Saturday, December 01, 2018

Çağlar Söyüncü: "BAL'da piştim"

Futbolcu fabrikası Altınordu'da yetişip A Millî Takımımızın formasını giydikten sonra Bundesliga'da Freiburg'da oynadı, ardından da İngiltere'nin sürpriz takımı Leicester'a rekor bir transfer yaptı. Çabukluğu, soğukkanlılığı, dinamizmi ve hücuma verdiği destekle basamakları çabuk tırmanan genç stoper, başarısının sırrını Bölgesel Amatör Lig'de yaşadığı iki yıllık tecrübeye bağlıyor ve "Ezilmeyi de gördüm, galibiyetin hazzını da yaşadım. Orada kafa olarak ayakta durabilmek herkesin harcı değildir. Benim için iyi bir okuldu" diye konuşuyor.



Futbola Menemen Belediyespor'da başladın, Premier Lig'de Leicester City formasını giyiyorsun. Geriye dönüp baktığın zaman bugünlere ulaşabileceğini hayal ediyor muydun?

Futbola çok küçük yaşlarda başladığımda, aklımda sadece bulunduğum kulübün A takımında oynamak vardı. Tabiî hocalarımın tavsiyeleriyle bir yerlere gelmeye başladıktan sonra hedefler de büyüdü. Bucaspor'a gittiğimde hedefim A takıma çıkmaktı. Bucaspor'dan ayrılıp Altınordu'ya geçtiğimde de hedefim A takımda oynamaktı. A takıma çıkınca hedefimi daha büyük bir takıma gidebilmek ve en önemlisi A Millî Takım'da oynamak olarak belirledim. A Millî Takım'da oynayabilmek her futbolcuya nasip olmuyor. Çok şükür, bana nasip oldu. Takımlar değişir, hocalar değişir, bizler değişiriz ama Millî Takım her zaman bâkîdir. Sonra Bundesliga'ya gittim; orada da hedefimi yüksek tuttum. Aslında gittiğim her yerde aynı şeyi yapıyorum. Bulunduğum yerle yetinmemeye çalışıyorum.

Altınordu'nun tüm Türkiye'ye örnek olması gereken harika bir sistemi var. Sen de Cengiz Ünder'le birlikte bu sistemin en değerli ürünlerinden birisin. Altınordu gelecek zamanlarda Türk futbolu için neler yapacak; nasıl hizmet edecek?

Başkanımız Seyit Mehmet Özkan ve hocalarımızın bir planı var. Tamamen kendi altyapımızdan yerli oyuncularla oynamak istiyorlar. Bunu gerçekleştirdiği zaman, kardeşlerimiz A takıma ulaştıkları zaman ilk plan tamamlanmış olacak. Ondan sonraki hedefleri şampiyonluk; sonra Süper Lig olacak. Sistemi bildiğimden, bunun için biraz daha zamanları var diye düşünüyorum. Çünkü tamamen altyapıdan 11 oyuncu oynatmak çok zor bir iş. Çok tecrübeli oyuncular da var ama Altınordu gençler için çok büyük bir fırsat.

Çok genç yaşta Freiburg'a transfer oldun. TFF 1. Lig'den A Millî Takım'a yükselip Bundesliga'ya transfer olarak gerçekten büyük bir işi başardın. Bu transfer nasıl gerçekleşti?

Freiburg'daki hocam Christian Streich beni transfer etmeden önce oynadığım bütün maçları analiz etmiş. İmza atmadan önce Almanya'ya gittiğimde bana da izletti. Çok şaşırdım. Genç Millî Takım'la Almanya turnuvası vardı. Sanırım beni orada görüyorlar. Altınordu'yu araştırdıklarında Türkiye'nin en iyi altyapısına sahip takımı olduğunu anlıyorlar. Bunun için dikkatlerini çekiyorum. O zamanlar Altınordu'da oynarken büyük takımlardan da teklif geliyordu. Fatih Terim hocam da beni Altınordu'dan A Millî Takım'a çağırmıştı. Bu da büyük bir şanstı benim için… İzmir'den uzun yıllar sonra A Millî Takım'a giden oyuncuydum. Sanıyorum son oyuncu, ben doğduğum zaman gitmiş. Fatih Tekke o zaman Altay'da oynarken 1997-1998 sezonunda A Millî Takım'a çağrılmış. Kariyerim sürpriz olarak ilerlemişti ama bir noktadan sonra kendime inanmıştım. Çocukluk dönemini geçtikten ve kendimi bilmeye başladıktan itibaren hedefler koymuştum. Bir genç oyuncu için bence en önemlisi bu zaten… Tabiî ki hayal kurmak güzel ama çok da uçmamak lâzım… Kendini ne iyi göreceksin ne de kötü. Kendin hakkında her zaman doğru değerlendirmeler yapmaya çalışacaksın.

Bundesliga'da iki sezon forma giydin ve 55 maça çıktın. Uyum sorunu yaşamadan bu kadar istikrarlı oynamandaki en büyük etken neydi?

Freiburg'da o dönem A millî takımlarda forma giyen oyuncu yoktu. Genç millîler vardı ama A millî seviyesinde herhalde bir tek ben vardım. Bunun da takımda hemen ve sürekli şans bulmamda etkisi oldu. Tabiî teknik direktörümüz de bana çok destek verdi. İlk sezonumda çok net iki-üç hata yapmama rağmen bana şans vermeyi sürdürdü. Her zaman istatistiklere bakıyordu. "Hata yapmış olabilirsin ama istatistikler de çok önemlidir" diyordu. Sonrasında net hatalarımdan kurtuldum ve bu sayede iki sezon istikrarlı bir biçimde oynadım.

Süper Lig tecrübesi yaşamadan Bundesliga'ya gittin. Türkiye'den sonra Almanya'yı nasıl buldun? Ülkemizle Almanya arasında ne gibi farklar var?

Zor bir soru… Çünkü ben hiç Süper Lig'de oynamadığım için atmosfer nasıldır, maçlar nasıl geçer hiçbir yorum yapamıyorum. Türkiye şartlarıyla değerlendirirsek objektif de bakarsak Almanya'da futbol biraz daha ileride. Kalite konusunda biraz fark var. Her takımın kendisine göre yeterli olan bütçesi ve sürekli destek veren bir taraftar kitlesi var. Her takım maçlarını dolu tribünlere karşı oynuyor. Bu durum bir futbolcu için çok önemli. Çünkü taraftarın saha içine etkisi çok büyük. Bir de herkesin bildiği gibi disiplinliler tabiî ki… İş ahlâkları çok yüksek. Mesela gece 01.00'de maçtan dönüyor, sabah 08.00'de rejenerasyon idmanına çıkıyorduk.

Freiburg ile ilk sezonunda UEFA Avrupa Ligi'nde ön eleme oynadınız. İkinci sezonunda ise düşmekten neredeyse son anda kurtuldunuz. Ancak buna rağmen Premier Lig'e transferin gerçekleşti. Leicester City'ye transferini anlatır mısın?

Aslında Freiburg'daki ikinci sezonumda 10 maçlık bir yenilmezlik serisi yakalamıştık. Ligin ikinci devresiydi. Ancak yenilmediğimiz o maçların büyük bölümünde berabere kalarak puan kayıpları yaşadık. Büyük liglerde ligde kalıp kalamayacağınız kolay kesinleşmiyor. Son anda her şey değişebiliyor. İki-üç hafta puan alamayınca biraz stres yaşadık. Ama yine de ligde kalmayı başardık. Premier Lig'e transferim de yine çok araştırılarak gerçekleşti. Leicester City'nin yetkili isimleri Bundesliga'daki her maçımı canlı olarak izlemiş. Önce scout ekipleri gelmişti. Onlar memnun kaldıktan sonra hocalar, sportif direktör gelmeye başladı. Sonrasında bizimle görüştüler. Transferim böyle gerçekleşti.

Bundesliga tecrübesi futboluna ve oyuna bakışına neler kattı?

Bundesliga'da mücadele ruhu çok yüksek. Kaliteli oyuncular ve takımlar var. 90 dakika boyunca mücadele bitmiyor. Her an, her şey olabiliyor. Onun yanında bana iyi bir tecrübe kattığını düşünüyorum. Çok iyi maçlarım da oldu. Büyük bir ligde oynama tecrübesi edindim. En önemlisi buydu.

Seninle beraber futbola başlayan birçok arkadaşın bugün futbolcu olamadı. Seni diğer arkadaşlarından farklı kılan ve bugünlere gelmeni sağlayan özelliklerin nelerdi?

Çok değil, dört-beş sene önce BAL'da (Bölgesel Amatör Lig) oynuyordum. Seyit Mehmet Özkan Başkanımla bir değerlendirme yapıp maç eksiğimi kapatmak için Altınordu'nun BAL'daki pilot takımı Aliağaspor'a gitmiştim. Çok yetenekli ve benden daha önce çıkan oyuncular vardı ama o takımda sadece iki kişi oynuyordu. Bazı arkadaşlarım, "BAL'da mı oynayacağım?" deyip bırakmıştı kulübü. Benim için enteresan bir durum çıkmıştı ortaya. Çünkü Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş'a giden arkadaşlarım vardı. Benim de önümde iki seçenek duruyordu; BAL Ligi mi, Süper Lig takımlarının altyapısı mı? Zor bir karardı. Duygusal davrandım ve başkanımıza, hocamıza olan sevgimden dolayı BAL'a gittim. İyi ki böyle davranmışım. Cengiz ve ben devam ettik. İki sezon BAL'da oynadım. Süper Lig tecrübesine sahip oyuncular da vardı orada. Ezilmeyi de gördüm, galibiyetin hazzını da yaşadım. Benim için çok iyi bir okul oldu. Dediğim gibi herkes bunu kaldıramadı. BAL'ı futbol olarak herkes kaldırır ama kafa olarak ayakta durabilmek herkesin harcı değildir. Gittiğimiz deplasmanlarda çıktığımız maçlar da çok zordu. İki bin polis, beş bin taraftar var. Siz düşünün… Karşı takım da tecrübeli. Benim için çok iyi olmuştu. BAL'da piştim yani. İlk sene tecrübeli ağabeyler vardı; ikinci sene takım biraz daha gençleşti. Seyit Mehmet Özkan'a, üstümde emeği olan hocalarıma çok saygım var. Hepsiyle halen görüşüyorum. Çok güzel günlerdi.

