Thursday, November 21, 2019

Çağlar Söyüncü: "Liderlikten başka senaryo düşünmedik"

Millî Takımımızın giderek olgunlaşan genç stoperi, UEFA'ya verdiği röportajda, Leicester'deki hayatından Millî Takım'daki atmosfere, gruptaki şansımızdan teknik direktörümüz Şenol Güneş'e önemli açıklamalarda bulundu. 


Çağlar, Leicester'da yaşam nasıl gidiyor? Leicester gibi büyük bir kulüpte oynamak sana ne hissettiriyor?
Leicester çok güzel insanların yaşadığı, çok güzel bir şehir. Açıkçası Almanya'da iki buçuk sene yaşadığım için, yurt dışında yaşamaya dair biraz tecrübeliyim ve buraya uyum sağlamak konusunda da bir sorun yaşamadım. Yalnızca burası çok yağış alan bir bölge olduğu için, başlarda bunun sıkıntısını biraz yaşadım ama bu alışılmayacak bir şey değil, ben de alıştım. Takım için her şey güzel gidiyor. Takım arkadaşlarım, teknik ekip, kulüp çalışanları; kısaca herkes bana ilk günden bu yana çok iyi davranıyor ve bunun için minnettarım. Genç bir takımız, takım arkadaşlarımla birbirimize yakın yaşlardayız ve bunun avantajını da yaşıyorum. Ligde de iyi bir konumdayız ve bunu ligin sonuna kadar, elimizden geldiğince devam ettirmeye ve formumuzu korumaya çalışacağız.

Topla ilişkinizin iyi olması gerekiyor
Peki, takımın ve senin oyun tarzın hakkında ne düşünüyorsun? Topla oynamayı seven bir defans oyuncususun…
Modern futbolda, artık defans oyuncularının da topla ilişkilerinin çok iyi olması gerekiyor; özellikle de dünyanın en iyi liginde oynuyorsanız. Ben dünyanın en iyi, en mücadeleci liginde oynadığıma inanıyorum. Burada çok fazla kaliteli takım ve çok kaliteli oyuncular var. Biz defans oyuncularından da burada topla iyi oynayarak oyuna katkı yapmamız isteniyor ve bekleniyor.
Altınordu'da yetiştin ve Sait Altınordu'dan çok uzun yıllar sonra kulübün ikinci millî oyuncusu oldun…
Bu seviyelere gelebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum ve yetiştiğim kulübe minnettarım. Altınordu'dan daha fazla oyuncunun da bu seviyelere geleceğine inanıyorum çünkü kulübün hem altyapılarda hem de A takımda çok iyi işleyen, başarılı bir yapısı var. Altınordu'nun sisteminin Türkiye'nin 1 numarası olduğunu söyleyebilirim. Genç oyuncular için, yurt dışından birçok takımla erken yaşta karşılaşmak ve uluslararası tecrübe edinmek büyük şans. Ben bu sayede daha fazla genç oyuncunun Millî Takım seviyesine ulaşacağına inanıyorum. Bana gelecek olursak, beş senedir  Millî Takımlar için oynuyorum. Bu şansın herkese nasip olmadığının bilincindeyim ve bu fırsatı her antrenmanda, her maçta en iyi şekilde değerlendirmeye çalışıyorum. Millî formayı giydiğiniz zaman bir başka hissediyorsunuz.
Çocukken hayranı olduğun, örnek aldığın futbolcular kimlerdi?
Futbola forvet mevkiinde oynayarak başladım. O yüzden en beğendiğim oyunculara örnek vermem gerekirse Ronaldinho ve Ronaldo diyebilirim. Ama beğenimi yalnızca bu isimlerle kısıtlayamam. En üst seviyede oynayan bütün futbolcuları izlemekten çok keyif alıyordum.
Sadece hedefe odaklandık
A Millî Takım EURO 2020 Elemeleri'ne çok iyi bir başlangıç yaptı. Grubunuzdaki mevcut durum için ne düşünüyorsun?
Millî Takım'da şu an çok güzel bir arkadaşlık ortamımız var. Çok iyi bir jenerasyon geliyor. Yanımızda da bize örnek ve destek olan tecrübeli abilerimiz var. Onların bize katkılarıyla iyi işler yaptığımıza inanıyorum. Biz rakibimizin kim olduğuna bakmaksızın, her rakibimizi eşit derecede ciddiye alıyoruz. Biz sadece hedeflerimize ulaşmaya ve başarılı olmaya odaklandık.
Cenk Tosun'la aynı ligde mücadele ediyorsunuz. Farklı şehirlerde yaşamanıza rağmen görüşme şansı bulabiliyor musunuz?
Buraya geldiğim ilk günden beri Cenk abi hep yanımda oldu. O, benden daha tecrübeli bir oyuncu ve bana her zaman yardımcı oldu. Ona minnettarım. Elbette farklı şehirlerdeyiz; üstelik maç ve antrenmanlar derken çok yoğun programlarımız var. Bu yüzden her zaman görüşme fırsatı bulamayabiliyoruz ancak sıklıkla telefonda konuşuyoruz. Ama hem boş günlerimizde hem de Millî Takım kamplarında beraberiz.
Şenol Hocayla çalışmak bir şans
Peki, Millî Takım'daki teknik direktörün Şenol Güneş hakkında neler söylemek istersin?
Şenol Güneş, çok tecrübeli bir insan. Biz genç oyuncular için, onun gibi hem Millî Takım'da hem de kulüplerde bu kadar başarılı olmuş bir hocayla çalışmak çok büyük bir şans. Ondan sürekli yeni bir şeyler öğreniyoruz, bize çok yardımcı oluyor. Burada onunla olmaktan ötürü çok mutluyuz. Umuyorum Şenol Hocayla birlikte bu başarılı başlangıcımızı devam ettiririz. Bunu yapabileceğimize inanıyorum.
Önünüzde çok önemli bir İzlanda maçı var. Bu maçla ilgili düşüncelerin neler?
Burası Millî Takım. Elbette beklentiler de daha farklı. Buna bağlı olarak da hem biz oyuncular hem de insanlarımız, taraftarlarımız için tansiyon daha yüksek oluyor. Bu da çok normal. Çünkü burada duygular çok daha yoğun. Burası bütün duyguların birleştiği yer. İzlanda maçının güzel bir maç olacağını düşünüyorum. İzlanda karşısına da elbette her maçta olduğu gibi kazanmak için çıkacağız. Elimizden gelenin en iyisini yapacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.
Gruptaki ilk iki takım Avrupa Şampiyonası'na direkt katılma hakkı kazanacak. Bu iki takımdan biri olamama fikri, üzerinizde bir baskı oluşturuyor mu?
Bence bu durum, takımımızın ve grubumuzun durumuna bağlı. Bizim şu an birbirine kenetlenmiş, kuvvetli bir takımımız var. Bu konuyu takım arkadaşlarımla spesifik olarak konuştuğumuzu hatırlamıyorum ama kendimize güvenimizin çok yüksek olduğunu biliyorum. Biz bu grubu lider tamamlamak istiyoruz ve bunun için çalışıyoruz. Bundan başka bir senaryoyu hiç düşünmedik. Eğer bu konuyu aramızda konuşuyor olsaydık, evet, o zaman üzerimizde belki de bir baskı oluşabilirdi ama biz bunu hiç konuşmuyoruz. Umuyorum ki grubumuzu lider tamamlayacağız.
Başarıyı yeniden tattırmak istiyoruz
EUR0 2008 oynanırken henüz 12 yaşındaydın. O turnuva Millî Takım için birçok hikâye ve başarı barındırıyordu. Sizin için bu ruhu yeniden oluşturmak ve o başarının bir tekrarını yenilemek mümkün olacak mı?
Evet, EURO 2008 sırasında ben biraz daha gençtim. "Daha küçüktüm" demek, belki de daha doğru olacak. O dönem, benim için futbol heyecanının başladığı zamana denk geliyor. Küçük bir çocukken, böylesine iyi bir takım, böylesine güzel bir turnuva izlemek, futbolu daha çok arzulamanızı, daha çok önemsemenizi sağlıyor. Millî formanın önemini ve sizi nerelere taşıyabileceğini net bir şekilde algılıyorsunuz. Bu turnuva benim için çok önemliydi. Hem ülkem hem Millî Takım adına çok özel, çok mutlu günlerdi. Bu dönemdeki birlikteliği ve başarıları yakalamak elbette hedefimiz. Ülkemiz, milletimiz bunu hak ediyor. Ve onların bu başarıları tekrar tatmalarını sağlayacağımıza inanıyorum.
EURO 2020 Türkiye için ne ifade ediyor?
Elbette çok önemli. Avrupa'da yaşayan Türkler için de çok şey ifade ediyor. Herkesin gözü bu turnuvada olacak. Bizim için, takım olarak da çok önem arz ediyor. Ben, çok başarılı olacağımıza inanıyorum. Hem takım hem de ülke olarak buna ihtiyacımız var. İyi sonuçlar, iyi oyun; bunlar herkesin keyif alacağı şeyler. Oraya gideceğiz ve ülkemizi en iyi şekilde temsil edeceğiz. Ülkemiz bunu hak ediyor. Bütün destekçilerimize takımımız adına çok teşekkür ediyorum.
18 yaş altına maçları ücretsiz yapardım
Futbol aracılığıyla dünyayı daha iyi bir hale getirmek için bir dilek hakkın olsa, bu ne olurdu?
Futbol adına konuşacak olursak, ben olsam 18 yaş altına maçları ücretsiz yapardım. Daha önce de söylediğim gibi, 2008'i düşündüğümde orada ne kadar çok olmak istediğimi hatırlıyorum. O anın hayalini kuruyorsunuz. EURO 2008 oynanırken 12 yaşındaydım ve tribünde olmanın hayalini kuruyordum. Arkadaşlarımızla konuştuklarımızı hatırlıyorum… "Bugün böyle iyi oynadık, bugün maçta bunları yaptık…" Giderek hevesleniyorsunuz çünkü oradaki futbol ortamının bir parçası gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Ve kendinize bir hedef belirliyorsunuz. Ben de o dönemde kendime futbol için bir hedef koydum.
Bu yolla hayal kurabilmek daha mümkün bir şey haline gelir sanırım…
Evet. Her insanın koşulları aynı olmuyor. Bazı insanların şartları diğerlerine göre daha zor. Bu insanlar için bir şeyleri daha mümkün kılmak değerli olurdu. Ben de bu konuda örnek teşkil etmekten ötürü mutlu olurum.

Cenk Tosun: "Futbolcu olduğumu EURO 2016'da anladım"

Millî Takımımızın Everton'lı golcüsü, UEFA'ya verdiği röportajda "Böylesine önemli bir turnuvanın, böylesine büyük bir organizasyonun bir parçası olduğumu idrak edince futbolcu olduğumu hissettim. Bu hissiyatı tekrar tecrübe etmek, bu turnuvada daha fazla maç oynamak ve goller atmak istiyorum " diyor. İşte tecrübeli golcünün basketbolla başlayıp futbolla devam eden röportajı…

Bu sohbetimize basketbolla başlamak istiyorum... Basketbol sence Türkiye'de ne ifade ediyor? Türkiye'de basketbol ne kadar seviliyor?
Türkiye'de basketbol çok seviliyor ve izleniyor. Benim için, basketbol futbolun ardından en çok izlenen ve takip edilen spor. Basketbolda son yıllarda ülkece kazandığımız başarılar sayesinde, bu ilgi daha da arttı. Elbette Fenerbahçe'nin EuroLeague'deki başarıları ve Millî Takımımızın turnuvalarda yaptıkları çok etkili oldu. Basketbol Türkiye'de hâlâ gelişiyor.

