Thursday, February 02, 2017

Uğur Meleke'den Fatih Terim eleştirisi

Altına imza atılır sözler...

Spor Toto Süper Lig Araştırma Dikkat! Genç oyuncular aranıyor


2016-17 sezonunda Spor Toto Süper Lig'in ilk yarısında takımlarında forma giyebilen 1996 ve sonrası doğumlu oyuncu sayısı sadece 20. 1996'lılar ile daha küçük yaşta olan 20 oyuncunun toplam içindeki oranı yüzde 5. Bu 20 oyuncunun sahada kaldığı dakikaların ortalaması 329. Yani genç oyuncuların sahada kalma süresi toplamın içinde yüzde 2.3'e tekabül ediyor. 20 oyuncudan 11'i 90 dakikanın altında süre alabildi. Sekiz takımda 1996 ve daha sonrasında doğmuş oyuncu forma giymedi. Genç oyuncuların bu sezondaki yıldızı ise Medipol Başakşehir'den Cengiz Ünder.

Yazı: Mazlum Uluç

Futbolun en önemli malzemesi oyuncu. Bir ülke futbolunun değeri de aslında ürettiği futbolcu sayısıyla ölçülüyor. Bugün çok paranız olduğunda bastırıp en değerli oyuncuları kulüplerinizde toplasanız da bu değirmenin suyunun kesilmeyeceğine dair bir garantiniz bulunmuyor. Bu nedenle dünyanın en zengin kulüpleri bile sağlam altyapılar kurmaya ve kendi oyuncularını yetiştirmeye büyük önem veriyor. Meseleye millî takımlar açısından baktığınızda ise iş parayla çözümlenebilir olmaktan tamamen çıkıyor ve yalnızca sizin ürettiğiniz oyunculara kalıyor. Her ne kadar Türkiye'nin bu açıdan Avrupa'da ve özellikle de Almanya'da yaşayan vatandaşlarından kaynaklanan ciddi bir oyuncu potansiyeli bulunsa da işin temel kaynağını yine kendi topraklarınızda ürettiğiniz oyuncular oluşturuyor. Oyuncuyu yetiştirmek de problemi çözmeye yetmiyor. O oyuncuya kulüplerinizde oynama fırsatı vermediğinizde yılların emeği de heba olup gidebiliyor. Genç oyuncu, olabildiğince erken yaşlarda sahaya inip tecrübe kazandıkça özgüvenini de kazanıyor ve ülkenin yarınları için umut ışığı olabiliyor.
Bu girizgâhtan sonra mevzuu getireceğimiz yer de üç aşağı beş yukarı belli oldu. Türkiye, en üst futbol platformu olan Spor Toto Süper Lig'de genç oyunculara ne kadar şans tanıyor. Bu soruya geçen yıl da cevap aramış ve oldukça karamsar bir tabloyla karşılaşmıştık. Bu sezon, geçen sezona oranla biraz daha gelişme olduğunu söyleyebilsek de ortaya anlamlı bir iyileşmenin çıktığını iddia edebilmek mümkün değil.
Sadece 20 oyuncu!

2016-17 sezonunda Spor Toto Süper Lig'in ilk yarısında takımlarında forma giyebilen 1996 ve sonrası doğumlu oyuncu sayısı sadece 20. Geçtiğimiz sezon bu rakamın 16 olduğunu da hatırlatalım. Bu sezon takım başına "1" oyuncunun üzerinde bir rakam çıkıyor. Geçtiğimiz sezon 17 haftalık ilk yarı periyodunda 1995 ve sonrası doğumlu 16 oyuncu toplam 6109 dakika sahada kalmıştı ki, bu da her bir oyuncu için 1530 dakikalık toplamda ortalama 382 dakikalık süre demekti. Geçtiğimiz sezon ilk yarıda forma giyen toplam 413 oyuncu içinde oynama şansı bulabilen 1995 ve sonrası doğumlu 16 oyuncunun oranı ise yüzde 3.8'e tekabül ediyordu. Bu sezon ligin ilk yarısında 397 oyuncu forma şansı yakaladı ve 1996'lılar ile daha küçük yaşta olan 20 oyuncunun toplam içindeki oranı yüzde 5'e yükseldi. 20 oyuncunun sahada kaldığı toplam dakika ise bir hafta eksik oynanmasına rağmen 6577'ye yükseldi. 6577 dakikayı 20 oyuncuya böldüğümüzde adam başına 329 dakika düşüyor. Ancak bu düşüşte bir maç eksiğini göz önünde bulundurmak ve gerçeğe ulaşmak için ortalamaya bakmak gerekiyor. 18 takımın 11 oyuncusunun 90 dakika sahada kaldığını ve 16 hafta oynadığını düşündüğümüzde ortaya toplam 285 bin 120 dakikalık bir süre çıkıyor. 20 genç oyuncunun aldığı 6577 dakikalık sürenin genel toplam içindeki payı ise yüzde 2.3. Geçtiğimiz sezon ise genç oyuncuların toplam süre içindeki payları yüzde 2'ydi.
Acı gerçekler

Ne yazık ki 18 takımdan 8'inde 1996 ve daha sonrasında doğmuş hiçbir oyuncunun forma şansı bulamadığını söyleyelim. Bu takımlar Akhisar Belediyespor, Antalyaspor, Aytemiz Alanyaspor, Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Gençlerbirliği ve Osmanlıspor. Dikkat çekici bir durum; şampiyonluk potasının olağan sakinleri Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'da 21 yaş altı tek oyuncu bile forma giyemiyor. Fenerbahçe'nin en genç ismi 23 Mart 1995 doğumlu Ozan Tufan. Galatasaray'da ise 24 Ekim 1994'lü Bruma ile 15 Ocak 1994'lü Sinan Gümüş, takımın en genç oyuncuları. Beşiktaş'ın en genç oyuncusu da 1 Şubat 1994 doğumlu Talisca. 21 yaş altı oyuncusu bulunmayan diğer takımlardaki genç oyuncu numunelerine göz attığımızda Akhisar Belediyespor'da 27 Temmuz 1991'li Ömer Bayram ve 5 Ocak 1991'li Soner Aydoğdu'yu, Antalyaspor'da sadece 140 dakika oynayabilen 7 Temmuz 1993'lü Ozan Evrim Özenç'le 64 dakika sahada kalabilen 13 Haziran 1993'lü Milan Jevtovic'i, Aytemiz Alanyaspor'da 4 Nisan 1994'lü Isaac Sackey'yi, Gençlerbirliği'nde takımdan ayrılıp Başakşehir'e giden 15 Temmuz 1995'li İrfan Can Kahveci'yi, Osmanlıspor'da da 6 Mart 1995'li Aminu Umar'ı görüyoruz.
Diğer 10 takım arasında ise en fazla 21 yaş altı oyuncu oynatanları 3'er oyuncuyla Trabzonspor, Gaziantepspor ve Bursaspor. Bu takımları 2'şer oyuncuyla Çaykur Rizespor, Adanaspor, Kayserispor, Kasımpaşa, 1'er oyuncuyla da Atiker Konyaspor, Kardemir Karabükspor ve Başakşehir takip ediyor.
Ancak bu rakamlar size yanlış bir fikir vermesin. 21 yaş altı üçer oyuncu oynattığını söylediğimiz Trabzonspor'un üç oyuncusu da sadece 1'er maç oynadı ve toplam olarak sahada kalma süreleri de sadece 63 dakika. Gaziantepspor'un üç oyuncusu ise biraz daha şanslı. Onların toplam sahada kalma süresi 315 dakika buluyor. Bursaspor'da ise 1572 dakika sahada kalan üç oyuncusuyla aslında başı çekiyor.
Şimdi 16 haftalık periyotta toplam 6577 dakika sahada kaldıklarını söylediğimiz 20 oyuncuya biraz daha yakından bakalım. Bu oyuncuların 15'i yerli, 5'i yabancı. 250 dakikanın üzerinde forma giyen 8 oyuncunun ise 5'i yerli, 3'ü yabancı. Bu 20 oyuncudan 7'si sadece 1 maç oynama şansı bulabilmiş. 11 oyuncu 90 dakikalık süreye bile erişememiş. Bu sürenin üzerine çıkabilen oyuncu sayısı sadece 9.
Yalnızca 1 maç oynayabilenler ancak bir devreyi bile tamamlayamayanlar Trabzonsporlu Yusuf Yazıcı, Ramil Sheydaev ve Abdülkadir Ömür, Kayserisporlu Miladin Stevanovic ve Furkan Yaman, Kasımpaşalı Ahmet Ildiz ve Kardemir Karabüksporlu Çınar Tarhan. Trabzonsporlu Abdülkadir Ömür 8, Kayserisporlu Furkan Yaman da 7 dakika oynama fırsatı bularak listeye girebilmiş. Adanasporlu Ahmet Bahçıvan 16 maçın 5'inde sahaya ayağını basmış ama aldığı toplam dakika sayısı sadece 56. Gaziantepsporlu Orkan Çınar ise 7 maçta ancak 77 dakikaya ulaşabilmiş. Bursasporlu Mert Örnek'in 2 maçtaki 44 dakikası Orkan'ın yanında oldukça uzun görünüyor. Gaziantepsporlu Doğanay Kılıç 2 maçta 86, takım arkadaşı Alpay Koçaklı ise 4 maçta 152 dakika oynamış. Alpay Koçaklı'ya bir parantez açmakta fayda var çünkü 19 Eylül 1998 doğumlu oyuncu listedeki isimlerin en gençler sıralamasında ikinci basamakta yer alıyor. 25 Haziran 1999'lu Abdülkadir Ömür gençlerin en genci ama alabildiği süre 8 dakikayla sınırlı.
1 numara Cengiz Ünder