Röportaj yaptığımız tarih itibarıyla Premier Lig'in ilk 12 haftasında Leicester formasını iki kez giyebildin. Forma şansı bu kadar az bulmanın sebepleri neler?

Leicester'a transferin son günü imza attım. O sırada Premier Lig'de üçüncü hafta geride kalmıştı. Almanya'da bir sakatlık yaşamış ve İngiltere'yi bir aylık antrenman eksikliğiyle gitmiştim. Üç hafta fizyoterapistle çalıştıktan sonra yavaş yavaş takım antrenmanlarına katılmaya başladım. Bu süreçte kendi isteğimle A2 takımında üç maça çıktım. Çünkü maç temposu kazanmalıydım. Aynı zamanda A Millî Takım'da oynuyordum. Hocalarımla konuştum ve A2 takımında oynamak istediğimi söyledim. Rekor transferle gittiğiniz kulüpte, A2 takımında oynuyorsunuz... Kendimi hazır tutmak için bunu yapmak zorundaydım. Yeni bir takıma gidiyorsunuz, orada oturmuş bir düzen ve o düzenin parçası olan eski oyuncular var. Buna saygı duyuyorum. Çok çalışarak şansımın gelmesini bekliyorum.

Çok akılcı bir karar olmuş.

Tamamen kendi isteğimle bu kararı aldım. Oradaki genç arkadaşlar da şaşırıyordu. A takımda düzen kurmamışken A2'de oynamak ilginç geldi herkese… A2'de maçlara kendi arabanla gidiyorsun. Çok uğraşmalı işler. Ama gittim işte… Sıkıntı yoktu benim için.

Teknik direktör Claude Puel ile nasıl bir ilişkin var? 

Hocam bana çok destek oldu. Bunları konuştuk aslında. Geç geldiğimi, sakatlıktan yeni çıktığımı söyledi. Bugüne kadar benim için ağzından olumsuz tek kelime çıkmadı. Ben de elimden gelen her şeyi en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Çünkü Millî Takım oyuncusuyum. Ülkemi temsil ediyorum. İngiltere'de Cenk ağabeyle ben varım. Onun için hiçbir zaman olumsuz bakmıyorum. Elimden geldiği sürece insanları mahcup etmemeye çalışıyorum.

Ekim ayında çok kötü bir olay yaşadınız. West Ham maçından hemen sonra takımın sahibi Vichai Srivaddhanaprabha, geçirdiği helikopter kazası sebebiyle yanındaki dört kişiyle birlikte hayatını kaybetti. Bu acı olay takımı nasıl etkiledi?

Oynadığım ilk maçımdı maalesef… Bu acı hadise sadece takımı değil, bütün şehri kökten etkiledi. Milyarder başkanlar genelde maçlara ya da takımın yanına sık sık gelmez. Diğer takımların başkanlarını futbolcular çok görmüyor. Senede belki bir kere… Bense başkanımızı sezon başından beri dört-beş kez görmüştüm. Çoğu maça geliyordu. Gerçekten çok iyi bir insandı. "Bu kadar kısa sürede ne kadar tanıyabilirsin?" dersiniz ama yaptığı hareketlerden ve davranışlardan çok iyi bir insan olduğunu anlayabiliyorsunuz. Gönlü çok güzel bir insandı. Sadece kulübe değil, şehre de çok yardımı dokunuyordu. Onunla uzun yıllardır çalışanlar var takımda… Onlar için daha da zor. 8-10 yıl çalışıp kaybetmek çok üzücü… Ama hayat devam ediyor. Geride kalanlara Allah sabır versin.

Genç yaşına rağmen cesur ve kararlı adımlar atan, istikrarlı bir oyuncusun. Kariyerinin bundan sonraki planlamasını nasıl yapıyorsun?

İlk hedefim oynayabilmek… Hiçbir zaman isimlere ya da şöhrete aldırmıyorum. Zamanı gelince her şey olur. Millî Takım oyuncusuyum. Benim için en değerlisi ülkem için futbol oynayabilmek; burada devam edebilmek. Ülkemi en iyi yerlerde temsil etmek istiyorum. İlk önce Leicester'da devam etmem gerekiyor. Oynadıkça hedeflere ulaşacağım. Uzun vadeli planlar yapan birisi değilim. Hayat bu. Her şey olabilir. O hafta hangi takımla oynuyorsak, o maçın planını yaparım. Çok uzun vadeli planlar yaptığın zaman tutmayınca etkilenebiliyorsun. Yurt dışında oynuyorsun. Tek başınasın. Ailen yok. Arkadaşların yok. Üç senedir Avrupa'dayım ama yine yalnızım. Çünkü ailem yok. Vize sorunları nedeniyle yanıma gelemiyorlar. Onun için daha kısa hedeflerim var. Hafta hafta bakıyorum. O haftaki rakip kimse onların hücum oyuncularına odaklanıyorum. Gece yattığım zaman tabiî ki kafamdan uzun vadeli planlar geçiyor ama bunun için kalpten oynamak daha iyi bence.

Belirli bir süre Premier Lig'de devam edeceksin değil mi? 

Evet, imkân olduğu sürece devam etmek isterim. Kabul etmeliyiz ki Premier Lig, en iyi liglerden birisi… Nasıl söyleyeyim; yaşamadan anlatılmaz. Duygularımı ifade edemiyorum şu an… Futbol daha hızlı oynanıyor. Atmosfer çok değişik. Taç atmaya gidiyorsun, taraftar hemen arkanda. Korner atmaya gidiyorsun, taraftar seni motive ediyor. Onlarla uzaklığın kol mesafesinde. Dokunabiliyorsun. Yanlışlıkla çarpabiliyorsun. Bunlar çok etkileyici. A2 takımında oynarken bile 3 bin seyircimiz vardı.

U18'den bu yana Millî Takımlarda görev yapan bir oyuncu olarak ay-yıldızlı formayı giymenin ayrıcalıklarını nasıl anlatırsın?

Millî Takım'a TFF 1. Lig'den geldim… Millî Takım'ın kariyerimde çok büyük etkisi var. Şan, şöhret değil ama futbol anlamında çok etkisi var. Burada çok tecrübeli insanlarla çalıştım. Fatih Hoca da Lucescu da çok tecrübeli teknik adamlar. Millî Takım oyuncusuyum ve herkes gibi sürekli burada olabilmeyi çok istiyorum. Adımlarımı da ona göre atıyorum. İnşallah bundan sonraki kulüp transferlerimde de önceliğim oynayabileceğim takımlar olacak.

Önümüzde 2020 Avrupa Şampiyonası var. Hırvatistan gibi bir ülkenin neler başardığını hepimiz gördük. Türk oyuncuların da kaliteleri, yetenekleri gerçekten dünya çapında. 2020 Avrupa Şampiyonası hakkında sen neler düşünüyorsun? Sence orada olabilecek miyiz?

2020'ye çok gitmek istiyoruz. Yeni bir jenerasyon geliyor. Benim jenerasyonum geliyor. Şu an için zamana ihtiyacımız var. Çok tecrübeli rakiplerimiz var. En az 5-6 yıldır beraber oynuyorlar. Şu an mesela Cengiz, Roma'nın sempatik yüzü oldu. En sevilen oyuncu… Cenk ağabey, Enes, Okay, Hakan… Birçok arkadaşımız var. Burada yeni bir jenerasyon olduğumuzdan dolayı birlikte oynamamız lâzım. Burada iki idman yapıp, maça çıkıyoruz. Birlikte olamıyoruz fazla. Gençlere zaman lâzım. Hocamız doğru söylüyor; birlikte oynamak çok önemli. Takım halinde hareket edemezseniz en fazla 1 maç kurtarabilirsiniz. Bu bağlamda Avrupa Şampiyonası çok önemli. Jenerasyon 1 ay bir arada kalacak… Hedeflerimiz bütün turnuvalara gitmek. Ülkemizin, taraftarımızın buna ihtiyacı var. Taraftarımızdan Allah razı olsun. Bizi her maç destekliyorlar. Türkiye'nin her yerinde bizi destekliyorlar. Millî Takım çok seviliyor. Eleştiriler de oluyor. Ama futbol bu… Bunlar da işin içinde var. Biz saygı duymak zorundayız.

Mircea Lucescu, genç oyuncularla çalışmayı seven bir teknik adam ve Millî Takım'da da büyük bir gençleştirme hamlesine imza attı. Yeni oyun sistemi hakkında sen neler düşünüyorsun?

Bugün genç oyuncuyum ama sonuçta ben de buradan geçip gideceğim. Millî Takım ise kalıcı. Lucescu Hocamız eski dönemin sonlarına doğru geldi ve yeni bir sayfa açtı. O sayfada da bizim jenerasyonumuz var. Ben kendimi çok şanslı görüyoruz. Çünkü Fatih Hoca gibi, Lucescu gibi büyük hocalarla çalışıyorum.

Çalıştığın diğer teknik adamlarla kıyasladığında Lucescu'nun en ayırt edici özellikleri neler? Kendisiyle nasıl bir iletişimin var?

Lucescu Hocamız gençlere çok inanıyor. Her maçımızı izliyor. Öyle bir enerjisi var. Maçlardan sonra direkt arıyor. Şaşırıyorsun o aradığı zaman… Çünkü herkesin aynı gün maçı var. Ama hoca hepsini izliyor. İzleyemediğini izlettiriyor. Analizler yapıyor. Bizleri buraya davet ediyor. Genç oyuncu için en önemlisi güven. Sizlere güvendiler mi bu çok önemli. O güven geldiği zaman iyi oynamaya başlıyorsunuz.