Türkiye'de basketbol ve futbol tutkusu arasında sence nasıl farklar var?
Bence arada bir fark yok. Hem futbol hem de basketbol; ikisi de tutkulu, heyecanlı sporlar ve ateşli destekçileri var. Basketbolu gerçekten çok seviyorum ve mümkün olduğunca izliyorum.
Hangi Türk takımlarını takip ediyorsun?
Genel olarak söylemek gerekirse EuroLeague'i takip ediyorum. Türkiye Basketbol Ligi'ndeki maçları çok takip edemiyorum çünkü kendi maçlarım gibi onlar da hafta sonunda oynanıyor. EuroLeague'i ise hafta içinde izleme şansım oluyor. Fenerbahçe, Anadolu Efes, Daçka (Darüşşafaka)… Bunlar takip ettiğim takımlar.
NBA'deki temsilcilerimizi izliyorum
NBA'i takip ediyor musun? Desteklediğin bir takım var mı?
Şöyle açıklayayım; herhangi bir takımı desteklemiyorum. NBA'de ülkemizi temsil eden ve bizi gururlandıran genç ve tecrübeli kardeşlerimiz var. Onların maçlarını izlemeye çalışıyorum. Cedi'yle (Cedi Osman) arkadaşız. Onun maçlarını mutlaka izliyorum. Elbette Ersan İlyasova ve Furkan Korkmaz'ın maçlarını da kaçırmamaya çalışıyorum. İngiltere'yle Amerika arasında zaman farkı olduğundan bazı maçlar benim için çok geç saatte başlamış oluyor. Bazı maçlar akşam saat on veya on bir gibi başlıyor, ben de o maçları izleyip öyle uyuyorum. Oradaki temsilcilerimiz iyi oynadıkça ben de gururlanıyorum.
Türk temsilciler dışında beğendiğin NBA oyuncuları kimler?
Bence James Harden çok farklı bir oyuncu. Onu çok beğeniyorum. Elbette, Stephen Curry, Kevin Durant. Bu oyuncular çok farklı oyuncular.
Peki ya sen? Sence iyi bir basketbol oyuncusu musun?
Kötü olmadığımı düşünüyorum. İdare eder diyeyim. Arkadaşlarımla birlikte oynuyoruz ve bence iyi oynuyorum.
Hangi pozisyonda oynuyorsun peki?
Boyum basketbol için çok uzun olmadığı için (1.83m) en çok oyun kurucu olarak oynuyorum. Pota altında oynamak biraz zor. Aslında basket oynarken pozisyonlara, numaralara çok takılmadan oynuyoruz. Herkes, her pozisyonda oynayabiliyor. Ama dediğim gibi, basketbolu severek oynuyor ve izliyorum.
Babamın hakkı ödenemez
Peki, basketbolu bir kenara bırakalım… Ailenin senin hayatında çok önemli bir yeri olduğunu biliyorum. Aile hakkında neler söylemek istersin? Sana özellikle babanı sormak istiyorum bu noktada.
Şöyle söyleyeyim… Kariyerimde bu noktaya gelebildiysem eğer, bunu mümkün kılan en önemli faktör ailemdi. Babam hakkında özellikle konuşmak istiyorum; futbola karşı çok büyük bir tutku ve sevgi besliyor, futbol oynamışlığı da var. En uzaktaki deplasman maçınızı düşünün… Katar'da bir millî maça çıkacağınızı hayal edin, oraya gelir ve sizi destekler. Hiçbir maçımı asla kaçırmaz. Frankfurt'un biraz dışında yaşadığımız dönemde, henüz bir sürücü belgem yoktu ve beni her gün 35km'lik mesafedeki antrenman tesislerine götürürdü. Böylesi bir ilgiye paha biçilemez… Bunların hakkı ödenmez. İşte bu yüzden babam hakkında özellikle konuşmak istedim. Ve şunu bilmenizi isterim ki aile, bir futbolcunun hayatında çok büyük bir öneme sahip. İşler iyi giderken hâlihazırda iyi hissedersiniz ve aslında bir başkasına ihtiyaç duymazsınız. Ama hayat sadece iyi zamanlardan ibaret değil, aile burada devreye girer. Size sağladıkları destek ve motivasyon, performansını birebir etkiler ve ayağa kalkmanızı sağlar.
Millî Takım'a nasıl hayır denilebilir ki?
Futbol hayatına Almanya'da başladın ve genç takımlar seviyesinde Almanya Millî Takımı için oynadın. Sonrasında ise Türk Millî Takımı'nı tercih ettin. Bu karar dönemi senin için nasıl gelişti? Bu süreçte neler hissettin?
Evet, Almanya Millî Takımı için oynamaya başladım,15, 16, 17, 18, 19, 20 ve 21 yaşlarım boyunca oynadım. Bazı yaş gruplarında takım kaptanlığı dahi yaptım. Bir Türk olarak, bu elbette benim için çok kolay bir şey değildi. Ama kendimi çok iyi adapte ettiğimi düşünüyorum. Gaziantepspor'a transfer olduğum yıl çok iyi bir sezon geçirdim ve sadece yarım sezonun ardından o dönemdeki teknik direktörümüz Guus Hiddink beni Millî Takım'a davet etti. Ah, pardon, beni önce Okan Buruk aradı, o dönem yardımcı antrenördü. Beni aradı ve "Guus Hiddink seni görmek istiyor" dedi. Ardından bir araya geldik. Bu, çocukluğumdan bu yana hayalimdi. Buna nasıl hayır diyebilirdim ki? Biz zaten milliyetçi bir aileyiz. Bayrağımızı ve ülkemizi çok seviyoruz. Bir saniye bile tereddüt etmeden, "evet" dedim.
Biraz da EURO 2016'dan konuşalım istiyorum… Hem sen hem de takımın adına, EURO 2016 nasıl geçti dersin?
Öncelikle şunu belirtmem gerekir ki, EURO 2016'da zor bir gruba düştük ve bu açıdan biraz şanssızdık. Turnuvaya ise biraz geç adapte olabildik. İlk maçımız Hırvatistan'a karşıydı ve iyi bir maç çıkarmadık. İspanya'ya karşı daha iyi oynadık ancak İspanya'nın nasıl kaliteli bir takım olduğu da ortadaydı… Grubun son maçında gücümüzü bulduk ve Çek Cumhuriyeti'nden üç puanı aldık. Ama bundan sonra, sanırım İtalya ile İrlanda maçıydı... İrlanda'nın İtalya'yı mağlup etmesinin ardından turnuvadan elendik. Çok üzgündük, hatta yıkılmıştık. Turnuvaya tam da yeni adapte olmuşken elenmiştik. Ama EURO 2020'ye katılma hakkı kazanırsak, bu turnuvanın bizim için çok daha iyi olacağını düşünüyorum.
Millî Takım'da dengeyi tutturduk
EURO 2020 Elemeleri'ne de çok iyi başladınız ve şu an grupta işler sizin için oldukça iyi gidiyor. Bu konuda ne söylemek istersin? Takım içindeki ortam ne durumda?
Takımda atmosfer çok iyi. Birkaç tecrübeli arkadaşımızın yanında birçok genç oyuncudan oluşan bir takıma sahibiz. Bu bağlamda iyi bir denge tutturduk. Tecrübeli arkadaşlarımız genç arkadaşlarımıza yardımcı oluyor ve genç arkadaşlarımız tecrübelilere büyük saygı duyuyor. Sağladığımız uyumu sahaya yansıtmayı da başardık. Şu an gruptaki durumumuz da oldukça iyi ama geri kalan maçlarımızı kazanmazsak bunun hiçbir önemi kalmaz. O yüzden kalan maçlarımızda çok iyi mücadele ederek iyi sonuçlar almak istiyoruz. Avrupa Şampiyonası çok önemli bir turnuva. Ben EURO 2016 sırasında futbolcu olduğumu anladım desem yanlış olmaz. Böylesine önemli bir turnuvanın, böylesine büyük bir organizasyonun bir parçası olduğumu idrak edince futbolcu olduğumu hissettim diyebilirim. Bu hissiyatı tekrar tecrübe etmek istiyorum. Bu turnuvada daha fazla maç oynamak istiyorum. Bu maçlarda goller atmak ve bu sayede takımımın daha üst turlara ilerlemesine katkıda bulunmak istiyorum.
İzlanda karşısında son yıllardaki hataları tekrarlamayacağız
İzlanda'ya karşı bir nevi final maçı oynayacağız. Bu konuda ne düşünüyorsun?
İzlanda karşısında son yıllarda yaptığımız hataları tekrarlamayacağız. Son yıllarda İzlanda'yla birçok defa karşılaştık ve çoğunlukla kaybettik. Selçuk (İnan) kardeşimin serbest vuruştan bulduğu golle 1-0 kazandığımız ve Avrupa Şampiyonası'na gitmeye hak kazandığımız bir maçımız da var. İzlanda karşısında, kendi sahamızda, taraftarlarımızın önünde üç puanı alan biz olmak istiyoruz. Kazanmak ve Avrupa Şampiyonası Elemeleri'ne katılma hakkını elde etmek istiyoruz.
Bildiğin gibi, gruptaki ilk iki takım Avrupa Şampiyonası'na direkt katılma hakkı kazanacak. İlk iki takımın dışında kalmak fikri, üzerinizde bir baskı oluşturuyor mu?
Hayır, bu bizim üzerimizde bir baskı oluşturmuyor. Biz kendimizi tamamen grupta ilk ikide olmaya hazırladık. Üzerimizde bu açıdan bir baskı yok.
Harika bir jenerasyona sahibiz
 
2002 Dünya Kupası oynanırken 11, EURO 2008 sırasında ise 17 yaşındaydın. Bu dönemleri düşününce aklına neler geliyor? Sence takım olarak o dönemdeki başarıları tekrarlayabilecek misiniz?
Bence bizim sıkıntımız, şampiyonalara katılma hakkı elde etme kısmında. Genelde gruplara iyi başlamıyoruz, daha sonra form tutuyoruz ve neredeyse iş işten geçtiğinde işleri yoluna koymaya çalışıyoruz. Gittiğimiz şampiyonalarda ise harika işler başarıyoruz. Bu elemelere ise çok iyi başladık. Bu formumuzu devam ettirmemiz gerekiyor. Eğer Avrupa Şampiyonası'na gidersek çok başarılı olacağımıza inanıyorum çünkü harika bir jenerasyona sahibiz.
EURO 2020'de yer almak Türkiye için ne ifade ediyor?
Avrupa'nın bütün büyük takımları orada olacak, biz de bayrağımızın bu takımların yanında dalgalanmasını istiyoruz. O yüzden orada olmak bizim için çok şey ifade ediyor. Çok güzel bir ülkemiz var; ülkemi çok seviyorum. Zaman zaman zor dönemlerden de geçebiliyoruz; dolayısıyla böylesi bir turnuvaya katılmak ülkedeki havayı da değiştirebilir.
Çağlar'ı çok parlak bir gelecek bekliyor
Sana Çağlar'ı (Söyüncü) sormak istiyorum. Aynı ligde oynuyorsunuz, elbette farklı şehirlerde yaşıyorsunuz. Çok sık görüşme şansı bulamadığınızı tahmin ediyorum. Neler söylemek istersin?
Evet, elbette çok yoğun programlarımız var. Ama neredeyse her gün telefonda konuşuyoruz. Çağlar'ı kendime bir kardeş kadar yakın görüyorum. Aslında birbirimizden o kadar da uzakta değiliz. Leicester ile Liverpool bir buçuk-iki saat mesafede. Çok genç bir oyuncu ve öğrenmeye çok açık. Altınordu'da genç yaşta oynamaya başladı ve yıllar içerisinde kendini çok geliştirdi. Freiburg'a gittikten sonra da kendini geliştirmeye devam etti. Leicester'da ilk sene biraz zorlandı. Bu noktada teknik direktörlerin de önemine dikkat çekmek isterim. Harry Maguire'ı Manchester United'a sattıktan sonra Çağlar'a güvendiler ve formayı verdiler. Çağlar şu an ligdeki en iyi defans oyuncularından biri. Bence onu çok parlak bir gelecek bekliyor. Umarım kendini geliştirmeye devam eder ve Leicester City'deki performansı sayesinde daha da iyi yerlere gider.
Şenol Hocanın oyuncularla bağı çok kuvvetli
Peki, Şenol Güneş hakkında neler söylemek istersin? Senin için özel bir insan olduğunu düşünüyoruz.
Şenol Hocayla iki sezon birlikte çalıştık ve ikisinde de şampiyon olduk. Sonrasında ben Everton'a transfer oldum. Şenol Hocanın benim hayatımda gerçekten çok önemli bir yeri var. Everton'a transfer olmamda babamın ardından en büyük etken kendisidir. Aramızdaki ilişki bir antrenör oyuncu ilişkisinden ziyade baba-oğul ilişkisi gibi. Eski bir öğretmen olduğu için mi bu kadar başarılı bilmiyorum ama Şenol Güneş'in oyuncularıyla arasındaki bağ çok kuvvetli. Sadece ben değil, diğer arkadaşlarımla da diyaloğu öyle. Ülkemiz için büyük bir kazanç, çok önemli bir değer olduğunu düşünüyorum. Onunla çalışmayı çok seviyorum.
Babanızla Şenol Hocanın isimlerinin aynı olması hoş bir tesadüf olsa gerek.
Kesinlikle. Bundan bir defa daha söz etmiştim. Hayatımda iki Şenol'un çok büyük yeri, önemi var. Birisi babam, diğeri de Şenol Hoca. Evet, büyük tesadüf…

Friday, October 25, 2019

Rasim Kara: "Amatör ruh biterse her şey biter"

Türkiye'nin 1975'te SSCB'yi 1-0 yendiği karşılaşmanın uzatma anlarında "Bu maçı kazanalım, ölürsem öleyim" diye dua eden Rasim Kara, "Sporda büyümenin anahtarı amatör ruhtur. O kaybolduğunda her şey sona erer" diyor. Kara, Türk futbolunun geleceğinin altyapı yatırımlarına bağlı olduğunu da sözlerine ekliyor.


