimdi benim medyam, teknik direktörleri, 1 yeteneksizle oynadıkları için eleştirip "İlle 2 kazma ile sahaya çık" diye teşvik ediyor..
İki kazma ile sahaya çıkmanın bedeli, forveti teke indirmek..
"Tek santrforla oyna, ama sahaya iki ön libero sür.."
Mantığa bakar mısınız?..
Yahu takımların nerdeyse tamamı zaten tek forvetle oynarken, onu dört savunma adamı bekliyor, yetmiyor, iki de ön libero?.. Kimi tutacak bunlar?.. Birbirlerini mi?..
Hücum futbolu öldürülüp korkak savunma taktikleri teşvik edilirken, yani futbol giderek iyice seyredilmez hale gelirken, bari sonuç alınıyor mu?..
Çift ön liberolu takımların yedikleri birbirinden kepaze gollere bakar mısınız?.
Eskiler "Nerde çokluk" demişler?..
Mustafa Denizli'yi Mustafa Denizli yapan felsefesini yıllardır yazarım..
"Bir savunma görevini, belli bir kişi veya alanı savunmayı birden fazla insana bölerseniz, aslında onların üzerinden sorumluluğu alır 'Nasıl olsa öteki var' psikolojisini yerleştirir ve yıkılırsınız" der hep..
Herkes işini ve sorumluluğunu bilmeli..
"Altı kişiyiz, nasıl olsa bir kişiyi durduran biri çıkar içimizden" dedin mi, dökülme başlar!..

FATİH URAZ : Böyle sporcu alnından öpülür


15 yaşındayken geçirdiği tren kazasından sonra sağ kolunu tamamen, iki bacağını diz altından kaybeden, melek yüzlü bir gencin hayata küsmeyerek tüm özürlülerin örnek aldığı bir efsaneye dönüşmesinden, Cameron Clapp'tan bahsetmek istiyoruz.
Eğer geçen hafta içinde Münir Arıkan hocanın verdiği o enfes konferansı dinlememiş olsaydık, muhtemelen uzunca bir süre daha o muhteşem insan, inanılmaz sporcu Cameron Clapp'tan haberimiz olmayacaktı.

3 organını kaybettikten sonra bile, 'Çok mutluyum çünkü vücudum ve kafam hasar almadan kazadan kurtulabildim.' diyebilen engin görüşlü bir insanı itiraf edelim ki gereğince takdir etmekten aciziz.

Geçirdiği elim kazanın yalnızca iki sene sonrasında yürümeyi öğrenmekle kalmayıp, koşan, yüzen, golf oynayan Cameron Clapp, şüphesiz yüzyılın en önemli sporcularının başında yer alması gereken sıra dışı bir isim.

'Sağlıklı bir insanın başına felaketler gelinceye kadar etrafında olup bitenleri göremeyebileceğini' söyleyen Clapp, üç organı kaybetmenin çok zor olduğunu; ancak her geçen gün hayatın onun için kolaylaşmaya devam ettiğinden dem vuruyor.

Yüzyıllar önce söylenmiş bir Arap atasözünü ne zaman hatırımıza getirsek içimiz bir tuhaf olur. 'Ayakkabılarım yok diye üzülüyordum, ayaksız insan gördüm' özdeyişi sınırsız imkânlara rağmen bir türlü mutlu olmayı başaramayan günümüz insanının trajedisini, iç huzuruna niçin bir türlü uzanamadığını ne de güzel anlatır değil mi..? Cameron Clapp'ın destansı yaşamında şüphesiz beyni, gönlü ve çelik iradesi en önemli destekleri. Ondaki azme çağımızın sınır tanımayan gelişmiş teknolojisi de eşlik edince, ortaya koşmakla, yüzmekle kalmayıp sprint yarışlarına dahi katılabilen yaşayan efsane Cameron Clapp çıkmış.