Dil konusunda ne durumdasın? Özel bir eğitim alıyor musun?

Almancayı çok iyi öğrendim. Takımda Almanca bilen arkadaşlarla rahat iletişim kurabiliyorum. Muhabbetimiz güzel. İngilizceyi de yavaş yavaş öğreniyorum. Şakalaşmalarla birlikte takımın içine de daha iyi giriyorum. İngilizce hocam var ve ders alıyorum. Ayrıca Türkiye'de açıktan üniversiteye de devam ediyorum.

Almanya ve İngiltere ile Türkiye arasında kulüp-oyuncu, yönetici-oyuncu, taraftar-oyuncu, medya-oyuncu ilişkileri açısından nasıl farklar var?

Almanya'da bir yorumcu olsun, yönetici olsun hepsi futbolun içinden gelme kişiler. Bayern Münih'te mesela eski oyuncular çalışıyor. Futbolu bilenler çalıştığı için de başarılı oluyorlar. Sistemli oluyorlar. İngiltere'de herkesin size saygısı var ve bu saygı değişmiyor. Avrupa'da, "Bir maç kötü oynarsam taraftar bana ne der?" diye düşünmüyoruz. Kendi evimizde 3-1 yenildik; taraftar bizi alkışladı. Arabam stadın 50-100 metre dışındaydı. Gidene kadar 30 kişi fotoğraf çektirdi. İnsanlar sahada gördüğü mücadeleyi destekliyor. Sonuçta futbol bu... Ya yeneceksin ya yenileceksin. Her zaman yeneceksin diye bir şey yok. Oyundaki karakterini gördükleri için sana saygı duyuyorlar. Sonuçlar önemli olmayabiliyor. Skor ne olursa olsun, mücadeleni görüyorlarsa seni seviyorlar.

Kendine örnek aldığın oyuncular kimler ve hangi özelliklerini örnek alıyorsun?

Örnek aldığım pek çok oyuncu var. Kendi ligimizde oynayan, tanınmamış olsa bile iyi olan oyuncuları da örnek alabiliyorum. "İlla bunun gibi olacağım" dersiniz, olamazsınız. Herkes farklıdır. Herkesin bir oyun stili, karakter yapısı var. En önemli stoperlerden birisi Sergio Ramos diyelim… Ama sadece ondan değil, izlediğim her oyuncudan olumlu bir şeyler almayı seçiyorum.

Kendinde eksik gördüğün yönler neler ve bu eksikleri gidermek için neler yapıyorsun?

Stoper çok zor bir mevki… Belirli bir süre oynadıkça olgunlaşabiliyorsunuz. Pürdikkat istiyor. Dört dörtlük değilim. Hatalarım var. Bunun için sürekli hocalarımla konuşmaya çalışıyorum. "Nerede hatalarım var? Nasıl daha iyi olabilirim?" diye soruyorum. 35 yaşındaki adam bile hata yapabiliyor. Futbol hata oyunu zaten. Hataları en aza indirebilmek istiyoruz.

İngiltere'de nasıl bir hayatın var?

Günlerim iyi geçiyor. İlk zamanlar değişikti. Her şey ters çünkü… Araba olsun, hava olsun ters. Sürekli yağmur var. Alışık değiliz. Almanya çok soğuktu. Ama arada değişiyordu. İngiltere'de ise hava hep kapalı. Türk oyuncuların yurt dışındaki en büyük sorunu yemekler. Alışılması çok zor bir şey yemek. Herkesin kültürü çok farklı. İlk önce bunlara alışmaya çalışıyordum. Almanya'ya ilk gittiğimde kendime yemek programı çıkardım. Takımla olduğum zamanlar çok yiyemiyordum. Yağlı, yağsız derken bana uymuyordu. Sosları farklı. Her şeyleri farklı… Çoğu kamp yemeğinde yemek yemeden çıkmışımdır. Çünkü her yerin kendine ait kültürü farklı. Maçtan bir gün öncesini sebzeyle geçirmeye çalışıyordum.

İngiltere'de araba kullanıyor musun?

Evet, evet alıştım. Ama tabiî zor oldu. İlk zamanlar çok kafa kafaya geldiğim oldu. Biz sağdan dönüyoruz, onlar soldan dönüyor. Değişik tabiî. Almanya'dan arabamı da getirdim. Direksiyonum solda.

E daha zor değil mi?

Biz zoru seviyoruz (gülüyor).

Boş zamanlarını nasıl değerlendiriyorsun?

İlk önce kaldığım şehri öğrenmeye çalışıyorum. Gezilecek yerler nereler; nerelerde güzel yemekler var, öğrenmeye çalışıyorum. Restoranlara gidiyorum. Ama idmanlar ağır olduğundan, genelde evde dinleniyorum. Kitap okumak ve film izlemekten başka yapacak fazla bir şey yok. Çünkü tek başınızasınız. Aileniz, arkadaşlarınız yanınızda olmadığı için yapacak çok fazla bir şey kalmıyor.

Cenk Tosun'la bir araya gelebildiniz mi?

Evet geliyoruz. En son geçen kamp beraber uçmuştuk. Cenk ağabeye ayrı bir parantez açmak isterim. Gittiğimden beri bana çok yardımcı oldu. Zoru başardı. Gittiğinden beri iyi işler yapıyor. İngiltere'de ismi olan bir oyuncu. Leicester'da rakip analizi yaparken, sürekli Cenk ağabeyin üzerinde durduk. Bu durumdan gurur duydum. Çok keyif verici bir şeydi…

Friday, June 22, 2018

Tarkan Serbest: "Millî Takım hedefimi üç yıl önce yazmıştım"

Bundan üç yıl önce sosyal medya hesabından "Hedef 2018" yazıp yanına Türk bayrağı koyarak yaptığı paylaşımı bugün gerçeğe çeviren 24 yaşındaki ön libero, İran maçında ay-yıldızlı formayla tanıştı. Bu formayı giyebilmek için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçip Avusturya vatandaşlığından çıkartılmayı göze alan genç ön libero, "Ailemle görüntülü konuşurken üzerimde ay-yıldızı gördüklerinde duygulandılar. Buraya iki haftalığına tatile gelmedim. Kalıcı olmak istiyorum" diyor.



Millî Takımımızda ilk kez yer alıyorsun ve Türk kamuoyunun yakından bildiği bir oyuncu değilsin. Seni hem tanımak hem de tanıtmak istiyoruz. Ne zaman, nerede doğduğundan,  ailenin Avusturya'ya göç hikâyesinden başlayalım…
Avusturya'nın başkenti Viyana'da 2 Mayıs 1994'te doğdum. Annem 1979'da, babam ise 1986 yılında Avusturya'ya gitmiş. Ailemin memleketi Sakarya, Karasu. 24 yaşındayım ve doğduğumdan beri Viyana'da yaşıyorum. Futbola da 7 yaşında SV Donau adında küçük bir kulüpte başladım. Orada üç sene oynadıktan sonra Austria Wien'in altyapısına girdim.
Futbol topuyla tanışman nasıl oldu? Sendeki yeteneği ilk olarak kim keşfetmişti?
Viyana'da oturduğumuz evin hemen yanında bir park vardı; orada ağabeyimle futbol oynuyorduk. Bir gün SV Donau'nun antrenörleri parktan geçtikleri sırada bize kulüp ve tesisleri hakkında bilgi verip davet ettiler. Ağabeyimle birlikte durumu babama anlattık ve bizi ertesi gün tesislere götürmesi için ikna ettik. Böylece futbola başladık ağabeyimle. Ardından Austria Wien'in genç takımlar sorumlusu Ralf Muhr beni keşfetti, izledi, beğendi. Babamla konuşup ikna etti ve beni Austria Wien altyapısına dâhil etti. 14 senedir de Austria Wien kulübünde futbol oynuyorum.
Ailenin futbolcu olmana katkısı nedir? Onların arasında futbolcu olan veya başka sporlarla ilgilenen birileri var mı?
Ailem, annem, babam arkamda durmasaydı bu noktaya gelemezdim ve şu an bu röportajı yapıyor olamazdık; bunu açıkça söyleyebilirim. Gerek futbolda gerek özel hayatımda ailem her zaman bana destek oldu. Ailemde benim dışımda sporla ilgilenenler de var. Benden iki yaş büyük ağabeyim muhasebecilik yapıyor ama aynı zamanda amatör kulüplerde hobi olarak futbol oynuyor. 14 yaşındaki küçük kardeşim de futbol oynuyordu ama kick-box'a merak sardı ve bıraktı. Babamın ise futbolla alakası yok. Ben bu yeteneği kimden aldım bilmiyorum.

