Friday, December 28, 2007

yavaş gel...

Sağa sola bakınıyordum bir şeyler arar gibi, hani sanki birini yarım saattir bekliyorsun da ona bakınıyormuşsun gibi. İçimdeki büyü dağılmıştı sanki, damarlarıma enjekte edilen mutluluk yavaş yavaş çekiliyordu adeta. Giderek bu durum sinirimi bozmaya başlamıştı, oturduğum yerdeki kumları topuklarımla ezerek iterek acısını onlardan çıkarıyordum.

Şimdi nereden çıkmıştı bu mesaj? Ne anlamı, ne gereği vardı? Ya da ben mi yine gereksiz yere kafama fazla takıyordum? Normal şartlarda olsa belki bu kadar sallamazdım bile, bunalım çemberinde her daim dönen bir insan için bu neydi ki?

Bu kadar kafamı takmamın tek nedeni, tek açıklaması vardı; o da, bu güzel serüvenin, hesapsız-kitapsız başlayan bu tatlı rüyanın ucuz bir karabasanla bitiyor olmasıydı. Esasen bunun kararını verecek olan yine bendim, belki de bu serüveni zoraki sürdürebilirdim. Ama o huzur yoktu artık. Elime telefonu tekrar aldım, yine mesajı okudum; "Lan oğlum nerelerdesin? Manyak kadın seni mahkemeye vermiş, bugün ta okula geldi. Hemen beni ara."

Okula girdiğim ilk zamanlarda bir eve yerleşmiş, daha sonraları ise ev sahibi ile anlaşamamış, evden çıkmıştım. O ev benim için hep buhran doluydu, bir tane bile güzel anı alamadım yanıma o odalardan, hep kasvet dolu idi. Sırf ucuz diye tutmuştum; ne adam gibi bir şekli, ne de havası, adabı vardı.

İçeriye girildiğinde hemen basık evdeki ağır havanın kokusu buruna gelirdi, kasvet buram buram, koridora adım attığında hisediliyordu. Benden bir süre önce İran vatandaşı üç genç kalmış, duvarları baştan aşağıya laciverte boyamış, adeta hücreye çevirmişlerdi. Bunu evsahibinden ilk duyduğumda boyadan ziyade İranlıların burada ne aradığı olmuştu aklıma geliveren, kafamın bir köşesinde yer etmişti bu soru. Cevabını hiç bulamadım.

Evin dışının da içinden pek farkı yoktu. Çok eski bir bina, yanda komşu olarak bir o kadar eski, yaşlı ötesi bir kadın vardı. Kapıdan çıktığımda her karşılaşmamızda o nursuz suratını yüzüme diker, biraz evvel sanki yüzüne küfretmişim gibi bakardı... Yüzünü beş karış asıp dudaklarını büker, zerre konuşmazdı, zaten sesini de zerre merak etmezdim. Beni hiç sevmemişti, benden sonra o eve gelecek öğrenciyi de hiç sevmeyecekti.

Hemen altta evsahibim otururdu. Beni merdivenlerde her yakaladığında ya gürültüyle, ya elektrikle, ya suyla, ya parayla ilgili bir şikayet yaratır ve susmazdı... Evet, yukarıdaki komşunun tam aksine, hiç susmazdı. Önceleri bazen konuşur tartışır, bazen de suyuna giderdim. Ama daha sonra o kadar baymaya başlamıştı ki, kadın konuşurken otomatiğe alıp "evet... evet" der, basıp giderdim. Tek yapacağım, yeni ev bulanma kadar dayanmaktı.

Evden taşındığımdan itibaren kurtuldum sanmıştım, nâfile, o da olmamıştı; ikna ederek, anlaşarak çıkmama rağmen mahkemeye gidecek kadar arızalı biriydi. Ne mahkemeye verilmek, ne de illet kadın, hiç biri umrumda değildi, sıkıntım-sinirim üç kuruşluk mutluluğumun içine edilmesiydi, başka da birşey değil.

Hayattaki duruşumun, hayata bakışımın ve hayatı yaşayışımın hiç bir zaman iyi olmayacağını hisettim, "her güzel şeyin sonu vardır" derler ya, bu cümlenin bile benim için çok olduğunu düşündüm. Güzel şeyler daha başlamadan bitiyordu, sıkıntı ve bunalım sarmalı her geçen zamanla daha da büyüyordu. Sebep veya sebepler ne olursa olsun, mutlaka bir şey çıkıyordu önüme. Düşündüm. "Şu anda o kadın olmasaydı başka bir şey, hayatın başka bir cilvesi çıkacak" gibi düşündüm.

Huzuru oturduğum yere bırakarak kalktım. Ellerime ve üzerime bulaşan kumları silkeledikten sonra azımdan sadece iki kelime dökülüvermişti:
--LANET OLSUN!

Caner Erkin: "Sonuna kadar Avrupa'dayım"


Caner Erkin henüz 19 yaşındayken yurt dışına sıçramayı başardı ve Rusya Ligi'nin en önemli takımlarından CSKA'ya transfer yaptı. Sakatlığı nedeniyle şanssız bir sezon geçirse de Türkiye'ye dönmeme konusunda son derece kararlı. CSKA Moskova'da "uluslararası oyuncu" kimliği kazandığını ve bu noktadan Avrupa'nın önemli liglerine gidişinin daha kolay olduğunu söylerken, bunu başaramasa bile sonuna kadar CSKA'da kalacağını belirtiyor.



Memleketin Edremit'ten Manisaspor'un altyapısına gittiğinde 14 yaşındaydın ve ailenden ayrı kalmıştın. Şimdi yine gurbette, Moskova'dasın.


Moskova'ya ilk gittiğimde zorluk yaşadım gerçekten. Evet, 14 yaşımda evimden ayrılmış ve Manisa'ya gitmiştim ama sonuçta kendi ülkemdeydim. Moskova ise bambaşka bir dünya. İlk etapta derdimi anlatamıyordum. Zaman zaman ağlama derecesine geldiğim bile oldu. Bir de kampta sakatlık yaşayınca başlangıcım kötü oldu diyebilirim.


Türk oyuncular açısından bakıldığında Rusya Ligi çok da cazip görünmüyor. Daha önce Ukrayna takımı Shakthar'a giden Tolga Seyhan ilgisizlik nedeniyle geri dönmüştü. Fatih Tekke de Zenit'te pek göz önünde değil. Sen neden Rusya'yı tercih ettin?


Aslına bakarsanız benim yaşımda yurt dışına transfer olmaya kimse cesaret gösteremedi. Ya da teklif alamadı. Ben bu yaşta gidebildiğim için kendimi şanslı addediyorum. Geçirdiğim sakatlıktan dolayı fazla oynama fırsatı bulamadım. Sezon sona erdi ve ben sonlara doğru takıma girmeye başladım. Önemli olan benim uluslararası tecrübe kazanmam diye düşünüyorum. Rusya Ligi'nin çok önde bir lig olmadığını kabul ediyorum. Hatta Türkiye Ligi'nin bile önünde değil. Ama benim formasını giydiğim CSKA büyük bir takım ve sürekli şampiyonluğa oynuyor, her sezon Şampiyonlar Ligi'ne direkt katılıyor. Ben de CSKA'yı kariyerim açısından bir sıçrama tahtası olarak gördüm.


Senin daha önce Arsenal'den teklif aldığını biliyoruz. Neden o zaman İngiltere'ye gitmemiştin?


2005'te U17 Milli Takımımızla Avrupa Şampiyonu olduğumuzda Arsenal beni istemişti ama kulübümle sözleşmem sürüyordu. Arsenal'in kulübüme önerdiği para yeterli görülmemişti ve bu nedenle transferim gerçekleşmemişti. Yoksa elbette tercihim Arsenal olurdu.


CSKA Moskova ile Roman Abramovich arasında deklare edilmemiş bir bağ bulunduğu bilinir. Acaba sen de CSKA'ya giderken Chelsea'ye sıçramayı mı hayal etmiştin?


Yok, öyle bir planım yoktu. Ama elbette CSKA Moskova'nın Şampiyonlar Ligi maçlarında kendimi gösterip Avrupa'nın daha önemli bir ligine, İngiltere, İspanya veya İtalya'ya gitmeyi düşünüyordum.


Uluslararası oyuncu olmak önemli


Bu hedefine Turkcell Süper Lig'de oynarken ulaşamayacağını mı düşünmüştün?


Türkiye'den Avrupa'ya gitmek çok zor. Türkiye Ligi izlense bile orada oynadığınız sürece uluslararası tecrübe konusunda eksik görünüyorsunuz. Zaten bu zamana kadar kaç oyuncumuz Avrupa'ya çıkabilmiş ki? Avrupalı, Türk oyuncuya bakıyor ve "Acaba bizim ortamımıza alışabilecek mi?" diye düşünüyor. Ama şimdi benim durumum farklı. Rusya'da oynuyorum ve uluslararası bir oyuncuyum. Beni transfer etmek isteyen bir Avrupa takımının yöneticileri, "Rusya'ya alışmışsa bize de alışması zor olmaz" diye düşünecektir.


Geçtiğimiz sezonun devre arasında CSKA'ya gittin. O sırada Rusya Ligi yeni başlıyordu. Bugüne kadar kaç maç oynayabildin?


Başlangıçta UEFA Kupası kadrosundaydım ancak sezon başı kampında sakatlandım ve ligde çok uzun bir süre oynayamadım. Son 7-8 haftadır ise kadroya girmeye başladım. Bazı maçlara ilk onbirde çıktım.


CSKA üçlü savunmayla oynuyor ve sol kanatta tek oyuncu kullanıyor. Bu oyun sistemi de senin şansını azaltan bir faktör sayılabilir mi?


CSKA dört sezondur bu kadroyla ve bu sistemle oynuyor. Açıkçası tüm dünya dörtlü savunma oynarken bu sistemle karşılaşmak beni şaşırtmıştı. Tabii ki kanatta tek oyuncu kullanılması benim de oynama şansımı düşürüyor ama yapacak bir şey yok. Daha çok çalışıp rekabet edebilmeliyim.


Zirkov'la rekabetin ne boyutta? Fenerbahçe karşısında izlediğimiz kadarıyla sol kanadı etkili kullanabilen bir oyuncu.


Evet, Zivkov bizim takımdaki her oyuncu gibi iyi bir futbolcu. Zaten Rusya Milli Takımı'nda da oynuyor. Ama sezon başında sakatlanmasaydım o bölgede ben oynayacaktım. Hem başkanla hem de teknik direktörümüzle konuşmalarımızda sol kanadın birinci tercihinin ben olduğumu söylüyorlardı. Ancak sakatlık bütün planları altüst etti.


Sakatlanma sürecin nasıl geçti?


Rusya'daki doktorlar Avrupa'dakiler kadar iyi değil. Sakatlığımın belden mi kasıktan mı olduğu ilk etapta çözülemedi. Kasıktan ameliyat oldum ama belimdeki ağrı geçmedi. Ardından belimden de ameliyat oldum. Sonrasında kuvvetlenme çalışmaları derken yeni yeni form tutmaya başlıyorum.


Peki, CSKA'da kalmak için ısrar edecek misin yoksa Türkiye'ye dönmeyi düşünüyor musun?


Hiçbir şekilde geri dönmeyi düşünmüyorum. Beş yıllık sözleşmem vardı, şimdi dört yıl daha kaldı, eğer bir Avrupa takımına gidemezsem bile en kötü ihtimalle kontratım bitene kadar CSKA'da kalırım.


Seni bu kadar kararlı yapan ne?


Avrupa'da oynamak istiyorum. Çok genç yaşta bunu başardım ve bir daha başa dönmek gibi bir niyetim yok.


Rusya'da da uçurum var


Rus futbolunun Türk futboluyla ayrıldığı noktalar var mı?


Rusya Ligi'nde de takımlar arasında uçurumlar var. Birkaç iyi takım sürekli şampiyonluk için oynuyor, diğerleri ise bizdeki gibi küçük takım statüsünde. Bir de kış şartları çok ağır geçiyor. Bu nedenle sürpriz sonuçlar alınabiliyor. Uçakla 10 saatte gidilebilen deplasmanlar var. Yol yorgunluğu ile çıkılan maçlarda umulmadık sonuçlar alınabiliyor.


Teknik direktörünle ilişkilerin nasıl?


Oynayan, oynamayan bütün oyuncuların teknik direktörle diyaloğu çok iyi. Bu açıdan Türkiye'den çok farklı ve rahat bir yer olduğunu söyleyebilirim. Rusya'da teknik direktörünüzle her şeyi konuşabilirsiniz. Gece yarısı sizi dolaşırken görse hiçbir şey söylemez. Profesyonel olduğunu düşünür ve sahada aldığı performansa göre bir değerlendirme yapar.


İngiliz ya da Alman takımlarında kamp sistemi yok. Rusya'da durum nasıl?


Bu konuda Rusya da Türkiye'ye benziyor. Maçlardan bir gün önce kampa giriyoruz. Geceyi kulübün tesislerinde geçiriyoruz.


Takım arkadaşlarınla ilişkilerin nasıl, en yakın arkadaşın kim?


İlk gittiğimde dil konusunda biraz sıkıntı çektim ama Ruslar olsun, diğerleri olsun tüm oyuncular bana çok sıcak davrandı. Öncelikle İngilizce öğrenmeye çalıştım. Kitaplar aldım, bir de öğretmen tuttum ama sonra baktım ki takımda hiç kimse İngilizce konuşmuyor. Ondan sonra Rusça öğrenmeye başladım. Derdimi anlatacak kadar Rusça öğrendim. Takımdaki en yakın arkadaşım Fenerbahçe'ye gol atan Krasic. Bir de Boşnak Rahimic var. İkisi de Balkan ülkelerinden oldukları için kendimi onlara daha yakın hissediyorum.


Rus basınında seninle ilgili nasıl yorumlar yapılıyor?


Üç-dört kez benimle röportaj yaptılar. Aslında çok üzerimde duruyorlar. Oynamadığım dönemde bunu sorguladılar ve teknik direktörü eleştiren yayınlar yaptılar. Zaten ondan sonra birkaç maç ilk onbirde başladım. Ama Rus basını yine de Türkiye'deki gibi değil. Çok fazla didiklemiyorlar.