Eskişehir'in Eğriöz Köyü'nden A Millî Takımımızın kalesine kadar uzanan bir başarı öyküsünün adıdır Rasim Kara... Lunaparkta penaltıları karşılarken keşfedilen, Alman efsanesi Beckenbauer'i beyaz noktadan soğutan, şimdilerde ise kendini gençlerin eğitimine adayan Rasim Kara ile Türk futbolunu değerlendirdik. Gençlere kendi geçmişinden kesitlerle harmanladığı tavsiyelerde bulunan "Rasim Hoca" ile yaptığımız ders niteliğindeki söyleşide herkese göre bir kıssadan hisse var. Türk futboluna hizmetlerini Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Gelişim Direktörlüğü Antrenör Eğitimcisi olarak sürdüren Kara'ya biz sorduk, o anlattı…
Futbola nasıl adım attığınızdan başlayalım önce. Biraz da çocukluğunuza inelim...
1950 Eskişehir doğumluyum. İlkokulu köyde (Eğriöz) okudum.  Top nerede o dönemlerde... Atların kuyruklarından, yelelerinden top yapar oynardık. Sonra Vanlı bir Nevzat Hoca geldi. Para toplayıp bir top aldı. Kendi aramızda maç oynamaya başladık. Nedense hep kaleye geçerdim. Demek ki ilgim vardı. Ortaokul da aynı şekilde geçti. Lisedeyken futbol yasaktı. Ama kaçak da olsa oynuyorduk. Tabiî sahalar toprak o zamanlar. Ben yine kaledeyim. Lise 2'de Tuncer diye bir arkadaşım vardı. Bir gün bana gelip, "Ben 2. Amatör Küme'de santrfor oynuyorum. Bizim kaleci bazen antrenmanlara, hatta maçlara gelmiyor. Seni götüreyim mi?" dedi. Koşa koşa gittim. Orada (Işıkspor) ilk lisansım çıktı ve oynamaya başladım. 1.5 sezon sonra 1. Amatör Küme'den Çimentospor'a transfer oldum. 200 lira da transfer parası almıştım. O para bir işçinin, memurun yarı maaşı gibiydi. Bütün maçlarda oynadım. Lise bittikten sonra Eskişehir Ticari İlimler Akademisi'nin sınavlarını kazandım.

"Lunaparktan Eskişehir Demir'e"
Akademiye başlamadan önce önümde üç aylık ölü dönem vardı. O zamanlar Porsuk'un kenarında lunapark kurulurdu. Bir gün arkadaşlarla oraya gittik. Lunaparkta penaltı bölümü vardı. Üç penaltı atışını da gole çeviren bir paket sigara alıyordu. İster istemez ayaklarımız oraya gidiyordu. İşletmecisi de rakibimiz Fatihspor'un santrforuydu. Beni görünce, "Rasim gel, kaleci yok" dedi. "Tamam, ama ne zaman geleceğim, ne zaman gideceğim, kaç para vereceksin?" diye sordum. "Akşam 6'da burada olacaksın, gece 12.00'de filan bitiyor. Hafta sonları öğlen geleceksin, gece 12.00-01.00 gibi gideceksin" dedi. Önce cazip geldi ve kabul ettim. Ama okul arkadaşlarımın ve kafayı çeken zengin çocukların gelmesi zamanla beni rahatsız etmeye başladı. Sonra bir gün Eskişehir Demirspor'un yöneticisi rahmetli Cemboy Yüksel geldi. Beni kulübe davet etti. Eskiden müessese takımlarına girmek çok önemliydi. Özellikle yaşı ilerleyen futbolcular iş sahibi oluyordu. Sigortası,  ikramiyesi, emekliliği cezbediciydi. Müdürle görüşmeye gelenler arasında en genç bendim. En son da beni aldılar içeri. Müdür, bana iş vereceklerini ama artık lunaparka gitmeyeceğimi söyledi. Ben de "Ailem köyde, çalışmam lâzım" dedim. Bana 500 lira maaş bağlandı.
"Coşkun Özarı 'Böyle devam et' dedi"
Demirspor'da oynarken Bölgesel Gençler Ligi kuruldu. Eskişehirspor o zaman 1. Lig'deydi. Zaten Süper Lig yoktu. Biz 3. Lig'deydik. Bursaspor, Zonguldakspor, Boluspor ve Uşakspor ile aynı gruptaydık. 18 yaşından büyük iki oyuncu oynatma hakkı vardı. Ben de 19 yaşına girmiştim ama bu haklardan biri bana verildi. O dönem Uşak'a maça gittik. Yenildik ama ben çok iyi oynamıştım. O dönem 2. Lig'de mücadele eden Uşakspor'dan teklif aldım. Kabul ettim ve 30 bin liraya profesyonel oldum. O sene Ümit Millî Takım'a seçildim. O dönem Fatih (Terim) Hoca ile Güvenç Kurtar da Ankara'ya seçmelere gelenler arasındaydı. Doğan Andaç vardı. Rahmetli Coşkun (Özarı) ağabey A Millî Takım hocasıydı. Hazırlık maçı sırasında Coşkun ağabey bana, "Böyle oynamaya devam edersen seni A Millî Takım'a alacağım" dedi. "İnşallah Hocam" dedim.

Aynı yıl Bursapor'a transfer oldum. Osman Hüseyin Uçaner adında çok iyi bir kaleci ağabeyim vardı. Kıbrıs uyruklu olduğu için Türk Millî Takımı'nda oynayamıyordu. Bana çok katkısı olmuştu. Teknik direktörümüz Kaloperoviç'ti. Rahmetli Metin Oktay da menajerdi. Yedinci hafta filandı sanırım. Mersin'de ilk 1. Lig maçına çıktım. 0-0 berabere kaldık ve bütün karmalarda ben varım.  Sonraki hafta içeride oynayacağız. Kaloperoviç akşam odama geldi, "Sen gençsin, istikbalin parlak. Osman yaşlı, çalışmayı bırakır" dedi. Ben durumu anladım. "Hocam sen istediğin kaleciyi oynat, ben her zaman hazırım" dedim. O sezon 9 maç oynadım.
"Osman ağabey statta esir tutuldu!"
Osman ağabey Limasolluydu. Sezon bitince Limasol'a gitmişti. 1974'te Kıbrıs'a çıkarma olunca Rumlar Türkleri toplayıp bir statta esir ettiler. Osman ağabey de o grubun içindeydi. Biz sezonu açtığımızda Osman ağabey hâlâ esirdi. Sonra kurtuldu geldi ama o dönemde ben iyi maçlar çıkarmıştım. Takım da çok iyiydi. Avrupa'da İrlanda'nın Finn Harps takımını, ardından da İskoçya'dan Dundee United'ı eledik. Çeyrek finalde o dönemin en iyi takımları arasında yer alan Dinamo Kiev'e (SSCB) elendik. O sezon A Millî Takım yolum da açıldı. Gençliğimde ne için okuduğumu ya da neden futbol oynadığımı bile bilmiyordum. Büyük beklentilerim de yoktu. Aile terbiyemiz çok sağlamdı ve ne yaparsak yapalım en iyisini yapmak için çabalıyorduk. Bileklerimi güçlendirmek için kendi uydurduğum aletlerle çalışan bir gençken hem ligin en sağlam fiziğe sahip oyuncularından biri haline gelmiş hem de Millî Takım'a yükselmiştim.
Ders gibi penaltı golü
Duygusal kırılmalar yaşadığınız bir maç oldu mu?
Bursaspor'da oynarken kupada Eskişehir Demirspor ile eşleştik. Bu eşleşme benim için ayrı bir önem taşıyordu. Eskişehirli olduğumdan değil tabiî... O zaman Demirspor'u, bileklerim zayıf olduğu gerekçesiyle beni takımına istemeyen Zekai Hoca çalıştırıyordu. 3. Lig takımını nasıl olsa yeneriz diye sahaya ikinci takımla çıkmıştık. Ama maç penaltılara gitti. Bir penaltı kurtardım, bir tane de gol attım. Hocaya gidip "Geçmiş olsun" dedim. O da beni tebrik etti. O zamanlar böyle tatmin oluyordum. Zekai Hoca bir sene sonra Eskişehirspor'un başına geçti. Bursa'daki maçta 80. dakikada penaltı kazandık. Şu anda TFF'de bölge antrenörü olarak görev yapan Sinan Bür o zaman kaptan. Penaltıyı da o atacak. Antrenöre koştum, "Hocam ben atayım" dedim. Eskişehirliyim, kaçırsam dedikodu yaparlar. Kaleden çıkıp git, bir de penaltıyı kaçır... Tabiî o zaman hiç aklıma öyle bir şey gelmedi. Ben sadece hocamın penaltı attığımı görmesini istiyorum. "Git at" dedi. Sinan topu dikti. Koşarak gittim, "Hoca benim kullanmamı istiyor" dedim. Hocaya baktı, 'bırak' işaretini alınca çekildi. Topu 90'a attım ve maçı 1-0 kazandık. Bu arada topu elle santraya gönderiyorum. Degajım rakip ceza alanına iniyor. Bunların hepsini Zekai Hoca kollarımın zayıf olduğunu söylediği için yapıyorum... Benim yerimde bir başkası olsa küsüp futbolu bırakabilirdi. Ama benim için itici güç oldu.
"Beckenbauer'in penaltısını kurtardım"
İlk A millî maçımı İrlanda'ya karşı oynadım. 74'te Yasin Özdenak'ın yerine oyuna girdim, 88'de penaltı kurtardım. A millî formayı üçüncü giydiğimde Federal Almanya maçında Beckenbauer'in penaltısını kurtardım. Lunaparkta penaltı pavyonunda çalışmış olmak başlarda zoruma gidiyordu ama bana çok katkısı oldu. Dört sene Bursaspor'da oynadıktan sonra Beşiktaş'a transfer oldum. Orada da penaltıları atmaya başladım. 25'in üzerinde penaltı golüm var. Sadece bir penaltı kaçırdım. O da Bursaspor'a karşı. Beşiktaş'ta 8 yıl oynadım. 15 yıllık şampiyonluk hasreti de benim kaptanlık yaptığım dönemde bitti. O süreçte iskeleti altyapıdan gelen oyuncular oluşturuyordu. Ben, Mehmet Ekşi, Necdet (Ergün), Samet (Aybaba)... Sonra Rızalar (Çalımbay), Ziyalar (Doğan), Fikretler (Demirer), küçük Haluklar (Duranoğlu) filan geldi. Feyyazlar (Uçar), Aliler (Gültiken), Gökhanlar (Keskin) derken üst üste şampiyonluklar geldi.
Sizin döneminiz ile bugünün şartlarını kıyaslamanızı istesek...
Biz çok çileler çektik. Yaklaşık 20 yıl futbol oynadım. Ama doğru dürüst bir çim sahada kaleci antrenmanı yapamadan bıraktım. Şeref Stadı vardı şimdi Çırağan Oteli'nin olduğu yerde. Orası da toprak sahaydı. 1984'te Beşiktaş'ta jübile yaptım. Yeniköy'de Ritz Carlton Otel vardı. Sonra yıkıldı. Orada dostlarıma ve medyaya yemek vermiştim. Benden anılarımı anlatmamı istediler. Bende iz bırakan şeyleri anlattım. Sonra da "Öldüğümde mezar taşıma 20 sene kalecilik yaptı ama doya doya bir çim sahada kaleci antrenmanına çıkamadı" diye yazın dedim. Şimdi bakıyorum; kaleciler antrenmanda, maçta kısa kollu forma ile oynuyor. Biz astronot gibi giyinirdik. Formaya, eşofmana battaniye, yorgan gibi ilâveler koyardık. Yaralar yapıştığı için yatakta dönemezdik. 1 sene hiç kapanmazdı yaralarımız. Ama hiç şikâyetçi değildik. Bize kimse bir şey göstermedi. Kendi kendimize kaleye geçtik ve oynamaya başladık. Deneme yanılmayla öğrendik her şeyi. Ama köyde yürümeye başladığımız andan itibaren sokaktaydık. Çelik çomak, birdirbir, uzuneşek, yakan top, seksek oynardık. Şimdi bunu profesyonel kulüplerde merdiven çalışması, koordinasyon çalışması olarak yapıyorlar.
Kaleci antrenörlüğünü başlattık
Futbolu bıraktıktan sonra antrenör kurslarına gitmeye başladım. Antalya'da bizim altyapı hocamız olan Serpil Hamdi Tüzün vardı. Adnan Dinçer de onunla birlikteydi. Bir gün Adnan Dinçer'i aradım. Okumayı çok severdi. Ondan kitap istedim. Antrenör kursuna gideceğimi söyledim. "Gel beraber çalışalım o zaman" dedi. Kalktım Antalya'ya gittim. O zamanlar 1. Lig, 2. Lig ve 3. Lig vardı. Antalyaspor 2. Lig'deydi. Orada yardımcı antrenör oldum. Takım o sezon 1. Lig'e çıktı. Yine 2. Lig'de Uzunköprüspor'da çalıştıktan sonra yarım sezon da Antalyaspor'da teknik direktörlük yaptım. Sonra Federasyona geldim. Tamer Hoca (Güney) vardı o zaman Şenes Erzik yönetiminde. Piontek Millî Takım'ın başında, Derwall danışman, Fatih Hoca (Terim) Piontek'in yardımcısı. Tamer Hocaya gittim, "Ben Türk kaleciliği için bir şey yapmak istiyorum" dedim. "Ne gibi?" diye sordu. "Kaleci antrenörlüğü yok mesela" dedim. Sonra Fatih Hocaya bahsettim. O da destekledi. Şenes (Erzik) Bey de destek verdi. Bu vesileyle hem yardımcı antrenörlük hem de kaleci antrenörlüğü müessesini kurduk.
"12 takımın kalesi Türk'e emanet"
 