Biz şimdi gözümüzü genç oyuncular listesinin üst sıralarına çevirelim ve en fazla dakika alan genç oyuncularla ilgilenelim. Listenin ilk sırasında, 16 maçlık periyodu lider tamamlayan Medipol Başakşehir'in kanat oyuncusu Cengiz Ünder bulunuyor. Sezon başında Altınordu'dan transfer edilen 14 Temmuz 1997 doğumlu Cengiz Ünder, Brezilyalı usta Doka'yı yedek bırakarak banko oynamayı başardı ve 16 maçın tümünde sahaya çıkarak 1295 dakika süre aldı. Bu maçlarda 3 gol, 4 asistlik bir performans gösteren genç oyuncu takımının liderliğinde önemli bir rol üstlenirken, A Millî Takım formasını giymeyi de başardı.
Listenin ikinci sırasında ise Çaykur Rizesporlu Oğulcan Çağlayan bulunuyor. 22 Mart 1996 doğumlu forvet Oğulcan, sezon başında Kayserispor'dan geldiği Çaykur Rizespor'da bir süre sonra Emrah Başsan'ı yedek bırakıp 3 maçta 956 dakika süre aldı ve bu sürede gol atmayı başaramasa da 3 asistlik katkı sağladı.
Üçüncü sırada ise bir yabancı oyuncu yer alıyor. Adanaspor'un sezon başında Bosna-Hersek'in Zrinjski Mostar takımından transfer ettiği 18 Ağustos 1996 doğumlu Goran Karacic, takımının 9 maçında 90 dakika kaleyi koruyarak 810 dakikalık süreye ulaştı.
Dördüncü sıradaki oyuncu da yine bir yabancı ve o da tıpkı Goran Karacic gibi bir Bosna-Herkes vatandaşı. Atiker Konyaspor'a geçtiğimiz sezonun ara transfer döneminde Bosna-Hersek'in Zeljeznicar takımından transfer edilen Amir Hadziahmetovic, o sezon 5 maçta 209 dakika oynama fırsatı bulabilmişti. Bu sezon ise Aykut Kocaman'ın en güvendiği isimlerden biri olmayı başaran 8 Mart 1997 doğumlu orta saha oyuncusu, 10'u ilk on birde olmak üzere 13 lig maçında sahaya çıktı ve 792 dakika süre alırken 1 de gol attı.
Genç oyuncuların en golcüsü ise Bursaspor'un 28 Mart 1997 doğumlu santrforu Kubilay Kanatsızkuş oldu. Aldığı süre açısından listenin beşinci basamağında bulunan 1.90'lık santrfor, 10'u ilk on birde olmak üzere çıktığı 12 maçta 785 dakika süre aldı ve 4 gol, 1 asistle başarılı bir performans ortaya koydu.
Kubilay Kanatsızkuş'un ardında ise yine bir Bursasporlu oyuncu bulunuyor. 12 Şubat 1997 doğumlu stoper Ertuğrul Ersoy, bu sezon tamamı ilk on birde olmak üzere 9 maça çıktı ve 743 dakika sahada kaldı. Bu sezon daha çok sağ bek mevkiinde izlediğimiz Ertuğrul Ersoy, 1 de gol atmayı başardı.
Listede yedinci sırada bulunan Kasımpaşalı Batuhan Altıntaş da Bursaspor'un altyapısından yetişmiş bir oyuncu. Galatasaray'ın eski yıldızlarından Yusuf Altıntaş'ın oğlu olan 14 Mart 1996 doğumlu Batuhan, Bundesliga'nın Hamburg takımında geçirdiği bir sezonun ardından sezon başında geldiği Kasımpaşa'da ikisi ilk on birde olmak üzere 10 maça çıktı ve 359 dakika sahada kalırken bir de gol attı.
Çaykur Rizespor'un sezon başında Kayseri Erciyesspor'dan renklerine bağladığı Iyayi Atiemwen de üçü ilk on birde dört maça çıktığı bu sezonun ilk yarısında 257 dakika forma giyerken bir de gol kaydetti.
En yaşlısı Başakşehir, en genci Çaykur Rizespor

Peki, Spor Toto Süper Lig'de yer alan 18 takımın ilk yarı boyunca sahaya çıkan kadrolarının yaş ortalaması nedir? Ligin en genç ve en yaşlı takımları hangileridir? Ligin yaş ortalaması en yüksek takımı, sezonun ilk yarısını lider tamamlayan Medipol Başakşehir. Abdullah Avcı'nın takımının yaş ortalaması 29.72. Turuncu-lacivertli takımı 29.6'lık yaş ortalamasıyla Akhisar Belediyespor, 29.26'lık yaş ortalamasıyla Kardemir Karabükspor, 29.15'lik yaş ortalamasıyla Galatasaray, 29.14'lük yaş ortalamasıyla Fenerbahçe, 29.04'lük yaş ortalamasıyla Antalyaspor ve 29'luk yaş ortalamasıyla da Beşiktaş takip ediyor. Görüldüğü gibi, ligin ilk yarısını ilk dört sırada tamamlayan takımların tamamı, yaş ortalaması en yüksek yedi takım arasında yer alıyor. Yaş ortalaması 28 ve üzerinde olan diğer takımlar ise Osmanlıspor (28.86), Aytemiz Alanyaspor (28.08) ve Bursaspor (28).
Gelelim ligin en genç takımına. İlk yarıyı küme düşme hattının bir parmak üzerinde bitiren Çaykur Rizespor 25.5'lik yaş ortalamasıyla ligin en genç takımı olma özelliğine sahip. İlk yarıyı son sırada kapatan Adanaspor ise 26 yaş ortalamasıyla ikinci sırada. 26.22'lik yaş ortalamasıyla üçüncü sırada bulunan Trabzonspor'un ilk yarıyı tamamladığı nokta da hiç de iç açıcı değil. 26.36'lık yaş ortalamasıyla dördüncü sıradaki Kayserispor, ilk yarıyı düşme hattında bitirdi. 26.95'lik yaş ortalamasıyla beşinci basamakta bulunan Gençlerbirliği ise dengeyi kurmuş görünüyor. Bu takımları ise 27.18'lik yaş ortalamasıyla Kasımpaşa, 27.52'lik yaş ortalamasıyla Atiker Konyaspor, 27.54'lük yaş ortalamasıyla da Gaziantepspor izliyor.