Keşkelerle yaşamıyorum



Moskova'ya gittiğin için pişman mısın peki? Keşke Manisaspor'da kalsaydım ya da İstanbul takımlarına gitseydim dediğin oluyor mu?


Hayır hayır. Onları çoktan geçtim. Keşkelerle yaşamıyorum. Eğer böyle şeyler düşünürsem kafam iyice karışır ve sonuçta ben zararlı çıkarım. Ben sonuna kadar Avrupa'da direnmek kararındayım.


Moskova kültür ve sanat boyutuyla da önemli bir şehir. Orada neler yapıyorsun?


Moskova çok büyük bir şehir ve inanılmaz da trafik var. Bir yerden bir yere gitmek için bir gününü yollarda geçirmek zorundasın. Bu nedenle çok fazla gezebildiğimi söyleyemem.


Peki, günlerin nasıl geçiyor Moskova'da?


İlk zamanlar çok sıkılıyordum. Birkaç hafta geçtikten sonra annemle babamı da Moskova'ya getirdim. Sezon sonuna kadar benimle kaldılar. Dolayısıyla yemek sorunum da kalmadı, yalnızlık da çekmedim. Onlar olmadığında ise yemeklerimi Türk restoranlarında yiyordum.


CSKA, Şampiyonlar Ligi'nde Fenerbahçe'nin rakibi olarak da ilgimizi çekiyor. Takımının futbol seviyesini nasıl değerlendirebilirsin? Mesela CSKA, Turkcell Süper Lig'de olsa hangi noktada bulunur?


Bence şampiyonluğa oynar. Gerçi 3-5-2 gibi bir çok takımın artık geride bıraktığı bir sistemle oynuyoruz ama yine de Turkcell Süper Lig'de olsak zirve mücadelesinin içinde oluruz. Bir de sisteme çok fazla takılmamak lazım. Çünkü bu takım dört sezondur bu sistemle oynuyor ve oldukça başarılı sonuçlar alıyor. Ama Şampiyonlar Ligi'nde güçlü takımlara karşı bunun dezavantajlarını da yaşıyoruz.


Fenerbahçe ile ilk maçta 2-2 berabere kaldınız ama kaybedebilirdiniz de. Yine de CSKA'nın deplasmanlarda daha iyi oynadığını, etkili kontratak silahları bulunduğunu biliyoruz.


İki santrforumuz Wagner ve Jo çok hızlı oyuncular. Dolayısıyla kontratak futbolunu daha iyi oynuyoruz. Üzerimize gelen rakipler karşısında daha kolay gol bulabiliyoruz. İstanbul'daki maçta kazanma şansımızın olduğunu düşünüyorum.


Wagner'i gördüğümde şaşırmıştım


CSKA'nın en etkili yönü nedir sence? Mesela Wagner Brezilya Milli Takımı'nda da oynuyor ve oldukça iyi bir oyuncu.


Ben ilk gittiğimde onu görünce çok şaşırmıştım. Antrenmanlarda hiç futbolcu gibi görünmüyordu. Kısa boylu, kambur bir adam. Ama çok ilginç bir stili var. Çok iyi çalım atıyor, ilginç vuruşlar yaparak goller buluyor. Wagner'in yanı sıra Jo da çok iyi bir santrfor.


İki takımı da çok iyi tanıyan biri olarak İstanbul'daki Fenerbahçe-CSKA maçının nasıl geçmesini bekliyorsun?


Buradaki maç hiç belli olmaz. İki takım için de zor bir maç olacak. Ama Fenerbahçe'nin taraftarını göz önüne alırsak buradaki maç bizim için biraz daha zor geçecek.


CSKA Moskova uluslararası tecrübeye sahip oyunculardan kurulu bir takım. Seyirci baskısı etkili olur mu sence?


Elbette etkiler. O müthiş baskıdan kim etkilenmez ki? İtalyan, İngiliz takımları bile etkileniyor.


Grupta Inter, PSV, Fenerbahçe ve siz varsınız. Oldukça da kötü başladınız. Sonucu nasıl görüyorsun?


Fenerbahçe'nin şansı daha fazla. Çok iyi bir Inter maçı oynadılar. Bize karşı da fena değillerdi. Ama biz de umudumuzu kaybetmiş değiliz. Sonuçta Fenerbahçe'yi İstanbul'da, PSV'yi de Moskova'da yenme ihtimalimiz çok da düşük değil. Bu maçları kazandığımızda her şey değişebilir.

Selçuk İnan: "Genç oyuncunun ilacı güven"


Genç ve Ümit Milli Takım'da geçirdiği 7 başarılı sezonun ardından A Milli Takım formasını da giymeyi başardı. Bugüne kadar kendisine yeterince güven duyulduğu için bu noktaya geldiğini düşünüyor ve aynı duygunun diğer yetenekli gençlere karşı da hissedilmesi gerektiğini savunuyor. Örnek olarak Arsenal'li Fabregas'ı gösterirken, "Bir oyuncu ne kadar oynarsa o kadar kendine güven kazanır. Fabregas 16 yaşından beri Premier Lig'de oynuyor ve 20 yaşında olmasına rağmen takımın en tecrübeli oyuncusu gibi görev yapıyor" diyor.




Öncelikle A Milli Takım'da oynamış olmaktan dolayı mutlusundur sanırım.


Gerçekten çok mutluyum. Hedeflediğim en önemli noktalardan birisiydi A Milli Takım. Kolay olmadı gerçi buralara kadar gelmek. Gerçekten çok yoğun bir çalışma ve çaba istiyor. 5 yıl Genç Milli Takımlarda, 2 yıl da Ümit Milli Takım'da oynadım ve sonunda A Milli Takım formasını da giydim.


A Milli Takım'a çağrılmak senin için atman gereken büyük bir adımdı. Sonuçta dört büyük takımdan birinde oynamıyorsun. Vestel Manisaspor formasını giyerken bu aşamayı kaydetmek önemli bir şey olsa gerek.


Evet, gerçekten önemli. Çünkü Anadolu kulüplerinden A Milli Takım'a gitmek zor bir iş. Sonuçta Vestel Manisaspor geçtiğimiz sezon ilk 10 haftada müthiş bir performans yakalamıştı ama o dönemde Milli Takım'a alınmadım. Demek ki hocamızın bir bildiği vardı ve şimdi Vestel Manisaspor geçtiğimiz sezondaki kadar yüksek bir performans göstermese de ben A Milli Takım kadrosuna davet edilip oynadım. Beni bu sezon için yeterli görmüş olmalılar.


Sen, Serkan, Arda ve Yasin hep Genç Milli Takım kökenli oyuncularsınız ve bugün A Milli Takım için de alternatif isimler oldunuz. 2008 elemelerini bir yana bırakırsak özellikle 2010 elemelerinde siz ön plana çıkacakmış gibi görünüyorsunuz. Sen o elemelerde nasıl bir Milli Takım bekliyorsun?


Şimdi de kadromuz çok genç ve dinamik. Bence 2010'a kalmadan 2008'de de çok iyi bir takım göreceğiz. Takımdaki birçok isme ağabey diyorum ama aslında aramızda 3-4 yaşlık farklar var. 2010'da ben 24, ağabeylerim de 26-27 yaşında olacak. Ben önümüzün çok aydınlık olduğunu düşünüyorum. Çünkü Türk futbolu çok yetenekli genç oyunculara sahip. Galatasaray'da Arda Turan, Beşiktaş'ta Burak Yılmaz ve Serdar Özkan çok genç yaşlarında büyük takımlarda oynama şansı bulan oyuncular.


2005 Dünya Şampiyonası'nda rakipleriniz arasında Fabregas, Messi, Obi Mikel gibi oyuncular vardı. O turnuvada karşılıklı oynadığın oyuncuları takip ediyor musun?


Sürekli takip ediyorum. Çünkü hepsi üst seviyedeki liglerde oynuyor. Fabregas ve Obi Mikel Premier Lig'de, Messi ise La Liga'da forma giyiyor. 20 yaşlarında olmalarına rağmen hepsi de takımlarının kilit oyuncuları. Bence bu bir güven meselesi. Teknik adamlar ve kulüpleri oyuncuya güvendikten sonra yaşın hiçbir önemi yok. Bir oyuncu ne kadar oynarsa o kadar kendine güven kazanır. Baktığınız zaman Fabregas 16 yaşından beri Premier Lig'de oynuyor ve 20 yaşında olmasına rağmen takımın en tecrübeli oyuncusu gibi görev yapıyor.


Sana böyle bir güven gösterilmesini mi bekliyorsun?


Bu konuda bir problemim yok çünkü bana yeterince güven gösterildi. Ben bunları genel olarak genç Türk oyuncular için söylüyorum. Onlara daha fazla güvenilmesi gerektiğini savunuyorum.


Kulüpler gençlerin kalitesini keşfetti


Eskiden genç oyuncuların ligimizde çok fazla şans bulamadığından yakınırdık. Şimdi ise birçok takımımızda genç oyuncuları görebiliyoruz. Bu değişimi neye bağlıyorsun? Çok iyi bir jenerasyon mu geldi yoksa insanların kafasında bir şeyler mi değişti?


Bence insanlar değişmeye başladı. Şans verilen genç oyuncuların kalitesini gördüler. Genç oyuncuların birçoğu çok üst seviyede futbol oynuyor ve gelen yabancılardan hiçbir eksikleri yok. Kulüplerimiz bu gerçeği fark etmiş durumda.


Daha önce Vestel Manisaspor'da başarılı olmak, transfer yapmadan önce kulübünü bir yerlere taşımak istediğini söylüyordun. Ama artık arkanızda Vestel'in sponsorluğu kalmıyor. Bu değişim senin hedeflerinde de bir farklılaşmaya yol açabilir mi?


Benim hedeflerimden biri her oyuncu gibi üç büyüklerde oynamak. Ama öncesinde Vestel Manisaspor'da başarı yakalamak istiyorum. Geçen sezon bu hedefe ulaşabilirdik ancak hiç anlamadığımız bir şekilde düşüşe girdik. Bu sezon hedefimiz ligi iyi bir yerde bitirmek. Ligin gidişatına göre bir hedef koyabiliriz ama şu aşamada geçen sezonki hedefler görünmüyor. Geçen sezon şampiyonluktan veya Şampiyonlar Ligi'nden bahsediyorduk ama bu sezon için bunları söylemek mümkün değil. Bu sezonki hedefler öncelikle ligde kalmak, sonra da çıkabildiğimiz kadar üst sıralara tırmanmak. Yine de kulübümde başarılı olmak istiyorum ama ne kadar olur onu bilemiyorum.


Vestel Manisaspor'da geçen sezon yaşanan düşüşten sonra bir güven kaybı oluşmuş gibi görünüyor. Sanki üzerinizde bir tedirginlik var.


Bence güven duygusu futbolda her şey anlamına geliyor. İnsanın kendine güvendikten, rahat olduktan sonra yapamayacağı hiçbir şey yok. Biz zaten kendimize güvenimizi yitirdikten sonra kazanamamaya başladık ve düşüşe geçtik. Neticesinde de sezonun son maçında ligde kalabildik. Ama bu sezon öyle olmayacağını düşünüyorum. Çünkü takımdaki oyuncular artık çok daha tecrübeli. Geçtiğimiz sezon ise ilk defa Süper Lig'de forma giyen arkadaşlarımız vardı. Bu sezon kötü günler yaşamayacağız.


Anadolu'daki oyuncu büyük düşünmeli


Geçtiğimiz sezon sizin yaşadığınız çıkışı bu sezon Sivasspor gerçekleştiriyor. Ama bu tip çıkışların sonu bir türlü gelmiyor. Geçmişte de Gaziantepspor ve Gençlerbirliği şampiyonluğa yaklaştı ama bir türlü olmadı. Sence Anadolu takımlarında eksik olan ne?


Bence Anadolu takımlarının futbolcuları, Fenerbahçe, Galatasaray veya Beşiktaş'la oynadıklarında kendilerini küçümsüyor. O futbolcular ne zaman büyük takım oyuncuları gibi düşünmeye başlarsa bu sınır aşılacak. Ama Anadolu kulüplerinde bunu düşündürecek ortam hazırlanamıyor. Bu ortam hazırlanabilse ve oyuncular da büyük takımlardaki futbolcular gibi düşünebilse bir gün Anadolu'dan da şampiyon çıkacaktır.


İki sezon önce baktığımızda çok yetenekli bir 10 numara oyuncusuydun. O dönemde herkes sana Zidane diyordu. Ama şimdi orta sahanın her bölgesinde oynayabiliyorsun. Sen en çok nerede mutlusun?


En çok ön libero oynarken mutlu oluyorum. Her zaman ön libero oynamak istiyorum. Ama hocam nerede görev verirse orada oynuyorum. İster forvet arkasında, ister sağda, isterse solda. Ama en keyif alarak oynadığım bölge ön libero. Oyuncu özelliklerimin buna daha uygun olduğunu düşünüyorum. Daha önce forvet arkası oynuyordum ama o benim çocukluk dönemimdi. Belki de hocalarım yeteneklerimden faydalanmak istiyordu. Ama şu an için sadece yetenek yetmiyor. Türkiye'deki şartlarda hele de Türk futbolcusuysanız ve koşmayan adam olarak forvet arkasında oynuyorsanız işiniz çok zor. Belki Alex veya Lincoln 4-5 maç gol atmayıp asist yapmadığında kimse bir şey söylemeyebilir ama bir Türk futbolcusunun böyle bir lüksü yok.


Oynama garantisi açısından da ön libero sanki daha olumlu gibi görünüyor.


Şimdi koşmayı ve mücadele etmeyi de seviyorum ve bu nedenle ön liberoyu tercih ediyorum.


Sizin takımınızda Borbiconi öne çıkıp gol atabiliyor. Sen de iyi şut atan ve gole yakın bir oyuncusun. Sizdeki orta saha oyuncuları iki yönlü oynayabilen özelliklere sahip görünüyor.


İki sezondur aynı kadroyla oynuyoruz ve gerçekten kaliteli oyuncularımız var. Ben forvet arkası gibi görünsem de Borbiconi atağa çıktığında onun yerini dolduruyorum. Ya da solda oynayan Uğur ağabey içeriye girdiğinde ben sola kayabiliyorum. Bu maçın içindeki karşılıklı iletişimden kaynaklanıyor.


Senin hayranı olduğun Zidane kendisini insanlara yardıma adamış durumda. Yardım amaçlı maçlarda oynuyor. Senin de bu tip girişimlerin olacak mı?