Avusturya'da futbolla okulu bir arada götürebilmek mümkün oluyor mu? Sen eğitimini nereye kadar sürdürebildin?
Annem futbolcu olmama çok sıcak bakmıyor, daha çok eğitime önem vermemi istiyordu. Ancak ben vaktimin büyük bölümünü futbola ayırmak, antrenman yaparak kendimi geliştirmek istiyordum. Fazla ders de çalışmıyordum açıkçası. Okuldan geldiğimde Playstation'da FIFA oynardım. Bu sebeple 17 yaşında okulu bıraktım. Kararımı anneme açıkladığımda, "Karar senin kararın" diyerek futboluma odaklanmam, kendime iyi bakmam gerektiğini belirtti ve desteğini hiç esirgemedi.
Avusturya futbolunun en büyük kulüplerinden Austria Wien'in kapısından içeri girdiğinde 11 yaşındaydın ve o günden bu yana da devam ediyorsun? Futbol karakterinin ve kişiliğinin şekillenmesinde Austria Wien'in katkısından söz eder misin?
Dediğim gibi, Austria Wien'de 14 senedir futbol oynuyorum. Kulüp benim için bir aile haline geldi. Sahanın çimlerine bakanlardan malzemecilere kadar herkesi tanıyorum, hepsiyle kardeş gibiyim. Altyapıdaki antrenörlerimin de hayatımda büyük bir yeri var. Bana güvendiler, şans verdiler, gelişmemi sağladılar. İki sezon boyunca oynadığımız tüm UEFA Avrupa Ligi maçlarında forma giyme imkânı buldum. Özellikle iki sezon önceki teknik direktörümüz Thorsten Fink bana her zaman destek oldu, güvendi ve önümü açtı. Bu yüzden Austria Wien'in kariyerimde ve hayatımdaki yeri büyük.
Almanya ve Fransa'da yaşayan Türk oyuncuların ağzından sıklıkla ayrımcılığa uğradıklarını duyarız. Rakiplerini geçebilmek için mutlaka birkaç gömlek üstün olmaları gerektiğini söylerler. Sen Avusturya'da böyle bir sıkıntı yaşadın mı?
Avusturya tabiî ki zor. Türk olduğumuz için hep 1-0 geriden başlıyoruz. Ama ben hiçbir zaman hayallerimin peşini bırakmadım. İdmanlarda ve maçlarda her zaman yüzde yüzümle performans göstermeye ve kendimi geliştirmeye gayret ettim, antrenörlerimi dinledim, onlar da beni sevdi. Bu nedenle hiçbir zaman sorun yaşamadım. Bazı oyuncular antrenörlerini dinlemez ama ben her zaman dinlerim.
Futbola başladığından beri ön libero mu oynuyorsun? Bulunduğun mevkiin şekillenme aşamalarını anlatır mısın?
Küçükken, SV Donau'da kanatlarda oynadım, forvet oynadım. Ardından Austria Wien'in U12-U13 takımında antrenörlerimizden Helmuth Bogdanovic benim yerimin ön libero, yani 6 numara olduğunu söyleyerek yeteneklerimi o mevkide sergileyebileceğimi belirtti ve ön liberoda oynamaya başladım. Aynı zamanda stoper de oynayabiliyorum. Geçen sezon stoper olarak oynayan takım arkadaşlarım sakatlandığında teknik direktörümüz Thorsten Fink beni stopere çekiyordu ve değişimli oynuyordum.
Günümüz futbolunda modern bir ön liberodan beklenenler nedir? Sen bu özelliklerin hangilerine sahip olduğunu düşünüyorsun?
Bu mevkide oyun zekâsı çok önemli. Oyunu okumanız ve yönlendirmeniz gerekiyor. Bu yüzden paslarınızın isabetli ve iyi olması şart… Bununla birlikte ikili mücadelelerinizin de iyi olması lâzım. Top size gelmeden önce pası nereye ve kime vereceğinizi düşünmelisiniz. Eski teknik direktörümüz Thorsten Fink olsun, şu anki teknik direktörümüz Thomas Letsch olsun top bana gelmeden pası nereye atacağımı bir adım önceden düşündüğümü ve bunu iyi yaptığımı söylediler. Kanattan kanada isabetli uzun paslarım da oyunumda ön plana çıkıyor. Tabiî bir de ikili mücadelelerim...
Kendinde eksik bulduğun yönler için neler yapıyorsun?
Geliştirilmeyecek bir şey yok bana göre. Paslarımda iyi olsam da her zaman bir adım daha ilerisi var. Ama savunmadaki kafa toplarımı özellikle geliştirmem lâzım ve bunun için çalışıyorum.
Futbola başladığında idollerin hangi oyunculardı? Bugün kimleri beğeniyor ve hangi özellikleriyle kendine örnek alıyorsun?
Benim 1 numaralı idolüm Sergio Busquets. 6 numarayı kusursuz oynadığını düşünüyorum. Mehmet Topal ağabeyim de bu pozisyonu çok iyi oynuyor. Raul Meireles'i de sahadaki ve aynı zamanda özel hayatındaki tarzından dolayı beğeniyorum. Onun dışında yine benim pozisyonumda oynayan RedBull Salzburg'un genç takımından bize transfer olan 2000 doğumlu Vessel Demaku çok iyi bir oyuncu. Genç ve çok hırslı. Sezonun son maçlarında yanımda oynadı, ileride daha iyi yerlere geleceğine inanıyorum. Sturm Graz'da oynayan ve bu sene Avusturya Ligi'nde yılın oyuncusu seçilen Peter Zulj'u da beğeniyorum.
Futbola başladığın pek çok arkadaşın kaybolup giderken sen profesyonel bir oyuncu oldun ve bugün A Millî Takım kadrosundasın. Bu noktaya gelebilmek için diğerlerinden farklı olarak neler yaptığını düşünüyorsun?
Altyapıda 100-150 oyuncuyla oynadım. Hepsi başarılı olacak diye bir şey yok. Bunların arasından belki üç veya dört tanesi sıyrılarak başarılı olabiliyor. Bu noktaya gelmemde ailemin çok büyük payı var. Bana her koşulda destek oldular. Tabiî arkadaşlarımın verdiği destek de var. Benim ise her zaman hedefim vardı, hiçbir yöne sapmadan sadece hedefimin peşinden koştum. Üç sene önce sosyal medya hesabımdan, "Hedef 2018" yazıp yanına Türk bayrağını koyarak Millî Takım hedefimi belirtmek amacıyla bir paylaşımda bulunmuştum. Paylaştıktan üç sene sonra da Millî Takım'a seçildim. Hedefinizin hep büyük olması gerek. "Avusturya Ligi benim için yeterli" diyerek kendimi sınırlayamam. Aksi takdirde gelişemem. Örneğin, Türkiye A Millî Takımı'na seçilmek hedeflerimden bir tanesiydi.  Bundan sonraki hedeflerim arasında UEFA Şampiyonlar Ligi'nde oynamak var.
Hedeflerine ulaşma noktasında önüne ne gibi zorluklar çıktı?
Dört sezon önce takımımızın başına Gerald Baumgartner geçmişti. Bana kendi sahamızda oynadığımız Rapid Wien derbisinde ilk defa 11'de yer vermişti. 17'nci dakikada yaptığım hata sebebiyle 1-0 geriye düşmüştük ve 28'inci dakikada oyundan alındım. Maçı 2-1 kazandık ama oyundan çıkıp soyunma odasına gittiğimde "Hayat nasıl devam edecek, bir daha şans bulabilecek miyim?" gibi pek çok soru aklımdan geçiyordu. Onun dışında üç sene önce omzumdan sakatlık yaşamış ve yaklaşık üç ay sahalardan uzak kalmıştım.
Türk Millî Takımı'na ilk kez davet edildin ve bu davet A Millî Takım'a oldu. Daha önce Avusturya U21 Takımı'nda oynamıştın. Neden başlangıçta Türkiye'yi değil de Avusturya'yı seçmiştin? Bugün Türkiye'yi tercih etmenin sebepleri neler?
Avusturya U21 Millî Takımı'ndan bir davet almıştım. Türkiye'den bana herhangi bir çağrı gelmemişti. Bu nedenle Avusturya U21'de oynadım. Geçen sene ise Mircea Lucescu'nun beni izlediğini öğrendim. Türk Millî Takımı'na çağrıldığımda ise çifte vatandaşlığımın da olmaması sebebiyle, Avusturya pasaportumdan vazgeçmem söz konusu oldu. Lucescu ve ailemle görüştükten sonra kararımı verdim ve Türk pasaportumu çıkarttım. Avusturya pasaportumu kaybetme ihtimalim olsa da kararımın sonuna kadar arkasındayım. Buraya geldiğimde ailemle görüntülü konuşma yaptığımda üzerimde ay-yıldızı gördüklerinde duygulandılar. Burada olmam hem benim için hem ailem için çok büyük bir şey. Türkiye'yi de kendime güvendiğim için seçtim diyebilirim. Ben buraya iki haftalığına tatile gelmedim. İyi bir performans sergilemek istiyorum. Maçlarda da inşallah hocam şans verirse oynayıp kendimi göstermek istiyorum.
Millî Takım'da yeni bir isim olarak öncelikli hedeflerin neler?
İlk kez buradayım, herkesi tanımak istiyorum. İdmanlarda ve maçlarda iyi bir performans göstererek bundan sonra sürekli Millî Takım'a çağrılmak öncelikli hedefim.  
İlk kez geldiğin Millî Takım kampındaki atmosferi bize anlatır mısın? Bu tesisler hakkında neler düşünüyorsun?
Buradaki herkes çok iyi karaktere sahip insanlar. Beni çok iyi karşıladılar. Avusturya profesyoneldi ama burası bambaşka bir dünya. Sahalar, yemekler, tesisler, bize sunulan imkânlar her şey en üst seviyede diyebilirim.
Medyada Türkiye'ye transferinle ilgili haberler yer alıyor. Kariyerini nasıl planlıyorsun? Süper Lig'e gelmek gibi bir planın var mı?
A Millî Takım benim için büyük bir şans. Ben sahadaki performansımla ilgileniyorum. Diğer tarafta bir gelişme olduğunda zaten menajerim beni haberdar ediyor. Spor Toto Süper Lig'de ise tabii ki oynamak isterim. Her zaman hedeflerim arasında yer almıştır. Hayırlısı diyorum o yüzden.
Türkiye Ligi'ni takip edebiliyor musun? Burada beğendiğin takımlar ve oyuncular kimler?
Türkiye Ligi'ni elbette takip ediyorum. Eskiden babam bizi kahveye götürür, orada ağabeyimle derbileri izlerdik. Televizyondan izlediğim Oğuzhan Özyakup'la şimdi beraber yemek yiyoruz, aynı sahada idman yapıyoruz. Türkiye Ligi'nde de dediğim gibi Mehmet Topal'ı çok beğeniyorum. Emre Belözoğlu ve Okay Yokuşlu da bu ligde beğendiğim oyunculardan.
Kariyerinde unutamadığın bir maç ve gol var mı?
İki sezon önce UEFA Avrupa Ligi 3. ön eleme turunda Slovenya'nın Spartak Trnava takımıyla karşılaşıyorduk. İlk maçta kendi sahamızda 1-0 mağlup olduk. Rövanş maçının normal süresini 1-0 galip tamamladıktan sonra maç uzadı ve penaltılara gitti. Turu atlamamızı sağlayan son penaltıyı gole çevirmiştim ve adımızı play-off turuna yazdırmıştık. Play-off turunda da Norveç'in Rosenborg takımını iki maçta 2-1 mağlup ederek gruplara kalmıştık. O yüzden Spartak Trnava ile oynadığımız rövanş maçı benim için unutulmaz diyebilirim. Aynı sezon Roma karşısında deplasmanda 3-1'den 3-3'e çevirdiğimiz maç da benim için unutulmaz. Hafta sonu RedBull Salzburg ile önemli bir derbi maçına çıkacaktık. 3-1 gerideyken teknik direktörümüz Thorsten Fink hafta sonu oynanacak derbiyi düşünerek iki önemli ismi dinlendirmek adına oyundan çıkarmış ama eşitliği sağlamayı başarmıştık.  Çok gol atan bir oyuncu değilim ama bu sezon yine UEFA Avrupa Ligi'nde Rijeka'ya attığım kafa golü benim için unutulmaz. O maçta iyi bir performans sergilemiştim ve deplasmanda 4-1 kazanmıştık.
Futboldan kazandığın ilk parayla ne yaptın?
Futboldan kazandığım ilk parayla ailemle yemeğe gittim. Aileme çok önem veririm, onlar benim için çok değerli.
Hangi dilleri konuşabiliyorsun?
Almanca, İngilizce ve Türkçe biliyorum. Okulda da iki sene İspanyolca dersi aldım. Kulübe pek çok farklı ülkeden yeni oyuncular gelebiliyor, onlarla iletişimi sağlamak adına dil bilmek önemli tabiî ki.
Kitaplarla aran nasıl?
Annem çok okur, benim de okumam konusunda çok ısrarcıdır ama onun kadar okuduğumu söyleyemem.
Futbolun dışındaki hayatında neler var?
Arkadaşlarımla bol bol vakit geçiririm. Viyana'da Sport & Fun Halle adında bir spor merkezi var. Orada arkadaşlarımla birlikte basketbol, masa tenisi, badminton oynarız. Onun dışında arkadaşlarımla sinemaya giderim, yemek yerim, bir de Playstation'da FIFA oynarım.