Monday, January 30, 2017

Trajediye dönüşen bir şampiyonluk hikâyesi

Tarihinde 2 şampiyonluğu var, Roma'nın halk arasında "kötü adam" olarak bilinen takımı S.S. Lazio'nun. İkincisi ve sonuncusu 1999-2000 tarihinde Sven Göran-Eriksson yönetiminde kazanılan şampiyonluk. O şampiyonluğun da ayrı bir hikayesi anlatılmalı aslında. Ligin son 3 haftasına rakibi Lazio'nun 5 puan önünde giren Juventus bu 3 maçta 2 mağlubiyet almış ve 3'te 3 yapan Lazio son hafta şampiyonluğa ulaşmıştı. Hatta o sezon Lazio, Serie A'nın zirvesine çıktıktan 4 gün sonra İtalya Kupası finali ikinci ayağında San Siro'da Inter karşısına dikilmiş ve 2-1 kazandığı ilk maçın rövanşında maçı başladığı gibi bitirerek dubleye uzanmıştı. Bir daha da şampiyon olamadılar. Son 16 yılda 2 kez üçüncülük kazandılar ve bu da onların şampiyonluk sonrası en iyi dereceleri. Bizim anlatacağımız hikaye ise kulübün ilk şampiyonluğundan. 1973-74 sezonunda elde edilen efsane şampiyonluktan ama elbette bu işin bir de arka planı var. Önce onu anlatalım.Anlattıkça bu hikayenin aslında aynı zamanda Lazio tarihinin bahtsız yıldızı Luciano Re Cecconi'ye ait olduğunu göreceksiniz.

1 aralık 1948 tarihinde, Milano'nun 15 kilometre uzağındaki Nerviano kentinde bir duvarcı ustasının oğlu olarak dünyaya geldi Luciano. Babasına yardımcı olmak için kardeşiyle beraber inşaat işlerinde çalışmaya başladı ama onun hayali yeşil sahalarda yatıyordu. Kariyerine bugün 2 bin nüfusa sahip, Torino yakınlarındaki USD Aurora Cantalupo takımında başladı. Kısa bir süre sonra doğduğu kentin yakınlarına geldi ve evine 13 kilometre uzaklıktaki Busto Arsizio kulüplerinden Aurora Pro Patria takımının altyapısına girdi. Pro Patria o yıllarda Serie C'de mücadele ediyordu. 1967-68 sezonunda Re Cecconi ilk kez forma şansı buldu ve 3 maçta takımının formasını giydi. O sırada 19 yaşındaydı. Takım ligi 5. sırada bitirdi. Re Cecconi izleyen sezon takımın değişmez elemanlarından birisi oldu ve 33 maçta forma giydi. Buna rağmen Pro Patria ligi 13. sırada bitirdi. Re Cecconi orada daha fazla zaman kaybetmeyecekti. Bu sefer İtalya'nın güneyine yelken açtı. Evinden ilk kez bu kadar uzaklaşıyordu ve kendi başının çaresine bakma zamanı gelmişti. Şimdi bir başka adamın yoluna girelim.

Lazio 1973-74
Kariyerinin önemli bir bölümünü Bari'de futbol oynayarak geçiren ve daha sonra da aynı kulüpte önce yardımcı hocalık sonra da 1963-64 sezonunda teknik direktörlük görevine getirilen Tommaso Maestrelli Serie A'nın 11. haftasında Sampdoria'ya 2-0 mağlup olunan maçtan sonra görevinden kovuldu (Bari o sezonu son sırada bitirerek Serie B'ye düşecekti). İzleyen sezon Serie C'de mücadele eden ve tarihi boyunca bu kademeden yukarıya çıkamamış Reggina onu takımın başına getirdi. İlk sezonlarında kendi gruplarını lider bitirerek Serie B'ye çıktılar. Bu kulüp tarihinin en büyük başarısıydı. Maestrelli 3 sezon daha Reggina'nın başında kaldı. Takım ilk sezonda Serie A vizesini sadece 1 puan farkla kaçırdı. İzleyen 2 yıl ise beklenen başarı gelmedi. O yıllarda Reggina için acı bir olay daha yaşandı. Takımın yükselişinde büyük pay sahibi olan Italo Alaimo, 1967-68 sezonunun başında kontrol için gittiği hastanede yürüme bandındaki aletlerdeki elektrik kaçağı sonrası yüksek voltaja maruz kalarak hayatını kaybetti. Sezon sonu Maestrelli, Reggina'daki görevinin tamamlandığını düşünüp Foggia'nın başına geçti. Foggia da Serie A biletini kovalayan bir takımdı. İlk sezonlarında pek bir varlık gösteremediler ancak İtalya Kupası'nda final grubuna kalmayı başardılar ve kupayı 3. bitirdiler. 1969-70 sezonunda bu 2 adamın yolunu birleştiren hadise yaşandı ve defansın önünde emniyet sübabı bir orta saha oyuncusuna ihtiyaç duyan Maestrelli, Re Cecconi'yi Foggia'ya getirdi.

Foggia 42 golle ligin en çok gol atan takımı oldu ve lider Varese'nin ardından Serie A'ya yükseldi. Maestrelli 6 sezon önce bıraktığı yere dönerken , Re Cecconi de 22 yaşında Serie A tecrübesini tatacaktı. 13 Aralık 1970 tarihi bu 2 adamın hayatında büyük bir yer tutar. Takım Lazio'yu 5-2 mağlup eder ve Re Cecconi kariyerinin ilk Serie A golünü bu maçta kaydeder. Ancak takım sezon boyunca sadece 6 maç kazanır (bunlardan 2'si Lazio ve Roma'ya karşıdır) ve averajla küme düşer. Maestrelli aldığı bu 5 gollü galibiyetin etkisinden midir bilinmez Lazio tarihinin en uzun süre görev yapan başkanı Umberto Lenzini tarafından göreve getirilir. Re Cecconi ise Foggia ile Serie B'nin yolunu tutmuştur. Ancak orada sadece 1 sezon kalır. Hocası onu 1971-72 sezonunun sonunda Roma'ya getirir. İkilinin yolu bir kere daha buluşmuştur. 23 yaşındaki oyuncu Giorgio Chinaglia gibi Lazio tarihinin efsanelerinden birisi ile yanyana oynayacaktır (aşağıda).