Aslında onun daha önceden benzerine bile rastlamadığımız ilginç protezleri hakkında size bilgi vermeyi düşünmüştük. Sonradan bunun Cameron Clapp'a saygısızlık olacağına hükmederek vazgeçtik. O neredeyse yarısı eksik vücuduyla ortaya olağanüstü işler koysun, hakkında en ufak bir bilgiye sahip olanlar onun web sitesine bir kez bakmasın; hiç olacak iş mi? İngilizce bilmenize gerek yok; hiç değilse bir kerecik olsun o muhteşem sporcunun web sitesine girin ve ziyaretçi sayısını yükseltin. O konumdaki insanlara sarf edilmek amacıyla kurulmuş sitesine bağış yapmanızın ise ülke gerçekleriyle pek bağdaşmayacağını düşünüyoruz. Çünkü o kadar vicdanlı ve duyarlıysanız önceliği Cameron Clapp kadar gayretli, ünlü olmayan yurdum insanının özürlülerine vermeniz daha şık ve yerinde bir hareket olacaktır.

Büyük sporcunun önünde saygıyla eğilirken sizlerden de özürlü insanlara hak ettikleri sevgiyi ve ilgiyi esirgememenizi diliyoruz.

Teknik Menajer - (ERDOĞAN ÇALIN)



Futbolda heyecan yaşamak isteyene Lig A'yı öneriyorum.
Yıllarca üç-dört şampiyon adayından fazlasını çıkaramayan,
altyapısından yıldız futbolcu yetiştiremeyip,
kısır bir döngü içinde cebelleşen Süper Lig'in,
Türk futboluna sunamadığı bir çok zenginliği bu kategoride fazlasıyla görmek mümkün.
Oniki takımın zirveye oynadığı, her haftanın liderinin el değiştirdiği,
Brezilya'yı yol yapan
iş bilmez İstanbul'lu yöneticilere,
genç yıldız adaylarının"Bizlerde varız" diye haykırdığı,
dün yolcu gözüyle baktığımız Samsunspor'un, yarının en büyük şampiyonluk adayı
olduğunu tekrar ortaya koyduğu,
Avrupa Lig'lerinde dahi göremediğimiz çok takımlı rekabeti, hazzı
futbolseverlere sunan böylesine bir lig, elbette izlenmeye değer.
Kocaelispor'lulardan,
Süper lig'in hayalini kurarken,
bugünlerin de keyfini çıkarmalarını ısrarla istiyorum.
Çünkü futbol milyonları peşinden sürükleyen, dünyanın gerçek "büyü"südür.
o " büyü"lü rolün oynandığı sahnelerden birisi de kuşkusuz Lig A' dır.
* * *
Mardinspor maçının yorumunu yaparken atılan golü şansa bağlamak,
futbolun kurallarını inkar etmektir.
Emeğin değerini küçültmektir.
Eğer Haydar o golü, kaleyi düşünerek attıysa ki kesinlikle öyle,
maç ta devam ediyorsa,
yapılacak tek şey Haydar'ı sevgiyle, saygıyla kucaklayıp.
hakettiği onuru ona teslim etmektir.
Bizleri yaşanması muhtemel bir kaostan kurtaran,
yönetimi ve oyuncuları ipten alan,
o muhteşem gol,
inanıyorum yıllarca hafızalarımızda kalacaktır.
Ayaklarına, o kocaman yüreğine sağlık sevgili Haydar !
* * *
Maç sonu basın açıklamasın da, karşımızda adam gibi bir adamı,
tam bir İstanbul beyefendisini görmenin mutluluğunu yaşadık.
Ne yapmak istediğini bilen,
oyuncusuna, gazetecisine, taraftarına saygılı,
oynattığı sistemi değiştirmesi gerektiğini kabullenebilecek kadar mütevazi,
rakip takımın direkten dönen toplarını kendisi dile getirecek kadar gerçekci bir
teknik direktöre sahip olmak, bizlere de huzur verdi.
Sahte yüzleri medyada pazarlanan,
başarısızlığında kap-kaç taktiği uygulayan hocaların renkli vitrinlerine aldanmadan,
çalışma ortamı yaratılan Sn.Fatih Uraz'la
mutlu sonu yakalamak, hem kendisine hem de Kocaelispor'a çok yakışacaktır.
* * *
Gereksiz puanlar kaybettiğimiz, toparlanma zamanının sonuna geldiğimiz,
son şanslarımızı zorladığımız düşünüldüğünde,
Sayın Uraz'ın takımı tanıması için,
zaman toleransının olmadığını görüyoruz.
Yönetimin bu yönde yaptığı en büyük yanlış,
kendilerinin de dile getirmesine rağmen,
tam tersi hareket edip, hocamıza yardımcı olarak bu sezon tüm maçlarımızı izlemiş,
oyuncularımızı her yönüyle tanıyan,
rakip takımları takip etmiş bir ekip sunamamasıdır.
Bülent Bilgen'in, Ersin'in, Serhat'ın'ın yanlış yerlerde oynatılmasının
sorumluluğunu Fatih Hoca'ya yıkmak insafsızlık olur.
Bir haftada videodan oyuncuları çözmesini kimse bekleyemez.
Olay, idari menajerimizin de kapsama alanı dışında kalan bir konu.
Dolayısıyla görülüyorki taşlar yerine oturtulmamış.
Genel müdür üzerine Genel Müdür, basınla ilgil yeni bir müdür atamakta pek bir
gayretli olan yönetimin,
acilen, Lig A'yı bilen eski Kocaelispor'lu futbolculardan herhangi birini teknik menajar olarak ataması
şarttır.
Yapılacak böyle bir atama büyük bir eksikliğin giderilmesi, yanlışlığın düzeltilmesidir.
Arzu edilen koordinasyon böylece Sefa Sirmen Tesisleri'nin makam odalarında değil,
İsmet Paşa Stad'ının yeşil zemininde sağlanmış olur.

