Sunday, May 13, 2007

Ali Bilgin: "Benim zirvem Milli Takım"


Sürmene kökenli bir ailenin Almanya'da doğmuş çocuğu Ali Bilgin. Kendisini bildi bileli topun peşinden koşuyor. Antalyaspor'a gelmeden önce formasını giydiği Essen'in kaptanlığını yaptı. Henüz 25 yaşında olduğu düşünüldüğünde, bu kaptanlık hikâyesi onun lider yapısını da ortaya koyuyor. Sergilediği performansla üç büyük takımın da gözdesi oldu ama onun zirve bellediği nokta Milli Takım. "2008'deki Avrupa Şampiyonası finallerinde ben de ay-yıldızlı formayı giymek, Türkiye'yi temsil etmek isterim" derken gözleri parlıyor.



Röportaj: Mazlum Uluç


Seni sezonun ilk yarısında 4-2 kaybettiğiniz Fenerbahçe maçında izlemiştim. Ama 25 yaşında olduğunu öğrenince "Böyle bir oyuncu nasıl olur da bugüne kadar vitrine çıkmaz" diye düşünmüştüm. Neden bu kadar geç tanıdık biz Ali Bilgin'i?


Ali Bilgin Türkiye'den önce Avrupa'da futbol oynadı çünkü. O zamanlar genç olduğum için Türkiye'yi fazla düşünmemiştim. Daha önce de Süper Lig'den teklifler almıştım ama kendimi hazır hissetmediğim için Türkiye'ye gelmemiştim. Sonuçta kısmet Antalyaspor'aymış.


Futbola nasıl başladığından söz eder misin?


Her çocuk gibi ben de sokakta bir top gördüğüm zaman vurmak isterdim. Okuldan geldiğim zaman annem, babam beni derse zor oturturdu, çünkü hemen sokağa çıkıp top oynamak isterdim. Sabah okula gider, öğleden akşama kadar da futbol oynardım. Sonuçta mahallemizdeki küçük bir takıma yazıldım. Ailem "Sakatlanırım" endişesiyle çok sıcak bakmasa da ben bu konuda ısrarcıydım. O sırada 8 yaşındaydım.


Sonrasında ailenin bakış açısı değişti mi?


Elbette. Zaten başlangıçtaki tek endişeleri her anne-baba gibi çocuklarının sakatlanmasından korkmalarıydı. Ama sonrasında bana büyük destek verdiler ve halen bu desteği sürdürüyorlar.


Essen'de kaptanlığa yükseldim


Futbolculuğu meslek olarak görmeye ne zaman başladın?


Bunu başlangıçta görebilmek mümkün değil. Her çocuğun hayalinde, televizyonda gördüğü futbolcular gibi olmak vardır ama bu bir şans ve kısmet işidir. Böyle bir şansı yakalayıp da iyi değerlendirenler futbolcu olabiliyor. Ben o şansı Essen'in altyapısında oynamaya başladığımda yakaladım. O sırada 12 yaşındaydım. Bir süre sonra 2 yıl için Duisburg'a gittim ve geri döndükten sonra Essen'de A takıma ve kaptanlığa kadar yükseldim.


2. Bundesliga seviyesinde oynayan bir takımda bir Türk'ün kaptanlığa getirilmesi kolay bir şey midir?


Değil tabii ki. İnsanın kişiliğine, takımı nasıl yönetebileceğine bakıyorlar. Bir de Essen'de doğup büyümüş olmamın bunda rolü vardı. İnsanları tanıyordum, seyircinin ve yöneticilerin beklentilerini biliyordum.


Kaptanlık yapmak için lider özelliklere de sahip olmak gerekiyor. Bu kadar genç yaşta kaptanlık yaptığına göre, takımın yaş ortalaması düşük müydü?


Kaptan takımın lokomotifidir. Bu Türkiye'de de böyledir, dünyanın başka yerlerinde de. Oynadığım takım genç oyunculardan kurulu değildi. Mesela daha önce Trabzonspor'da oynayan Löebe'nin yanı sıra Bundesliga'dan gelen tecrübeli oyuncularımız da vardı.


İdolüm Matthaeus'tu


Başlangıçta, "Çocuklar televizyondan gördükleri futbolcular gibi olmak ister" demiştin. Sen o dönemde kim gibi olmak istiyordun?


İlk hatırladığım Dünya Kupası İtalya 90'dı. Orada Matthaeus hem oynadığı futbol hem de azmiyle ve takımını taşımasıyla beni çok etkilemişti. Daha sonra Zidane, Ronaldinho gibi harika oyuncular geldi. Hatta şimdi benden daha genç Cristiano Ronaldo var.


Ronaldo ile aynı mevkide oynuyorsun. Kendini onunla kıyasladığında nasıl buluyorsun?


O çok ekstra bir oyuncu. Fiziğiyle, süratiyle ve çabuk hareketleriyle Manchester United'da boşuna oynamadığını kanıtlıyor.