Yazının girişinde bahsettiğimiz efsanevi 1999-2000 sezonu aslında 28 yıl öncenin bir nevi intikamıdır. Re Cecconi'nin ilk sezonunda Lazio Luigi Martini, Mario Facco, Giancarlo Oddi, İngiltere doğumlu bir başka kulüp efsanesi Giuseppe Wilson, Franco Nanni,  Mario Frustalupi gibi isimlerle birleşir. Bu kadro bir kaç yıl iskeletini korumuş ve Lazio tarihine altın harflerle yazılan maçlara imza atmıştır. Bu efsane kadronun kalesinde Serie B'den transfer edilen Felice Pulici (aşağıda) yer almaktadır. Ligin 26. haftasına girildiğinde Lazio, liderliği Milan'la paylaşmaktadır. Juventus ise 2 puan gerilerinden takip etmektedir (o yıllarda 2 puanlı sistemin uygulandığını hatırlatalım). İzleyen 2 hafta Lazio, Torino ve Bologna deplasmanlarında puan kaybeder, son haftaya girerken lider Milan'ın 1 puan gerisindedirler. Milan son hafta Verona'ya 5-3 mağlup olur, Lazio'nun eline iyi bir fırsat geçmiştir ama takım Napoli'ye 1-0'la boyun eğer. Juventus, Lazio'nun ezeli rakibi Roma deplasmanında 2-1 kazanır ve şampiyonluğa ulaşır. Lazio'nun güçlü defansının ligin en az gol yiyen takımını oluşturması ve Chinaglia'nın 10 golü şampiyonluğa yetmez. Re Cecconi o sezon Ankara'da İtalya 23 yaş altı takımıyla Türkiye'ye karşı ilk kez İtalya formasını giyer.

Ve kulüp tarihine geçen 1973-74 sezonu. Lazio sezona iyi bir başlangıç yaparak 10. hafta liderliği ele geçirir. Bu dönemde Derby della Capitale'de Roma'yı 2-1 ile geçerler. Lazio ve Juventus izleyen haftalarda sürekli zirve için yarış içinde kalırlar. Takım 18. haftada Juventus'u 3-1 mağlup eder ve Roma derbisinde ezeli rakibini bir kez daha 2-1'le geçer. 29. haftada Re Cecconi ve Maestrelli'nin eski takımı Foggia'yı Olimpico'da Chinaglia'nın golüyle 1-0 mağlup eden takım tarihinin ilk şampiyonluğuna ulaşır. Takım 2. kez ligin en az gol yiyen takımı olur ve Chinaglia da 24 golle kulüp rekorunu kırarak gol krallığını kazanır. Re Cecconi dahil olmak üzere Lazio takımından 3 oyuncu 1974 Dünya Kupası için İtalya kadrosuna seçilir. Re Cecconi için sarı saçlarından dolayı l'Angelo Blondo (Sarışın Melek) lakabı o sezon yaratılmıştır. Bu kulübün kısa süre sonra değişecek kaderi öncesi yaşanan son mutlu günlerdir. Aşağıdaki fotoğraf o mutlu günlerden. Umberto Lenzini, Tommaso Maestrelli ve o yıllardaki milli takım hocası Fulvio Bernardini aynı karede.

Lazio'nun kötü ünü aslında o yıllara kadar dayanmaktadır. Birçok otorite oyuncuları "bir maço ordusu" olarak tanımlamaktadır. Futbolcuların hemen hepsi yolculuklarda silahlarını da yanlarına almakta ve zaman zaman kutlama yapmak için havaya ateş açmaktan çekinmemektedir. Bazıları onları kendilerini her şeyin üstünde gören küstahlar olarak damgalamıştır. Tabii bu atmosfer takım içinde de bazı ayrılıkları beraberinde getirmiştir. Hatta Laziolu oyuncuların maçlardan önce 2 farklı soyunma odasında giyindiği söylenir.

Lazio 1974-75 sezonunda Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'na gidemez çünkü bir sezon önce UEFA Kupası'nda oynanan Ipswich Town maçından sonra soyunma odasında çıkan olaylar sebebiyle UEFA'dan 3 yıl men cezası almıştır. Bu yetmezmiş gibi Maestrelli'ye karaciğer kanseri teşhisi konur. O sırada 53 yaşında olan hocaya doktorlar birkaç ay ömrü kaldığını açıklarlar. Maestrelli tedavi için hastaneye yatar. Takımı yardımcısı Roberto Lovati devralır ve lig 4. sırada bitirilir. Lenzini hastanede olan Maestrelli'nin yerine Sampdoria'nın hocası Giulio Corsini'yi getirir. Ama Corsini'nin Lazio'su ligin ilk 8 haftası sonunda 5 puanla 15. sıraya yerleşir. Corsini kovulur ve tedavisi iyiye giden Maestrelli göreve döner. Takım ligin son haftasında Como deplasmanından 2-2'lik beraberlikle dönüp averajla kümede kalır. Chinaglia henüz 29 yaşında olmasına rağmen New York Cosmos'a transfer olur. Sezon sonunda Maestrelli Lenzini'nin isteği ile Sportif Direktör görevine geçer ve Brezilyalı Luis Vinicio teknik direktörlük görevine getirilir. 1976-77 sezonu başlar, Maestrelli 2 Aralıkta karaciğerine karşı daha fazla savaş veremez ve hayata gözlerini yumar. Lazio o sırada ligde orta sıralarda yer alıyordur.

Lazio 1976-77
Şampiyonluğun trajediye dönüştüğünün son göstergesi olan olay ise 18 Ocak 1977'de, yani efsane teknik adamın ölümünden kısa bir süre sonra gerçekleşir. O akşam Re Cecconi takımdaki en iyi arkadaşı Pietro Ghedin ile Roma sokaklarında turlamaktadır. Romalı bir kozmetik tüccarı olan Giorgio Fraticcioli ile karşılaşırlar. Fraticcioli onları bir mücevher dükkanına götürür. Ancak bu 2 iyi arkadaşın aklına sonradan bir faciaya dönüşecek bir şaka gelmiştir. Arkadaşları dükkana girer girmez, Re Cecconi elindeki su tabancasıyla içeriye dalar ve "bu bir soygundur" diye bağırır. Bu masum şakayı dükkan görevlisi aşırı ciddiye almıştır. Futbola pek ilgisi olmayan Bruno Tabocchini ismindeki adam yakın zamanda 2 soygun teşebbüsü yaşamıştır ve bu nedenle dükkanında 7.65 kalibrelik bir silah bulundurmaktadır. Silahını çeker ve tereddüt etmeden ateşler. "Sarışın Melek" göğsüne isabet alır. Pietro Ghedin önce bunun da şakanın bir parçası olduğunu sanar ama arkadaşının vücudundan akan kanı görünce gerçek anlaşılır. Ambulans çağırılır, oyuncu hasteneye yetiştirilir ama doktorların tüm çabalarına rağmen 28 yaşında hayata veda eder. Lazio 1 ay içinde 2 kulüp değerini toprağa verir. Tabocchini nefs-i müdafaa gerekçesiyle hiçbir ceza almaz. Basın Laziolu oyuncuların silahlara karşı olan bu sevgisinin şaka yollu olsa dahi yol açtığı sonuçla ilgili yine kulübü eleştirir.Takım sezonu 5. sırada bitirir.

Lazio bir sonraki şampiyonluğu için çeyrek asırdan fazla beklemek zorunda kalacaktır. Takımın üzerindeki kötü şöhret hiçbir zaman azalmaz aksine bugüne kadar gelen şekilde artarak devam eder. Buna rağmen tatsız bir oyunun kurbanı Luciano Re Cecconi, Lazio kulübü için halen efsaneler arasında sayılmaktadır.

"Ondan sonra gelmiş ve gelecek her futbolcu Re Cecconi ile kıyaslanacak. O bu takımın en cömert,en sevilen ve maalesef en şanssız oyuncusuydu"

Cristian Ledesma

Yaşar Duran: "8-0 kalbimde büyük bir yaradır"



Fenerbahçe, Malatyaspor ve Sarıyer formalarıyla 1980'lerle 1990'ların ilk yarısına damgasını vurmuş bir kaleci var karşımızda. Kariyerine birçok şampiyonluk ve kupa sığdırmasına rağmen sadece 8-0'lık İngiltere maçıyla anılıyor olmasının kırgınlığını yaşayan unutulmaz kaleciyle futbol hayatını, transferlerini, hatıralarını konuştuk. Anlattığı sadece kendi hikâyesi değil, bir dönemin muhasebesi ve bu muhasebeden bugünün oyuncuları için çıkarılacak çok ders var.