Eğer Zidane kadar ünlü olursam kesinlikle.


Peki, boş vakitlerinde neler yapıyorsun? Arda'nın söylediğine göre iyi yemek yaptığını biliyoruz.


Arda Vestel Manisaspor'da oynarken aynı evde kalıyorduk ve ben gerçekten iyi yemekler yapıyordum. Kebabı çok severim ve iyi de yaparım. Bunun dışında gezerim, kitap okurum, sinemaya giderim, müzik dinlerim. Zaten Manisa'da yapacak çok fazla bir şey yok. İzin günlerimde genellikle İzmir'e gidiyorum.

Thursday, December 20, 2007

Ferguson, Berbatov'u istiyor

Manchester United Menajeri Sir Alex Ferguson'un, Tottenham Hotspurlu yıldız Dimitar Berbatov'u Ocak ayında almak ve takas yöntemiyle Saha'yı da Tottenham'a göndermek istediği öne sürüldü.

İngiliz The Daily Mirror gazetesinin haberine göre Sir Ferguson, Berbatov için 8.3 milyon Avro artı Louis Saha'yı gözden çıkardı.

Son olarak yaz aylarında bu futbolcu için teklifte bulunan, ancak ret yanıtı alan Ferguson'un, bu kez transferi mutlak suretle bitirmek istediği belirtilirken, Tottenham Hotspur'un böylesi bir teklif karşılığında Portekizli Nani'yi isteyebileceği öne sürüldü.

Şimdilik tamamen dedikodu düzeyinde olan bu haberlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini önümüzdeki aylarda göreceğiz. Ancak bildiğimiz, Tottenham Menajeri Juande Ramos'un, bu futbolcuyu en azından sezon sonuna kadar takımda tutabilmek için elinden geleni yapacak olması.

26 yaşındaki Bulgar golcü, geçtiğimiz sezon "Yılın Tottenhamlı futbolcusu" seçilmişti.

Huzurlarınızda Dimitar Berbatov...

yok artık! - pele :) dankek reklamı

Wednesday, December 19, 2007

KAFANA GÖRE - Kadının bıyıklısı her yere yakışır..

Sap saman birbirine karıştı artık.. Erkek bıyık kesiyor, küpe takıyor.. Kadın bıyık bırakıp kolye niyetine kravat takıyor.. Vatandaş da olan bitene boş gözlerle bakıyor..

Ben kadınların işlerine hiç karışmam.. Hele hele “kocasına asi olan kadınlar” ki onlara “feminist” derler, söz konusuysa sesimi iyice kısarım..

Kadınlar coşar, siyaset konuşurlar..

“Bizim erkeklerden neyimiz eksik..” türküsü söylerler..

Elin aslan gibi adamına “metroseksüel& rdquo; iftirası atarlar..

Ağzımı açıp, fikir dahi beyan etmem..

***
Kadın meselesindeki siyasetim “Her koyun kendi bacağından asılır” şeklindedir..

Kendimizi koç gibi gördüğüm& uuml;zden değil..

Nihayet koç dediğin de koyunun erkeği.. Kuyruğu ne kadar yağlı, ne kadar okkalı olursa olsun ancak kendi kıçını örter..

Benim erkeklik namına yaptığım tek şey, arada bir denk getirirsem, cins-i latiflerin tuzağına düşme ihtimali olan yiğitleri uyarmaktır..

“Küpe yakışmış ama takmasan daha iyi..”

“Bıyığını kesmene bir şey demem ama dudağını boyamasan daha iyi duracaktı..”

“Kırmızı puantiyeli pantolon delikanlıyı biraz şişman gösterir..”

Hepsi bu.. O da anlayana..

BIYIKLI KADIN
Kısa adı “Ka-Der” olan kadın hakları şirketinin kampanyasından da haberim olmadı..

İlgisizliğimizden değil..

O bıyıkları sarkmış, eli yüzü düzgün, birbirinden şık ve bakımlı hanımların caddeleri süsleyen posterlerini gördüm elbet..

Suçum, bu posterlerin ne amaçla yapıldığını ilk bakışta anlayamamak..

Cemiyet haberlerinden yüzlerine aşina olduğum hanımlar var mesela.. Tamamı “Tarkan” bıyıklı olmuş..

İşin aslını bilmediğimden önce eyvahlandım.. Hatta estetikçilerin günahını aldım..

Olur ya! Adam acemidir.. Angelina Jolie dudağı yapacağım derken, ağızın üzerine yanlış parça ekleştirir..

Orası da kıl tutar.. Olur sana bıyık..

Bizim teori çabuk çürüd&uu ml;.. Haydi bir iki derken baktım, sinemadan, sahneden ne kadar güzel hanım varsa her biri birer bıyık edinmiş..

Öyle ki her birinin ucuna adam asılır.. Ben diyeyim bıyık, siz deyin İngiliz urganı..

***
Bıyık rüzgârı geçti, geçiyor derken baktım ki kimileri de bıyıksız poster olmuş..

Onların da boynunda birer kravat.. Bizim Meral Okay da var kravatlıların arasında.. Laf aramızda en çok da ona yakışmış..

Dudaklarını büzüp bakmış objektife.. Bilmeyen, tanımayan biri “Hükümet adamları ile anlaştı.. Cumhurbaşkanlığına tek aday” zanneder..

ŞİFRE İYİ DEĞİL
Afişte kocaman yazılı “Erkek olmak şart mı?” lafı okunuyor..

Lakin bunun üzerine yazdıkları “Meclis’e girmek için” notu küçük kaldığından ne demek istendiği ilk bakışta net anlaşılamıyor..

Halkla ilişkiler işinden iyi kötü anlayan biri olarak “bayan hareketi savunucularını” uyarıyorum..

Topluma mesaj verecekseniz böyle şifreli mesaj olmasın..

Bu memleketin huyudur.. Okumuş kısmı, kendi arasında haberleşiyormuş gibi şifreli konuşur.. Ahali anlamaz suçlu olur..

Orhan Baba da uymuş bunlara.. O da “Hepimiz Afrikalıyız..” deyip duruyor..

Ben niye Afrikalı olayım baba? Ben Haymanalıyım..

Efendim meseleye “antropolojik&rdquo ; yaklaşıyormuş.. İnsanın atası Afrika’dan gelmiş..

O zaman herkesin atası kim onu da söyle.. Afrika bu.. Siyahisi de var.. Tarzanı da var..

Sen Orhan Gencebay olarak böyle şifreyle konuşursan, yarın yarım akıllının biri çıkar.. Yarım yamalak öğrendiği “İnsanın atası maymun” şeklindeki Darwin teorisini işin içine katar..

“Dedem rahmetli, Tarzan’ın çıtasıydı.. Bir emekli aylığı bile bağlamadılar..” diye söylenir, durur..

***
“Ka-Der” şirketi etrafında toplanan bayan hakları savunucularının kampanyası da böyle..

Madem kadınlara bıyık takıp fotoğraflarını çektirdiniz.. Bari ahaliden de bir iki kişiyi işin içine katsaydınız..

Bizim mahallede bir abla var mesela.. Yaşı kırka yakın..

Biraz evde kalmış gibi duruyor ama bence daha şansı kapanmış değil..

Onu da poster yapabilirlerdi mesela.. Hem ona boyama bıyık takmaya gerek de yok.. Bıyıkları hilkatten..

TERS ANLAŞILIR
Sen tut.. Meltem Cumbul, Lale Mansur, Ümit Boyner gibi birbirinden güzel hanımların fotoğrafını çek..

Sonra üzerine bıyık çiz.. Milletin aklını dağıt..

Bu memlekette ne kadar tek tabanca gezen adam varsa “Bıyıklısı da güzel oluyormuş..” deyip fikrini bozsun..

Sonra otur, kampanyanın yan etkilerini gazetelerin üçünc&uu ml; sayfalarından izle..

Bu memlekette okuma yazma bilmeyen onca kadın var..

Onlara nasıl anlatacaksın bu bıyıklı kadın modelini?

Görecekler Meltem Cumbul’un bıyıklı posterini..

Birbirlerini “Kız sana da yakışır.. Hem sen ondan daha güzelsin..” deyip fiştekliyecekler..

Eline bir Ali Desidero bıçağı geçiren suratına vuracak..

Yazıktır, günahtır..

***
Hem Meclis’e gireceksiniz de ne olacak?

İlla ki gireceğiz, diyorsanız milleti germenin alemi yok..

Meclis’in gireni çıkanı iki kişiden soruluyor.. Listeyi tepeden tırnağa onlar yapıyor..

Onlara gidin.. Konuşun, “Meclis bayanı” olmak istediğinizi söyleyin.. İkna edin..

Listelerine daha çok kadın alsınlar.. Kim daha çok kadını listesine alırsa benim oyum onadır..

Bir de küçük tüyo vereyim.. Şahsen bayan hakları harekâtı içindeki mankenleri daha yakından izliyorum..

Özellikle de CHP’li Tuğba Özay hanım ile DYP’li Şebnem Schaeffer hanımı çok beğeniyorum..

İkisinde de selülit yok!

Bu arada “KADER” şirketinin adı değişmeli.. Kadının “bayan” olarak algılandığı bu toplumda “BAYER” kısaltması daha iyi gider..

Aspirin’i de çağrıştıracağ ından halkla alâkalar şeyi bakımından daha şey olur..

Unutmayın.. Çirkin bayan yoktur.. Güzel olmasını bilmeyen bayan vardır.. Moda yakışandır..

(Pek uymadı ama..)

Monday, December 17, 2007

Yaşasın tabela!

Tabelayı yazan, ama içini futbolla dolduramayan Beşiktaş, hep punduna getirip galibiyetler alıyor


Futbolun elbette en belirleyici etkeni goldür. Hele ki, sayıların öne geçtiği dijital kültür çağında herkes skor tabelasına bakarak mutlu olabilir.
Beşiktaş gibi istikrarsız, çelişkilerle dolu bir sezon geçiren bir futbol takımı için üç golle maç kazanmak, taraftarlarını mutlu etmeye yeter.
Bu maçın dört golcüsünü de alkışlayalım. Gerçekten göz zevkimizi okşayan, beceri ve teknik gösterisiyle skoru belirlediler. Tello'nun artık iyice "Sergen'leşen" frikik golleri futbolu seven herkesin ruhunu okşuyor. Serdar Özkan'ın emektar kaptanından gelen ortayı soluyla çakması da çok güzel. Ben kendi adıma Bebbe'nin kornerden gelen topa kafa vuruşunu da beğendim. Ve onca kornere rağmen Bobo ve Nobre'nin bu vuruşları niye beceremediğini düşünmekten kendimi alamadım. Günün en güzel gollerinden biri de Delgado'nun yaklaşık 35 metreden Serkan Kırıntılı'yı avladığı o muhteşem vuruştu. Geçen yılın bir var-bir yok Arjantinli'si, bu yıl takımın liderliğine soyunmuş. Attığı gollerin hepsi kişisel beceri, görüş ve vuruş güzelliğini içeriyor. Bir de bu kadar çok top kaybıyla oynamasa herhalde daha etkin olacak.
Goller güzel, tabela sevimli de... Beşiktaş'ın, sahanın her yerinde sağlam ve dengeli bir futbol oyunu oynadığını, savunmada rakibine pozisyon vermeyen garantiler sunduğunu, hücumda da çift santrfor Bobo ve Nobre ile sayısız pozisyona girip şut ve gol attığını söyleyebilir miyiz ?
Tabelayı yazan, ama içini futbolla dolduramayan Beşiktaş, hep punduna getirip galibiyetler alıyor. Ama şunun şurasında ligde ilk yarının bitimine bir hafta kala hâlâ zirvenin en istikrarsız, sezonun en çelişkili takımı yine de Beşiktaş !
Sayılarla avunmak kolaydır.
Ama bu futbolu savunmak o kadar kolay değil!..

Sunday, December 16, 2007

OFTAŞ'ta bir Bayernli: Serkan Atak


Talihsiz başlayan Türkiye macerasını Gençlerbirliği OFTAŞ Spor'da bir başarı hikâyesine dönüştürdü. Sezon başında Ankara TSYD Kupası'nda Gençlerbirliği'ne attığı üç golle dikkatleri üzerine çekti. Takımının ligdeki çıkışında da büyük payı var. Aslında bu performansı sürpriz sayılmamalı. Çünkü altyapı eğitimini Bayern Münih'te almış ve 17 yaşında A takım kadrosuna yükselmiş bir oyuncudan söz ediyoruz.


Almanya'da doğmuş bir Türk futbolcu olarak kendinden ve ailenden bahseder misin?


Almanya'nın Kosching kentinde, 1984 yılında doğdum. Annem ve babam Ankara'dan gelip Almanya'ya yerleşmişler çalışmak için. İki ağabeyim ve bir kız kardeşim var. Almanya'da çalışıyorlar. Babam emekli oldu ve Türkiye'ye gelmek istiyor. Kız kardeşimin eğitimi tamamlanınca dönecekler.


Futbola olan merakın nasıl başladı? Erken yaşlarda mı?


Evet, Almanya'da hemen hemen her mahallede futbol kulüpleri var. Erken yaşta futbola eğitimi alabiliyorsunuz. Ben de 5 yaşındayken mahallemizdeki Hepberg adlı takımda başladım futbola. Ağabeyim futbol oynardı, onun etkisinde kaldım sanırım. Futbola çok meraklıydım. 8 yaşında daha büyük bir takım olan FC Ingolstadt 04'ten istediler beni. 12 yaşına kadar da orada oynadım. Bu devrede Bayern Münihliler beni izledi ve genç takımlarına istedi.


Antrenman için 100 kilometre gidip geldim


Türkiye kökenli bir futbolcu olarak zorluklar yaşadın mı Almanya'da?


Türk olmaktan dolayı bir zorluk yaşadığımı söyleyemem Ancak yaşadığımız şehir Münih'e oldukça uzaktı. Bir yıl boyu her gün trenle 100 kilometre gidip geldim. Sonraki sezon Bayern Münih'in altyapı oyuncuları için yatılı bir tesisi vardı, orada kalmaya başladım.13 yaşımda ailemden ayrılmak durumunda kalmak oldukça zorladı beni. Ama orada da çok iyi arkadaşlıklarımız oldu. Farklı ülkelerden gelen ve şimdi çok ünlü olan birçok futbolcuyla tanışma fırsatım oldu. Almanya Milli Takımı ve Bayern Münih'in kalesini koruyan Oliver Kahn, sonra Michael Rensing, Bastian Schweinsteiger gibi futbolcuları tanıdım orada.