Monday, May 14, 2018

Bir ülke, iki maç ve kapanmayacak büyük yara

Seksenli yılları Yugoslavya’nın futbol ve basketboldaki başarılarını takip ederek geçiren bizim kuşağın unutmak istediği iki korkunç maç vardır.

Bunlardan biri; 13 Mayıs 1990’da oynanması planlanan, ırkçı hezeyanların pençesinde kıvranan Yugoslavya’nın iki kardeş halkı arasında ha başladı ha başlayacak diye beklenen iç savaşın fitilini ateşleyen Dinamo Zagreb - Kızılyıldız maçıdır. O gün yaşananlardan sonra, ırkçılık; geçirdiği pençeyi bir daha Yugoslav halklarının etinden çekmeyecek, sonsuza kadar kapanması mümkün olmayan yaralar açılacak, iç savaş on binlerce can alacaktır. 

Maksimir Stadyumu’nun dışında yakılan arabalardan yükselen dumanın gölgesinde ilk düdük çalınır. Bir yanda Dinamo Zagreb’in taraftar grubu Bad Blue Boys (Kötü Mavi Çocuklar), diğer yanda Kızılyıldız’ın Delije’si vardır. Delije taraftar grubu, “Arkan” lakabıyla bilinen, “Elimizde balta, nacak/ Dişlerimizin arasında bir bıçak/ Bu gece çok kan akacak” gibi korkunç sloganları şiar edinmiş, Sırp milliyetçisi bir suç makinesi Zeljko Raznatovic’in kontrolü altındadır. Önce tribünleri karıştıran Raznatovic daha sonra “Arkan’ın Kaplanları” adıyla anılacak bir milis gücü oluşturacak ve Yugoslavya iç savaşındaki korkunç katliamlara ve tecavüzlere imza atacaktır. Maçın hemen ilk dakikalarında Delije grubu, stada rahatlıkla soktukları kesici aletler ve bir iddiaya göre sülfürik asit yardımıyla telleri eritip sahaya inerler. Diğer taraftar grubu Bad Blue Boys’un da sahaya inmesiyle Yugoslavya’yı kan gölüne çevirecek iç savaşın provası başlamış olur.

Taraftarı coplayan yüzlerce polis, havada uçuşan yumruklar, kafalarda kırılan sopalar, ağır yaralanan taraftarlar…

Futbolcuların çoğu soyunma odasına kaçarken stat, tarihe “iç savaşı başlatan tekme” diye geçecek olan bir uçan tekmeye şahit olur. Zagreb’in kaptanı Zvonimir Boban, Hırvat bir taraftarı coplayan ve Sırp olduğunu varsaydığı bir polise uçan tekme atar. Bunun üzerine iyice büyüyen olaylar gece geç saatte zorlukla durdurulur, futbolcular stattan helikopterle kurtarılır, polis Boban’ı affettiğini açıklar, Boban halk kahramanı olur. Oysa polis Boşnak’tır. Çünkü ırkçılık berbat ve saçmadır. Zaten o günden sonrası hep kardeş kavgası, uzun ve kanlı zamanlar, Yugoslavya ve insanlık için korkunç günlerin başlangıcıdır.

Unutmak istediğimiz ikinci maçsa; yine Yugoslavya’da kardeş halkların birbirinin kanını akıttığı, ülkenin ırkçılığın azgın sularıyla boğuştu 1990 yılına aittir. Bu defa basketbol. İtiraf edeyim sadece ve sadece Dražen Petrovic yüzünden bütün seksenler boyunca gözümü Yugoslavya Milli Basketbol Takımı’ndan alamadım ben. Futbolda Maradona benim için neyse basketbolda Dražen Petrovic odur. Öyle diyim.

Dražen Petrovic, Yugoslavya’nın yoksul mahallelerinin birinde doğmuştur. Zayıf ve çelimsiz bir çocuktur. Hatta öyle kuvvetsizdir ki mahallede tenekeden yaptıkları potaya attığı şutlar, çemberden geçmek bir yana potanın yakınına kadar bile ulaşmaz. Abisinin “Fred Çakmaktaş gibi şut atıyorsun!” alaylarına da, çemberden bi türlü geçmeyen toplara da, incecik kollarının güçsüzlüğüne de aldırmaz. Sabah akşam; okulda, sokakta, ders aralarında şut çalışır. O uzun günler ve geceler basketbol tarihinin gelmiş geçmiş en iyi şutörlerden birini ve elbette bana göre en iyisini yaratır. Hatta on sekiz yaşındayken giydiği Sibenka formasıyla abisinin takımı Cibona’yı yendiklerinde, annesi, abisine karşı biraz daha kötü oynamasını rica etmek durumunda kalır. 

Yıllar içinde Avrupa basketbolunun zirvesine oturur, oynadığı basketbol o kadar sanatsal bulunur ki, lakabı Mozart’a atıfla “Basketbolun Amadeus”u olur. Petrovic’li Yugoslav Milli Takımı, seksenler boyunca Avrupa ve Dünya Şampiyonalarında, Olimpiyatlarda fırtına gibi eser. Takımın içinde müthiş bir dostluk vardır, özellikle de Hırvat Dražen Petrovic ve Sırp Vlade Divac arasında. Birbirlerinden hiç ayrılmazlar, başka kimselerle odalarını da sırlarını da paylaşmazlar. İki takım arkadaşı, iki sıkı dost, iki sırdaş. Dünya basketbolunun ekol ülkesi Yugoslavya yaşadığı zor zamanlara rağmen 1990 yılında dünya şampiyonu olur. Şampiyonluk kutlamalarında parkeye elinde Hırvat bayrağıyla fırlayan bir seyirci Divac’ın tepkisiyle karşılaşır. O an, sadece Divac ve Petrovic’in eşsiz dostluklarının parçalanmasını resmetmez, aynı zamanda Yugoslav halklarının birleşmemek üzere dağılacağı günleri de resmeder. 

Bayraklı seyirciyi protesto eden Divac, Sırbistan’da kahraman, Hırvatistan’da hain ilan edilir. Oysa “Bu sadece Hırvatistan’ın değil, hepimizin, Yugoslavya’nın zaferi!” diye düşünmüştür. Derdini en yakın dostu dâhil kimseye anlatamaz. Petrovic, can dostu Divac’a kalbini bir daha açmamak üzere kapatır. Birbirlerinden ayrı geçirdikleri üç yıl sonra, Yugoslavya felaketler içindeyken Münih’ten bir felaket haberi daha gelir. Arkadaşının kullandığı araba kaza yapmıştır, kaza sırasında yan koltukta uyuyan Dražen Petrovic bir daha uyanmayacaktır. Divac; derdini anlatamadığı, helalleşemediği, aralarına giren ırkçı hezeyanın bulutlarını dağıtamadığı dostunun ölüm haberini aldığında yıkılır. Kıpırdayamaz bile. Sonra kendini, savaşın parçaladığı dostluğunun anısına ırkçılığın izlerini silmeye adar. Savaşta anne ve babasını kaybeden bir kız çocuğunu evlat edinir, onu iki oğluna kardeş yapar. Sık sık ziyaret ettiği dostunun mezarının başında “Artık sadece, savaşa kurban giden dostluğun hatıralarıyla yaşıyorum” der. 

Kimilerinin Yugoslavya iç savaşının başlangıç tarihi olarak kabul ettiği o maçın ve parçalanmanın resminin çekildiği diğer maçın üzerinden yirmi sekiz yıl geçmiş. Yirmi sekiz bin yıl geçse unutulmayacak kayıplar, utançlar ve acılarla. 
Anılarına olsun bu yazı da.