Röportaj: Rasim Artagan
Futbola Ankara Altındağspor'da başladınız ve alt kademelerde oynadıktan sonra 2. Lig takımlarından Gaziantepspor'a transfer oldunuz. Gaziantepspor'daki başarınızın ardından 2. Lig'den A Millî Takım'a yükseldiniz. O günleri biraz anlatır mısınız?
Gaziantepspor'u 1. Lig'e biz çıkardık, şampiyon olduk. 17 yaşında gittim Gaziantepspor'a ve oynamaya başladım. İki sezon oynadım orada. 1981-1982 sezonunun başında da Fenerbahçe'ye geldim. 2. Lig'deyken A Millî Takım'a seçildim. Bu Türkiye'deki ilklerdendir. Pek bilmiyorum bunu başaran var mıdır? O zaman Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor, Fenerbahçe ağırlıklı bir takım vardı. 2. Lig'den Millî Takım'a seçilmek parmakla gösterilecek bir olaydı. İlk gittiğimde Fatih Hoca, Mustafa Denizli Hoca, Şenol Hoca as oyunculardı. 1979 yılında rahmetli Sabri Kiraz Hocamız beni aldı Millî Takım'a. Türkiye'de en fazla Millî Takım'a giden oyunculardan biriyim. Yıl olarak 12. Ama sayısal olarak en az millî olan kalecilerden birisiyim. O dönem çok maç yoktu. Yabancı ülkelerden özel maç teklifi bile gelmiyordu bize. Avrupa Şampiyonası olsun, Dünya Kupası olsun kolayca elenebilen bir takım hüviyetindeydik.
Millî Takım'a seçildikten sonra büyük takımların transfer listesine girdiniz ve neticesinde 1981-1982 sezonunda Fenerbahçe'ye transfer oldunuz. Transfer hikâyenizi anlatır mısınız?
Anadolu kulüplerinden Millî Takım'a seçilen oyuncuları yönetimleri ya da başkanlar ödüllendirirlerdi. Para verirlerdi. Tabiî bir ayrıcalık görüyorsun kendinde. O şehrin temsilcisi olarak Millî Takım'a seçilmek gurur verici. Ay-yıldızlı armayı taşımak herkese nasip olmuyor. Bugün İngiltere'de Wembley'de oynayamayan bir sürü oyuncu var. Çünkü Millî Takım oyuncuları oynuyor Wembley'de. Bunun gibi bir şeydi. Herkesin bir rüyası, hayaliydi… O dönem dört büyüklerin haricinde Bursaspor ve Zonguldakspor da beni istiyordu. Ekonomik durumları çok iyiydi. Hepsi beni istiyordu. Tercihimi Fenerbahçe'den yana kullandım. Transfer hikâyem de enteresandır. Fenerbahçe beni istiyor, diğer kulüpler de istiyor. Gazeteler de yazıyor. Bizim Fenerbahçe ile maçımız vardı İstanbul'da. O maçta Fenerbahçe bize 4-0 yenilseydi küme düşüyordu. 1-0 galiptik. O zaman Gaziantepspor'da penaltıları ben atıyordum. 1-0 galipken penaltı oldu. Hocama, "Ben atmayayım. Adım Fenerbahçe ile geçiyor. Dedikodu olmasın" dedim. "Hayır, sen atacaksın" dedi. Atamadım ben penaltıyı. Kaleci Adem kurtardı. Fenerbahçe'nin o zamanki hocası Friedel Raush'du. Adem ile hocası saha içinde tartışma yaşadı. O dönemki Başkan Ali Şen beni ofisine çağırdı transferim için. "Niye atmadın penaltıyı?" dedi bana… Ben de, "Atmak istedim ama atamadım sayın başkanım" dedim. O zaman geldi sarıldı, öptü beni. Ben gerçeği söylemiştim. Öyle gerçekleşti transferim. O zaman şimdiki gibi Bosman kanunları yok. Bonservislerimiz kulüplere bağlıydı. İstedikleri gibi rakam talep edebiliyorlardı. O şekilde gerçekleşti transferim.
7 yıllık Fenerbahçe kariyerinizde iki lig, bir Türkiye Kupası şampiyonluğu yaşadınız. O 7 yılı nasıl anlatırsınız?
Fenerbahçe'ye gittiğinizde Anadolu kulüplerindeki gibi rahat bir ortam göremiyorsunuz. Çok odaklanmanız lâzım. Fenerbahçe camiası ikinciliği bile kabul etmiyor, sadece şampiyonluk istiyor. Biz de her iki senede bir şampiyon olduk. Bir dönem 5 kupayı birden aldık. Branko Stankovic döneminde 5 kupa aldık. Spor Yazarları, Donanma Kupası, Türkiye Kupası, Türkiye Şampiyonluğu, Cumhurbaşkanlığı Kupası… Tabiî çok güzel duygulardı. İleride gurur duyabileceğiniz başarılar bunlar. O zaman sizinle yaşayan arkadaşlarınız, aileniz, komşular; basında çıkan gurur verici yazılar yüreğinizi kabartıyor. İtibar görüyorsunuz. Bir ayrıcalık görüyorsunuz. Her ne kadar o ayrıcalıklı kişiliğiniz yoksa bile; o ayrıcalığı görmek istememenize rağmen böyle davranış şekilleriyle karşılaşıyorsunuz. Hoş şeyler bunlar. Dünyanın her yerinde böyledir. Sporcular, sanatçılar bu tip hareketlere lâyık kişiler.
Fenerbahçe ile 1983 yılında yaşadığınız Türkiye Kupası şampiyonluğunun ardından sarı-lacivertli takım 29 yıl bu başarıyı tekrarlayamadı. 29 yıl boyunca siz konuşuldunuz. Sizinle o dönem zarfında röportaj yapmıştım ve bana, "Yeter artık Fenerbahçe bu kupayı alsa da biz de bu röportaj verme eziyetinden kurtulsak" demiştiniz. Bu süre zarfınca yaşadığınız ilginç anılar var mı?
O zaman da üç kulvarda yarışıyorduk. Şampiyon olduğumuz sene Bordeaux'yu elemiştik. UEFA Kupası'nda yarışa devam ediyorduk. Türkiye Ligi var, bir de Türkiye Kupası var. Bunlardan kopmuyorduk. İyi de bir takımımız vardı. İyi arkadaşlığımız vardı. Arkadaşlık çok önemlidir. 5-6 kişi birden gezerdik. Belki hepsiyle samimi olmuyorduk ama hep birlikteydik. 29 sene kupanın alınmamasına tesadüf diyebilirim. Çünkü belki lige ağırlık verdi takım… Belki Avrupa'ya ağırlık verdi. Gruplara katılmayı garantilemek için yedek kadro çıktı. Bu yüzden 29 sene geçti.
Fenerbahçe'den sonra Malatyaspor'da da çok önemli başarılar kazandınız ve şehrin futbol tarihine damga vurdunuz. Takım tarihinde ilk kez ligi üçüncü bitirdi. O günleri nasıl hatırlıyorsunuz?
O dönem Malatyaspor'un yönetimi çok güçlüydü. Türkiye'nin önemli oyuncularını transfer ettiler. Ünal Karaman vardı, Metin Yıldız vardı Galatasaray'dan… Feyzullah, Oktay, Levent, Eren iyi futbolculardı. İlk sezonda ligi beşinci sırada bitirdik. İkinci sezonda üçüncü olduk ve Balkan Kupası'na katıldık. Ertesi sezon Malatyaspor'dan ayrıldıp Sarıyer'e geldim. Malatya'da iki yıl kaldım. Çok mutlu günlerim geçti. Hala efsane kadro diye anılıyor o kadro… Ama ertesi sezon Brezilya'dan üç oyuncu geldi. Kaleci Carlos ve Eder Brezilya Millî Takımı'nın banko oyuncularıydı. Ama küme düştüler. Sadece şöhretli futbolcu aldılar. İyi futbolcu demeyeyim; şöhret aldılar; küme düştüler. Sarıyer'e geldim. Sarıyer'de de aynı şekilde iyi bir kadromuz vardı. Rahmetli Selçuk Yula, Beşiktaşlı Fikret Demirel, Cem Pamiroğlu, ben, Erdal Keser, Mustafa Yücedağ, Sercan Görgülü, Cengiz Güzeltepe, Osman Yıldırım… Kadromuz müthişti. Erdi ile daha sonra Fenerbahçe'de buluşmuştuk. Sarıyer'de bir beşinci, bir üçüncü bitirdik ligi. Yine aynı başarıyı tekrarlamış oldum. Bir sezonda 12 penaltının, 8'ini kurtardım. Arşivlerde vardır bu… Ben Türkiye'de en çok penaltı atan, en çok kurtaran kaleciyim… Şu anda Bursaspor'un kalecisi 5 penaltı üst üste kurtardı ama rekorum daha geçilemedi…
Rakamları hatırlıyor musunuz hocam?
Bir sezonda diyorum düşünün… 12 penaltının 8'ini kurtardım. 8-10 tane penaltıdan golüm vardır. Penaltı atmak, kurtarmaktan daha zordur. Çünkü neden? Atamayınca "Kaçırdı" deniyor. Ama kaleci kurtarınca, "Kurtardı" oluyor. Atmak bence daha zor.
Bu kadar çok penaltı kurtarmanızın sebebi atmayı bilmeniz olabilir mi?