Altyapı eğitimini Almanya'da aldın. Alman futbolu denilince akla ilk gelen şey disiplin. Böyle bir altyapı eğitiminden geçmek sana neler kattı?


17 yaşında Bayern Münih'in A takımı ile antrenmanlara çıkmaya başladım. 20 yaşına kadar da ikinci takımda oynamaya devam ettim. Güç, koşma ve kondisyon bakımından Alman futbolunun çok faydasını gördüm. Çok sıkı bir eğitimden geçirip, futbolcunun her yönüyle ilgileniyorlardı.


Almanya'yı da iyi bilen bir oyuncu olarak Türkiye'deki kulüplerin altyapılarını nasıl değerlendiriyorsun?


Türkiye'de kulüplerin altyapılarını çok yakından izleme şansım olmadı. Ama Almanya'da altyapıya verilen önem ortada. Stadlar, sahalar ve tesisler çok iyi. Verilen eğitim de oldukça başarılı. Ancak son yıllarda Türkiye'de de altyapı konusunda gelişmeler yaşandığını biliyorum.


Peki, futbol hayatını Almanya'da sürdürmek istemedin mi?


Almanya'da oynamayı sürdürmek istiyordum aslında. Ama iyi bir teklif gelince Türkiye'ye geldim.


Gaziantep deneyimi sıkıntılı bir hikâye


Gaziantepspor'a gelişin nasıl oldu?


Gaziantep deneyimi çok uzun ve sıkıntılı bir hikâye benim için. Aslında Ümit Milli Takım'da oynarken Gençlerbirliği'nden teklif almıştım. Ankara'yı biliyordum. Sonuçta büyük bir şehir. Gençlerbirliği ile görüşmek için Ankara'ya geldim ve anlaştık. O zaman Ziya Hoca vardı Gençlerbirliği'nin başında. Nedense beni istemedi. "Antrenmanda görmek istiyorum, denemem lâzım" dedi. Ben de kabul etmedim ve Gaziantepspor'dan da teklif gelince orayı tercih ettim.


Gaziantepspor formasıyla Turkcell Süper Lig'de 7 maç oynayıp, devre arasında Gaziantep Büyükşehirspor'a kiralık gönderildin. Neler yaşadın bu süreçte?


Çok zor bir dönemdi benim için. Almanya'dan Gaziantep'e gitmek çok zorladı. İlk başta takımda işler iyi gidiyordu. Hocamız Faruk Hadzibegiç'ti ve onunla iyi anlaşıyorduk. Onun yerine gelen hoca ise beni tutmadı ve "Seninle çalışmak istemiyorum" dedi. O zamanki adıyla Lig A'da oynayan Gaziantep Büyükşehir Belediyespor'a kiraladılar beni. Çok zor dönemler geçirdim.


Gençlerbirliği OFTAŞ Spor'a geçişin nasıl oldu?


Lig A'da yarım sezon Gaziantep Büyükşehirspor formasıyla oynadım. Sezon sonunda Gençlerbirliği OFTAŞ Spor ile görüşmeler oldu. Takımı hiç tanımıyordum. Arkadaşım Doğa orada oynuyordu, ona sordum. "Hemen gel, çok iyi bir ortam" dedi. Ben de teklifi hemen kabul ettim. İlk antrenmana geldiğimde çok şaşırmıştım. Takım çok genç, çok güçlü ve hızlıydı. Böyle bir futbol beklemiyordum. Ortam beni gerçekten oldukça heyecanlandırdı. Zaten o sezon da şampiyon olduk ve heyecanımız hep sürdü.


Lig A'da futbol oynadın ve 8 golün var. Oradaki futbol kalitesini nasıl değerlendiriyorsun?


Lig A gerçekten oldukça zorluydu. Turkcell Süper Lig'den gelen takımlar vardı. Gençlerbirliği OFTAŞ Spor da bu ligde yeniydi ve sezonun ilk yarısında bizi çok tanımıyorlardı. Bu bakımdan işimiz kolaydı. Rakiplerimiz böyle hızlı futbol oynayan bir takımı beklemiyorlardı. Ama sezonun ikinci yarısından itibaren takımlar bize karşı iyi hazırlanıp, önlemler almaya başladı. Ancak bu önlemler yeterli olmadı ve şampiyonluğa ulaştık. Son haftalarda şampiyonluk yarışı burun buruna gidiyordu. Ligin bitimine iki hafta kala Kocaelispor'u 2-0 yeniyorduk. Sahanın dışında hareketlenmeler oldu. Malatyaspor berabere kaldı diye yedekler seviniyordu. Şampiyon olduğumuzu öğrenince çok mutlu olduk.


Gençlerbirliği OFTAŞ Spor olarak çok genç bir kadroya sahipsiniz. Süper Lig tecrübeniz de pek yok. Genç bir kadro olmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir?


Turkcell Süper Lig'de genç bir takımla mücadele etmek bizim için büyük avantaj. Son dakikaya kadar koşan, mücadele eden ve elimizden gelen en iyi futbolu oynamaya çalışan bir takımız. Genç oyunculardan oluşan takımımız içinde arkadaşlık ortamı mükemmel. Bu da sahaya uyum olarak yansıyor.


Rakipleriniz sizinle oynamadan önce "Çok koşan bir takım" diyor fakat genellikle kendilerini favori gösteriyor.


Söylediğiniz gibi genelde takımlar Gençlerbirliği OFTAŞ Spor karşısında kendilerini favori görüyor. Ancak her zaman öyle olmadığını sanırım anladılar. Tıpkı Lig A'da bizi tanıyamayan takımlar gibi. Biz çıkıyoruz, elimizden gelen en iyi mücadeleyi ortaya koyuyoruz. Hep 3 puan için oynuyoruz. Hocamızın istediği de bu.


Keşke seyircimiz de olsa


Turkcell Süper Lig'de Ankara'dan dört takım var. Seyirci potansiyelini düşünürsek Gençlerbirliği OFTAŞ Spor'un taraftar sayısı oldukça az. Bu durum oyununuzu olumsuz etkiliyor mu?


Evet, seyirci azlığı konusunda sorunumuz var. Lig A'da oynarken de seyircimiz yoktu. Ama seyircisi çok olan takımlarla oynarken de hiç zorlanmadık. Yine de taraftar sayımız fazla olsa, maçlardan daha fazla keyif alır, mutlu olurduk.


Gençlerbirliği OFTAŞ Spor olarak, ligde Gençlerbirliği'nin üstünde yer alıyorsunuz. İki kardeş kulüp çekişmesi nasıl yaşanıyor futbolcular arasında?


Gençlerbirliği ile yakın ilişkilerimiz var. İster istemez tatlı bir rekabet oluyor. Ama şakalaşma anlamında. Şu an için biz onlardan daha üstün bir takımız. Onlarda sık teknik adam değişimleri yaşandı yakın süreçte. Şimdi Bülent Hoca var başlarında. Toparlanacaklarına ve daha iyi olacaklarına inanıyorum.


Bir de iki kardeş takım olarak TSYD Ankara Kupası'nda karşılaştınız. Senin 6 dakikada attığın 3 gol var. Nasıl oldu anlatır mısın?


Evet, güzel bir maçtı benim için. İlk yarı onlar 1-0 öndeydi. İkinci yarı ise şans bizimleydi. Golü kimin attığı da önemli değil aslında. Üç defa topu önümde buldum ve kaleciyle karşı karşıya kalıp, son vuruşları iyi yaptım. 51, 53 ve 57. dakikalarda ard arda gollerim geldi ve maçı kazandık.


Bir forvet sıkıntısı yaşadınız ligin ilk haftalarında ve Mile Sterjovski geldi. Sizi biraz rahatlattı mı?


Avrupa'da Şampiyonlar Ligi'nde oynamış, Avustralya Milli Takımı'nda görev yapmış kaliteli bir futbolcu Mile Sterjovski. Bize katkısı büyük oldu, hücum hattımızı rahatlattı.


Takımdaki diğer oyuncular?


Bizim takımda Giray'ı beğeniyorum. Ama takım olarak hepimiz iyiyiz ve yıldız adayı oldukça çok.


Hedefimiz iyi futbol


G.Birliği OFTAŞ Spor olarak bu sezon Turkcell Süper Lig'de hedefiniz nedir? Bu sezonu nasıl değerlendiriyorsun?


Sahaya çıkıp, iyi futbol oynamak en önemlisi bizim için. İyi futbolun sonucunda da başarı arkasından gelir. Osman Hocamız da böyle söylüyor maça çıkmadan önce.


Turkcell Süper Lig'in kalitesini nasıl değerlendiriyorsun? Beğendiğin futbolcular hangileri?


Ligin kalitesi her geçen gün artıyor bence. Türkiye'de oynayan futbolcular içinde Alex'in tekniğini çok beğeniyorum. Bir de tabii Roberto Carlos. Roberto Carlos'a karşı oynamak heyecanlandırdı beni. Real Madrid'de ve Brezilya Milli Takımı'nda yıllarca oynamış, kupalar kaldırmış bir oyuncu. Ona karşı oynamak çok etkileyiciydi.


Türkiye'de başka hedeflerin var mı? Büyük takımlarda oynamak istiyor musun?


Neden olmasın? Bir futbolcu her zaman daha iyi yerlere gelmek ister. İstanbul takımlarında da oynamak isterim. Ama şu an Gençlerbirliği OFTAŞ Spor'un oyuncusuyum ve burada görevlerim var. Zamanı gelince bazı şeyler kendiliğinden gelişecektir.


Sen kendi futbolunu nasıl değerlendiriyorsun?


Kendimi teknik ağırlıklı bir futbolcu olarak görüyorum. Sağda veya solda oynamak farketmiyor benim için. Topla oynamayı seviyorum. Top bende olursa, birebir pozisyonda adam eksiltmek hoşuma gidiyor.


Karşıyaka'ya attığın güzel bir frikik golünün videosu dolaşıyor internette?


Karşıyaka'ya attığım gol çok beğenildi. Şimdi takım arkadaşım olan Recep Biler'e atmıştım o frikik golünü.


Frikik kullanmayı Mehmet Scholl'dan öğrendim


Nerede öğrendin iyi frikik kullanmayı?


Bayern Münih'te oynarken Mehmet Scholl bana çok destek oldu. Bana duran toplara nasıl vuracağımı gösteriyordu. Ayak içini çok iyi kullanıyorum.


Takip ettiğin ligler var mı?


İngiltere ligini izliyorum. İngiltere'deki oyunun hızını, seyircisini, stadları beğeniyorum. Orada oynamak isterdim.


Teknik direktörün Osman Özdemir'le ilişkilerin nasıl?


Osman Hoca ile gayet iyi anlaşıyoruz. Bize bir ağabey gibi yaklaşıyor. Ondan çok şey öğreniyoruz. Gençlere de önem veriyor. Hep sahada güzel futbol oynamamız gerektiğini, bunun önemli olduğunu söylüyor.


Ümit Milli Takım'da oynadın. Alman Genç Milli Takımlarından da teklif almış mıydın?


Avrupa Şampiyonası elemelerinde Türkiye Ümit Milli Takımı'nda maçlara çıktım. Gruptan çıkamadık ama güzel günlerdi. Almanya'dayken Almanya Milli Takımları'nda oynamam için teklifler gelmişti ama ben kabul etmedim.


A Milli Takım'da oynamak da hedeflerinin arasında mı?


Tabii ki Milli Takım forması giymeyi çok isterim. En önemli hedeflerimden birisi de bu. Zamanı gelince olacaktır.


Peki, maçlara çıkmadan önce bir uğurun var mı?


Evet var. Uzun kollu forma giydiğimde kendimi daha şanslı hissediyorum maçlarda.


Eğitim durumun nedir?


Almanya'da 12. sınıfı bitirdim. Antrenmanlar çok yoğundu ve okula devam edemedim. Çok isterdim ama olmadı.


Futbolun dışında nelerle uğraşıyorsun?


Futbol dışında arkadaşlarla beraberiz. Bilardo oynamaya ya da sinemaya gideriz. Ankara güzel bir şehir. Buraya geldiğim için mutluyum.

Friday, December 14, 2007

TARAFTARCA BOMBA KUPON

BOMBA KUPON

K Maç T Oran

515 Wehen-Freiburg 1 2.8
141 Paris St Germain-Toulouse 2 4
265 Piacenza-Triestina 2 3.3
421 Lazio-Juventus 1 3.2

Toplam Oran : 118.27

Thursday, December 13, 2007

Sekoninho'nun iddaa kuponu

taraftarca güney amerika editörünün, orta doğu ve balkanların en çok kazandıran adamı iddaa tahminleri. oynamak mecburi değil, kaybetmek garanti :D

Tahmin Oran

144 Karlsruher - Sc Hamburger Sv 2 2,00

345 Fulham - Newcastle United 2 2,20

424 Valencia - Barcelona üst 1,70

TOPLAM = 7,48

Bülent UYGUN'dan 15 Yıllık Acı İtiraf

Turkcell Süper Ligi’nde Sivasspor’u zirveye taşıyan Kocaelispor eski yıldızlarından Bülent Uygun “Kocaelispor’dayken transfer teklifleri ile motivasyonumuz bozuldu. Basın da bunu kullandı ve şampiyonluktan olduk” diyerek acı bir itirafta bulundu…

Kocaelipor eski kaptanlarından, Güvenç Kurtar, Saffet ve Sefa Sirmen ile birlikte yıldızı parlayan Bülent Uygun, şimdi Sivasspor’u Turkcell Süper Ligi’nde zirveye taşırken, aynı Kocaelispor’un kaderini yaşıyor. Genç teknik adam, Kocaelispor yıllarıyla ilgili görüşlerini açılarken de, acı bir itirafta bulunuyor.

Şampiyonluktan Olmuştuk

15 yıl önce Süper Lig’in (O zamanki adıyla 1.Lig’in) zirvesine çıkan Kocaelispor’da forma giyen Bülent Uygun, Galatasaray As Başkanı Adnan Polat’ın transfer teklifini görüşürken objektiflere yakalanmış ve bu görüntüler, ilk yarıyı lider bitiren Kocaelispor’da olumsuz atmosfer yaratmış, Kocaelispor ikinci yarı hızla gerilere düşmüş ve ligi üçüncü sırada bitirebilmişti.