Wednesday, November 08, 2006

Yolunacak kaz


Sen tonla parayı sokağa at, ondan sonra da Başbakan’a, Maliye Bakanı’na git, yıllarca ödemediğin vergilerin affedilmesini iste. Onlar da affetsinler. Türkiye’de yıllardır sistem bu.

TÜRKİYE’de futbol neden ileri gitmiyor? diye herkes birbirine soruyor. Hani, "Ne olacak Türk futbolunun hali?" klasiği... Fenerbahçe Kulübü’nün bütçesi 132 milyon YTL civarında. Diğer kulüplerimizin de bütçeleri yüksek. Geçen hafta PSV Eindhoven Kulübü’nün bazı yöneticileri bir sohbet toplantısında ilginç şeyler söylediler. Size aktarayım...

PSV Eindhoven Kulübü’nün yıllık bütçesi 28 milyon Euro imiş. Bunun 4 milyon Euro’sunu kulübün sponsoru olan Philips firması karşılıyor. Bakın PSV takımına, her sene Hollanda Ligi’nde ilk 3’te, Avrupa kupalarında da sonuna kadar varlar. Yani, kasım ayında elenip vitrinden kopmuyorlar.

PSV’li idareciler Türkiye’de yabancı transferlerinin hem yanlış hem de çok büyük paralar ödenerek yapıldığı fikrindeler. Bu paraları veren kulüplere ve yöneticilere hayret ediyorlar.

Başarılı olamazsınız

Ve diyorlar ki; "Bu kadar har vurup harman savurursanız başarılı olma şansınız yok."

Devam ediyorlar: "Biz mesela Peru’da, Perulu 3-4 tane inandığımız adama görev veriyoruz, futbolcu tarattırıyoruz. Onlar bu oyuncular hakkında bize kademeli olarak bilgi veriyorlar. En sonunda bizden birileri gidip, onları seyrediyorlar. Beğendiklerimizi buraya getiriyoruz, vatandaşlık hakkı veriyoruz. Ondan sonra da yavaş yavaş oynayarak yüksek verim alıyoruz. Bu sistem yalnız Peru’da değil, bazı ülkelerde de var."