Tabiî, evet… Küçükken oyuncu olarak başlamıştım futbola. Oradan ayak becerisine, topa vurma becerisine sahiptim. Bir de penaltı kurtarmanın sadece bir değil, 10-15 etkeni olduğunu sayabilirim size. Daha önce hangi köşeye atmış? Sağ ayakla mı atmış, sol ayakla mı atmış? Kaleciler onları yanıltmak için sağa gider gibi yapar sola gider; sola gider gibi yapar sola gider yine… Bazıları bakarak atar. Bazıları bakmadan vurur. Bazıları ayağının içini gösterir, son anda bileğini kıvırır. Bunların hepsi analiz ediliyor; edilmeli de bir kaleci tarafından… Atanın da bu şekilde kaleciyi analiz etmesi lâzım. Tamamen atanın ve kalecinin hissiyatları ön plana çıkmalıdır.
Kariyerinizde önemli başarılar olmasına rağmen herkes sizi 1986 Dünya Kupası elemelerinde İngiltere ile oynanan ve 8-0 biten maçla hatırlıyor.
Bu bende bir yara… Çok üzgünüm bu konuda… TV kanallarında, gazetelerde, röportajlarda benimle ilgili, "Ne kadar kendisiyle barışık" ifadelerini kullanıyorlar. Sağ olsunlar. Zaten öyle birisiyim. 23 yıllık futbol kariyerimde 5 şampiyonluğum var. Cumhurbaşkanlığı Kupaları var, Türkiye Kupaları var, en az gol yiyen kaleci unvanım var. En çok penaltı atmış, en çok penaltı kurtarmış, ilk Dünya Karması'na çağrılmış oyuncuyum… Askerdim gidemedim. İsa gitmişti… 2. Lig'den Millî Takım'a seçilmişim. Bunlar benim kariyerim. Bunların hepsi evimde kupalarım ve albümlerimde sabit. Ama duvarda. İnsanların zihniyetinde kalan tek şey İngiltere maçı… Ben o İngiltere maçında çok kişiyi kurtardım. Başta federasyonu… Başta antrenörü… Başta futbolcu arkadaşlarımı… Hepsini ben kurtardım. Fatura olduğu gibi bana çıkartıldı. Her şey bana yıkıldı. Tabii sağ olsun gazeteci arkadaşlar da bana hemen "kova" damgasını vurdular. Esasında kova bana değil, kalecilere ait genel bir tâbirdir. Beklere de "Koridor oldu" derler. Benim lâkabım kaleci… Herkes telefonuna "Kaleci Yaşar" diye yazar. Şimdi Ahmet, Mehmet deniyor kalecilere… Volkan, Muslera olarak geçiyor. Ama ben Kaleci Yaşar'dım… Ama bu kova damgasını yiyeli 32 sene geçti. 1984 yılıydı. Şimdi adam kendisi 30 yaşında, 7-8 yaşındaki oğluna diyor ki; "Bu amcanı tanıdın mı?… Fenerbahçe'de oynadı, Millî Takım'da oynadı ama 8 gol yedi" Böyle bir tanıştırma şekli… Bu telefonda da böyle. Telefonun diğer ucunda insanlar benimle konuşurken, "Kova Yaşar" diyor… Bunlar üzücü şeyler… Bunlar bende yara… 23 sene top oynamışım. Hayatım topla geçti. 23 sene oyunculuk… Antrenörlüğü de koyarsanız 50 yıldır bu işin içindeyim. Bu işten emekli oldum. Hâlâ sürdürüyorum bu işi… Seviyorum… Hayatımız futbol… Futbolun içinde bir hayat oldu. Ben bundan itibar gördüm. Ben bundan evlendim. Ben bundan paralar kazandım, çocuklarımı okuttum. Bir meslek; güzel bir meslek… Günde 2.5 saatini ayıracaksın. Ama şimdi mesailer 8-10 saat… Eskiden meslek değildi. Kız vermezlerdi bize… Şimdi meslek. Herkes ya topçu, ya popçu olmak istiyor. Sağlıklı bir yaşam içindesin. Para kazanıyorsun. Kendine ayıracağın çok zaman var…
Biraz eski günlere dönelim. Bir futbol takımının o günkü çalışma şartları, tesisleri, idman malzemeleri, sahaları ve statları nasıldı?
1969-1970 sezonunda amatör olarak Ankara'da bana lisans çıktı. Dışkapı'da, 19 Mayıs Stadı'nın altında küçük odalar vardı. Kulüp takımları orada soyunur ve sahaya çıkardı. Elimde annemin verdiği filenin içindeki eşofmanlarla yürüye yürüye giderdim. En az 5 kilometre yürürdüm. İdman biterdi; küçük olduğumuz için soyunma odasını biz yıkardık. Saçımız ıslak eve giderdik. Üç sene böyle geçti Ankara'da… Gaziantep'e geldiğimde üçüncü kaleciyim. 17-18 yaşındayım. Takımın en küçüğüydüm. İdmanda canı sıkılan, yorulana kadar bana şut atardı. İdman sahası toprak. Vücudumuzun her tarafı yara-bere içinde oluyordu. Yorulana kadar çalıştırırlardı bizi. "Çay söyle bana… Ceketimi getir… Kramponumu al…" Bu tip istekleri de vardı. Ayakçılık yapardık. Para yok. Annem rahmetli Ankara'da oturuyor. Ona bakmam lâzım. Okulu lisede bırakmışım. "Başaracağım" dedim.
Maddi olarak sadece futbola mı bağlıydınız?
Evden 1 lira harçlık alırken Gaziantep'e gittiğimde 15 bin lira para koydum cebime. Nasıl seviniyorum. Hemen ağabeyimle teyp aldık bin liraya… Bir kulaklık onda, biri bende 12 saat teyp dinleyerek Ankara'ya geldik. Şartlar bu… Malzeme sıkıntısı var kulüplerde. O zaman lojmanımız Gaziantep'in dışındaydı. Kulüpte yemek çıkmazdı. Otobüslerle giderdik deplasmanlara. Otobüsün arasında yatarak giderdik maçlara… Çok zor şartlardı. Benim bir resmim var. Çamurdan bir tek gözlerim gözüküyor. Böyle sahalarda çalıştık.
Statlar nasıldı?
Adana'ya Spor Yazarları Kupası'na gittiğimiz zaman ışıklandırmalı sahada oynuyoruz diye sevinirdik. 3-4 takım TSYD Kupası'nda oynuyorduk. O ışığın altında oynamak bizi acayip motive ediyordu. Acayip havaya giriyorduk. İyi oynamak için elimizden geleni yapıyorduk. Büyük sahalara gittiğimizde en iyi oyunumuzu oynardık. Çünkü futbolcular bunlara lâyık. İyi sahalarda oynamalılar. …