Wednesday, May 02, 2018

Melike Pekel: "Kadın futbolu daha samimi"

Almanya'da Bayern Münih gibi dev bir kulüpte yetiştikten sonra Metz formasıyla adım attığı Fransa'da dikkatleri üzerine toplayıp Paris Saint-Germain'e transfer oldu. Üç yıldır Millî Takımımızın da santrforu olan 23 yaşındaki oyuncu, hem kariyer hikâyesini hem de kadın futbolunun problemlerini TamSaha'ya anlattı. Genç oyuncu, erkek futboluyla kıyaslandığında kadın futbolunun çok daha samimi duygularla oynandığını söylüyor.


Ailen Almanya'ya ne zaman ve nasıl göç etmiş? Aileni bize biraz tanıtır mısın?
Babam 16-17 yaşındayken Kayseri'den Almanya'ya gitmiş. Kayseri'ye gidip gelişlerinde annemle tanışıyorlar ve 23-24 yaşlarında evleniyorlar. Böylece annem de Almanya'ya gidiyor. Annemin ailesinden Almanya'da kimse yok. Babam bir matbaa firmasında çalışıyor. Bir ablam, bir de benden bir yaş küçük erkek kardeşim var.

Ailende senden başka sporla uğraşan kimse var mı?
Erkek kardeşim de iyi futbolcuydu. Ama kolunu dört kez kırınca korktu ve bıraktı. Ablam da iyi futbolcuydu. Beraber futbol oynardık. Başlasa o da iyi futbolcu olurdu. Ama onun okulla arası çok daha iyiydi. O yüzden futbolu tercih etmedi.

Küçük bir kız çocuğuyken futbolcu olma fikri nerden aklına geldi? Sendeki yeteneği kim keşfetti?
6 yaşındayken okulda "Yeni futbolcular arıyoruz" diye bir ilân gördüm. Eve gittim ve ilânı aileme gösterdim. O dönemde mahallemizde sürekli erkeklerle futbol oynuyordum. Futbola hevesim çoktu. Annem, "Tamam, seni götürürüm kızım" dedi. Babam ilk başlarda, "İstersen voleybol ya da basketbola başla" dedi. Ama şimdi ona sorsanız, "Kızım benim sayemde futbolcu oldu" diyor. Ama tabiî hakkını yiyemem. Sonrasında beni çok destekledi. İlk idmanıma annem götürdü. İlk antrenmanda kimde yetenek gördülerse aldılar. Zaten erkek takımıydı. Futbola erkek takımında başladım. 14 yaşına kadar erkek takımında oynadım. Özel bir belgeyle 14 yaşına kadar erkek takımında oynayabiliyorsunuz. Gerçekten iyiyseniz size bu şansı veriyorlar. 

Futbolda altyapı eğitimini nasıl aldın? Bayern Münih'te forma giydiğini görüyoruz. Böylesine büyük bir kulübün nasıl bir altyapı sistemi var?
14 yaşını bitirdiğimde erkek takımını bırakmak zorunda kaldım. Sonrasında bir sene aynı kulübün kız takımında oynadım. Ama çok kötüydü. Sıkılıyordum orada oynarken. Sonra bir kupa maçımız oldu. Augsburg'dan bir takım beni gördü ve istedi. Transfer oldum. 17 yaşımda Augsburg'un U17 takımında oynuyordum. Sonra A takıma çıktım ve orada gol kralı oldum. Gol kralı olunca da Bayern Münih'e transfer oldum. Ligde 12 takım vardı. 24 maçta 16 gol atmıştım. Bu başarıdan sonra Bayern Münih beni aldı. Augsburg'da da birkaç şey öğrenmiştim ama temelimin tamamını Bayern Münih'ten aldım. Hayatımı değiştiren takım Bayern Münih oldu. Orada bana neyi, nasıl yapacağımı öğrettiler. Her şeyi çok daha detaylı anlattılar. İdmanlar çok kaliteliydi. Alman disiplini muhteşemdi. Altyapıdan itibaren çok profesyonel çalışıyorlar. Kızlara da öğretiyorlar bunu. Gerçi oradaki kızların hepsi çok profesyonel. 16 yaşında da olsalar hepsi çok iyi. En akıllı futbol nasıl oynanır, bunu gösteriyorlar.

Almanya'da kadın futboluna ilgi nasıl? Türkiye'de bu ilginin çok yüksek olmadığını düşünerek anlamamız için bize ayrıntılı anlatır mısın?
Almanya'da ilgi çok fazla. Alman Millî Takımı'ndaki kızların hepsinin sponsoru var. Orada gerçekten çok fazla yardım var. Kıyafet olsun, kramponlar olsun her şeyleri var. Orada hiç kimse kramponunu kendisi almaz. Ama Türkiye'de maalesef böyle bir şey yok. Herkes kendisi alıyor gördüğüm kadarıyla. Bana da sponsorlar gelmeye başladı. Hangi takım olduğuna bağlı olmakla beraber maça gelen taraftarlar da fazla. Bayern Münih ve Wolfsburg maçlarına çok sayıda futbolsever geliyor. Türkiye'de de aslında ilgi var. Burada oynadığımız millî maçlarda da seyirci sayıları fena değil.

Avrupa'da oynadığınız statlar nasıl?
Tabiî ki Bayern Münih'teyken Allianz Arena'da oynamıyorduk. 1860 Münih'in bir stadı vardı; orada oynuyorduk. Paris'te ise PSG'nin antrenman tesisleri Camp des Loges var. Orada altyapı için yapılan çok güzel bir saha var. Orada oynuyoruz maçlarımızı.

Bayern'den Paris Saint-Germain'e transferin nasıl gerçekleşti?
Çok iyi oyuncu olmama rağmen Bayern benimle kontrat yapmadı. Açıkçası beni sürekli oyaladılar. Bana hep, "Seneye kontrat vereceğiz Melike" diyorlardı. Ama o sene hiç gelmiyordu. Bu durum canımı sıkıyordu. Kış döneminde Metz'den bir teklif aldım. Fransa'da son sıralardı ama yine de gitme kararı aldım. Oraya gidip yüzde 100'ümü verecek ve sonrasına bakacaktım. Ancak Metz'e "Evet" demeden önce Bayern Münih'in antrenörü, "Tekrar düşün. Sana yeni kontrat yapacağız" dedi. Kabul etmedim. Gitmek istediğimi ve beni oyaladıklarını söyledim. Düşünsenize, Metz sonuncu sırada ve puanı bile yok. Ben takıma katıldıktan sonra arka arkaya üç maç kazandık. 11 maçta 8 gol attım. Bu durum tabiî Fransa'da da dikkatleri üzerime çekti.

Sanki bir adım geri atıp daha ileriye sıçrıyorsun.
Evet, kesinlikle böyle oldu. Bazen böyle yapmak zorunda kalırsınız. Şu an hiç pişmanlık duymuyorum. İyi ki de yapmışım. Herkes bunu yapamaz. İki günde karar verdim. Zaman kısıtlıydı. Gitmek zorundaydım. Yoksa bonservis işlemlerim olmayacaktı; oynayamayacaktım. O güne kadar başka bir ülkede yaşamamıştım. Aileme çok bağlı bir insanım. Arkadaşlarımdan çok annemle babamla gezerim. 11 maçta 8 gol attıktan sonra PSG beni istedi ve transferim gerçekleşti.

PSG senin gözünden nasıl bir takım? Orada nasıl bir düzeniniz var?
Tabiî çok farklı bir şey. İnanılmaz bir takım. Soyunma odaları çok güzel. İlk gittiğimde şok geçirdim. Çok profesyoneller. Bayern Münih'te de odalar güzeldi ama altyapıdan geldiğim için kendime ait dolabım bile yoktu. Kendi eşyalarımı çantada taşımak zorunda kalıyordum. PSG'de dolabımın üstünde ismim yazıyordu. Her şeyim hazırdı. Kıyafetlerim, numaralarım her şeyim tamdı. Bunlar insanı gerçekten motive ediyor. Sonra Türk halkının desteğini aldım. Sosyal medyadan Türkler bana destek mesajları çekti. Bunlar beni çok motive ve mutlu etti. PSG'nin nasıl bir dünya olduğuna gelirsek; geldiğinden beri herkes Neymar'a bakıyor. İyi oyuncu evet ama PSG sadece Neymar'dan ibaret değil. Başka oyuncular da var. Yıllardır bu kulübe hizmet eden oyuncular var. Ama taraftar olarak Parisliler şahane… Bayern Münih'te biraz tezahüratın ardından insanlar oturup maç izliyordu. Ama PSG'de öyle değil. Parisliler tıpkı Türkler gibi takımlarını inanılmaz bir coşkuyla destekliyor.

PSG'nin her maçına gidebiliyor musunuz?
Evet gidebiliyoruz. En son Şampiyonlar Ligi'ndeki Real Madrid maçına gittim. O maçta koreografi harikaydı. Atmosfer çok süperdi.  PSG'nin çalışanları, genç oyuncuları, personeli maçları izleyebiliyor. Böyle bir sistem var.

Alman futbol ekolünden sonra Fransa'da nasıl bir kültür vardı? İki ülke arasındaki kadın futbolunun farklarını anlatır mısın?
İki ülke arasında çok büyük fark var. Fransızlar bana göre Türklere benziyor. Duygusallar. Futbolları da farklı. Almanya'da takımlar yüzde 100 kesin pasla oynanmasını ister. Fransa'da ise böyle değil. Bireysel yeteneğini ön plana çıkartabiliyorsun. Fransa'da daha özgün ve özgürsün. Fransa'daki futbol anlayışı bana daha yakın geliyor. Ama disiplinim kesinlikle Alman. Türküm ama Alman disipliniyle yetiştim. Bunu da gösteriyorum gittiğim yerlerde. 