Önlemlerimizi Aldık


Bu günleri hatırlatan, bunu hata olarak kabul eden ve basının da olayın üzerine giderek Kocaelispor’u şampiyonluktan ettiğini söyleyen Bülent Uygun, Milliyet Gazetesi’ne verdiği demeçte “O zamanki hatayı şimdi biz yapmıyoruz. Tüm önlemlerimizi aldık. Sivasspor’umuzu şampiyon yapmak için ne gerekiyorsa onu yapıyoruz. Tabiiki transfer teklifleri olacak ama basının bunu kullanıp, bizi şampiyonluktan etmesine engel olacağız” dedi.

Wednesday, December 12, 2007

16 'dev' belli oldu


Şampiyonlar Ligi'nde 6. hafta mücadeleleri sonrası ikinci tura yükselen 16 takım belli oldu. İkinci tur kuraları 21 Aralık'ta İsviçre'de çekilecek.


Avrupa futbolunun kulüpler bazındaki en önemli organizasyonu olan Şampiyonlar Ligi'nde, 2007-2008 sezonunun gruplardaki son hafta maçları tamamlandı.



Oynanan maçların ardından 8 grupta ikinci tura yükselen 16 takım ile grup üçüncüsü olarak UEFA Kupası'na katılmaya hak kazanan 8 takım belli oldu.

Devler Ligi'inde 2. tur kuraları, 21 Aralık Cuma günü İsviçre'de çekilecek. İkinci tur maçları ise 19-20 Şubat ve 4-5 Mart tarihlerinde oynanacak.


A GRUBU
Temsilcimiz Beşiktaş'ın da yer aldığı A Grubu'nda ikinci tura yükselen 2 takım Porto ve Liverpool oldu.


Beşiktaş gruptan çıkmak için galibiyet gereken maçta Porto'ya deplasmanda 2-0 yenilirken, diğer maçta ise Liverpool deplasmanda Marsilya'yı 4-0'la geçti.



Bu sonuçların ardından Porto 11 puanla grup lideri, Livepool ise 10 puanla grup ikincisi olarak adlarını bir üst tura yazdırdılar. Marsilya 7 puanla UEFA Kupası'nın yolunu tutarken, Beşiktaş ise 6 puanda kaldı ve Avrupa'ya veda etti.


B GRUBU
B Grubu'nda ise daha önce gruptan lider olarak çıkmayı garantileyen Chelsea, son maçında Valencia ile evinde golsüz berabere kalırken, gecenin en önemli maçlarından birinde Schalke evinde Rosenborg'u 3-1 yendi.



Bu sonuçların ardından Chelsea 12 puanla grup lideri, Schalke ise 8 puanla grup ikincisi oldu. Almanya'dan eli boş dönen Norveç temsilcisi Rosenborg 7 puanla UEFA Kupası'na katılma hakkı kazanırken, Valencia ise 5 puanla son sırada kaldı.



C GRUBU
A Grubu ile birlikte son maçlara bütün takımların tur şansı ile girdiği C Grubu'nda gülen takımlar Real Madrid ve Olympiakos oldu.



Haftaya lider giren Real Madrid, Barneabeu'da Lazio'yu 3-1 yenerken, gecenin zorlu maçında Olympiakos evinde Werder Bremen'i 3-0 mağlup etti. Bu sonuçların ardından Real Madrid 11 puan ve averajla lider tamamlarken, aynı puana sahip Yunan temsilcisi de ikinci olarak gruptan çıkmayı başardı. 6 puanda kalan Werder Bremen UEFA Kupası'nın yolunu tutarken, Lazio ise 5 puanla grup sonuncusu oldu.

D GRUBU


Milan'ın Dünya Kulüplerarası Futbol Şampiyonası'na katılacak olması nedeniyle, daha önce oynanan maçlar sonunda D Grubu'nda Milan ve Celtic ikinci tura yükselen takımlar olmuştu.

Bu grupta 3. olarak UEFA Kupası'na katılan takım ise Shakhtar Donetsk'i geride bırakan Portekiz'in Benfica takımı omuştu.



E GRUBU

E Grubu’nda Barcelona, daha önce gruptan çıkmayı garantilemişti. Katalan ekibi son maçında Nou Camp’ta konuk ettiği Stuttgart’ı, 1-0 geri düşmesine rağmen 3-1 mağlup etti ve 14 puanla grubu lider tamamladı.



Lyon ise, deplasmanda karşılaştığı Rangers’ı 3-0 mağlup ederek 10 puanla grup ikincisi oldu ve bir üst tura adını yazdırdı. 7 puanla üçüncü sırayı alan Rangers ise UEFA Kupası’na katılmak hakkı elde etti.

F GRUBU


İkinci tura çıkanların ve UEFA'ya gidecek ekibin daha önce belli olduğu F Grubu'nda ise formalite maçları oynandı. Deplasmanda Roma ile 1-1 berabere kalan Manchester United, topladığı 16 puanla grupların en başarılı ekibi oldu.



Roma 11 puanla ikinci olurken, son maçında Dinamo Kiev'i 3-0 yenen Sporting Lisbon 7 puanla üçüncü oldu ve UEFA Kupası'na katılma hakkı elde etti. '0' çeken Dinamo Kiev ise Devler Ligi'nin en başarısız ekibi oldu.

H GRUBU


Bu grupta ise daha önce bir üst tura çıkmayı garantileyen Sevilla ve Arsenal, liderlik için son maçlarına çıktı.

Deplasmanda Slavia Prag'ı 3-0 yenen Sevilla 15 puanla grup lideri oldu. Steaua Bükreş'i 2-1 yenen Arsenal ise grubu ikinci sırada tamamladı. 5 puanlı Slavia Prag UEFA Kupası'na giderken 1 puanlı Bükreş Avrupa defterini kapattı.

G GRUBU


Inter'in daha önce vize aldığı grupta, Fenerbahçe son maçında CSKA Moskova'yı 3-1 mağlup ederek ikinci tura adını yazdırdı.

Sarı-lacivertliler, 11 puanla hem Türk takımları içerisinde en yüksek puanı aldı ve hem de kulüp tarihinde ilk kez tur atlama başarısı gösterdi. Sahasında Inter'e 1-0 yenilen PSV ise UEFA Kupası’nda katılma hakkı kazandı.

Tuesday, December 11, 2007

porto beşiktaş maçına taraftarca yorumu...


Maçı kesinlikle kazanması gereken taraf beşiktaş, kaybetse hiçbirşey kazanıp veyahuta kaybetmeyecek olan yine beşiktaş. fakat gel gör ki kadroyu kurarken yıldız olacak diye alınan futbolcuların fiyasko olduğu ve hiç istekleri yokmuş. maç bitsede eve dönsek diye sahaya çıkmış bir takım görüntüsündeydi beşiktaş.


İstbuldaki maçta sakat olan kaleci yerine yedek kalecileri oynamıştı portonun. Bu maç oynayan kaleci as kaleciydi. Sanırım beşiktaşlı futbolcular tekrar sakatlanmasın diyerek yada kalecinin suratına felan gelir diye düşünerek şut bile çekmediler.

ağlanacak haline güldüm beşiktaşın. evet güldüm çünkü insanları kandırmaları aklıma geldi. maçtan bi kaç saat önce kazım kanat ntv de şöyle diyordu: " beşiktaş bu akşam tarih yazacak, delgado yıldız olduğunu gösterecek, son haftalarda performansı her geçen gün artıyor" , "bobo tello delgado bunlar dünyanın izlediği yıldızlar"

televizyonu izlerken içimden "hasssiiee lan" dedim. "şaka mı yapıyor bu"dedim.

sinan engin çıkıp " kazanıp üst tura çıkıcaz" türünde laflar ediyordu.


gülmemek eldemi.. hem bizimle dalga geçiyorlar. hem attıkları yalana kendilerinide inandırıyorlar. git kardeşim ya taraftar bu kadar keriz mi?!



taraftarca...

Premier Lige de mi el attın allahsız!


Artık premier ligi izlerken aklıma bu fotograf gelecek...

Mohamed Ali: "Bugünkü aklım olsaydı…"


Belçika'da doğdu, futbola orada başladı ve 1.Lig'de forma giydi. 10 yıldır Türkiye'de top koşturuyor ama bu sezon Sivasspor'da attığı gollerle şöhreti 33 yaşında yakaladı. Antrenman yapmayı sevmeyen bir oyuncu olduğunu ve bunun yanlışlığını 30 yaşından sonra anladığını söylüyor, bir oyuncunun ne kadar yetenekli olursa olsun çalışmadan belli bir noktayı aşamayacağını vurguluyor.

Mazlum Uluç


Öncelikle isme takıldım. TFF'nin kayıtlarında adın Mohamed olarak geçiyor. Bunun nedeni ne?


Ben Belçika'da doğduğum için Belçikalılar ismimi kendi telaffuzlarına göre yazmış. Adım Muhammet Ali ama kayıtlara Mohamed diye geçtiği için resmi yazışmalarda da bu şekilde kullanılıyor.


33 yaşında futbolunun baharını yaşıyorsun. Türkiye'ye ilk gelişin Sakaryaspor'a. O dönemde 23 yaşındaydın. İstersen biz daha öncesinden, Belçika döneminden başlayalım.


Beş yaşımda Gent takımında oynamaya başladım ve 23 yaşıma kadar da aralıksız o takımın formasını giydim. 17 yaşımda profesyonel oldum ve 6 sezon A takımda oynadım. Sonrasında da Sakaryaspor'a transfer oldum.


İlk maçımda Wilmots'u tutmuştum


Belçika Ligi'ndeki ilk maçını hatırlıyor musun?


Futbol hayatımdaki en önemli anılardan birisidir o. 17 yaşımdaydım ve Standart Liege'e karşı deplasmanda oynayacaktık. Standart Liege'in en etkili oyuncusu da Wilmots'tu. Onun en iyi dönemiydi. Teknik direktörümüz bana "Wilmots'la adam adama oynayacaksın" dedi. İlk maçına çıkan 17 yaşında bir çocuk için oldukça zor ve heyecan verici bir görevdi doğrusu. Maç çok iyi geçti, 1-0 yenildik ama ben Wilmots'a karşı oldukça başarılı olmuştum.


Sonrasında neden Belçika'da kalmak yerine Türkiye'ye gelmeyi ve Sakaryaspor'u tercih ettin?


O dönemde Gent takımında yabancılara karşı çok iyi davranmıyorlardı. Bu arada biz de Türkiye'ye kampa gelmiş ve hazırlık maçları oynamıştık. Türkiye'den birçok takım bana transfer teklifinde bulunmuştu. Ancak takımın menajeri beni vermek istemedi. Sonrasında ise para kazanma düşüncesiyle satışıma karar verdiler. Bu defa da ben karşı çıktım. Kulüple aramızdaki ipler iyice gerildi. Serbest kalabilmek için 2-3 ay futbol oynamadım. Sonunda ikna olup beni bıraktılar ve Sakaryaspor'a geldim.


Sakaryaspor'a geldiğinde teknik direktör kimdi?


Takımın başında Zeynel Soyuer vardı. Ancak benim transferime çok da sıcak bakmamıştı. Hatta neredeyse hiç ilgilenmemişti. Sonuçta ben Belçika 1.Ligi'nden gelmiş bir oyuncuydum ama o beni neredeyse antrenmana bile almıyordu. Birkaç gün sonra takımın başına İlyas Tüfekçi geçti, o sezon 2.Lig'de şampiyon olduk ve ben de iyi bir sezon geçirdim.


Belçika'da yabancılara iyi davranmama meselesine dönersek, Serhat Akın da Anderlecht'te aynı nedenle mi sıkıntı yaşadı?


Yok hayır. Bu genel bir sorun değildi. Gent takımının kulüp menajeri Türkleri sevmiyordu. Bana açıkça "Yabancılarla çalışmak istemiyorum" demişti. O dönemde Bosna'dan iki oyuncu transfer ettiler. "Bunlar yabancı değil mi?" diye sorduğumda, "Açık söyleyeyim, ben Türklerle çalışmak istemiyorum" karşılığını verdi.


Biz seni forvet olarak biliyoruz ama sen ilk maçına Wilmots'u durdurmak göreviyle çıkmışsın.


Aslında benim gerçek mevkiim forvet arkası. Ama Gent'te orta sahada da oynadım libero da oynadım. Bazen sol kanatta da görev yaptım.


Avrupa'daki futbolcularımız genellikle futbolla eğitimi bir arada götürebiliyor. Sen bu konuda ne yaptın?


Ben eğitimimi erken dönemde bıraktım.


Pişman mısın peki?


Şu anda pişman değilim çünkü sevdiğim bir işi yapıyorum, ama sanırım futbolu bıraktıktan sonra eğitimimi erken yaşta terk ettiğim için bir pişmanlık yaşayacağım.


Denizlispor, Çaykur Rizespor ve Diyarbakırspor tecrübelerin var. Bu şehirlerin hangisi senin için özel bir anlam taşıyor. Hangisinde çok mutlu olduğunu söyleyebilirsin?


Aslında Denizli'de ve özellikle de Sakarya'da çok güzel günler geçirdim. Ama herkesin önyargılarının aksine Diyarbakır'da da çok güzel günler yaşadım. Diyarbakır insanların kafasında düşündüğü gibi bir yer değil. Ben de ilk gittiğimde tedirgindim, "Burada nasıl futbol oynanır?" diye düşünüyordum. Ama Diyarbakır'da gerçekten çok rahat 1.5 sezon geçirdim.


Halkın takıma desteği nasıldı?


Geçtiğimiz sezon bizim farklı bir durumumuz vardı. Yönetimimiz yoktu, başkanımız yoktu. Dolayısıyla seyirci de bize fazla tepki göstermedi.


Sivasspor'un Süper Lig'e çıktığı sezon 20 golle büyük bir katkı yapmıştın. Sonrasında takımdan ayrılman ilginçti.


O dönemde öyle gerekiyordu. Aslında ben gitmek istememiştim ama futbolda var işte böyle şeyler.


33 yaşında da olsan yeniden Sivasspor'a, dolayısıyla Süper Lig'e geri dönmeyi başardın. Böyle bir çıkışı bekliyor muydun?