Şenes Bey geçen sene Futbol Vakfı'nın yemeğinde bir grupla konuşurken beni çağırdı. "Rasim Hoca biliyor musun dünyada ilk kaleci antrenörü kursunu sen açtın" dedi. Bunu ben de bilmiyordum. Avrupa'da 2-3 günlük seminerlerle sertifika programları yapıldı. Biz 33 günle başladık, sonra 18 güne indirdik. Çok kaliteli işler çıkardık. Şu anda UEFA kaleci antrenörü kurslarına da el atıyor. Geçen sezon Süper Lig'de banko oynayan üç yerli santrfor yoktu. Sadece Burak (Yılmaz) ve Umut (Bulut) vardı. Banko oynayan üç yerli stoper yoktu. Ama 12 takımın kalesi yerli kalecilere emanet edildi. Bunların beşi 20, 21, 22 yaşında. Altay 21 yaşında Fenerbahçe'ye geldi, oynuyor. Trabzonsporlu Uğurcan 22 yaşında, o orada oynuyor. Okan'ı Galatasaray aldı Bursaspor'dan. Muhammed Şengezer var. İleride Avrupa'da oynayan kalecilerimiz de olacak. Mesela Uğurcan Çakır... Bence son derece yetenekli. Altay da iyi. Muhammed Şengezer de çok iyi.
Beşiktaş teknik direktörlüğünden ayrılışınız çok konuşuldu ama siz sustunuz. Bunun özel bir nedeni var mı?
1996'da Fatih Hoca ile Millî Takım'ı tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonası finallerine götürdük. Gitmeden önce Fatih Hoca Galatasaray ile anlaştı. Ben de Beşiktaş'la. Hatta Fatih Hoca ayrılınca yöneticilerden biri bana, "Prosedüre göre yardımcısı devam eder, sen kal" dedi. Kabul etmedim. "Fatih Hoca ile geldik, beraber gideriz. Bize yakışmaz" dedim. Sonra Beşiktaş'ta çok başarılı bir sezon geçirdik. Bariz hakem hatalarıyla puanlar kaybettik. Mesela Van'da Sergen'in (Yalçın) frikiğinde smaç yapıldı. Penaltıyı vermedi hakem. VAR sistemi uygulansa Beşiktaş açık ara şampiyon olurdu. Ama ikincilikle yetindik. Galatasaray ipi göğüsledi. Beşiktaş'ın tarihinde 88 gol yok, benim zamanımda atıldı. Artı 62 averaj yakaladık. Rum Kesimi'nden Apoel'in Türkiye'ye gelmemesi ile Avrupa'da tur geçen Beşiktaş, benim dönemimde dördüncü turda Valencia'ya elendi. Hiç derbi kaybetmedik. TSYD Kupası'nı kazandık. Fair Play de benim için çok önemliydi. En az kart gören takım olduk. Rahmetli Süleyman ağabey başkandı o zaman.
"Kulüp zarar görmesin diye…"
Çok önemli ama anlatamayacağım konular var. Onlar yüzünden ayrılmak zorunda kaldım. 400 bin dolar tazminatım ve iki senelik kontratım vardı. Hepsini bırakıp gittim. Bu tavrım nedeniyle Süleyman ağabey bana teşekkür bile etti. Bazı yaşlı yöneticiler ile anlaşmazlık yaşadım ama kulüp zarar görmesin diye sustum. Sonra Bursaspor ile anlaştım. Orada da başarılı olduk. Sonra Çanakkale Dardanelspor, Yimpaş Yozgatspor, Kocaelispor… Rizespor'u 2. Lig'den 1. Lig'e çıkarttık. Kanada'da Ottawa Wizards takımını çalıştırdım. Orada şampiyonluk yaşadım. 4.5 sene Azerbaycan'da Hazer Lankeren ve Karabağ'da görev yaptım. O sıralar zor dönemler yaşıyordu Karabağ. Ermeniler işgal etmiş, oradan kaçanlar bir takım kurmuş filan… 30-35 yaş ortalamasına sahip bir takım aldık. Takımın yaş ortalamasını ben düşürdüm. Şu an Azerbaycan'ın en iyi takımı. Şampiyonlar Ligi'ne filan gidiyor. Yaklaşık 10 yıldır da TFF'de çeşitli görevlerdeyim. Yaklaşık 1000 kaleci antrenörü mezun olmuş toplamda. Bunlar hem bir meslek sahibi oldular hem de kaleciler yetiştirdiler. Bugünkü başarıda bizim açtığımız kursların etkisi büyük.
"Bu maçı kazanalım, ölürsem öleyim!"
Gençler sahip olduklarının kıymetini bilmeli. 1975'te İzmir'de Sovyetler Birliği'ne karşı oynadım. O dönem henüz bölünmemişti. Çok iyi bir kadrosu vardı Sovyetlerin. Dinamo Kiev takımı, millî takım olarak çıktı sahaya. Ben de Bursaspor'dayken Dinamo Kiev'e karşı iki defa oynamıştım.  Valeri Lobanovski adında çok iyi bir antrenörleri vardı. Hem Dinamo Kiev'i hem de millî takımı çalıştırıyordu. Maç öncesi 5-6 fark yiyeceğimizi düşünüyorlardı. 1-0 öne geçtik. Hava yağmurluydu. Yerler vıcık vıcık. Ruslar bastırıyor... Ben bir degaj yaptım, Gökmen aşırttı, Ali Kemal ortaladı, Fenerbahçeli Cemil kafaya çıktı ama golü kimin attığı belli değil... Bakıyorum Atatürk Stadı'nın skorbordunda "Türkiye: 1 - SSCB: 0" yazıyor. Dakika 88. "Allah'ım gol yemeyeyim, maçtan sonra kolum kırılsın" diye dua ediyorum. 90'ıncı dakikada skor hâlâ 1-0. "Allah'ım maç böyle bitsin, bacağım da kırılsın" diyorum kendi kendime. Uzatmalar oynanıyor. "Bu maçı kazanalım da ölürsem öleyim" demeye başladım. Bunu canı gönülden söylüyorum. İçimdeki amatör ruh söyletiyor bunu. Şimdi daha iyi anlıyorum. Bütün büyük sporcular amatör olarak başlıyor, sonradan profesyonel oluyor. Michael Jordan, Magic Johnson, Messi, Ronaldo... Bunlar amatör ruhla büyüyen sporcular... Çünkü içindeki amatör ruhu kaybettiğin anda ilerlemen de sporculuk hayatın da bitiyor.
Kaledeyken sizi en çok zorlayan oyuncu kimdi?
Aslında pek zorlanmıyordum ama Fenerbahçeli Cemil çok süratli bir oyuncuydu. Şu anda oynasa çok yüksek paralar kazanırdı. Fatih Hoca iyi futbolcuydu. Trabzonspor'da Ali Kemal vardı... Cemil hep sol taraftan gelirdi. Onu çok iyi biliyordum. Maçları akşamdan zihnimde oynardım.
"Spor rakibi aldatma sanatıdır"
Kaleci antrenörlüğü ağırlık noktam. Diğer antrenör kurslarına da gidiyorum. 10 senedir kulüplerde çalışmıyorum. Bu kendi tercihim. Çalışmayı severim. Kendime has metotlarım vardır. Mesela eskiden internet yoktu. Almanya'da yayınlanan Football Training diye bir aylık dergi vardı. O dergiye aboneydim ve 22 yıl boyunca hep okudum. Oralardan antrenman teknikleri çıkarırdım. Temelde bütün oyunlar rakibi aldatmaya dayalıdır. Sistemler önemli. Şu anda genelde 4-2-3-1 oynuyorlar. Yorumcuları izliyorsunuz; çift santrforla maçı kaybetmişse "4-2-3-1 oynasaydı maçı kazanırdı" diyorlar. Aslında hiç alâkası yok. Beş tane hücum prensibi, beş tane de savunma prensibi var. Top sendeyken ya da rakipteyken ne yapacağını biliyorsan hangi sistemle oynarsan oyna fark etmez.
"Asla sistemin esiri olmadım"
Mesela hücumda genişliğine ve derinliğine göre oynamak. Oyun sıkışmış ve takım pas yapamıyor. Pas ve destek uygulaman lâzım. Top sendeyken pas vereceksin, yön değiştireceksin. Hareketli oynayacaksın, kreatif oyuncuları devreye sokacaksın. Bu beş hücum prensibinin karşılığında da beş savunma prensibi var. Baskı var, kademe var; ortaya, şuta mani olmak var. Bugün bakın maçlara… Yapılan ortaya müsaade etmekten, koşan adamı takip etmemekten ya da ters kademeye girememekten savunma zaafları yaşanıyor… Basketboldan örnek vereyim… Rakibin üçlük atıyor, onu rahat bırakırsan isabet bulma şansı artar. Futbolda da şut atılırken baskı yapmazsan gol olma ihtimali yükselir. Bunları antrenmanlarda defalarca çalışmak lâzım. Ben çok yerde çalıştım ama hiç sistemlerin esiri olmadım.