U19 Millî Takımımızın oyuncusu Metehan Güçlü de PSG'de forma giyiyor. Onunla tanışıyor musunuz? Kulüpte başka Türk oyuncular da var mı?
Metehan'la tanışıyoruz ve sık sık sohbet etme şansımız da oluyor. Bir kere gelip maçımı izlemişti. Ben de onun maçını izledim. Çok yetenekli bir golcü. Umarım ilerde parlayan yıldız olacaktır. PSG'de sadece ikimiz varız ama başka takımların altyapılarda Türk oyuncular bulunuyor. Nimes'de Umut Bozok var mesela.

Türkiye'de kadın futbolunun sorunları neler sence?
İnsanlar bizim hakkımızda hiçbir şey bilmeden yorumlar yapıyor. Mesela geçen gelişimde Ürdün maçını kaybettik. Herkes, "Biz Türkiye'yiz. Ürdün gibi takıma nasıl kaybederiz?" diyor. Nasıl kaybediyoruz biliyor musunuz? Türk Millî Takımı 8 ay içinde sadece bir kez toplanabiliyor. Hiç birlikte olmamış bir takımdan galibiyet bekleniyor. Bu oyuncuların hiçbiri birbiriyle oynamıyor ki? Çok zor bir durum bu… Ürdün dediğiniz takım 8 ay içinde 5-6 defa kamp yapmış, maçlar oynamış. Arada çok fark var. Uzun süreli ayrılıklardan sonra adapte olabilmek çok zor. Takım olamadan da kazanamıyorsunuz doğal olarak.

Bu durumda tabiî kadın futbolunun gelişmesi de zorlaşıyor. Peki, Türkiye'deki takımlardan teklif aldın mı?
Çok teklif geliyor. Ama öyle bir durum yok. Türkiye'yi küçümsediğimden değil. Bu söylediklerim yanlış da anlaşılmasın. Türk oyuncuların hepsi çok yetenekli. Ama burada kadın futboluna bakış açısı çok farklı.

Peki, Avrupa'daki takımlara buradaki Türk oyuncuları öneriyor musun?
Ben önersem dahi maalesef bakmazlar. Sadece Türkiye'de oynuyorlar diye bakmazlar. Maalesef böyle şeyler var. Mesela Bayern Münih'te oynarken millî takımlara giden oyuncuların kamp programlarını paylaşırlardı. Ancak benimkisini paylaşmazlardı. Çünkü Türkiye'yi maalesef önemsemiyorlar. Ama PSG'de daha çok soruyorlar. "Ne yaptınız, nasıl geçti? Ülkeni ne güzel temsil ediyorsun" diyorlar; ilgileniyorlar. Ama Almanlar ilgilenmiyor. Hiç sormazlardı. Çünkü önemsemiyorlar.

Tabiî burada aldığımız sonuçlar da devreye giriyor sanırım. Avrupa Şampiyonası elemelerinde Almanya 24 puanla grubu lider bitirmiş, biz sadece 4 puan almış ve sonuncu olmuşuz.
Evet, kesinlikle öyle. Maalesef bu durum üzücü.

Türkiye'deki kadın ligini izliyor musun?
Evet, takip ediyorum. Ama Avrupa ile kıyaslarsak seviye oldukça geride maalesef… Her kulüp çok idman yapmıyor. Sanırım en fazla idmanı Beşiktaş yapıyor. Diğer takımlarda işler çok farklı. Kızlar başka şehirlerde okuyup, başka şehirlere futbol oynamaya, idman yapmaya gidiyor. Mesela Kütahya'da okuyor ama İzmir'de oynuyor. Bazen sadece maçtan maça gidebiliyor. Böyle olmaz! İlk yarıdan sonra takımın yorulması çok normal… Ve bu durum eleştirilmemeli. Bu aslında sistemin sorunu... Ligin sponsoru yok. Fransa ve Almanya'da büyük sponsor destekleri var. Almanya'da Kadınlar Ligi'nin sponsoru Allianz. Fransa'da ise erkekler ligiyle aynı… Sponsor olmadan olmuyor maalesef…

Kadınlar futbolunu izlediğim zaman şöyle bir yorum yapıyorum. Kadınlar futbolu daha öz haliyle oynuyor. Yani tekmeye kafa atabiliyor. Ama bugün büyük yıldız oyuncular kendilerini koruyor. Erkekle kadın futbolu arasında sence nasıl farklar var?
Kesinlikle çok doğru bir tespit yapmışsınız. Erkekler daha çok yerde yatıyor. Kadınlar asla yatmaz o kadar. Yere düşse dahi ayağa kalkar, oynar. Gerçekten kadınlar tekmeye kafa atar. En büyük örnek budur… En büyük faulde bile kimse hakeme itiraz etmez. Hakem çalmadıysa ayağa kalkarlar, faul beklemezler. Erkek futbolunda bu durum tam tersi… Erkekler penaltı almak için kendisini yere atar. Kadınlarda bunu göremezsiniz. Penaltı almak için uğraşmazlar. Kadın futbolu daha samimi diyebilirim. Ancak bir eleştirim var kadın futboluna… Kadınlar saha içinde çok konuşuyor. Erkeklerde bu hiç yok. Paris'te bu durumu çok fark ettim. Bir hata yapayım, takım arkadaşlarım demediklerini bırakmıyor. Ne lâflar yiyorum ne lâflar… Bunu Türkiye'de yapsanız herkes küser.

Avrupa'dan gelen kaç oyuncu var şu an Millî Takımımızda?
10 kişiyiz. Bir arkadaşım FC Metz'den geldi. Kendisiyle beraber oynamıştık. Çok iyi bir oyuncu.Teknik heyete söylemiştim. Sonra takip ettiler ve o da Millî Takım'a seçildi.

Biraz da işin maddi boyutuna değinelim. Erkek futbolunda çok büyük paralar dönüyor. Kadın futbolunda durum nasıl?
Kadın futbolunda da büyük kulüplerde büyük para dönüyor. Almanya'da bazı oyuncular ek iş yapıyor. Orada kazanç daha az. Fransa'da ise tam tersi. Oyuncular daha fazla kazanabiliyor. İmkânlar daha yüksek.

Türkiye'de kadın futbolunun yaygınlaşması açısından sence neler yapılmalı?
Öncelikle futbolcular iyi para kazanmalı. İyi para kazansınlar ki hayat derdine düşmesinler. Hele ki okuyan oyuncular için daha zor. Çünkü okul ve futbol bir arada gitmiyor. Benim arkadaşlarım dışardan okumayı tercih ediyor. Kanadalı arkadaşım var, dışardan okuyor ve diploma alabiliyor. Almanya'da da durum böyle. Burada nasıl, hiç bilmiyorum.

Sen eğitim konusunu nasıl hallettin?
Benim mesleğim var. Aslında optikçiyim ben. Almanya'da oynadığımda Bayern Münih bana, "Meslek edin" dedi. Meslek edinmek çok önemli. Diploman varsa ilerisi için çok iyi her şey. Diploman yoksa çok zor.

"Optikçiyim" dedin. Açar mısın biraz?
Göz ölçüyor, gözlük satıyordum. İnsanlara hangi camların daha iyi olduğunu anlatıyordum. Hangi hastalara neler verilir, bunu gösteriyordum. Almanya'da göz doktoruna gidersiniz; bir hastalığınız yoksa göz ölçümünüz alınır, sonra optikçiye yollanırsınız. Optikçi daha detaylı bakar. Camların ayarını ve gözlüğü optikçi yapar. Bu meslek çok iyi bir meslektir. Dört sene çalıştım. Patronum çok iyiydi. Benim için bir dede gibiydi. Bana çok yardımcı oldu. Normalde saat 18.00'e kadar çalışmak zorundaydım. İdmana gitmem için beni 15.00'te bırakırdı. O olmasa buraya gelemezdim gerçekten. Üzerimdeki emeği çoktur.

Şu an Fransa'da sadece futbol mu oynuyorsun?
Evet, sadece futbol oynuyorum. Başka bir şey yapmam yasak. 

Peki, kazancından memnun musun? Ailene yardım edebiliyor musun?
Evet, çok memnunum. Maddi karşılığı çok iyi. Aileme de yardım ediyorum.

Ülkemizde futbolla ilgilenen genç kızlarımıza bu yollardan geçen genç bir oyuncu olarak neler söylemek istersin?
Türkiye'de işler biraz zor. İlerde umarım daha iyi olur. Futbola sevgileri varsa başlayabilir, bizim gibi millî oyuncu olabilirler. İleride her şey bambaşka olabilir. Hep devam etsinler ve önlerine baksınlar. Çok iyi bir oyuncu olurlarsa mutlaka birileri görür. Türkiye'den transfer olup da giden yok ama mutlaka olacaktır.

Bildiğin üzere 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı düzenlemek için adayız. Çekiştiğimiz Almanya'da doğup büyüyen bir futbolcu olarak adaylık sürecimizi nasıl değerlendiriyorsun?
Bence Türkiye, EURO 2024'e Almanya'dan daha iyi bir ev sahibi olur. Çünkü insanlarımız daha sıcak. Almanya'da böyle değil. Yabancılar gelsin, Türkler çok iyi karşılar. Yabancılık çekmezler. Yeni yapılan statların hepsi çok iyi. Maçları birlikte izlerler. Tatil zamanına denk geldiği için tarihi yerleri gezebilir, güzelim denizlerimize girebilirler. Muhteşem mutfağımızın tadına bakabilirler. Gurbetteki Türkler için de çok iyi olur. Çünkü zaten tatile geliyorlar; maçları da izlerler. Her gurbetçinin hayalidir Avrupa Şampiyonası'nın Türkiye'de oynanması.

Paris'te nasıl bir hayatın var? Boş zamanlarında neler yaparsın?
Genellikle sabahları idman yapıyorduk ama değişti. Şimdi öğleden sonra da yapıyoruz. Kahvaltı ve öğle yemeğinde kulüpte olmak zorundayız. Önceden sadece öğle yemeğiydi. Şimdi kahvaltıyı da eklediler. Kilolarımıza çok dikkat ettikleri için yemekleri de doktorumuz ayarlıyor. Sadece akşam yemeğini evde yiyorum. Herkesin kendi evi var zaten. Kimse tesislerde kalmıyor. Hepimiz aynı bölgede oturuyoruz. Antrenörüm aynı zamanda komşum. Alışverişe gidince orada da görüyorum.