Kesinlikle bekliyordum. Çünkü ben kendisine inanın ve güvenen bir oyuncuyum. Çıtamı her zaman yüksekte tutarım. Zaten Sivasspor'dan çok üzülerek ayrılmıştım. Şampiyon olduğumuz sezonun ertesinde Süper Lig'de oynarken, devre arasında bir telefon geldi ve "Ayrılman gerekiyor" denildi. Ben de ayrıldım. Bu sezonun başında teklif aldığımda ise seve seve geri döndüm.


Kötü sonuçlarda rüzgâr değişmemeli


Sivasspor sezona oldukça iyi başladı. Sivas şehrinin takıma desteğini nasıl değerlendiriyorsun?


Bu sezon Sivas'ta herkesin kenetlendiğini görüyorum. Bütün şehir arkamızda. Ama bir başka korkum var. İşler iyi giderken bizi destekleyen insanlar, birkaç maç üst üste kötü sonuçlar aldığımızda nasıl bir tepki verecek, bunu bilemiyorum. Türkiye'de ne yazık ki böyle kötü bir gelenek var. İnsanlar iyi sonuçlara alıştıktan sonra futbolun içinde olduğunu bilseler de kötü sonuçları kabullenemiyor. İnşallah böyle bir şey yaşamayız. Dilerim kötü sonuçlar aldığımızda rüzgâr değişmez


Bu sezon seni başlangıçta ön libero mevkiinde gördük. Bu görev değişikliğinin nedeni neydi sence? Bülent Hoca sende nasıl özellikler gördü ki böyle bir görev yükledi sırtına?


Hocamız bana "O bölgede her oyuncuyu rahatlıkla devde dışı bırakabilirsin. Bununla da kalmaz, oyun kurabilir, takımı yönlendirebilirsin" demişti. Fiziksel olarak da beni yeterli buluyordu. Ben de o bölgede oynadığım maçlarda elimden geleni yapmaya çalıştım.


Sezona ön libero olarak başlayan bir oyuncu olarak bugün gol krallığı yarışında ön sıralardasın. Artık forvet arkası oynuyorsun ve iki forvetiniz Mehmet Yıldız'la Balili'den daha fazla gol atmayı başardın.


Ben dikine oynamayı seven bir oyuncuyum. Aklımda sürekli rakip kale var. Bu nedenle çok fazla pozisyona girebiliyorum. Gol bölgesini zorluyorum, Allah da yardım ediyor ve gol atıyorum.


Son dönemde Alex, Iliç, Gökdeniz gibi orta saha oyuncularının çok gol attığını gözlüyoruz. Ümit Karan bunu adam takip etmemeye ve konsantrasyon eksikliğine bağlıyor. Sen de bu görüşe katılıyor musun?


Kesinlikle katılıyorum. Sivasspor'a baktığımızda çok iyi iki forvetimiz var. Mehmet Yıldız topu çok iyi saklayan bir oyuncu. Balili de topu önüne attığınızda rakip kaleye çok çabuk gidebiliyor. Bu iki oyuncuya arkadan destek verdiğinizde çok fazla pozisyon bulabiliyorsunuz. Ben de bunu yapıyorum. Aynı şekilde Musa da orta sahadan destek veriyor ve çok sayıda pozisyona girip goller atıyor.


Gol krallığı konusunda iddialı olduğunu söyleyebilir misin?


Bu konuda konuşmaktan çok sahada işimi yapmayı seviyorum. Ben takımım için atabildiğim kadar gol atmaya çalışırım, sonuçta ortaya nasıl bir tablo çıkacağını ise bilemem.


Başarının mimarı Bülent Uygun


Sivasspor'un bu çıkışını nasıl açıklayabiliriz? Takımın bu noktalarda olması çok da beklenen bir şey değildi. Sonuçta geçtiğimiz sezonla bu sezonki kadroya baktığımızda birkaç oyuncu dışında takımda fazla bir değişiklik yok.


Bu başarıda öncelikle Bülent Hoca'nın çok önemli bir faktör olduğunu düşünüyorum. Bu konuda takımdaki hangi arkadaşımızla konuşursanız konuşun benim söylediklerimi söyleyecektir. Bize inanılmaz bir güven verdi. Her konuda bize inanıyor, ne yapmak istediğimizi anlıyor. Adeta ruhumuzu biliyor. Bence bu çok önemli. Ayrıca takımda müthiş bir arkadaşlık var. Başkanımızı da zaten herkes biliyor. Bize bir başkan gibi değil, ağabey gibi davranıyor. Hocamız da öyle. Zaten herkes ona hoca diye değil "Bülent ağabey" diye hitap ediyor.


Bu biraz da Bülent Uygun'un yaşıyla ilgili galiba. Futbolu yeni bırakmış bir oyuncunun teknik direktör olması mı getiriyor bu avantajı?


Bülent ağabey, sanki şu anda hâlâ futbol oynuyormuş, takım arkadaşlarımızdan biriymiş gibi davranıyor bize. Antrenman programları inanılmaz keyifli. Aramızdaki bu ilişkinin sağlamlığı Sivasspor'un başarısının arkasındaki en önemli etken.


Anadolu'dan bir şampiyon çıkar mı sence? Mesela Sivasspor bu yükü taşıyabilir mi?


Kendi adıma buna inanıyorum. Hocalarıma da takım arkadaşlarıma da söylüyorum. Bizim rakibimiz Çaykur Rizespor, Denizlispor veya bir başkası değil. Beşiktaş'ı, Fenerbahçe'yi klasmanda altımıza aldık. Büyük düşünmemiz gerek. Ben bunu yapıyorum ve her maça da bu düşünceyle çıkıyorum. Benim rakiplerim Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş. Neden sezon sonunda biz şampiyon olmayalım ki?


Bu yükü sonuna kadar taşıyabilmek için sadece inanmak yeterli mi peki?


İnanç önemli ama tabii ki her şeyi inanmakla halledemezsin. Sonuçta büyük takımlara baktığınızda ciddi bir zenginlikle karşılaşıyorsunuz. Ama biz saha içinde elimizden geleni yapıp bu işi sonuna kadar götürmeye çalışacağız.


Rakip seçmiyoruz


Büyük takım oyuncuları, Anadolu takımlarının kendilerine karşı daha fazla konsantre olduğunu söylüyor. Sanırım Anadolu'dan şampiyonluk kovalamaya çalışan takımların temel sorunlarından birisi de bu. Büyüklere karşı iyi oynuyorlar ama kendi ayarlarındaki takımlar karşısında çok fazla puan kaybediyorlar.


Evet, genellikle böyledir. Beşiktaş, Galatasaray veya Fenerbahçe'ye karşı oynarken daha fazla konsantre olursunuz, daha fazla heyecan duyarsınız. Ama biz bu sezon her maça aynı ciddiyetle hazırlanıyor, aynı heyecan ve konsantrasyonla çıkıyoruz. Bu çok önemli ve Sivasspor'un bugün bulunduğu noktaya gelmesinin altında da bu anlayışın payı var.


Belçika'da oynayan, Avrupa'yı tanıyan bir oyuncu olarak Turkcell Süper Lig'i nereye koyuyorsun?


Belçika'dan geldiğim için özellikle orayı gayet iyi biliyorum. Belçika Ligi çok ciddi bir düşüş içinde. Bence Hollanda ve Fransa Ligleri de geriliyor. Türkiye Ligi bence bu liglerin üzerinde. Futbol bizim ülkemizde onlara göre biraz daha sert oynanıyor.


Bu arada Milli Takımımızın da yaşadığı bir sendeleme var. Acaba bizim futbolumuz da mı geriliyor?


Bence bu farklı bir konu. Bizim milletimizi rehavete sürüklemek çok kolay. İşi bir noktaya kadar getirdikten sonra aynı ciddiyetle götüremiyoruz. Ya da rakibi küçümsüyoruz. Mesela ülkemize gelen yabancı takımların "Buradan beraberlik çıkarırsak iyidir" gibi sözlerine çok çabuk inanıyoruz. Bunun örneklerini de son dönemde yaşadık. Çabuk havaya giriyoruz ve rakiplerimizi hafife alıyoruz.


Yabancı sayısının artmasının da Milli Takım'ı olumsuz etkilediğini düşünüyor musun?


Ben yabancı oyuncu alındığında çok kaliteli olması ve mutlaka oynaması gerektiğine inanıyorum. Ama takımlarımıza bakıyoruz, son derece sıradan yabancılar geliyor ve oynuyor. Bu durum da elbette futbolumuzu olumsuz etkiliyor.


Bir golcü olarak Türkiye'de hangi oyuncuyu beğeniyorsun?


Ben bir Hakan Şükür hayranıyım. Onu severek izliyorum ve çok takdir ediyorum.


33 yaşındasın ve artık sona doğru yaklaşıyorsun. Bundan sonrası için bir kariyer planlaman var mı? Diyelim ki bu sezon gol kralı oldun, sonrasında ne yapacaksın?


Bu sezonun sonunda sözleşmem sona eriyor. Ne olacağını da o zaman göreceğiz. Ama ben elbette Sivasspor'da kalmak isterim.


Yeniden Belçika'ya dönmek gibi bir niyetin var mı?


Hayır, hayır. Yeniden Belçika'ya dönmeyi düşünmüyorum. Futbolu Türkiye'de bırakacağım ve sonrasında da burada yaşayacağım. Ancak bıraktıktan sonra ne yapacağımı da bilemiyorum. Herhalde yine futbolun içinde olacağım.


Genç oyuncu yılmadan çalışmalı


Tecrübeli bir oyuncu olarak genç futbolcu kardeşlerine ne önerirsin?


Kendilerine inansınlar ve çok çalışsınlar. Bugün bazen yedek kalan veya sonradan oyuna giren genç oyuncuların yüzlerini görüyorum, hemen surat asıyorlar ya da antrenmanlarda kendilerini bırakıyorlar. Bunu yapmamaları lazım. Hiç yılmadan çalışmaları gerekiyor.


Sen bu dönemleri yaşadığın için kendinden örnek verebilirsin belki.


Evet, ben bu dönemleri yaşadım ama kendimi örnek verirsem onlara faydalı olamam. Çünkü ben antrenman yapmayı sevmeyen bir oyuncuydum. Ama bunun yanlışlığını sonradan anlıyorsunuz. 30 yaşıma geldikten sonra müthiş bir pişmanlık duydum. Keşke bugünkü aklım olsaydı diyorum şimdi. Halbuki beni de uyaranlar olmuştu. "Yeteneklisin, eğer çalışırsan büyük takımlarda da Milli Takım'da da oynarsın" diyorlardı. Ama ben antrenman yapmayı sevmeyen bir oyuncu olduğum için o noktalara gelemedim. O yüzden bütün genç oyunculara, oynasanız da oynamasanız da, kadroya girseniz de girmeseniz de futbola asla küsmeyin, çalışın, çalışın, daha çok çalışın diyorum. Antrenman yapmayı sevmeyen bir oyuncu ne kadar yetenekli olursa olsun kesinlikle belli bir noktanın üzerine çıkamaz.


Oyuncu yedek kaldığında yüzünün asıldığından bahsettin. Bir de oyundan alınan oyuncularda çok ağır tepkiler görebiliyoruz. Halbuki o oyuncu kenarda oturanlara göre öncelik bulmuş ve sahaya sürülmüş. Üstelik sahadan çıkarken yaptığı hareketler yerine giren oyuncuya da bir tür saygısızlık sayılmaz mı?


O anda oynamak istiyorsunuz veya aslında sizden önce oyundan alınması gereken başkaları olduğunu düşünüyorsunuz. Oyundan alındığınızda bir anda böyle refleksler verebiliyorsunuz. Aslında dediğiniz gibi kötü bir görüntü. Hem hocanıza hem de yerinize giren oyuncuya karşı saygısızlık yani.



kaynak: tam saha

Friday, December 07, 2007

taraftarca beşiktaşlı futbolcular iddaa mı oynadı

Alman gazetesi Sueddeutsche Zeitung, Liverpool'un 8-0 kazandığı Beşiktaş maçının UEFA tarafından incelemeye alınabileceğini iddia etti. Habere göre maç öncesinde alışagelmişin üzerinde maçın bol gollü biteceği yönünde bahis oynanmış. Gazete Beşiktaşlı oyuncuların, Asyalı bahis çetelerinin hedefi olmuş olabileceğini belirtmiş.

UEFA direktörü William Galliard "İddiaları ne onaylayabilirim, ne de reddedebilirim. Şu an için resmi bir soruşturma bulunmamakta" dedi.

Gökmen AKYILDIZ ın kuponu. iddaa kaybetmektir :D

her zaman devletin kazandığı oyun iddaa da bir kupon daha yazıyoruz meraklısına..


114 Bursaspor - Beşiktaş 01 = 1,55



142 Estudiantes - Olimpo 1 = 1,60


154 Ç.Rizespor - Kayserispor 0 = 2,90



361 Fenerbahçe - Galatasaray 1 = 1,85


TOPLAM = 13,3

Sunday, November 11, 2007

taraftarca gerçekler - soccernet yorumu

However, let's not delude ourselves. Besiktas were abject, disorganized, and devoid of spirit. In this case the scoresheet didn't lie. The Turkish team, whose atmospheric stadium near the Bosphorus I rank as one of my favourites, simply didn't belong on the Champions League stage. They deserved to be on the wrong end of the biggest thrashing in competition history.

Çevirisi:

Kendimizi kandırmayalım. Beşiktaş berbattı, organize değildi ve oyuncuları ruhtan yoksundu. Durum böyle olunca skor tabelası yalan söylemedi. Gerçek şu ki, Boğaz'ı gören stadı kesinlikle benim en favori stadlarımdan olan Türk temsilcisi, kesinlikle Şampiyonlar Ligi seviyesinde bir takım değil. Kısacası, Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi tarihinin en ağır mağlubiyetini hak etti.

-Derek Rae, soccernet.com

Mehmet Batdal : "Bugün santrfor oynamalıyım hocam"


Mehmet Batdal, Süper Lig'in iki kademe altında, Bucaspor'da oynuyor ama Ümit Milli Takım'ın vazgeçilmez oyuncularından birisi. 1.95'lik boyu, 21 yaşı ve klas golleriyle dikkat çeken bir santrfor. Zaten iki sezondur adı büyük kulüplerin transfer listesinde anılıyor. Altyapı eğitimini stoper olarak almış ve bir gün antrenörüne "Bu maçta forvet oynamak istiyorum" demiş. Sitemli bir "Evet"in ardından o maçta iki gol atıp iki de asist yaptığında Türk futbolu gelecekte umut bağlayabileceği bir santrfora kavuşmuş.