En beğendiğiniz teknik direktörler kimler?
Türkiye'de iyi hocalar var. Fatih Hocanın gözle görülür bir başarısı var. Şenol Hocanın yaptıkları ortada. İkisi de çok iyi dostum. Gençler geliyor alttan. Sergen Yalçın, Bülent Korkmaz... Gençlere fırsat vermek lâzım. Ben en verimli çağımda, 2-3 milyon kazanacakken TFF'de maaşlı çalıyorum. Bir genç kaleci yetiştirmek benim için parayla pulla ölçülebilecek bir mutluluğun ötesinde.
"Gelen yabancı millî olmalı"
Artık futbolda dönen paralar inanılmaz boyutta. Bizim 20 senede aldığımız para şimdi bir sezonda kazanılıyor. Kulüplerimiz de buna çanak tutuyor. Bir başka mesele de Türkiye'ye gelen yabancılar. 14 yabancı serbest diye kontenjanı doldurmanın ne anlamı var? Üç büyüklerde oynayacak oyuncunun ülkesinin millî takımında yer alması lâzım. Ben Beşiktaş'ı çalıştırırken üç  yabancı hakkı vardı. Mrmiç, Hırvat Millî Takımı'nın kalecisiydi. Iankov, Bulgar Millî Takımı'nın orta saha oyuncusuydu. Amokhachi, Nijerya Millî Takımı'nın forvetiydi. Bugün astronomik paralarla sıradan oyuncular alınıyor. Daha az paralarla daha kaliteli yabancılar getirilebilir. Yöneticiler kulüpleri de aile şirketleri gibi yönetmeli. Bu konuda Dernekler Yasası büyük sıkıntıya neden oluyor. Kulüpler her ne kadar A.Ş. olsa da seçimler Dernekler Yasası'na göre yapılıyor. Bugün takımı batağa sürükleyen bir yönetici ceketini alıp gidiyor. Borçlar yeni yönetime kalıyor. Beşiktaş'ı, Fenerbahçe'si, Galatasaray'ı, Trabzonspor'u, Bursaspor'u, Eskişehirspor'u bu yüzden zor durumda. Altyapılara gerektiği kadar önem verilmiyor. Oysa Beşiktaş, Serpil Hamdi Tüzün zamanında da bizim kaptanlık yaptığımız dönemde de alttan gelenlerin katkıları ile iyi işler yaptı.
Altyapıların kulüpler için taşıdığı önemden bahseder misiniz?
Kulüpler geleceği için altyapıya yatırım yapmak zorunda. Bütçesiyle, hocasıyla, tesisiyle ayrı bir yapılanma lâzım. İyi sporcu yetiştirmek için yeterli tesis ve iyi eğitilmiş antrenör olmazsa olmazdır. UEFA Jira Komisyonu'na girdikten sonra bizde de eğitim kalitesi çok yükseldi. Almanya'da, İngiltere'de, İspanya'da, İtalya'da neler aktarılıyorsa biz de aynılarını yapıyoruz. Kulüpler TFF ile diyalog içinde çalışmalı, iyi koordine olmalı ve yetenekli gençleri bulmalı. Öğrenciler 16.30'da okuldan çıkıyor, aynı anda tesise gidiyor. Beşiktaş'ın bir sahası var diyelim. Galatasaray'ın, Fenerbahçe'nin 1.5 sahası var (bir büyük bir küçük). Bir sahayı dörde bölüyorlar. Küçükler çeyrek, büyükler yarı sahada çalışıyor. 50'şer dakikalık idmanlar yapılıyor. Buradan bir şey çıkmaz. Açılım basit; yatırım yapmazsan, üretmezsen kâr edemezsin... Türk genci inanılmaz yetenekli. Bakın bugüne kadar çeyrek sahalarda çalışarak geldiler. Hollanda'da bir amatör takıma gidiyorsun 8-10 tane sahası var. Bizim büyük takımların ise 1-1.5. Bu inanılır gibi değil. Üretimin yükselmesi için yatırımın artması lazım.  
"Altınordu iyi bir örnek"
Daha önce de söyledim. Çok yetenekli oyuncularımız var. Mesela Altınordu iyi bir örnek. Gelişim liglerinden sorumluyken Altınordu'ya gittim. Seyit Mehmet Özkan başkanla görüştüm. Torbalı'da, Selçuk'ta, İzmir'de, Kuşadası'nda tesisleri var. Başkan çocukların okullarından, velilerin işlerine kadar ilgileniyor. Sonuç olarak U14'ten U21'e kadar her millî takımda Altınordu'dan mutlaka üçer, dörder, beşer oyuncu var. İşte Cengiz Roma'da, Çağlar önce Almanya'ya, sonra Leicester City'e gitti. Bu çocuklar fidan gibi. Dikeceksin, sulayacaksın, bakımını yapacaksın, toprağına gübreyi vereceksin ve meyveyi alacaksın. Hiçbir şey yapmadan çocuklardan verim almak çok zor. O yüzden Spor Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, kulüpler ve TFF el ele seferber olmalı. Türk futbolu ancak böyle kurtulur.
Yarınlara yönelik önemli projeler var mı?
Evet var. Ama önce Milli Eğitim'in sporcu açısından düzenleme yapması gerekiyor. Sabahçı, öğlenci uygulamasında daha çok fayda görüyoruz. Sahalardan daha rahat istifade edilebiliyor mesela. Beşiktaş ilçe hudutları içinde bir tane saha yapacak boş arazi yok. Ajax'ta sadece altyapının yan yana 14 sahası var. Çatalca'da, Gebze'de boş araziler var ama bu çocuklar okuldan sonra oraya nasıl gidip gelecek? Okulu da içinde olan bir yapılanmaya gitmek gerek.
"Çocuklar şahsiyetli yetişmeli"
Bizim zamanımızda futbolculara kız vermiyorlardı. Bir de popçulara... Şimdi tam tersi oldu. Ekonomik sebeplerle herkes çocuğunun futbolcu olmasını istiyor. Avrupa'daki gençlerle ülkemizdeki gençler arasında yetişme tarzı açısından büyük fark var. Hâlâ çocukları konuşturmayan, hatta şiddet uygulayan aileler var. Oyuncularına şiddet uygulayan yetersiz antrenörler var. Bunlardan kurtulmak gerek. Türkiye'de 12-13 bin amatör takım var. Bunlara hizmet götürmek kolay değil. Avrupa'da küçük yaştan itibaren çocuğun kapısında sütü var. Çocuk kişilikli ve şahsiyetli olarak yetiştiriliyor. Sahaya çıktığı zaman, "Acaba büyüdüm mü, konuşabilir miyim?" diye kaygılanmıyor. Sahada kendi kararını kendisi verebiliyor. O nedenle komple bir eğitime ihtiyaç var.
Unutulmaz bir anınızı anlatır mısınız?
Beşiktaş'ta oynadığım dönemde idman için Şeref Stadı'na gittik. Çırağan Sarayı yanmış, döküntü halde. Kulüp binamız yok, orayı tutmuşlar. Rüzgârlı havalarda taşlar iniyor kafamıza. Çırağan Otel inanılmaz durumda. Bir kalabalık var o gün. Spotlar falan yanıyor. İçeriye girdim. Önce Kartal Tibet'i gördüm. "Gol Kralı"nı çekiyorlarmış. Başrolde rahmetli Kemal Sunal oynuyor. Beşiktaş'a denenmeye gelmiş bir oyuncuyu canlandırıyor. Bir ara soyunma dolabımın yanına gittim. Masaj tahtamız orada. Masör Necati birisine masaj yapıyor. Kameralar orada. Masadaki Kemal Sunal'mış. Sonra ısınmaya çıktık. Kemal Sunal da bizle birlikte koştu. Sonra hazırlık maçı oynanacak. Isındıktan sonra bana, "Kemal Sunal sana penaltı atacak. Topu sola gönderecek, sen sağa gideceksin" dediler. "Tamam" dedim. Hayatımda ilk defa şike yaptım. Bir de gol yedikten sonra 'bravo' dedim. Çünkü bana öyle söylediler.
"Aile terbiyesi her şeyin başı"
 
İnsanın kendi kendine yetişmesi, tek başına mücadele etmesi kolay değil. Benim ailem futbola çok yakın değildi. Ağabeylerim vardı, 6 kardeşin en küçüğü bendim. "Beşiktaş'a gidiyorum, Bursaspor'a gidiyorum" dediğimde bile, "İyi, sen bilirsin" derlerdi. Fikirlerini sormazdım. Çünkü bana çok güveniyorlardı. Bu benim için çok önemliydi, gurur kaynağıydı. Yanlış yapmayacağımı biliyorlardı. Aile terbiyesi her şeyin başı.
İçinizde kalan bir ukde var mı?
Beşiktaş'ta teknik direktörlüğe devam etseydim birkaç şampiyonluğu daha olurdu. Çünkü öyle bir hava yakalamıştık. Hoca olarak orada şampiyonluk yaşayamamak içimde ukde kaldı.
"Elinizden tutulmasını beklemeyin"
Son sözlerim yine gençlere. Onlara tavsiyem, "Torpilim yoktu da olmadı" gibi düşüncelerden uzak dursunlar. Ben 20 sene futbol oynadım. Sıfırdan başladım. Bir köyden çıkıp ilerledim. Bütün liglerde oynadım. 25 sene de antrenörlük yaptım. Kimse elimden tutmadı. Futbol sahada oynanıyor ve orada ne yaptığınıza bakıyorlar. Ben hem oyunculuğumda hem de antrenörlük hayatımda hep "Elimden geleni yaparım, beğenirlerse alırlar" zihniyetinde oldum. Hiçbir zaman destek beklentisi içinde olmadım.

Friday, June 28, 2019

Ryan Babel: "Hep var olabilmek için mücadele ettim"

Ryan Babel'in Galatasaray'a transferinin açıklanması ardından 2015 başında yapılan Babel röportajını paylaşmak istedik.


Kasımpaşa'nın Hollandalı forveti, geçmişte Avrupa futbolunun önemli yıldızları arasına ismini yazdıranlardan birisi. Ajax'ta başlayan kariyerini Liverpool ve Hoffenheim'de sürdürdükten sonra geçtiğimiz sezon ligimize Kasımpaşa formasıyla giriş yaptı. Tecrübeli yıldızla kariyerinden Türk futbolunun durumuna, Kasımpaşa'daki rolünden EURO 2016 elemelerindeki rakibimiz Hollanda'ya uzanan bir yelpazede konuştuk.


Ajax'ın Avrupa futboluna kazandırdığı önemli yıldızlardan birisin. Bu ekibin altyapısından yetişmiş bir oyuncu olarak, Ajax'ın altyapı sistemini ve bu sistemden devamlı başarılı genç oyuncuların çıkmasının sırrını bizlerle paylaşabilir misin?

Ajax, oyuncularını çok küçük yaştan itibaren programlı bir şekilde yetiştirmeye başlar. Oyuncularına küçük yaştan itibaren disiplinin ne olduğunu öğretir. Kulübün hem saha içinde hem de saha dışında değişmez belirli kuralları vardır ve oyuncu ne kadar başarılı olursa olsun muhakkak o kurallara uymak durumundadır. Bu nedenle Ajax'ta yetişen oyuncular küçük yaştan itibaren disiplinli olmaya kolay bir şekilde adapte olur. İşte Ajax'tan yetişen oyuncuların futbol arenasında önemli yerlere gelmesinin asıl nedeni budur. Mesela şu anda takımın teknik direktörü Frank De Boer; her yıl, her yaş kategorisinde yer alan takımları A takım da dâhil olmak üzere bir araya getiriyor. Ayrıca da genellikle küçük yaş gruplarını çalıştıracak antrenörleri eski futbolculardan genç yaşta olanlar arasından seçmeye de özen gösteriyorlar. Bence Ajax'ın altyapı başarısının sırrı bu temellere dayanıyor.

Peki, senin Ajax'ta geçirdiğin süreçte gerek alt yaş kategorilerinde gerekse de A takımda gelişimine en çok katkıda bulunan isimler kimlerdi?

Ajax'ta geçirdiğim 9 senede birçok farklı antrenörle çalıştım. Şu isim şöyle yaptı ya da bu isim bunları kazandırdı demek hiçbir şey ifade etmez. İsimler önemli değil, benim gelişimime en çok katkıyı veren kulübün sistemiydi. İsim olarak ise altyapıda Danny Blind, Marco Van Basten gibi eski oyuncularantrenörlüğümü yaptı diyebilirim. Ancak tüm hocalardan sistematik bir şekilde farklı kazanımlar elde ettim. Bu da benim gelişimime toplu bir şekilde katkıda bulundu.

Ajax'ta başarılı sezonlar geçirip, Avrupa futbolunda tanındıktan sonra 2007'de Liverpool'a transfer oldun. İngiltere'de Premier Lig'de forma giymek sana neler kazandırdı?

Bana göre Premier Lig son derece tutku içinde oynanan ve birçok yıldızın yer aldığı, dünyanın en başarılı ve en zorlu ligi. O ligde ancak belirli bir seviyeye ulaşmış, yüksek kalitedeki futbolcular forma giyebilir. Aynı zamanda İngiltere'de oynamak, çok yoğun bir maç temposuna da ayak uydurmak anlamına gelir. Bu tempodan dolayı dinlenmek ya da tatil yapmak için fazla vakit bulamazsınız. Bildiğiniz gibi yılbaşında bile lig maçları oynanmakta orada. Bana göre bir oyuncunun İngiltere'de forma giyebilmesi için kendini orada oynamaya tamamen hazır hissetmesi gerekli. Ben Premier Lig'e genç yaşta gittim. Aslında gittiğimde bu ligde devamlı oynayabilmek için tam anlamıyla hazır değildim. Ancak zamanla oynanan futbola adapte oldum. Liverpool'da bulunduğum 4 senenin büyük bir kısmında teknik direktörümüz RafaelBenitez'di. İngiltere'de Liverpool formasıyla iyi bir kariyer geçirdiğimi ve önemli maçlarda güzel işler yaptığımı düşünüyorum.Dolayısıyla İngiltere'de geçirdiğim yıllar benim için iyi bir dönemdi.

Liverpool'daki ilk sezonunda UEFA Şampiyonlar Ligi'nde yarı finale yükseldiniz. Bu sonuç senin kariyerinde bu kupada yükseldiğin en üst seviyeydi. O sezondan biraz bahseder misin?

Bahsettiğiniz 2007-2008 sezonunda çok iyi bir performans göstermiştik. İyi bir takımdık ancak yarı finalde Chelsea'ye uzatmalar sonunda kaybetmiştik. Hatta yarı finalin Londra'da oynanan ikinci maçında uzatmalara giden mücadelede bir gol de kaydetmiştim ancak kalemizde iki gol gördüğümüz için finale yükselememiştik. O sezon Şampiyonlar Ligi'nde toplam 5 gole imza attım. Kariyerimdeki önemli sezonlardan biriydi.

Liverpool'dan sonra 2010-11 sezonunun devre arasında Hoffenheim'a transfer oldun ve 1.5 sezon forma giydin. Premier Lig'le Bundesligaarasında bir kıyaslama yapabilir misin?

Bundesliga da oldukça zorlu bir lig ancak Premier Lig'e oranla buraya daha çabuk adapte olunduğunu söyleyebilirim. Bundesliga'da yer alan takımların çoğu savunma ağırlıklı oynamak yerine topu kontrol etmeye yani futbol oynamaya çalışıyor. Ancak bu da tempoyu düşürüyor. Bana göre Premier Lig'in Bundesliga'dan daha zor olmasının en önemli nedeni oyunun ağırlıklı olarak uzun toplara dayalı olması. Oyun içinde daha çok uzun pasyapıldığı için tempo daha yüksek oluyor ve bu da ligi daha zor hale getiriyor. İki ligin arasındaki fark da buna dayanıyor. Ancak Bundesliga da son dönemlerde oldukça ivme kaydetti ve bana göre şu an Premier Lig'den sonra dünyanın en iyi ligi konumunda.

Bundesliga günlerinden sonra Ajax'a geri döndün. Tekrar evde olmak nasıl bir duyguydu?

Ajax'a geri dönmek benim için çok özeldi gerçekten. Eskisine göre daha farklı ve tecrübeli bir oyuncuydum oraya geri döndüğümde. Bildiğiniz gibi Ajax genelde kadrosunu genç oyunculardan oluşturur ancak o sezon kadroda bana da yer vermeyi uygun buldular. Ajax'ın sistemi içinde genç yeteneklerle bir arada oynamak benim için oldukça anlamlıydı. Ben de bu fırsatı iyi değerlendirerek ve ligi şampiyon bitiren ekibin bir parçası olarak güzel bir sezon geçirdiğimi düşünüyorum. Ayrıca kariyerimdeki ilk şampiyonluğumu da yaşamış oldum. Ajax'ta ilk profesyonel olduğum 2003-04 sezonunda da takım ligi şampiyon bitirmişti ancak ben o dönemde ligde sadece 1 maçta forma giymiştim. Aslında altyapının oyuncusuydum. Dolayısıyla 2012-13 sezonunda kazandığımız şampiyonluk, benim kariyerimdeki ilk lig kupası oldu diyebilirim.