Türkiye’de bu sistem zor yürür. Nedenine gelince... Gelen yabancı teknik adam futbolcudan komisyon alacak. Arada bazı kulüp başkanları veya yöneticiler de yemlenecekler. Tefeci, yani komisyoncu, yani menajerler de bu arada yollarını bulacaklar. Böyle bir sistemde her şey kitabına uygun olacak. Yani, yasal. Kulübün başarılı olması pek önemli değil. Bazı kulüp başkanları, teknik direktörler veya yöneticiler kendilerini kurtaracaklar. Türk futbolu onlar için hikaye.

PSV’liler çok mu aptal?

Bizim kulüplerdeki yöneticiler bilmiyorlar mı, PSV’liler çok mu aptallar... Sen tonla parayı sokağa at, ondan sonra da Başbakan’a, Maliye Bakanı’na git, yıllarca ödemediğin vergilerin affedilmesini iste. Onlar da affetsinler. Maliye’ye kayıtlı olan kazlar nasıl olsa yolunmaya hazır bekliyorlar. Türkiye’de yıllardır sistem bu.

Spora paydos


Bazı kötü haberler alırsanız, insanın kanını dondurur. Üzülme mi dersiniz, utanma mı dersiniz. Karmakarışık duygular yaşatır size. Kurtulmaya çalışırsınız, bırakmaz. Bir kabus gibi sıkar da sıkar sizi. Felsefeyi bırakıp sadede gelmeyi istiyorum ama ne mümkün. Olay o denli vahim ki, nereden başlasam!
En iyisi başlıktan başlamak; "İstanbul'da spora paydos."
Konunun vahametini açıklayabilecek tek ve en önemli cümle bu olmalı. Evet, memleketi yönetenler, spor adamları, siyasi parti liderleri, gazeteciler. Size önemli bir haber duyuruyorum. İstanbul'un spor teşkilatı ile ilgili bir olumsuzluğu da ilk defa üzüntüyle yazıyorum.
11 milyon nüfuslu İstanbul'da yıldız ve genç sporcuların sportif faaliyetleri durdurulmuş. Niçin yapılıyordu bu faaliyetler? Sağlık, kötü alışkanlıklardan korunma ya da yarışmak için. Bildiğimiz gibi mega kent İstanbul'da bu faaliyetler 751 kulüp, 2 bin 268 hakemle, 42 branşta sürdürülür. Bu yarışmalara da 124 bin 123 sporcu katılırdı. Ödeneği ve organizasyonu spor müdürlüklerine ait olmayan 12 bin 543 futbol müsabakasını bir kenara bırakalım.
Atletizmde yılda 39, basketbolda 2 bin 187, hentbolda 992, voleybolda 2 bin 436 müsabaka yapılırdı. Yüzmede dahi 80 kulüp yılda 22 turnuvaya girerdi. Diğer branşlar mı, onlar da aynıydı.
Şimdi ne oldu? Ekim ayında start alan başta hentbol olmak üzere voleybol ve diğer faaliyetlerin durdurulduğu haberleri geliyor. Şu an için sadece basketbol faaliyetlerinin devam edebildiği, onun da 7 Kasım 2006 tarihinde yazılan yazıyla kasım ayının ikinci haftasındaki müsabakalarının ertelendiği konuşuluyor. Bu da söylentileri çoğaltmaktadır. Gerekçesini sorduk, 'Ödenek yok' dediler. Gerekçesi ne olursa olsun, sporcuların istikbali açısından mahzurlu bir durum.
2002-03'lü yıllarda '3 trilyon nakitle bıraktığımız' spor müdürlüğünün haline bir bakınız. Demek ki, bu işler maçlarda en ön sırada yer işgal etmekle, ya da dümenden fair-play ödülleri düzenlemekle hiç olmuyor.
Neymiş? Spor teşkilatını yönetmeye çalışanlar federasyonları özerk yaparak yetkilerini devrediyormuş! Bunun için de fairplay ödülü düzenlenmiş, ilgililer ödül almışlar.
Vah vah vah. Sayın Cumhurbaşkanlığı katına bir soralım. Makam böyle bir şahsa yetki mi vermiş ki, GSGM yetkisini devrediliyor! Bırakılım bu düzmece ödülleri, İstanbul'daki vahim durumu kim çözecek? Duran faaliyetleri kim başlatacak? Bu faaliyetlerin tamamının tutacağı 400-500 bin YTL civarında bir paradır. Ve bunu İstanbul teşkilatı kendi imkanlarıyla kazanıp, harcayabilecek yapıdadır. Bu işlem yapılamayıp, müsabakalar ödeneksizlikten iptal ediliyorsa, bu işte iki problem vardır.
1- Ya herkes sakız çiğneyip, Ayşe hanım gibi çatlatamıyor!
2- Ya da spor teşkilatı 'hantallaştı' bahanesiyle belediyelere devredilmeye çalışılıyor.
Bizden söylemesi. Ama çok yazık oluyor.