Röportaj: İlker Uğur


Biz seni tanıyoruz aslında. Ümit Milli Takım'da yeni yeni parlamaya başlasan da birkaç sezondur büyük takımların transfer listelerine giren yetenekli bir futbolcusun. Ama bizim bildiğimiz de bununla kısıtlı. Bize biraz kendinden bahsedebilir misin?


İzmir Şirinyer doğumluyum ve doğduğum yerde yaşıyorum. Aile olarak Buca'nın yerlisi sayılırız. İlkokul beşinci sınıftayken katıldığım turnuva sonrası Bucaspor altyapısına alındım. Minik takımdan başlayıp tüm kategorilerde Bucaspor formasını giydim. Futbola forvet olarak başlamıştım. Daha sonra stoper oldum ve bir dönem bu böyle devam etti.


Neden oldu bu değişiklik?


O dönem istikrarsız bir performans sergiliyordum. Bir de sakatlıklarla uğraşıyordum. Sonra sol kanada geçtim. Oradan da stopere alındım. O pozisyonda iyi oynadım ve iki sezon stoper olarak devam ettim. Profesyonel olacağım dönemde tekrar forvet oynamaya başladım. Santrforluğa geçişim de ilginçtir. Bir maçta takımın durumu çok iyi değildi. Teknik direktörümüze o gün forvet oynamak istediğimi söyledim. O da sitem edercesine "Geç oyna o zaman, forvet de gelsin stoperde oynasın" dedi. O maçta iki gol atıp, iki asist yapınca artık santrfor olarak kaldım. 4-0 bitti maç. O gün stopere geçen arkadaş da profesyonel takımda şu an ve o hâlâ stoper, ben hâlâ forvetim. Bu olay benim için güzel bir dönüm noktası oldu diyebilirim.


Milli Takım'a nasıl seçildin?


Benim Genç Milliliğim hiç yoktu aslında. Antalya'da Fatih Terim'in gerçekleştirdiği Milli Takım seçmelerine Ege Karması'yla katıldım. O seçmelerin ardından oynadığımız ilk Norveç maçında Milli Takım kadrosundaydım.


Ben seni canlı olarak Gürcistan'la oynadığımız maçta izledim ilk olarak. Çok şık da bir gol atmıştın o maçta.


Evet, o karşılaşma benim için önemli bir maçtı. Son 14 dakikada oyuna girip bir de gol attım ve maçı kazandık.


Artık ilerlemem lâzım


Genellikle futbolcular doğdukları yerde futbol oynamazlar. Futbola orada başlarlar belki ama sıklıkla başka yere giderler. Senin gibi futbolcu çok fazla yok bu seviyede. Bucaspor'da simge olmuşsundur herhalde.


Olacağım inşallah. Sonuçta daha yaşım çok genç ve altyapıdan çıkan genç bir çocuğum. Bana bu gözle bakıyorlar. Bucaspor benim semtimin takımı ve futbola başladığım yer. Ama futbolda hedefler var elbette. Her futbolcu gibi benim de hedeflerim var. Bu hedeflerin gerçekleşeceği yer Bucaspor değil. Bir noktadan sonra ilerlemek lazım. Bu sıçrama bir-iki sezondur söz konusu. Sakatlık problemi oldu bir kez, bir kez de bonservis sorunu. Bundan sonra inşallah bir aksilik olmazsa bir adım atmak istiyorum.


Bir önceki teknik direktörün senin için "Altyapı eksiği var" açıklaması yapmış.


Olabilir. Sonuçta ben altyapıda bir mevki kargaşası yaşadım ve daha çok stoper eğitimi aldım. Bucaspor gibi mütevazı bir kulübün altyapısında sürekli forvet oynasam bile eksikliklerim olabilirdi. Stoper oynayıp sonradan forvete geçmemden kaynaklanan bir eksikliktir bu. Daha iyi olabileceğimin farkındayım ve bunun için ekstra çalışmalar yapıyorum.


Eğitim durumun nedir?


Üniversite öğrencisiyim. Ege Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu'nda okuyorum. Süper Lise mezunuyum.


Buca'da küçük çaplı bir efsane olmuşsundur herhalde?


(Gülüyor) Basın yoluyla gündeme gelince insanlar da beni tanıyor.


Genellikle 2.Lig'de oynayan oyuncular bu kadar ön sıralarda olmaz ama senin ismin dönem dönem ortaya çıkıyor ve basında görünürlük alıyorsun.


Söz konusu transfer haberleri bir türlü gerçekleşmediği için bir gündem oluşması söz konusu gerçekten. Ama bu tip transfer haberleriyle anılmak çok da hoşuma gitmiyor.


2. Lig'den gelen bir oyuncunun Süper Lig'e çıkması başarıdır ama senin adın hep büyük takımlarla anılıyor. Şu anki hedefin nedir? Adım adım mı yükselmek istiyorsun, yoksa bir anda tırmanmak mı hedefin?


Öncelikle bu transfer sezonu kapandı. Ocak ayı ve sezon sonu var önümde. Ümit Milli Takım benim gelişimim ve göz önünde olmam açısından çok önemli bir fırsat. Bunu en iyi şekilde değerlendirmek istiyorum. Bucaspor'da da üst düzey performans göstermek istiyorum. Büyük takım veya küçük takım ayrımım yok ama hayırlı bir transfer yapma isteğim var. Transfer biraz da kısmet işi. Geniş bir yelpazede düşününce hedeflerim arasında büyük takımlara gitmek elbette ki var.


Ibrahimovic ve Hakan Şükür'ü izliyorum


Gelişiminde kendine örnek aldığın futbolcular var mı?


Var tabii. Bire bir olmasa da özelliklerini beğendiğim oyuncular var. Örneğin Zlatan Ibrahimoviç ve mevkiim gereği Türkiye'de Hakan Şükür. Bu oyuncuları seyrederek daha iyi olmaya çalışıyorum.


Ibrahimoviç'i andırıyorsun aslında; boyun kaç?


1.95. Ibrahimoviç benzetmesini sık sık yapıyorlar. İnşallah onun gibi olurum.


Ailen futbolcu olmanı destekledi mi?


Destekledi elbette. Bende büyük emekleri var. Babamın çok katkısı vardır altyapı dönemlerinde. O dönemler zor günlerdi gerçekten. Bugün işimiz çok daha kolay altyapıya göre.


Genelde futbolcular evden kaçma hikâyeleriyle anılır. Senin başına öyle bir olay geldi mi?


Hayır, öyle bir şey olmadı. Ama futbolu okulla beraber götürmem konusunda büyük baskılar oldu.


Okulu veya futbolu bırakmayı düşündün mü?


Yok, yok. Okulda da başarılı bir öğrenciydim ve ikisini iyi idare ettim. Hiç problemli bir öğrenci değildim. Liseye giderken hedeflediğim yerdeyim şu anda.


Genellikle futbolcuların "Ben futbolcu oldum" dediği anlar vardır. Sen bu anı yaşadın mı?


Hayır, henüz öyle bir noktaya gelemedim. Hiçbir şeyin garantisi yok ki hayatımda. Ben bunu en iyi sakatlandığım zaman gördüm. Hedefim futbolla iyi yerlere gelmek. Bunu da bir gün başaracağıma inanıyorum.


Sakatlık sırasında futbolcu neler düşünür?


Bu tabii ki yaşadığınız sakatlığa bağlı ama ben kendi deneyimimi anlatayım. Stres kırığı yaşadım ve bu geçmeyebilen de bir sakatlık. Tekrarlama riski vardı. O sırada dünyadaki en olumsuz şeyleri düşündüm elbette. Ama bu sakatlık döneminde insanın kendisine verdiği moral de çok önemli. İlk birkaç günkü moral çöküntüsünün ardından kendimi toparladım ve geçeceğine inandım. Böyle üstesinden geldim. Aslında daha zor olacağına inanıyordum ama düşündüğümden daha kolay geçirdim toparlanma evresini.


Ümit Milli Takım Avrupa Şampiyonası Grup Elemeleri'nde oldukça iyi bir performans sergiliyor. Grupta ikide iki yapıldı. Ümit Milli Takım'ın durumu nedir?


Çok güzel bir takımımız var ve arkadaşlık üst düzeyde. Bu hırs ve uyum sahaya da yansıyor zaten. Bu sayede ben başarıya ulaşacağımızı düşünüyorum. İyi bir takımız ve her şey şu an iyi gidiyor. Geçen sefer son maçta finallere katılma şansını kaçırmıştık. Bu kez kesinlikle katılacağımızı düşünüyorum.


Arkadaşlarım beni hırslandırıyor


Şu an Ümit Milli Takım'dan takım arkadaşların A Milli Takım'ı zorluyor. Bu durum seni de motive ediyor mu A Milli Takım'a çıkmak için?


Elbette motive ediyor. Onları orada oynarken gördükçe bir gün o formayı giyebileceğime daha fazla inanıyorum. Bu da beni hırslandırıyor. Fatih Hoca görev verdiği takdirde elimden gelen her şeyi yaparım tabii ki.


Genellikle en üst liglerde mücadelenin alt liglere göre daha kolay olduğu konuşulur. Sen Turkcell Süper Lig'i televizyonda izliyorsundur. Bize TFF 2. Lig'deki mücadeleyi anlatabilir misin?


Süper Lig'de oynamış tecrübeli ağabeylerimizden bunu ben de çok duydum. Süper Lig'in daha kolay olduğunu, orada kendimi daha rahat gösterebileceğimi ve daha başarılı olabileceğimi onlar da söylüyor. Ama bunu yaşamak lazım. 2. Lig'de daha sert bir futbol oynanıyor. Çok daha az boş alan buluyorsunuz orada. Geçen sezon Fortis Türkiye Kupası'nda Süper Lig ekipleriyle oynadık ve başarılı sonuçlar elde ettik. Sakaryaspor ve Çaykur Rizespor'u yendik. Ankaragücü'ne çok şanssız kaybettik.


Kendini kamuoyuna gösterme sıkıntısı yaşıyor musun?


Hayır yaşamıyorum. Ben başarılı bir performans gösterdiğimde bunun ulaşması gereken yere ulaşacağını biliyorum. Ben kendimi biliyorum ve insanlar da beni biliyor. Gazetelerde ne yazılıp çizildiği çok da önemli değil. Çok şey yazıldı çizildi şu ana kadar ama ben kendim olduğum sürece istediğim hedeflere ulaşacağım.


Boş zamanlarında neler yapıyorsun?


Playstation oynuyoruz arkadaşlarla. Bilgisayarla uğraşıyorum. Gazete okuyorum. Bazen dışarı çıkıyorum.


Kendini İstanbul'a gelmeye hazır hissediyor musun?


Hissediyorum tabii ve gelmek de istiyorum. İçimde gerçekleşmesini beklediğim bir ukde bu.


Bir gün hayalinde Avrupa'ya gitmek var mı?


Var tabii. Hayallerimin en başında A Milli Takım'la birlikte o duruyor.


Gece gözünü kapattığında kendini nerede hayal ediyorsun?


İspanya veya İngiltere'de. İnşallah zamanı geldiğinde oralarda oynayacağım.

Jem Paul Karacan: "Milli maçı milli formayla izliyorum"




Türk baba ve İngiliz anneden Londra'da doğdu. Ay-yıldızlı formayı U17 Milli Takımı'nda giymeye başladı, bugün U19 Takımımızın önemli kozlarından biri. 14 yaşında Galatasaray'a geldi, beğenildi ve sözleşme yaptı ama yaşı küçük olduğu için Türkiye'de kalmayı göze alamadı. Premier Lig takımlarından Reading'in rezerv takımında oynuyor. Köklerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu söylüyor ve Milli Takım'ın maçlarını milli formaya giyerek izlediğini anlatıyor.

İlker Uğur

İngiltere Premier Ligi'nden bir oyuncu daha Türkiye Genç Milli Takımlarında. Seni aslında iki sene önce Antalya'da düzenlenen U17 Avrupa Şampiyonası'nda tanımıştık. İki sene geçti ve sen şu an U19 Milli Takımı'ndasın. Biraz kendinden bahsedebilir misin?


Türkiye Milli Takımı'na birkaç sene önce seçildim ilk kez. İlk maçımda Rusya karşısına çıktım. Bir hazırlık karşılaşmasıydı. Benim için önemliydi, çünkü Türkiye Milli Takımı forması giymek en büyük hayallerimden birisiydi. İngiltere'de doğmuş olmama rağmen köklerim Türkiye'de ve bu köklere sıkı sıkıya bağlı bir ailede yaşıyorum. U17 Avrupa Şampiyonası Elit Turu'nda mücadele ettik. Başarılı olamadık maalesef ama şimdi sırada U19 Avrupa Şampiyonası var. Oradaki hatalarından ders almış bir takımız.


Ailenden bahsedebilir misin?


Babam Aksaraylı. Annem Londralı bir İngiliz. Ben de Londra doğumluyum. Hayatım boyunca İngiltere'de yaşamama rağmen tatillerde hep Türkiye'ye gelirim. Kuşadası'nda bir yazlığımız var. 5 yaşından beri futbol oynuyorum.


Futbola nerede başladın?


İlk takımım Wimbledon'dı. Şu an adı MK Dons ve bu apayrı bir hikâye. 7 ile 14 yaşlarım arasında Wimbledon'daydım. 14 yaşımda Galatasaray'a geldim. Denendim ve Galatasaray benimle sözleşme imzaladı. Ama o yaşımda evden uzak olmak benim için biraz zordu ve çok gençtim. Ama oldukça iyi bir deneyimdi. Umarım yakın zamanda Türkiye'ye tekrar gelirim.


Galatasaray'la bu sözleşmen hâlâ devam ediyor mu?


Sanıyorum şimdiye kadar çoktan sona ermiştir. O zaman olgunlaşmamıştım ve okulla ilgili de çeşitli sorunlar olduğu için geri dönmüştüm. İnşallah buraya tekrar geri döneceğim.