Sen de çok iyi top saklıyorsun ve adam eksiltiyorsun. Oyun görüşün de iyi. Başka ne gibi artıların var?


Bunları hocama soracaksınız (Gülüyor). Tabii bu söylediğiniz özelliklerimin yanında iki ayağımı da kullanabiliyorum. Bunlar elbette avantaj. Ama geliştirmem gereken yönlerim de var. Mesela hava toplarında daha iyi olmam gerekiyor.


Yetenek sokakta kazanılıyor


Fenerbahçe'ye sezonun ikinci yarısında attığın gol çok dikkatimi çekmişti. Arkana doğru gelen topu sol ayağınla şut pozisyonuna sokup sağ ayağınla da gol vuruşu yapmıştın. Bu altyapı eğitimiyle ilgili bir beceri midir?


Altyapıyla ilgili değil bence. Almanya'daki altyapı eğitiminde her iki iyi ayağını kullanmaya mecbursun gibi bir şey de yok zaten. Bu beceri, küçükken sokakta oynarken kazanılan bir şey. O dönemde çalım atmayı, topla oynamayı çok severdim. Topa yatkınlığım da oradan kaynaklanıyor.


Genç Milli Takımlarımızın hocaları, Almanya'dan gelen oyuncuların altyapı eğitimlerinin daha iyi olduğundan söz ediyor. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?


Bu Türk futbolcusunun değil, onları eğitenlerin problemi. Sonuçta Almanya'daki Türk oyuncuların malzemesi de aynı. Aradaki fark onları yetiştiren altyapı antrenörlerinde. O zaman Türkiye'de de aynı sistemi uygulayacaksın ki senin de altyapın sağlam olsun. Sürekli bu konunun konuşulmasını anlamıyorum. Çünkü Almanya'da ya da Avrupa'daki altyapı sistemleri gizli sistemler değil, herkes görüp, öğrenip aynı uygulamayı yapabilir.


Konu antrenörlere gelmişken hemen sorayım, Yılmaz Vural ilginç bir teknik direktör. Oyuncularını bazen seviyor, bazen dövüyor. Sen bize kendi açından bir Yılmaz Vural portresi çizer misin?


Yılmaz Vural, renkli, sempatik ve yaptığı işi iyi bile bir hoca. Çok da değişik bir insan. Bu da takıma ve kulübe büyük bir renk katıyor. Bir yandan kızabilen ama diğer yandan oyuncunun kalbini çok çabuk kazanabilen bir yeteneğe sahip. Her zaman en iyisini yapmak ve hep zirvede olmak istiyor. Zaten bunlar da başarılı olmak için gereken şeyler. Onun da Almanya'da eğitim görmüş olması benim uyum sürecimi kolaylaştırdı. Karşımda Almanca konuşan bir teknik adam varsa daha kolay anlaşabiliyorum.


Antalya beni etkiledi


Neden Almanya'da kalmayıp da Turkcell Süper Lig'e geldiğini merak ediyorum.


Artık yaşım 25 olmuştu ve bambaşka bir şey yapmak istiyordum. Buraya gelmeden önce, şimdi isimlerini vermek istemediğim bir-iki Bundesliga kulübüyle görüşmüştüm. Ondan sonra Antalyaspor'un teklifi ortaya çıktı. Yılmaz Vural Hocam buraya gelmemi istedi. Şehri de çok beğenmiştim ve bu teklifi kabul ettim. Çok da iyi bir karar verdiğimi düşünüyorum.


Yılmaz Vural'ın seni bulması nasıl oldu?


Beni daha önceden de tanıyordu. Diyarbakır'da çalıştığı dönemde de transferimi istemişti ama Almanya'dan kalkıp Diyarbakır'a gelmek çok da kolay değildi. Kendimi hazır hissetmemiştim.


Takip ettiğim kadarıyla sezon başında Trabzonspor ve Gaziantepspor da seni istemiş.


Gaziantepspor'un o dönemdeki Başkanı Celal Doğan Essen'e gelmişti ve bir eğlencede görüşmüştük. Bana "Seni Antep'te görmek isteriz" demişti ama o ortamda yanına gelen genç bir oyuncuya söylenmiş, öylesine bir söz gibiydi. Trabzonspor'la ise ben hiç görüşmedim. Birileri beni Trabzonspor'a götürmek istedi ancak ortada bir yönetici yoktu. Bu arada Kocaelispor ve Kayserispor'dan da Hikmet Karaman dönemlerinde teklif almıştım.


Almanya'dan gelen futbolcular Türkiye'ye uyum problemi yaşayabiliyor. Senin de böyle bir hikâyen var mı?