Maç trafiğiniz nasıl?
Haftada bir maç yapıyoruz. Kupa maçı varsa da yine haftada bir kez oynuyoruz. O hafta lig maçı olmuyor. Öğle yemeklerinden sonra boşsam ya evde uyuyorum ya da arkadaşlarımla Paris'in merkezine gidiyoruz. Yaşadığımız yer çok rahat. Metro ile Eyfel Kulesi'ne 20 dakikada gidebiliyorum.

Futbol haricinde neler yapmaktan hoşlanırsın?
Genelde boyama yapmayı çok seviyorum. Suluboya olur, resim olur. Hat sanatını seviyorum. Yaptığım hatları arkadaşlarıma hediye ederim, onlar da evlerinin duvarlarına asar. Okumayı da çok severim. El işim gelişkindir. El becerim olmasa zaten optikçilik de yapamazdım. Günlük yazarım. Arkadaşlarımla bir evde toplanırız. Bunu çok yapıyoruz. Geçen sefer bana geldiler. Yemek yaptım. En yakınlarıma tabiî… 4-5 kişiydik. Her gün birinde toplanırız. Birlikte maçları izleriz. Kahvaltı yeri araştırır, boş günümüzde birlikte kahvaltıya gideriz.

Futbol bittikten sonra hayatına nasıl yön vermek istiyorsun?
Antrenörlük yapmak isterim. Paris'te bu imkânım var. Ama sadece bir senelik kontratım kaldı. İstersem başlarım ama sadece bir sene kontratım kaldığı için bitiremeyebilirim. Bunun için bekliyorum. Yaşım da daha genç olduğu için çok acele etmiyorum.

Peki, 1 sene sonra ne planlıyorsun? PSG'de devam edecek misin?
Onu hiç bilmiyorum. Kalmak isterim. Paris'i çok sevdiğim ve dilini de öğrendiğim için tercih ederim. Eskiden Fransa ile alâkam yoktu. Aklımın ucundan geçmezdi. Ama bugün dilini bildiğim bir ülkedeyim. Bu yüzden de kalmak isterim.

Thursday, April 26, 2018

Jupp Derwall: TÜRKİYE BÜYÜK TAKIM YARATAMAZ

Unutulmaz futbol adamı Jupp Derwall’in 27 yıl önceki söyleşisinde geçenler, ülke futbolunda birçok şeyin değişmediğini gösteriyor.

Türkiye futbol tarihini değiştiren isimlerden Jupp Derwall’in aramızdan ayrılışının sekizinci senesi. Alman antrenörün, Galatasaray’ın 14 yıllık şampiyonluk hasretini sonlandırması ve Avrupa kapılarını aralayan temelleri atmasının yanı sıra ülke futbolu üzerindeki etkileri de aşikâr. Görevde bulunduğu sürenin içerisinde ve sonrasında Türkiye futbolunun gelişimi için devamlı çaba harcayan Derwall’i, 31 Ağustos 1988’de Gelişim Spor’da yayımlanan, Yiğiter Uluğ ile yaptığı söyleşi ile yâd ediyoruz…
Niçin emekli olmak istiyorsunuz? Futboldan kopup köşenize çekilmeniz için erken değil mi?
61 yaşımdayım. Futbolda yaşamam gereken her şeyi yaşadım. Sevinçleri de, üzüntüleri de… Artık emekli olmak istiyorum. Çocuklarım evden ayrılıp, kendi yaşamlarını kurdular. Şimdi eşimle birlikte yeni bir düzen kuracağım.
Avrupa’da herhangi bir takımdan teklif alsanız, ne cevap verirsiniz?
Reddederim. Benim sorunum Türkiye’de çalışmak değil ki… Galatasaray’da dört yıl çalıştım. Her şey çok güzeldi. Birçok dost edindim. Kulüp yönetimi hala İstanbul’daki evimi hazır tutuyor. Her an gidip gelmem için… Türkiye’den uzakta olsam da Galatasaray ve Türk futboluna yardım için elimden galeni yaparım.
Türkiye’de dört yıl kaldınız. Bu süre içinde futbolculara ve takıma verdiklerinizin karşılığını yüzde kaç oranında alabildiniz?
İlk geldiğim Galatasaray’la bugünkü arasında farklar var. İlerleme kaydettik diyebilirim. İlk yıl hariç hep şampiyonluğa oynadık. İki kez de bu amacımızda ulaştık. İlle de bir yüzdeyle söylemem gerekirse, verdiklerimin karşılığını yüzde 60-70 oranında aldım. Tam kapasiteye ulaşmamamızın nedeni, futbolcuların gençlik döneminde iyi bir eğitimden geçmemiş olması. Hepsi kendini yetiştirmiş, onlara bazı şeyleri öğretmek için çok geç…
Türk futbolcusunun fizik ve uluslararası tecrübe açısından eksikleri olduğu söyleniyor. Bunun yanında kültürel eksiklikleri de var mı?
Günlük yaşamda herkes kendi kültür düzeyine göre ilişkiler kurar. Bu kural futbolcular için de geçerli. Hakemle diyaloglarını, birbirleriyle ilişkilerini hep kültür düzeyleri belirliyor. Futbolcuların saha içinde ya da saha dışında çirkin hareketleri oluyorsa, bu onların iyi eğitilmediğini gösterir. Ama dediğim gibi, birinci ligde oynayan birine bazı şeyleri öğretmek için çok geç. Uluslararası tecrübeye gelince… Türk futbolcusu kendi ligi dışında pek az maç oynuyor. Yılda birkaç milli maç ve Avrupa Kupaları… Yetersiz tabii…
Galatasaray’ın sizi getirmesinin bir nedeni de bu eksiğin kapatılması değil miydi?
Doğru, hedeflerden biri de buydu. Fakat her şeyden önce şampiyonluk geliyordu. 14 yıl şampiyon olamamış bir takım vardı ortada… Diğer takımlar gibi Galatasaray’ın da Avrupa’ya ilişkileri zayıf. Bir tek sezon öncesi kampı var. Dış temasları arttırırsak, bizde olmayan uluslararası bir futbol mantalitesini de kazanmış oluruz.

Türkiye’de başarılar çok coşkulu kutlanır ama yenilgiler bir türlü hazmedilemez. Taraftar sabırsızdır. ‘Bizde olmayan mantalite’ dediğiniz bu mu?
Avrupa futboluyla aramızdaki farklardan biri de bu. İyi futbol oynamak için önce futbolcuların rahat olması ve iyimser düşünmesi gerekir. Türk futbolcusunda bu iyimserlik yok çünkü üzerindeki baskı had safhada. Bu da bir korku yaratmış. Örneğin biz geçen yıl Samsun ve Malatya’ya yenildik. Onlar da birinci ligde oynuyorlar, futbolda her şey mümkün, yenilmek de… Ama bizim futbolcularımız, ‘yenilirsek bizi taşlarlar’ diye düşünüyor. Korkunun sonucunda da iyi futbol oynayamıyor. Almanya’dan bir örnek vereyim, geçen yıl Bayern Münih son haftalarda kritik bir yenilgi aldı ve şampiyonluğu Werder Bremen’e kaptırdı. Ama kimse Bayern Münih’in kampını basmadı, otobüsünü taşlamadı…
Yabancı antrenörlerin Türkiye’de karşılaştığı en büyük sorunlar bunlar mı?
Yabancı antrenörlerden çoğunlukla şampiyonluk bekleniyor. O zaman şartlar değişiyor tabii. Ben Türkiye’ye geldiğimde Galatasaray’da tek hedef vardı; şampiyonluk. Ben de programımı ona göre yaptım. Ama daha değişik hedefler olabilseydi, değişik bir çalışma yöntemi uygulayacaktım. Hedef, tabandan başlayıp yepyeni bir takım yaratmak olacaktı. Böyle bir takım yenilir de, şampiyonluğu da kaçırır. Ama futbolcuların üzerinde hiçbir baskı olmaz ve sonunda üstün bir takım yaratılır. Ne yazık ki, bunu Türkiye’de hiçbir yönetim kuruluna, hiçbir taraftara anlatamazsınız. Bu yüzden de Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe gibi takımlar şu anda geldikleri noktadan bir adım öteye gidemezler. Üzerlerindeki baskı büyümelerine engel olur.
Gelmeden önce sizi buna benzer koşulların karşılayacağını biliyor muydunuz?
Tabii. Zaten yabancılar genellikle şampiyonluk için çağrılır. Yalnız Türkiye’de taraftar biraz daha sabırsız. Şu anda Türkiye’de şampiyonluğa oynayan bir takımın, genç bir oyuncuya şans vermesine imkan yok. Hiçbir antrenör böyle bir riski göze alamaz çünkü ilk puan kaybında görevine son verilebilir. Bu yüzden de pek çok genç yetenek ikinci ya da üçüncü lig takımlarına gidip kayboluyor. Herkesle iddiaya girerim; Trabzonlu Hami, yetenekleri açısından Almanya birinci liginde bile oynayabilecek kapasitede. Ama üzerindeki baskı yüzünden üç yıl içinde bugünkünden de geriye gidecek.
Türkiye’deki spor basınını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dört yıl boyunca pek memnun kaldığımı söyleyemem. Haddinden fazla polemiğe giriyorlar, sansasyon amacıyla doğru olmayan şeyleri yazıyorlar. Futbol bir halk sporudur. İyiye de gitse, kötüye de gitse bunda basının payı vardır. Mesela bir ara ’24 takımlı lig’ söylentisi çıktı. Ben basının yerinde olsam, ’24 takımlı lige hayır!’ diye başlık atar, bunun futbolumuza zararlarını anlatırdım. Ne yazık ki bunu kimse yapmadı.
 
eXTReMe Tracker