Bu şartları yaşayan bir futbol adamı olarak bugünkü şartları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Futbolcunun bir defa meslek sevgisinin olması lâzım. 18 yaşında Millî Takım'a gelen arkadaşlar var. Bir 18 daha oynasan 34-35… Kalecinin 38… Akıllı olacak. Şu anki şartlar sülalesini kurtarır. İyi bir yatırımla kurtarır. İyi bir yaşam koçu seçmeli… Bu abisi olur, babası olur, güvendiği bir büyüğü olur… Parasını da iyi değerlendirirse ömür boyu rahat eder. Bizim dönemimizde inanın eğitim eksikliği de çoktu. Ben futbolu bıraktım; kaleci antrenörüm hiç olmadı. Şimdi bu kadar güzel ortam; her şehrimizde artık statlar muazzam. Şehirlerdeki sosyal yaşam güzel. Ha İstanbul, ha Hakkari… Bir antrenör ve futbolcu olarak yaşam aynı olmalı. Ev, idman sahası… O kadar… Başka ne yapacak? İstanbul'da oturan en fazla biraz denizi görür. Şimdi artık oyuncuları 09.00'da çağırıyoruz; akşam yemeğine kadar orada tutuyoruz. Tesisler olsun, malzeme olsun her şey müthiş gelişme içinde. Hasan Doğan Millî Takımlar Kamp ve Eğitim Tesisleri muazzam. Buranın eski halini biliyorum. Şimdi 6 tane saha var. Teknik direktörlük kursuna burada katılıyorum. Yani futbolcu sadece işine odaklanacak. Ailesiyle düzgün bir yaşantısı olacak ve 35 yaşına kadar böyle yaşayacak. Buna katlanmayacak, zevkle yapacak. Çünkü günde 2 saat ayırıyor. Sadece 2 saat. Çift idman olsa ki haftada iki gündür; 4 saat… 20 saat kendisine kalıyor. Günü 3'e bölmeli 8'er saatten… İşi, uykusu, istirahati, sosyal hayatı…
15-16 yaşındaki oyuncuların önüne bugün inanılmaz paralar konuyor; her yerde rağbet görüyorlar. Bocalamaları da aslında normal. Sizin bu anlattıklarınızı 18 yaşındaki genç ne kadar algılayabilir? Bu ortamlar sizce oyuncuları nasıl etkiliyor?
Şimdi her şeyin bir zorluğu var. Ne diyorlar? Bütün futbolcular o dönem fakir aile çocuklarıydı. Şimdi değişti. Zengin aile çocukları da futbol oynuyor. Ama o zaman çocukların başka kurtuluşu yoktu. Mahallede top oynuyordu. Abisi, büyüğü elinden tutup takıma yazdırıyordu. Anneler-babalar futbola karşıydı. Biz de kaçak oynardık. Ayakkabımız yırtılırdı, babamız kızardı. Annemiz çamaşırdan sebep kızardı. Sosyal aktivite yoktu. Şimdi telefonlar çıktı en başta… Oyunlar çıktı… Tamamen teknolojiye dayandı her şey… Nasihat vermek ve söylemek çok önemli. 17-18 yaşındaki çocuk algılamıyor. O zamanki parayla şimdiki para arasında çok büyük fark var. Bu çevreyle de ilgili. Eğer benim çevremde akıllı, beni yönlendiren arkadaşlar edinmezsem olmaz. Bakar, onun yatırımı var; oraya meyillenir. Ama arkadaşları kötüyse parasını tutamaz… Herkesin bir yaşam koçu olmalı. Şimdi tabiî menajerlerle yaşam koçunu ayrı tutalım. Yaşam koçu babası, abisi, öğretmeni olur. Bizler çocuklarımıza kötü bir şey öğretemeyiz ki… Baba sigara içiyordur; "Sigara içme oğlum" der. Para kaybetmiştir, "Paranı tut oğlum" der.
Futbolcuların o dönemlerde yöneticileriyle nasıl bir ilişkisi vardı; bu dönem nasıl?
Kendimi örnek vereyim. Bir kişi haricinde hayatımda kimsenin ofisine gitmedim. Sadece rahmetli Hüsnü Çil'in yazıhanesine gittim. Grundig'in Genel Müdürü'ydü. O da yalnız gitmedim, 2-3 arkadaş gittik. O huyum yoktur. İdarecilerin ofislerine gideyim, sohbet edeyim. Yapan arkadaşlar vardır. Olabilir. Benim hiçbir gazeteciyle hiçbir şekilde bir alışverişim olmadı. Kimseyle ne kavgam oldu ne başka bir şey. 23 senelik futbol hayatımda 2 sarı, 1 kırmızı kartım var. Kırmızı kartta da yanlış atıldım. Sarı olması gerekirken kırmızı oldu. Federasyon bu yanlışı düzeltti sonra. Yani top oynadım, kazanınca sevindim; kaybedince üzüldüm. Futbolu bıraktım. Fenerbahçeli Yaşar olarak hâlâ itibar görüyorum. Hoşuma da gidiyor. Kulübüm hakkında kötü konuşan birisini konuşturmadım. Kendim de konuşmadım. Şöhretten çok sevilmek önemli. Beni Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı ve Trabzonsporlusu hep sevdi. Her zaman hissettirdiler bunu. Benim için sevilmek önemli. Hangi şehre gittiysem bunu gördüm. Bu benim çok hoşuma gitti.
O gün çok kazanan oyuncuların büyük çoğunluğu bugün iyi şartlarda yaşayamıyor maalesef. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Ben Fenerbahçe'ye geldiğimde Türkiye rekoru ile geldim. Ama o zaman Bosman kanunları yoktu. Rakam olarak Gaziantepspor benden 27 milyon lira bonservis bedeli kazandı; bir de İstanbul'da yapılan özel maçın hasılatını aldı. Ben de bir ev aldım Kurbağalıdere'de… Bir de araba aldım. Biraz akrabalarıma dağıttım; para bitti. Biz o zaman araba konuşurduk. Şimdikiler çiftlik konuşuyor. 100 dönüm, 200 dönüm… Yat konuşuyorlar, kat konuşuyorlar. 3 milyon eurodan aşağı imza atan kaleci yok neredeyse… Aynı şey değil. Ben de o dönem Fenerbahçe ve Millî Takım kalecisiydim. Şimdi oynayanlar da çok yetenekli. Arz-talep meselesi. Onlar istiyor, öbürleri de veriyor. 1990'dan sonra bu rakamlar arttı. Hatta İstanbulspor'u ve Adanaspor'u alan Cem Uzan başlattı diyebilirim bu rakamları. Baya büyük bir sektör oldu dünya çapında… Kıyaslama açısından sorduğunuzda rakamlar çok farklı. O dönem bize de imrenen vardı. Beni gazeteler yazdı. 27 milyon liraya ne alınır dediler. Ama ben almadım ki… Kulüpler aldı. Ben bir ev aldım, bir araba aldım, para bitti diyorum. Şimdi öyle değil. 3 milyon euroya neler alınır? İstediğin kadar harca…