Kariyerinde en başarılı olduğun sezon hangisiydi sana göre?

Kariyerimdeki en başarılı sezon, Liverpool'a transfer olmadan önce Ajax'ta geçirdiğim 2006-07 sezonuydu. Çünkü kariyerimde en istikrarlı şekilde oynadığım ve düzenli olarak maçlara çıktığım dönem bu sezondu. Çok iyi bir performans sergilemiştim.

Kasımpaşa'ya transfer olmadan Türk futbolu hakkındaki düşüncelerin nelerdi?

Açıkçası Kasımpaşa'ya transfer olmadan önce Türkiye'deki futbolun seviyesi hakkında fazla bilgiye sahip değildim. Ancak Türkiye'de oynamakta olan dünyaca ünlü oyuncuları biliyordum tabiî. Bu isimlerden vatandaşlarım olan Kuyt ve Sneijder, Türkiye'ye gelmem konusundaki karar sürecinde bana çok yardımcı oldu. Kasımpaşa'ya transfer olduktan sonra ise burada oynanan futbolun kalitesi hakkında çok pozitif düşüncelere sahip oldum. Ayrıca stadyumların ve zeminlerin kalitesinin de iyi olduğunu gördüm. Türkiye'ye transfer olmadan önce bu alanlardaki şartların iyi olabileceğini beklemiyordum açıkçası.

Sana göre Spor Toto Süper Lig'in kalite bakımından artı ve eksi yönleri neler?

Eksi yönlerden en önemlisi, stadyumların boş kalması. Stadyumların boş kalmasının ligde oynanan futbolun kalitesini düşürdüğü görüşündeyim. Türk futbolunun dünyanın en üst düzeydeki ligleriyle rekabet edebilmek için önemli bir potansiyeli var. Ancak bunun için stadyumların dolması dışında da bir takım değişikliklere ihtiyaç var. Örneğin; ligde daha fazla yabancı oyuncunun oynamasından yanayım. Kulüplerin önemli yabancı isimleri alabilecek bütçesi var, bu yüzden de daha fazla yabancı transfere izin verilmesi gerekiyor. Bu durum oluşursa, ligin daha üst seviyeye ulaşacağı düşüncesindeyim. Diğer taraftan; bazen hakem hataları da skora etki edebiliyor. Tabiî ki dünyanın en iyi ligi diye adlandırdığım İngiltere'de bile birçok hakem hatası oluyor sezon içinde. Bu da futbolun bir parçası.Nasıl bizler hata yapıyorsak, hakemler de hata yapabilir.Ancak bu hataların biraz daha aza inmesi Türk futbolunu daha iyiye götürür diye düşünüyorum. Bunun dışında Spor Toto Süper Lig'de oynanan futbolun fiziğe dayalı olduğunu söyleyebilirim. Ancak fiziğe dayalı futbol had safhada olsa da taktiksel anlamda eksiklikleri var takımların. Bu durum da takımların oyun disiplininden kolay kopabilmesine ve farklı mağlubiyetler almalarına yol açabiliyor.

Kasımpaşa'daki rolünü tanımlar mısın? ŞotaArveladze'nin senden bekledikleri neler?

Tecrübelerimi aktararak takımın önceden bulunduğu konumdan daha üst seviyelere ulaşmasına katkıda bulunmak için buradayım. Bu yüzden geldiğim günden beri elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Bir Messi ya da Ronaldo değilim. Bu isimler takımlarının yüklerini önemli ölçüde çeken isimler. Bense takımıma katkıda bulunabilirim.Kariyerim boyunca da amacım bu olmuştur. Bahsettiğim gibi, şu an takım kadrosundaki en tecrübeli oyunculardan biriyim. Dolayısıyla takımın daha başarılı olabilmesi için bu tecrübelerimi aktarmaya çalışıyorum.

"Bir Messi ya da Ronaldo değilim" dedin ancak özellikle genç yaşlarında Avrupa futbolunun önemli yıldızlarından ve herkesin başarılar beklediği oyunculardan biriydin. Geri dönüp baktığında kariyerinde kendince belirlemiş olduğun hedeflere ulaşabildiğini düşünüyor musun?

Genç yaşlarda önemli bir yetenek olduğumu ve insanların benden çok şey beklediğini biliyordum. Ancak ben her zaman "var olabilmek" için mücadele ettim. Bu yüzden "Şunu yapacağım ya da şuraya gideceğim" gibi belirli bir hedefim olmadı hiç. Kariyerimde zorlu ve kaliteli liglerdeki önemli takımlarda forma giydiğimi düşünüyorum. Ancak zamanında yeteneğimin ortaya çıkması ve Avrupa futbolunda tanınmam, beklediğimden bir süre daha sonra gerçekleşti diyebilirim.

Kasımpaşa geçen sezon Avrupa kupalarına katılma şansı kazansa da kulüp UEFA Lisansı'nı alamadığı için uluslararası arenada boy gösterememişti. Bu sezonki hedefiniz de Avrupa kupası vizesi almak mı? Bunun için takım olarak neler yapmanız gerekli sana göre?

Evet, hedefimiz geçen sezon olduğu gibi bu sezonu da Avrupa kupaları potasının içerisinde bitirmek. Ancak bunun için istikrarlı bir şekilde ilerlemek gerekiyor. Bu da takım olarak bizim için önemli bir test; aynı zamanda da zorlu bir mücadele. Bu nedenle, hedefimize ulaşmak için yüksek mücadele sergilememiz gerekli.

Spor Toto Süper Lig'de en çok beğendiğin oyuncular kimler?

En çok şu ismi beğeniyorum gibi bir düşüncem yok.Ancak bazı takımların oyun stilleri hoşuma gidiyor. Örneğin Beşiktaş'ın oyun tarzını ve mücadelesini çok beğeniyorum. Hani her şeyden biraz vardır ya bazı ekiplerde. İşte Beşiktaş da Spor Toto Süper Lig'de o takımlardan biri bana göre. Forvette DembaBa gibi bir yıldızları var. Ancak takımın geri kalanı çalışmasa, o da başarılı olamaz. Ba'nın arkasında çok çalışan ve ona pozisyon hazırlayan bir topluluk var. Bu da onun golleri daha rahat atmasını sağlıyor. Diğer taraftan da takımlarda Ba gibi golcüler olmasa, verilen mücadele skorlara bu kadar yansır mıydı, onu da düşünmek lâzım

Türkiye ile Hollanda, 2010 Dünya Kupası elemelerinde sonra EURO 2016 elemelerinde de aynı grupta yer alıyor. Şu an iki takım arzuladıkları konumda değil. Bu sonuçları neye bağlıyorsun?

Türkiye'de gördüğüm sıkıntı şu… Ligde başarılı olan takımlar, Avrupa kupalarında aynı sonuçları elde edemiyor. Millî Takım için de aynısı geçerli bence. Millî Takım'ı oluşturan isimlerin çoğu ligdeki üst düzey oyunculardan oluşsa da aynı başarıyı uluslararası arenada gösteremiyor. Bu durum bence ligdeki yabancı oyuncu azlığından kaynaklanıyor. Ligde şu an daha fazla yabancı olsaydı, yani yabancı sınırı olmasaydı, gelecek yeni yabancı oyuncular kadroya girme konusunda Türk oyuncuların üzerinde daha fazla baskı oluşturabilirdi. Bunun üzerine de Türk futbolcular formayı kaptırmamak için şimdi gösterdiklerinden daha fazla performans göstermek durumunda kalırdı. Bu da rekabeti, dolayısıyla da ligin kalitesini arttırırdı. Çünkü şu anda yabancı sınırından ötürü Türk oyuncular, kötü oynasalar bile bir sonraki hafta yine kadroda yer alma ihtimallerinin yüksek olduğunu biliyor. Aksi bir durumda ise oyuncunun daha çok çalışması, antrenmanlarda daha fazla gayret göstermesi gerekir. Çünkü bahsettiğim gibi, oyuncu bu tarz durumlarda üzerinde baskı hisseder. Bu da rekabeti arttırır. Rekabetin artması, kaliteyi beraberinde getirir. Dolayısıyla ligdeki Türk oyuncular yüksek performans gösteremese bile düzenli olarak oynayabiliyor. Düzenli oynayan oyuncular da Millî Takım'a seçiliyor doğal olarak. Ancak bu durum o oyuncuların performans olarak uluslararası arenada başarılı olabileceğinin kanıtı olmuyor. Türk Millî Takımı'nın da şu anda potansiyeline göre arzu ettiği konumda olamaması bu temellere dayanıyor bana göre. Hollanda ise teknik direktör değişikliğinin dışında Dünya Kupası'ndan sonra EURO 2016 elemelerinde de hemen hemen aynı kadroyla mücadele ediyor. Bu durum teknik direktör değişikliğinden mi kaynaklanıyor bilemiyorum ancak şunu ifade edebilirim ki takımlar artık Hollanda'nın oyun stilini çözmüş gibi. Dolayısıyla Hollanda bir değişikliğe gitmezse ya da oyununu geliştirmezse, başarısız sonuçlar devam edebilir. Artık takımlar uyumuyor, rakiplerini çok iyi gözlemliyorlar. Hollanda da herkesin mağlup etmek istediği bir takım. Rakipler de dolayısıyla bize karşı daha motive olarak çıkıyor sahaya. Ancak Hollanda'nın bazı değişiklikler yaptığı takdirde, grubu lider tamamlayacak potansiyele sahip olduğuna inanıyorum.

Hollanda 70'lerde total futbol kavramını oluştururken de Gullit, Rijkaard, Van Basten'le o geleneği devam ettirirken de Dünya Kupası'nı kazanamamıştı. Ancak daha kontrollü, savunma ağırlıklı oynadığı ve tâbiri caizse göze hoş gelen bir futbol sergilemediği 2010 Dünya Kupası'nı ikinci, 2014 Dünya Kupası'nı ise üçüncü olarak bitirdi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun?

Zaman ilerliyor ve düzen değişiyor. Artık dünya futbolunda çok aşağı seviyede takım yok. Takımların arasındaki güç farkı eskiye oranla oldukça azaldı. Bu yüzden artık takımlar daha gerçekçi olmalı ve ona göre oyun tarzlarını belirlemeli. Artık bir takımın 90 dakikaya yakın bir süre boyunca topu kontrol etmesi mümkün değil. Aynı zamanda defans yapmak da gerekiyor. Dolayısıyla günümüz futbolunda savunma yapmak daha önemli hale geldi ve savunmayı iyi kurgulayıp, oyunu tuttuktan sonra yakaladıkları ani gol fırsatlarını sonuca çevirebilen takımlar başarılı olmaya başladı. Hollanda'nın son iki Dünya Kupası'nda bu sonuçları almasını da bu sebeplere bağlıyorum.

2010'da Güney Afrika'da düzenlenen Dünya Kupası'nda Hollanda, ilk Dünya Kupası şampiyonluğuna seneler sonra bir kere daha çok yaklaşmıştı ancak finalde uzatmalarda İspanya'ya kaybederek zirveye ulaşamamıştı. Sen de o bu Dünya Kupası'nda kadroda yer alan oyunculardan biriydin. O turnuvadaki anılarından bahseder misin biraz bize?

Kariyerlerimiz için hem çok önemli bir tecrübe hem de büyük bir başarıydı Dünya Kupası finaline yükselmek. Finaldeki rakibimiz İspanya, o dönem dünyanın en iyi millî takımı konumundaydı. Aslında, bize kupayı getirecek pozisyonlar da bulmuştuk finalde ama Robben'in o gün şans yanında değildi. Daha sonra İspanya bize göre sakin kalan takım oldu ve yakaladığı fırsatı gole çevirince kupaya uzandı. Tabiî ki çok üzülmüştük ancak dediğim gibi finale çıkmak aynı zamanda bizim için başarıydı. Turnuva sonunda da ülkede alkışlarla karşılandık.

Yaklaşık 3 yıldır Hollanda Millî Takımı'nda kendine yer bulamıyorsun. Takıma tekrar çağrılmayı bekliyor musun?