Evet, ben de uyum problemi yaşadım. Bir kere ilk kez ailemden bu kadar uzak kaldım. Bir yerde 7-8 hafta kampa giriyorsun ki ben hayatımda böyle bir şey yaşamadım. Almanya'da en fazla 10 gün kampa girersiniz, o bile oyuncuyu sıkar. Antalyaspor'da ise 7-8 hafta Davras kampında dağda yaşadım. Bunun dışında Antalya'ya alışmak kolay oldu. Çok güzel bir şehirde yaşıyorum. Havası güzel, güneşi var, denizi var.


25 yaşındaki oyuncu sorumluluğunu bilmeli


Almanya'da bir oyuncunun antrenmandan sonra ne yaptığı kimsenin çok da umurunda olmaz. Antalya'da durum nasıl?


Umurunda olmaz derken, eğer maçtan iki gün öncesinde sabaha kadar gezersen, bu Almanya'daki hocaların da umurunda olur. Ama burada "Tesiste kalmalısın, dışarıya çıkarsan saat 23.00'te mutlaka geri dönmelisin" gibi kurallar var. Bence 24-25 yaşına ulaşmış bir oyuncu buna kendisi karar vermeli. Oyuncu profesyonel yaşamayı öğrenmeli. İkide bir yukarıdan "Şöyle yapmalısın, böyle yapmalısın" gibi talimatlar öğretim çağındaki çocuklar için geçerlidir. 25 yaşına gelmiş oyuncu hâlâ bu şekilde yönetiliyorsa bir şey öğrenme şansı yok demektir.


O yaştaki oyuncuya zorla bir şey yaptırmak da tuhaf oluyor elbette.


Bazen mecburen oluyor. Çünkü adam anlamakta problem çekiyor. O zaman yöneticiler de bu tip yaptırımlar uyguluyor.


Alman futbolu ile Türk futbolu arasında bir kıyaslama yapabilir misin? Buna lig kaliteleri de dâhil.


Türkiye'de iyi futbol oynanıyor. Dışarıdan gelen kaliteli oyuncular var, Türk oyuncular da kendisini bayağı topladı ve geliştirdi. Bence Süper Lig oldukça gelişmiş bir lig. Zaten bunun yansıması da Milli Takım'da ortaya çıkıyor. Yunanistan ve Norveç maçlarında 4 puan toplayan, liderliğini sürdüren ve Avrupa Şampiyonası finalleri için iddiasını artıran bir Milli Takımımız var.


Her şeye rağmen bir İngiltere veya İspanya Ligi maçını izlemekle bizim ligimizden bir maçı seyretmek bana aynı keyfi vermiyor. Sanki hâlâ bir şeyler eksik ligimizde. Mesela tempo gibi.


Sözünü ettiğimiz ülkelerin takımları çok uzun yıllardır kendilerini geliştirmek için önemli çalışmalar yapıyor. Türkiye'de diyelim ki son 5 senede başlayan bu yükseliş, önde gelen Avrupa liglerinde 30 yıllık bir geleneğe sahip. Sürekli araştırma peşindeler. Oyuncuyu nasıl daha çabuklaştırırız, kuvvetli hale getiririz, yorgunluğunu nasıl alırız gibi yeniliklerle uğraşıyorlar. Antrenman metotlarını geliştiriyorlar. Biz bu noktadan birkaç yıl gerideyiz ama yine de Turkcell Süper Lig'in futbol kalitesinde gelinen nokta hiç de küçümsenecek gibi değil.


Takımlar defans yapmayı öğrendi


Ligimizde gol sayısında giderek düşüş yaşanıyor ve savunma futbolu öne çıkıyor.


Gol sayısındaki düşüşü takımların ağırlıklı olarak defansif oynamasına değil, defans yapmayı öğrenmesine bağlayabiliriz. Mesela biz Antalyaspor olarak son dönemde çok az gol yedik. Üstelik katı defans yapan bir takım değiliz. Hep birlikte savunma yapıp yine kalabalık biçimde hücuma çıkmayı becerebiliyoruz.


Futbolseverler daha süratli, daha fazla gol pozisyonu üretilen, daha çok hücuma dönük oyunları seviyor. Sen de bir hücum oyuncususun. Teknik direktör olsan senin takımın nasıl bir futbol oynar?


Elbette ben de diğer insanlar gibi düşünüyorum. Gönlümden sahadaki oyunun güzel görünmesi geçiyor. Ama ne yazık ki futbol sadece görüntüden ibaret değil. Sonuç çok önemli. Sonuç olmadığı zaman sezonun ilk yarısında bizim yaşadığımız gibi iyi futbol oynayıp 17. sırada kalabiliyorsun. Sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada sonuç önemli. Mesela Almanya'da herkes Werder Bremen'in iyi futbol oynadığını düşünür ama genellikle Bayern Münih şampiyon olur. Beş sene sonra geriye dönüp baktığınız zaman kimin en iyi futbolu oynadığı değil, hangi takımın şampiyon olduğu yazıyor ne yazık ki.


Çok formda olduğun bir sezon
 
eXTReMe Tracker