Peki, o günlerdeki Türk spor medyası nasıldı; bugünkü şartlar nasıl? O zamanlar daha serbest bir ortam vardı ancak bugün çok sınırlandırıldılar. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok fark var. Enteresan… Ben hiçbir zaman soğuk bir insan olmadım. Ama şöyle düşündüm. Ben iyiysem iyi yazacak, kötüysem kötü yazacak dedim. Kimsenin ofisine gitmedim. Bu yüzden bana kızanlar da oldu. Ama o zaman gazetecilikte antrenmana çocukları gönderiyorlardı. Fotoğraf çekiyordu o çocuk. Editör de altını dolduruyordu. Bakış açısı farklıydı. Acımasızca eleştiriler vardı. Şimdi öyle değil. Neden? Şimdiki gazeteciler de kendilerini geliştirdi. Onlar da Hollanda'daki, Almanya'daki gazeteciler neler yazıyorlar diye bakıyor. Asparagas haber fazla yok. Ama ben tahmin ediyorum ki gazetecilik okullarında "Futbol nasıl yazılır?" diye bir ders yok. Herkes kafasına göre yazıyor.
Millî Takım'a gelelim… Sizin zamanınızda da çok kaliteli oyuncular vardı ancak o dönemki Millî Takımımız hatırı sayılır başarılarla hatırlanmıyor. Bugün çok farklı bir durum var. 1990'ların ikinci yarısından itibaren çıkışta olan Millî Takımımız EURO 2016 finallerine katıldıktan sonra şimdi Dünya Kupası'na gitmek için uğraşıyor. Bugünkü Millî Takımımızı nasıl değerlendirirsiniz?
Benim zamanımda Millî Takım'la maça giderken, "2-0'a razıyız" diyen arkadaşları görüyordum. Uçaktasın, takım arkadaşın, "3 olur; 4 olmasın" diyor. Üzülüyordum. Böyle bir zihniyette maça çıkan futbolcunun başarısı ne olur? Tamamen tesadüfe kalır. Şerefli mağlubiyetler olur. Ama sonradan cesur antrenörler çıktı ülkemizde… Başta Fatih Hocamız… Kazanmanın, yenmenin ne olduğunu anlattı. Futbolculara ağabeylik yaptı. Bunlara Şenol Hoca, Mustafa Hoca da dâhil. Onların çok katkısı var. Fatih Hoca kampa Amerikalıları getirdi. Turnuvalar oynattı. Özgüven verdi. Gençlere önem verdi. Bugün yöneticiler de kendilerini yeniledi federasyonda… Bugün bütün takımlara bakın, şehirlere bakın, yönetimlere, tesislere bakın… Muazzam statlar, muazzam tesisler. Artı yayıncı kuruluş rakamları çok yükseldi. İlerlemek için imalat lâzım. Üretkenlik olması lâzım. Bu üretkenliği Fatih Hoca iş başındayken çok ilerlettik.
Kaleciliği bıraktıktan sonra futboldan hiç kopmadınız ve birçok takımda kaleci antrenörlüğü yaptınız. "Ben kaleciliği bıraktım, kaleci antrenörüm hiç olmadı" dediniz demin… Kaleci antrenörlüğü yeni yeni oturan bir meslek. Kaleci antrenörlerinin futbolun ve ekibin içindeki yeri nedir? Sorunları var mı?
Ben 1994 mezunuyum. İlk kaleci antrenörlerinden biriyim. Kaleciler yalnız adamlar. Diğer oyuncular kaçırabilir, yanlış pas atabilir. Kaleci skor adamıdır. Yediği zaman tabela değişiyor. Onun için her zaman iyi bir psikoloğa ihtiyacı var. İyi psikolog kimdir? Başta çocuğudur… Aile yaşantısıdır. Karısıdır, babasıdır, annesidir, kardeşidir… Sonra hocasıdır. Yani kaleci antrenörü; "Hadi aslanım… Olabilir. Yiyebilirsin sen bu golü. Sen çok kurtardın bizi. Devam et. Biz sana güveniyoruz" demelidir. Programlı antrenmanları da yaptırırlarsa kaleci yenecek golü yer; yenmeyecek olanı yemez. Kendine özgüveni oluşmuştur. Arkadaşları da "Yaşar bunu yemez, çaprazdan yemez" diye düşünür. Her zaman başarılı olurlar. Bizim zamanımızda yoktu ama bizden sonra da olmayacak diye bir şey yok. Ben de bunların öncülerinden biriyim. İşimi de seviyorum. Bildiğin işi yapacaksın. Bu ticarette de böyle. Bardak satarken deri işine girersen iflâs edersin.
Türkiye'de ve dünyada beğendiğiniz kaleciler hangileridir? Hangi özelliklerini beğenirsiniz?
İdolüm olan kaleciler var. Brezilya Millî Takımı'nın kalecisi Felix… Çok az seyrettim. Sepp Maier, Dino Zoff… Hatta Lev Yaşin'le tokalaşma şansına da eriştim. Ama seyretmedim… Son zamanlarda Juventus'un kalecisi Buffon'u beğeniyorum. Türkiye'de şu anda millî kaleciler çok formda. Volkan Babacan, Volkan Demirel, Onur Kıvrak çok formda. Beşiktaşlı Tolga Zengin çok iyi kaleci… Yabancı olarak Muslera… Geçen sezon Serkan Kırıntılı çok formdaydı. Konumuz kalecilik. Yabancı kalecilik var evet ama hepsi de iyi kaleci değil. Birkaç ismi kenara koyarsak iyi değil. İtalya'da bir ara yabancı kaleci yasağı vardı. Bu yasak Türkiye'de de uygulanabilir.
Kalecilik kariyerinizde sizi en çok hangi futbolcu zorladı?
Şansı tutan oyuncular vardı. Galatasaray'da Tarık Hodziç vardı mesela… Gol kralı olmuştu. Sonrasında Sarıyer'e gitmişti. Sarıyer'e karşı oynadığımız bir maçta, "Hocam beni oynat, Yaşar'a şansım tutuyor" demiş… Hocası da oynatmış. Seremonide yan yana giderken "Kardeş bugün sana iki tane" dedi… Ben de, "Eskidendi o" dedim. Attı o gün iki tane… Vardı şansı tutan oyuncular. Benim de şansımın tuttuğu oyuncular vardı. Onlar da bana atamazlardı.
Bugün hangi futbolcunun ya da futbolcuların karşısında kaleci olmak istemezdiniz?
Ben kimlerle oynadım… Hiç korkmadım. Sokrates'lere karşı oynadım. Bir tek Platini yoktu; Bordeaux maçında oynadım. Tigana'lar vardı. Korkum yoktu. Güzel gol atmışsa, "Helâl olsun" demişimdir. Çünkü ben bir maçı 270 dakika yaşarım. Maçtan önce rakibimi göz önüne getirirdim. 90 dakika maç oynardım. Maç sonu da, "Ne yaptım" diye düşünürdüm. Korkum yoktu ama beğendiğim çok oyuncu vardı.
Bizim unuttuğumuz, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Çok mutlu oldum. Sağ olun. Hem eskiye gittik hem yeniyi konuştuk. Şu çatı altında fotoğrafımı gördüm, çok gururlandım. İsterim ki kızımla oğlum da gelse, benim fotoğrafımı görse. Buraya herkesin fotoğrafı asılmaz. Çok teşekkür ederim.
 
eXTReMe Tracker