Açıkçası beklemiyorum çünkü benim oynadığım pozisyonda takım içinde biraz politika dönüyor diyebilirim. Kariyerim boyunca medyadan hiçbir zaman tam anlamıyla destek göremedim. Bu da otomatik olarak taraftarlar tarafından tam olarak benimsenememek demek. Çünkü genelde taraftarların algısı medyanın yazdıklarına ya da gösterdiklerine göre şekillenir. Eğer medya da sizin hakkınızda fazla bir şey yazmaz ya da göstermezse, taraftarlar da hakkınızda fazla bir şey bilemeyebilir.Bahsettiğim gibi bu kariyerim boyunca maruz kaldığım bir durumdu ve şu dönem millî takıma yeniden çağrılmamın tek yolu her oynadığım maçta 3 gol atmaktan geçiyor! O zaman beni çağırmak durumunda kalırlar kesinlikle işte! Ancak iyi performans sergilesem bile; her maç gol atamazsam ya da asist yapamazsam, bu performansımı görmeleri mümkün değil! Ne zaman bir sezonda 40 gol atarım, o zaman beni kadroya almaktan başka çareleri kalmaz! Ancak bu durumlar gerçekleşmediği sürece kadroya çağırılacağımı hiç sanmıyorum

Monday, April 29, 2019

Dorukhan Toköz: Son joker

Beşiktaş'ın sezon başında Eskişehirspor'dan transfer ettiği 23 yaşındaki oyuncu, orta sahanın her bölgesinde oynadığı gibi sağ bek ve stoper olarak da imdada yetişiyor. Koşu mesafelerinin yüksekliği, ikili mücadelelerdeki üstünlüğü ve oyunu iki yönlü oynayabilmesi onu ön plana çıkaran özellikler. Şan, şöhret, makam ve mevki için "Hepsi geçici" diyen genç oyuncu Millî Takım'da görev yapmakla ilgili olarak ise "Bu forma için sahada canını versen, arkandan şehit derler. Öyle güzel bir makam. Hepsi geçer de bu formayı giymek bir ömür boyu kalır" görüşünde.


Yakından ilgilenenler için bilinen bir oyuncusun ama Türk futbolseverlerin çoğunun hayatına bu sezon aniden girdin. Beşiktaş seni transfer ettiğinde gelecek için yatırım gibi görülürken, bir anda takımın banko isimlerinden birine dönüşüverdin. Seni daha yakından tanımak adına, en başa dönenerek ne zaman, nerede dünyaya geldiğin ve futbol topuyla ne zaman tanıştığınla başlayalım.

21 Mayıs 1996 Eskişehir doğumluyum. Ailem Eskişehirli. 1993 doğumlu bir abim var. Babam önceleri İstanbul'da bir firmanın pazarlama müdürlüğünü yapıyordu ama daha sonra Eskişehir'e döndü. Osmangazi Üniversitesi'nin karşısında güzel bir büfemiz var. Annem ve babam birlikte çalışıyor. Abim üniversitede İstatistik Bölümü'nde okuyor. Okuldan çıktıktan sonra büfede anneme, babama yardımcı oluyor. Benim futbolla tanışmama gelince; küçükken futbola çok meraklıydım. Babam ve dedem benim iyi bir futbolcu olabileceğimi düşünüp ESKİ Spor'a vermişti. Eskişehirspor da beni ESKİ'de antrenman yaptığım dönemde görüp beğendi ve çok küçük yaşta altyapısına aldı. O zaman 9 yaşındaydım. Eskişehirspor'da bütün yaş kategorilerinde oynadım.

Futbolcu olabilme süreci fedakârlık isteyen bir süreç.  Birçok zorluğa göğüs germek gerekiyor. Sen bu süreçte nasıl zorluklar yaşadın?

Ben yaşadığım zorlukları çok fazla anlatmak taraftarı değilim. Her insan gibi benim de hayatımda yaşadığım zorluklar oldu elbette. Daha çok küçüksünüz ve sabahın altısında kalkıp yürüyerek okula gidiyorsunuz. Oradan çıkıp yürüyerek antrenmana gidiyorsunuz. Arada yokluklar oluyor. O süreçte siz de aileniz de fedakârlıklar yapıyorsunuz. Zaten o günleri hep aklınızın bir köşesinde tuttuğunuz için bugünlerin kıymetini daha iyi anlıyorsunuz. O günlerden itibaren hep daha iyi yerlere gelmeyi hedefliyorsunuz.

Futbolculuğu bir meslek olarak seçmeye ilk olarak ne zaman karar verdin?

13-14 yaşlarındaydım. Babamın işleri bozulmuş ve İstanbul'dan dönmüştü. İki çocuk büyütüp aileyi geçindirmek kolay iş değildi. Bunun okulu ayrı masraf, antrenmanı ayrı masraf. Çocuklar bir şey gördüklerinde istiyor. Ben de meselenin farkına o yaşlarda varmış, futbolcu olmam gerektiğini anlamıştım. Kendi kendime, "Ailem benim için bunca fedakârlık yapıyor, benim de onlara destek olmam gerekiyor" demiştim. Küçücük yaşta bunları düşünmeye başlayınca çocukluk dönemim çok hızlı geçti. O yaşlarda "İnşallah futbolcu olurum" niyetiyle çok fazla çalıştım.

Profesyonel futbolcu olunca hayatınızda neler değişti?

Yaşadığımız hayat aynı aslında. Dört sene önce de büfemiz vardı, hâlâ var. Dört sene önce abim oradaydı, hâlâ orada. Hayatımdaki tek fark, benim Eskişehir'de değil de İstanbul'da yaşıyor olmam. Zaten Eskişehir'deyken de bir süre tesislerde kalmış son senemde ise ayrı eve çıkmıştım.

Peki, eğitimini nereye kadar sürdürebildin?

Anadolu Lisesi'nden mezun oldum. İngilizcem fena değil. Üniversiteye açıktan kaydoldum çünkü devam edemeyeceğimi biliyordum. Rahat olduğum bir dönemde sınava girip, üniversiteye de devam edeceğim.

Türk futbolunun kilometre taşlarından birisi olan Eskişehirspor'un senin için ne anlam ifade ettiğini anlatır mısın?

Eskişehirspor tarihi, başarıları ve örnek taraftarıyla bence Anadolu'nun en büyük kulübü. Ben de o taraftarın arasından geldim. Babam tribünlerde yer almış, Eskişehirspor camiasında çok sevilen birisidir. Bazen onunla, bazen de onun beni emanet ettiği abilerle birlikte deplasmanlara giderdim. Deplasmanlarda çok fotoğrafım vardır. Eskişehirspor'un bendeki yeri çok ayrıdır. Buralara geldiysem de 9 yaşından bu sezonun başına kadar formasını giydiğim Eskişehirspor sayesindedir.

Üzerinde emeği olan teknik adamlara gelirsek…

Serkan Topkaya, Emre Özbayer, Berkant Ongan Hocalarımızın üzerimdeki emeği çoktur. Yaş kategorilerinde sürekli takım kaptanlığı yaptığım için kendileriyle çok yakın diyaloglarım olurdu. Hâlâ da görüşmeye devam ediyoruz. Benimle ilgilenmeyi sürdürüyorlar. Altyapıdan A takımlara çıkmak gerçekten çok zor bir iştir ama sağ olsunlar o süreçte ellerini omuzumuzdan hiç eksik etmediler. Ben de onları mahcup etmediğimi düşünüyorum. 

Altyapıdan çıkmak zor dedin. Gerçekten de öyle… Futbola birlikte başladığın pek çok oyuncu bugün futbol sahnesinden çekilmiş durumda ama sen hem Beşiktaş'ta hem de Millî Takımlarımızda forma giyiyorsun. Seni diğerlerinden ayıran ve bugüne taşıyan farklar nelerdi?

Bence futbolcu olabilmenin yüzde 90'ı çalışmak… Çalışırken asla pes etmemek, hayatından fedakârlıklar yapmak, mesela arkadaşların gezip tozarken bile işine odaklanmak veya dinlenmek… Ben böyle bir çocuktum. 

O yaşta bunu nasıl idrak edebiliyordun?

Futbolcu olmam gerektiğini düşünüyordum ve küçük yaşlarda A takımla idmanlara çıkmaya başlamıştım. Abilerimiz bize öğütler veriyordu. Onların hayatlarını takip ediyordum. Okuduğum kitaplardan, izlediğim televizyon programlarından da nasıl yaşamam gerektiğini biliyordum. Sağ olsun babam da bu konularda bilgilidir. Bana her zaman çalışmanın, beslenmenin ve dinlenmenin ne kadar önemli olduğunu anlatırdı. Evet, çocuksunuz ve arkadaşlarınız gezerken veya oynarken siz de onlarla birlikte olmak istiyorsunuz ama diğer yandan da meslek olarak seçtiğiniz futbolun gereklerini yerine getirmek zorundasınız. Ama altyapıdan çıkmanın asıl zorluğu başka. Hak edenden çok hak etmeyenlerin değer gördüğü zamanlara çok şahit oldum. Sen ne kadar iyi olursan ol, bir başkası önüne geçebiliyor. Dışarıdan para ödenerek getirilen oyuncu ne yazık ki altyapıdan yetişen bir oyuncuya tercih ediliyor. Bunu neredeyse bütün kulüplerde görüyoruz. Mesela ben 16-17 yaşlarında A2'de oynuyor, A takımla idmanlara çıkıyordum. O dönemde A takımda oynayabilecekken, bahsettiğim bu mesele nedeniyle forma giymem bir sezon ileriye atmıştır.

Eskişehirspor'la çıktığın ilk Süper Lig maçını hatırlıyor musun? O maç öncesinde neler hissetmiş, nasıl hazırlanmış ve maç içinde neler yaşamıştın?

Başakşehir maçıydı… Samet Aybaba Hocamız zaten öncesinde kupa maçlarında beni oynatmıştı. İlk geldiği günden beri bana, "Çalışmana dikkat et, kendine iyi bak, her an oynayabilirsin" demişti. Başakşehir maçında böyle bir fırsat geldi. Maç benim için çok iyi geçmişti. O gün oyuna ikinci yarıda giren Emre abiye (Belözoğlu) karşı oynamıştım. İlk yarıyı 1-0 önde kapatmıştık ama Emre abi oyuna girdikten sonra bir asist yapıp penaltıdan bir gol atınca 2-1 yenilmiştik. Maçtan sonra Emre abinin formasını almıştım. Zaten bir tek onun forması vardır bende.

Söz Samet Aybaba'dan açılmışken soralım… Teknik adamlıktaki alâmeti farikası genç oyuncuları vitrine çıkarmak olan Samet Hoca senin için ne anlam ifade ediyor?

Benim için çok ayrı bir anlamı var. Sadece Samet Hoca da değil, ekip olarak Selçuk Hoca, Yılmaz Hoca, Ersin Hoca benim futbol hayatımda çok önemli. Benim gelişimime özel çalışmalarla büyük katkı sağladılar.  Daha önce birçok teknik adam bana "Seni oynatacağım" demişti ama Samet Hoca "Oynatacağım" dedikten hemen sonra oynattı. Üstelik de takım çok kritik bir dönemden geçiyordu ama buna rağmen bana güvenip şans verdi. Buradan kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum.

Seni bir joker gibi görüyoruz. Göztepe ile oynanan son Süper Lig maçının ikinci yarısında stoper olarak görev yaptın. Futbola başladığında hangi mevkide oynuyordun? Sonrasında nerede görev yapacağın konusu nasıl şekillendi?

Futbola santrfor olarak başladım. Zaten genelde böyledir. ESKİ Spor'dayken gol kralı olmuştum. Eskişehirspor'a da santrfor olarak geldim. Sonra orta sahaya çekildim ve ilk maçımda bir gol bir asist yapınca 8 numara pozisyonunda kaldım. Ertesi sezon 6 numaraya çekildim ve orada oynamaya başladım. Samet Hoca döneminde A takımda da 6 numara pozisyonunda oynamayı sürdürdüm. Ertesi sezon Alpay Özalan Hoca döneminde ise Kamil Ahmet abi orta sahada, ben sağ bekte oynadım. İkimiz de yeni mevkilerimizde iyi performans göstermiştik. Sonra Mustafa Denizli Hoca geldi ve beni yeniden orta sahaya aldı. Geçtiğimiz sezon ise ağırlıklı olarak sağ bekte görev aldım. Takımın transfer yasağı olduğu için beni sağ bekte değerlendirdiler. İyi de bir sezon geçirdim. Birkaç gol attım, çok sayıda asist yaptım. Eskişehirspor'da stoper oynadığım maçlar da oldu.

Bir yerin oyuncusu olmak mı daha iyi yoksa her yerde görev yapabilmek mi?

Bu konuyu hocalarımız daha iyi bilir. Ben en iyi oynadığım mevkilerin 6 ve 8 olduğunu düşünüyorum ama sağ bek de stoper de oynayabiliyorum. Beşiktaş'ta da Şenol Hocamız bazen 10 numaraya ya da Burak abiye yardım etmem için beni biraz daha ileriye atıyor. Nerede görev alırsam alayım yüzde 100'ümü verip görevimi yerine getirmeye çalışıyorum.

Her oyuncuya da "Bugün stoper oyna, yarın orta sahada, öbür gün sağ bekte oynarsın" demiyorlar. Beşiktaş'ta bu tip oyuncular olarak seninle birlikte Medel, Necip ve Adriano var. Jokerlik için nasıl özelliklere sahip olmak gerekiyor?

Sanırım koşu mesafesi yüksek, ikili mücadeleden kaçmayan, iki yönlü, dinamik oyuncular farklı görevler için tercih edilebiliyor.

6 ve 8 pozisyonlarında görev yapan oyuncularını rakip ceza sahasına daha fazla yaklaştırabilen takımlar avantaj sağlıyor. Şenol Hocanın takımları genellikle böyledir. Üst üste üç maçta gol atan bir oyuncu olarak bu konuda neler söylersin?