Monday, November 06, 2006

Kournikova ile nihayet


Kournikova ile nihayet

Bu ülkenin spor kamuoyunda tenis gündemi yaratmak kolay bir iş değil. Anna Kournikova'yı getirmeyi düşünenlere ve getirenlere "Bravo" demek gerek. Bu konuda değerlendirme yapabilecek kadar bir tecrübeyi yaşadığımı söylersem, ukalalık etmiş olmam diye düşünüyorum. Aslında uzunca bir dönem, Türkiye'ye gelmesini istediğimiz dünyaca ünlü isimlerin en başında yer aldı Anna. Bundan 78 yıl önce, Türk insanının dünya tenisi ile ilgili ezbere bildiği belki de tek isimdi.
Ne zaman ki Maria Sharapova kortlara çıktı, Anna'nın pabucu dama atıldı. Ama Anna, şu an bile bir model olarak dünyanın en gözde ismi. Ve o isim de gündemi tenis adına değiştirmeye yetti.
Çelik Moto r'un, tenisçi bir mankenle ürününü tanıtması ve buraya yoğunlaşan ilgi ile Bayan Milli Takımı'na destek verecek olması, Türk tenisi adına çok önemli bir gelişme. Çünkü Avustralya Açık gibi dünyanın en önemli spor olayına sponsorluk yapan bu grup, bir şekilde Türk tenisinin hedefini yukarıya doğru çekecektir.
İşte bu nedenle başkan Kumova ve ekibine çok iş düşüyor. Öncelikle Federasyon'un, Bayan Milli Takımımız'ın Fed Cup turnuvalarına çok iyi hazırlanması için seferber olması gerek . Çünkü sponsoru almak kadar önemlidir, onun desteğine karşılık verilmesi. Bu nasıl olacak? Çok zor bir iş değil. Ama şu andan itibaren iyi bir yapılanma içine girilmeli.

GELECEĞİN TAKIMI HAZIRLANMALI
İlk iş, Milli Takım'ın başına dünyaca ünlü, kariyeri yüksek bir hoca getirilmeli. Gelişim için yanına mutlaka bir Türk hocayı alması da şart koşulmalı. Kızlarımızı, bugünkü başıboş ve kimliksiz ortamdan çıkararak, dünya standartlarında çalışma sistemine sokmalı.
İkinci iş; İpek, Pemra ve Çağla'nın arkasından gelen en az on genç ve yetenekli tenisçiyi aynı sistemin içine yerleştirerek, geleceğin Fed Cup takımını şimdiden oluşturmak.
Üçüncü iş, Türkiye'deki turnuvaların, tatmin edici bir nakit para ödülü ile cazip hale getirilmesi. Yapılması gereken iş çok ama bana göre son ve önemli iş ise şu; Türkiye'de tenis yükselen bir değer artık. Alınan sponsorluklar ve basının ilgisi de bunun kanıtı. İvme yukarı doğru çıkarken, Türkiye genelinde yüzlerce tenis okulu açmanın ve bu okullarla, genç tenisçilerin sayısını on binlere, yüz binlere taşımanın tam zamanı.
 
eXTReMe Tracker