Kazım'ı düşününce gözlerim parlıyor


Türkiye'ye gelen çeşitli oyuncular var. Mesela Kazım Kazım gibi. Bir de İngiltere'de oynayan ama Türkiye forması giyen Mustafa İzzet örneği var. Senin şu anda kariyerin için bir adım atman gerekiyor gibi gözüküyor. Bu adımı atacağın yer İngiltere mi Türkiye mi olacak?


Bu zor bir soru, çünkü Türkiye'deki ve İngiltere'deki sistemler oldukça farklı. İngiltere'de rezerv takım diye bir şey varken Türkiye'de PAF Takımı var. Reading'de geniş kadrodayım ama her hafta rezervlerle 90 dakika maç oynuyorum ve bu büyük bir tecrübe oluyor benim için. Şu an için şansımı İngiltere'de biraz daha zorlamak istiyorum. Kazım İngiltere'de her hafta oynayan bir oyuncuydu. Fenerbahçe'ye geldi. Brezilya maçında Milli Takım forması giydi ve kendimi öyle düşününce gerçekten gözlerim parlıyor. Bir gün Türkiye'nin büyük takımlarından birisinin formasını giymek istiyorum. Bunun ne zaman olacağını bilmiyorum ama umarım çabuk olur. Çok çalışmam lazım.


Kazım'la konuştuğumuzda İngiltere'de gençlere çok önem verilmediğinden yakınıyordu. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?


Bir yerde şans bulmak için çok çalışmak gerektiği doğru. Kazım söz konusu olduğunda ise İngiltere'nin en köklü takımlarından birisinde oynadı. Çalıştığınız, kendinizi futbola adadığınız zaman o şans elinize geçiyor.


Seni çeşitli dönemlerde savunmanın önünde, göbekte ve forvetin arkasında görebiliyoruz. Sen hangi pozisyonu tercih ediyorsun?


Ben en çok orta sahanın göbeğinde oynamaktan mutlu oluyorum. Mücadele ederek top kazanmayı çok seviyorum. Goller atmayı da çok seviyorum. Aslında oynadığım sürece mevki fark etmiyor, çok mutlu oluyorum. Geçen sezon sağ bek bile oynadım ve ondan da zevk aldım.


En çok Tugay'ı beğeniyorum

Arkadaşlarımla konuştuğumda Lampard'a olan fiziksel benzerliğinden söz etmiştim. Gerçekten çok andırıyorsun. Pozisyonunuz da aynı. Örnek aldığın başlıca futbolcu o herhalde.


Evet. Başkaları da bunu söylüyor. Kardeşim bir maçta yandan bir fotoğraf çekmiş, birebir kopyası gibi çıkmışım. Bir gün inşallah onun kadar iyi bir oyuncu olurum. Ama en beğendim mevkidaşım Tugay'dır. Onu izlemek büyük bir zevk. Türkiye'de çok iyi işler yaptı, hâlâ çok büyük bir oyuncu. Onu Galatasaray, Glasgow Rangers ve Blackburn'de izledim. Kardeşim Blackburn taraftarı, bense Tugay. Onunla beraber oturup izliyorum maçları. Emre de idollerimden birisi. Onunla birkaç hafta önce maç öncesi konuşma fırsatım oldu.


Beğendiğin İngiliz oyuncu var mı?


Yok hayır. Benim en favori oyuncum bir Türk (Gülüyor). Lampard ve Gerrard var elbette. Yadsıyamayacağınız yetenekler bunlar.


U17 Avrupa Şampiyonası'nda ailen de Antalya'daydı. Seni her yerde izliyorlar mı?


Her yere geliyorlar benimle. Çok küçük yaşımdan beri tüm deplasman maçlarımı izlemeye gelirler. Wimbledon evimize bir saat uzaklıktaydı ve annem beni her antrenmana arabayla götürürdü. Yetişmemde büyük payı vardır. Bulgaristan'a da geldiler. Kamp süresince Türkiye'deydiler. Ailenin desteği çok önemli futbolcu olurken. Ben bunu fazlasıyla hissettim. Örneğin Genç Milli Takımlara ilk geldiğimde onları arar, bana yeni kelimeler öğretmelerini isterdim. O yönden de çok yardımcı oldular. Onları çok seviyorum.


Milli Takım'daki oyuncularla aran nasıl?


İlk başta çok zordu elbette. Dili bilmiyorum. Ama zamanla iyi oldu. Bazı oyuncuların biraz İngilizcesi de var ve bu da bana çok yardımcı oldu.


Reading'in geniş kadrosundasın ama henüz maça çıkmadın Premier Lig'de.


Profesyonel sözleşmeye Temmuz'da imza attım. 40 numaralı forma benim. Üç senelik bir kontrata imza atarak Premier Lig'de oynayan bir takımın oyuncusu olmak rüyanın gerçek olması adeta. Bu sene mücadele edip birkaç maçta oynamak istiyorum. Olmazsa önümde iki sezon daha var. Kiralık olarak başka kulüplere gitme ihtimalim de her zaman var. Bu işi başaracağımdan eminim.


Galatasaray'a gelişin nasıl olmuştu?


İnternette geziniyordum. Galatasaray sitesini açtım ve bir baktım seçmeler var. Wimbledon'daydım ve MK Dons olayı nedeniyle çeşitli belirsizlikler vardı. Babama gidip "Nasılmış görmek istiyorum" dedim. Atladım uçağa geldim. Bir maçta oynadım. Sonra aradılar, tekrar geldim ve birkaç antrenmana çıktım. Ondan sonra sözleşme önerdiler. Galatasaray çok büyük bir takım ve buraya gelip onlarla çalışmak benim için büyük bir onurdu. Ama ben ve ailem için en doğru zamanlama değildi.


Bu röportajın ardından Türkiye'ye gelişin hızlanacak galiba. Galatasaray'ı tutuyorsun sanırım ve 2000'deki finali de izlemişsindir.


Evet. Babam o gün stattaydı. Biz de evde izledik. Örneğin Türkiye ne zaman bir takımla oynasa benim Milli Takım formam hep üzerimdedir.


Boş zamanlarında neler yapıyorsun?


Reading'de oturuyorum. Bir havuzumuz, bilardo masamız filan var. Orada rahatlamayı seviyorum. Arkadaşlarla Pro Evolution Soccer oynuyoruz. Sürekli sinemaya gidiyorum. Vizyona giren tüm filmleri izlerim. Ama en önemli şey dinlenmek. Futbol birkaç saatlik bir iş değil. Yedi gün, 24 saat içinde olmalısınız. Tüm hayatınızı futbola adamalısınız. Düzgün yemeli, düzgün içmelisiniz.


Burada olmaktan mutlu musun?


Evet. İlk birkaç gün zorlanıyorum ama sonra alışıyorum. İyi arkadaşlarım var burada. Teknik ekip yardımcı oluyor sürekli. Hiç yabancılık çekmediğim bir yer diyebilirim.

Saturday, October 27, 2007

İmparator Olmayı Kolay mı Sandın?

Hakkında yazı yazmayı en çok istediğim Türk futbol karakteri hep Fatih Terim olmuştur. Bu büyük tiyatro sahnesinin renksiz, özelliksiz oyuncu çoğunluğunun içinde farklılığını açıkça belli eden “personası” onu net bir şekilde diğerlerinden çok ayrı bir yere taşımıştır. Ve dün itibariyle bu büyük oyuncunun, bu hakkında tartışmalar bitmez karakterin belki de son perdesi inerken bir kez daha yazmaya çalışayım kendisini. Yine de baştan söylemeli en son deneceği; Fatih Terim için istifa seslerinin yükseleceği yer Ali Sami Yen, hadise bir milli maç olmamalıydı. Ve daha acısı, kendi tercihleri olmasaydı bu asla ol(a)mazdı…

Onun yönetiminde şu başarılar kazanıldı, şu sayıda kupa kazanıldı, Uefa kupası bu ülkeye geldi diye sıralamanın ne anlamı var ne de kimseye faydası. Bunları hor gördüğümüzden, unuttuğumuzdan ya da yok saydığımızdan da değil bu üstelik, tam tersine futbol konusunda hastalıklı bir hassasiyeti olan bu ülkenin bu spora teğet geçmiş her ferdinin aklına, yüreğine kazındığından gerek yok malumu ilan etmeye. Belki de hoca bunu anlamak istemedi tekrar bu topraklara döndüğünde, karşısındaki herkes onu sevmese de takdir ediyordu ama onun istediği bunun her fırsatta kendisine hatırlatılmasıydı. Bu olmadıkça kendi hatırlattı, sinirlendi. Kendi hatırlattıkça “böbürlenme padişahım senden büyük Allah var” mekanizması harekete geçti. Anlattıkları doğru olabilirdi ve doğruydu amma velakin zaten biliyorduk. Moda deyişle piyasa bunları fiyatlamıştı. Ve Fatih Terim markasının değeri siyasetçisi, sanatçısı, velhasılı kelam bütün meşhurların yarıştığı markalar liginde en yükseğe çıkmıştı ve en yüksekten sonra gidilecek tek yer aşağısıydı. Kaçınılmaz düşüşün yumuşak bir iniş mi yoksa serbest düşüş mü olacağını belirlemek Terim’in inisiyatifindeydi ama İmparator kendi görkemine yakışır bir perdeden konuşmaya devam ediyordu: Ben ders almam, ders veririm.



Biz millet olarak hep güçlü adamları sevdik. Birer senaryo kahramanı olsalar bile üstelik. “Bak bu toprakları görüyor musun? Altındakiler de üstündekiler de benim” diyen Seymen Ağa üzerine ciddi ciddi yazılar yazılırken belirli bir süre gördüğümüz her sarı-kırmızı şeyin sahibi adama imrenmemek mümkün müydü? Bir dönem Lloyd Daniels’ı, Orhun Ene’yi transfer ederek iddialı bir takım kuran basketbol şubesi paraya sıkışınca Terim yardım ediyor, Sergen bara gittiğinde hesabını ödenmiş buluyor, bir yandan da hocasının gücü hakkında fikir sahibi oluyordu. Takımın artık Türkiye’de yapacak bir şeyi kalmadığında “alınacak çok kupa var bu sene” tezahüratlarına rağmen hoca kendine en çok uyacak şehrin ve ülkenin yolunu tuttuğunda ondan etkilenenin yalnızca bizler olmadığını görecektik. Ne de olsa en çok İtalyanlara benzetirdik kendimizi…



İtalya’ya gittiğinde Fiorentina tribünlerine yumruk şovu öğretmesi üzün sürmedi. Siyah deri eldivenleriyle reklam panolarının üstünden atlayıp seyircileri gezerken bizler de zafer turu atıyorduk. Takım istikrarlı sonuçlar alamasa da göze çok hoş gelen bir futbol oynuyor, Rui Costa gözümüze dünyanın en iyi futbolcusu gibi gelmeye başlıyordu. Derken takımın egosantrik başkanıyla arada bir takım gerginlikler olduğu konuşulmaya başlandı. İlgi odağının kendisinden başkası olmasına dayanamayan Gori, Terim’le yollarını ayırdı. Hayırlı da oldu; Fatih Terim’in yeni kulübü Milan’dı, inanmak zordu ama öyleydi.



O noktadan sonra Fatih Terim fenomenin geldiği noktayı tarif etmek zor; takımdan bahsederken “Nuno ve Rui’yle konuştum, gelmeyi istiyorlar”, “Paolo takımın önemli bir parçası”, “Sheva hücumda en önemli silahımız” gibi cümleleri Türkçe duyuyorduk ve kulaklarımıza inanabiliyorduk. İhsan Topaloğlu, her pazartesi hocayla haftanın analizini yapıyor, Terim bir yandan kılık kıyafeti, bir yandan da hal hareketleri ile her hafta daha da İtalyanlaşıyordu. Basında ya da magazinde Terim’le görüşebilmek, onunla arkadaş gibi olabilmek prestij kaynağıydı ve her hafta onunla röportaj yapma ayrıcalığına sahip Topaloğlu’nda hava bin beş yüzdü. ( Bu arada kendisi şu anda ne yapmaktadır, bilen varsa lütfen beni de aydınlatsın)



Hikayenin daha sonrası kısaca “geçmiş zaman olur ki hayali cihana değer” şeklinde özetlenebilir. Terim standartlarına göre başarısız bir Galatasaray macerası ve içinde bulunduğumuz Milli Takım serüveni. Tarihinin en önemli ilklerini yaşattığı bu takımlara gelmesi ona ne katabilirdi? Nitekim katamadı. Katamadığı gibi İsviçre maçı gibi, Belözoğlu olayı gibi, son gerginlikler gibi olaylar yaşandı ve ilişkiler tamiri son derece zor şekilde zedelendi. Nihayetinde dün en büyük başarılarını yaşadığı statta, kendisi çok net duymadığını söylese de- istifa sesleri yükseldi.



Bana kalırsa bu iki başarısızlıkta da Terim son derece zor durumda olan ve bundan kurtuluşu onda arayan başkanların kurbanı oldu. Egosunun büyüklüğü, içine girdiği duruma –şartları kendisi oluşturmamış olsa da- tek hakim olmasını gerektirdi. Bunun sonucu olarak da yaşanılan başarısızlıkların tek sorumlusu o oldu, o gösterildi. Gelinen noktada dönüşü olmayan bir yola girildi ve bu yolun sonu muhtemelen Terim’in istifası olacak. Daha önemlisi kariyerinin bundan sonraki durumunun ne olacağı. Türkiye ligi ve milli takımın artık bir seçenek olmadığı ortadayken İmparator kendini yeniden ispatlamaya çalışacak. Ve ne yazık ki son deneyim gösterdi ki, başka hiçbir şey olmasa da, yaptığı onca şeyin ardından kendini sorgulanabilir bir noktada bulmak Fatih Terim’in kriptoniti.



Peki bizler nasıl hatırlayacağız bu macerayı? Şüphesiz bir kısmımız zaten sevmediği bu adamın başarısızlığından memnun olacak, önceki başarıları da motivasyonun sihriyle açıklamaya çalışacak. Oysa tarihinde sadece iki Avrupa Şampiyonasına katılmış bir ülkenin turnuvaya katılmama ihtimali karşısında bu derece hayal kırıklığı yaşayacak seviyeye gelmesinde bu adamın katkısı yok mu? Hatırbilmezliğin bu kadarı devrik bir İmparatora bile çok değil mi?
 
eXTReMe Tracker