Taktik çalışmalarda ilk topları Atiba alıyor ve Şenol Hocamız benim daha ileride bekleyip rakip ceza sahası içine koşular yapmamı istiyor. Bu koşularda topla buluştuğum zaman gol olabiliyor. Ama tabiî bir o kadar da aynı tempoyla geriye koşmak gerekiyor.

Bu tempoyu koruyabilmek için neler yapıyorsun?

Beslenmeme ve uykuma dikkat ederim ama asıl ekstra yaptığı şey çalışmak. Akşam antrenman varsa sabah, sabah antrenman varsa akşam mutlaka kendim idman yaparım. Core antrenmanları, güç antrenmanları, idman sonrasında şutlar, saha içinde yüzde 100'ümü vereceğim koşular gibi… Sahaya çıktığınızda yüksek tempoya hazır olmanız için bunları yapmak zorundasınız ve ben çoğu futbolcunun da bu özel antrenmanları yaptığını düşünüyorum. Beslenmeme dikkat ettiğimi söylemiştim. Zaten iki öğünü kulüpte yiyorum. Düzenli yaşıyorum. Öyle çok dışarı çıkma meraklısı birisi değilim. İzin günlerimde takım arkadaşlarımla ya da İstanbul'da okuyan Eskişehir'den arkadaşlarımla buluşup bir şeyler yapıyorum. Diğer zamanlarım dinlenerek geçiyor.

İstanbul'a gelip Beşiktaşlı Dorukhan olduktan sonra Eskişehir'den eski arkadaşlarınla irtibatı koparmaman güzel…

Bu dünyada şan-şöhret, mevki-makam geçici... İstediğiniz kadar güzel yerlere gelin, isteğiniz kadar yükseklere çıkın, bir gün gelir tepetaklak oluverirsiniz. Çok para kazanırsınız, kariyerinizi çok iyi noktalara taşırsınız ama hepsi geçici. İnsanlar sizi bunlarla değil kişiliğinizle, karakterinizle hatırlayacak. Nereden geldiğimi hiç unutmadan, çocukluk arkadaşlarımla dostluğumu sürdürmem de çok normal.

İdollerin kimler?

Xabi Alonso'yu çok beğenirdim. Yine aynı tarzdaki Gerrard'ı çok beğenerek izliyordum. Futbolda hem defans hem ofansı bir arada yapmak gerçekten zor ama bunu yapabilirseniz ortaya güzel şeyler çıkıyor. Xabi Alonso ve Gerrard bence oyunun iki yönünü de çok başarıyla oynayabilen oyunculardı.

Eskişehirspor'da oynarken Ümit Millî Takım'dan davet aldın ve arka arkaya çıktığın dokuz maçla dikkatleri üzerine çektin. Ümit Millî Takım'a ilk davet edildiğinde neler hissetmiştin? Ay-yıldızlı formayı giymek sende nasıl duygular uyandırıyor?

Siz de görüyorsunuz, boynumda bayrağımızın döğmesi var. Vatanımız, milletimiz için canımızı veririz. Bunu zaten bütün Türk evlâtları yapar. Bugün 18 Mart ve röportajı da Çanakkale Zaferimizin yıldönümü olan çok özel bir günde yapıyoruz. Bu forma için sahada canını versen, arkandan şehit derler. Öyle güzel bir forma. Öyle güzel bir mevki, makam. Hepsi geçer de bu formayı giymek bir ömür boyu kalır. Ona yakışır davranmak gerekiyor. Bir de hiç unutmamak gerekiyor; ileride çocuklarıma anlatacağım en önemli hatıralardan biri.

Beşiktaş'a transferinin hikâyesini anlatır mısın? Seni isteyen başka kulüpler de var mıydı ve sen neden Beşiktaş'ı tercih ettin?

Beni isteyen, menajerimle görüşüp konuşan çok sayıda kulüp vardı. Ama ben böyle işlerin içine girmeyi çok sevmiyorum. Beşiktaş'tan teklif geldiğinde ise çok heyecanlandım. Çünkü Beşiktaş iki sene üst üste şampiyon olmuş bir takımdı, çok büyük oyuncuları ve Şenol Güneş gibi çok değerli bir teknik direktörü vardı. Bir de ben Eskişehirspor gibi güçlü bir taraftar topluluğu olan takımda yetiştiğim için taraftarın gücü de tercihimde önemliydi. Beşiktaş gibi Türkiye'nin en güçlü taraftarının önünde oynamak beni çok heyecanlandırmıştı. Tabiî ki Beşiktaş'a gelip oynamak da kolay değildi. Çünkü bir alt ligden geliyorsunuz, insanların çoğu sizi iyi tanımıyor… Gerçekten zor bir karardı. Belki bu kararı veremeyecek çok kişi vardır. Aileme ve menajerime şunu söyledim, "Ben Beşiktaş'ın kapısından girdikten sonra çalışıp formayı alırım." Tabiî ki formayı hocalarımız veriyor ama ben de çok çalışıp formayı alana kadar elimden geleni yapacağımdan emindim.

Zaten Beşiktaş'a ilk geldiğin dönemde yedek kulübesindeydin. Takımın orta sahasında Atiba'lı, Medel'li, Tolgay'lı, Oğuzhan'lı, Necip'li zengin bir kadrosu vardı. O dönemde sıranı beklerken kafandan neler geçiyordu? 

Ne olursa bir futbolcu hep sahanın içinde olmak ister. Tabii ki insan yedek beklerken psikolojik açıdan zor günler geçiriyor. Ama ben geldiğim yerin farkındaydım. Nasıl büyük bir camiaya geldiğimi biliyordum. Hep daha çok çalıştım ve kendimi asla salmadım. Her hafta "Şimdi oynayabilirim" diye düşündüm ve kendimi hep hazır tutmaya çalıştım.

Zaten formayı bir kere giydikten sonra da bir daha çıkarmadın.

Formayı ilk olarak Genk deplasmanında oyuna sonradan girerek giydim ve yavaş yavaş oynamaya başladım. Sağ olsun bizim takımdaki oyuncuların hepsi iyi insanlar. Bana sahip çıktılar, destek oldular ve ben de verilen şansları iyi kullanmaya çalışarak, bana güvenen, destek veren insanları mahcup etmemeye gayret ettim.

Beşiktaş'taki ilk lig maçına Sivasspor karşısında Vodafone Park'ta çıktın. O taraftarın önüne çıkarken neler hissettiğini anlatır mısın?

Taraftarına âşık olduğum bir camiadayım. Sivasspor maçından önce UEFA Avrupa Ligi'ndeki Partizan maçının son 10 dakikasında oyuna girmiş ve asıl büyük heyecanı yaşamıştım. Taraftarın önüne ilk kez çıkıyordum. Allah'a şükür o maç da benim için iyi geçmişti.

Taraftarın gücü bir şehir efsanesi değil, öyle mi?
 
Elbette değil. Top karşı takımın ayağındayken taraftar ıslıklamaya başladığında, ne kadar yorgun olursanız olun, içinizden bir baskı yapma isteği yükseliyor. Bu ıslıklar karşı takımı da mutlaka olumsuz etkiliyordur. Veya taraftar "Gol, gol" diye bağırdığında, daha çok atak yapasınız, daha çok bastırasınız geliyor. Bu normal.

Beşiktaş'taki teknik direktörün Şenol Güneş'le Millî Takım'da da birliktesin. Şenol Hoca elinin değdiği oyuncuların performansını birkaç gömlek yukarı taşır. Senin üzerindeki Şenol Güneş etkisini nasıl anlatırsın?

Şenol Hoca oyuncusuna güveniyor ve bunu da karşısındakine hissettiriyor. Benim için öyle oldu. Bana güvendiğini hissettim ve özgüvenim yükseldi. Bir-iki hata yapsam da beni tolere ediyor. Bunu beni sevdiği veya genç olduğumu düşündüğü için yapmıyor. Bana inandığı ve saygı duyduğu için hatalarımı tolere ettiğini hissediyorum. Üçüncü hatayı da yapsam dördüncüyü yapmamak için elimden geleni esirgemeyeceğimden emin ve bu duygusunu bize de geçiriyor. Bu davranışı bizi moral açıdan da üst seviyeye taşıyor. Antrenmanlarda ya da antrenmanlar dışında yaptığı konuşmalarda kendimizi geliştirmek için yaptıkları ve söyledikleri bir yana, hocanın en büyük artısı bizim için hep pozitif şeyler düşünmesi. Oyundan alınsak bile bir art niyet olmadığını çok iyi biliyoruz. Ya da o hafta oynamadığımız zaman "Hocanın bir bildiği veya bizim bir yanlışımız vardır" diye düşünüyoruz. O yüzden hep içimiz rahat. Çalışanın formayı giydiğini biliyoruz ve o rahatlıkla mesaimize devam ediyoruz. Şenol Hocama bir kez daha teşekkür ediyorum.

Şenol Hocanın Millî Takım'a nasıl bir etkisi olacak sence?

Bence çok pozitif bir etkisi olacak. Öncelikle takımdaşlık duygusunun çok yüksek olacağını düşünüyorum. Zaten Şenol Hoca buraya geldiğimizde yaptığı ilk konuşmada genç veya tecrübeli bütün oyuncularla konuştu. Onun takımdaşlık duygusunu en yüksek seviyeye çıkartacağından eminim. Bir de Şenol Hocamızın farklı antrenmanları var. Bu antrenmanların da takıma büyük katkısı olacağını düşünüyorum.

Şenol Hocanın oyun felsefesi, futbolcunun oynadığı oyundan keyif alması üzerine kurulu… Bu da önemli bir avantaj olmalı…

Evet… Şenol Hoca her zaman topun bizim ayağımızda olması gerektiğini söyler. Futbolcu da top ayağındayken keyif alır. Top rakipteyken de bir an önce geri alabilmek için baskı yaptırır. Dar alanda baskı yapıp topu kazanmak ve yeniden hücum yapmak da oyuncuya keyif veren bir şeydir.

A Millî Takım kadrosunda olmayı bekliyor muydun?

Buna cevap vermek kolay değil. Elbette bir oyuncunun en başından beri en büyük hayali Millî Takım'da oynamaktır. Ben de bu sezon Beşiktaş'ta bir seri yakalayıp oynadım ve iyi-kötü bir performans gösterdim. Kendi kendime "Belki gidebilirim" diye düşünüyordum ve iyi ki de buradayım. İlk defa A Millî Takım kampındayım ama hiç yabancılık çekmiyorum. Ben insanlarla muhabbet etmeyi seven birisiyim, girdiğim ortamlarda yabancılık çekmem. Bir de Ümit Millî Takım'dan burada 7-8 arkadaşım var. Gençlerin hepsiyle samimiyiz. Abilerimizin hepsi de çok iyi insanlar. Bize karşı son derecede sıcak ve samimi davranıyorlar.

Millî Takımımızın EURO 2020 grubunu ve şansımızı nasıl değerlendiriyorsun?

Türk insanının yapamayacağı hiçbir şey yok. Buna eminim. Biz ne savaşlardan çıkmış, ne maçları döndürmüşüz. Tarihimiz destanlarla dolu. Tabii ki Fransa dünya şampiyonu ve çok güçlü bir takım. İzlanda, Arnavutluk ve diğerleri de küçümsenecek rakipler değil ama bizim yenemeyeceğimiz hiçbir takım, kazanamayacağımız hiçbir savaş yok.

Kendine örnek aldığın takım arkadaşların var mı?

Burak abi, Necip abi, Mustafa abi, Oğuzhan abi, hepsi kendilerine çok dikkat ederek yaşarlar. Bizim takımın geneli böyle zaten. Burak abi sağlığı ve beslenmesiyle ilgili çok hassastır. Necip abi uykusuna çok dikkat eder. Bazen Oğuzhan abiye giderim, mutlaka sporcu beslenmesine uygun yemekler yapar.  Mustafa abiye giderim, o da yol gösterici konuşmalar yapar, tavsiyelerde bulunur.

İstanbul'daki bir boş gününü nasıl değerlendiriyorsun?

Eğer o hafta maçımızı kazandıysak dışarı çıkarım. Yenildiysek hiç tadımız-tuzumuz olmuyor. Ailem buradaysa onlar yanıma geliyor. Genellikle abim yanımda oluyor. Onunla birlikte kahvaltı yapıyoruz. Tesislere 10 dakika mesafede oturuyorum ve İstanbul'un trafiğini sevmediğim için yakınlarda bir yerlerde kahvaltıya gidiyorum. Bazen de birlikte akşam yemeğine çıkıyoruz. Zaman zaman Eskişehir'deki arkadaşlarımın Avrupa yakasındaki evlerinde buluşuyoruz.

Hobilerin var mı?

Erkek muhabbetlerini çok seviyorum. Arkadaşlarımla okey ve kâğıt oyunları oynamaya bayılıyorum. Caner abiyle dışarı çıkarsam güzel bir yerde çay içeriz. Oğuzhan ve Necip abiyle çıkarsam oyun oynarız. Mustafa abiyle çıkarsam özel bir yerde güzel yemekler yeriz. Bir de bilgisayar oyunlarını çok seviyorum. Küçüklüğümden beri 'Counter Strike' meraklısıyım.


 
eXTReMe Tracker