Friday, March 27, 2015

Millî Takımımızın temeli 1911'de atılmıştı

Hepimiz, ilk seçicisinin Ali Sami Bey olduğu, Hasan Kâmil Bey'in kaptan olarak çıktığı, Zeki Rıza Bey'in de attığı iki golle 2-2 berabere bitirdiğimiz meşhur Romanya maçının, Millî Takımımızın ilk müsabakası olduğunu biliriz. Millî Takımımızın ilk maçını biliriz bilmesine ama bu tarihten seneler önce çeşitli isimler altında Millî Takımlarımızın tecrübe maçları yaptığını muhtemelen bilmeyiz. Bu yazıda sizlere Millî Takım'ın eski dönemlerini, bir nevî tarihçesini anlatmaya çalışacağım
Yazı: Mehmet Yüce
Memleket futbolunun ecnebilerle ilk teması Bahriye Nâzırı Mahmud Muhtar Beyefendi Hazretleri'nin taht-ı himâyelerinde Macar Spor Akademisi'nin şehrimizi ziyareti münasebetiyle olmuştur. Bu vesile ile Macaristan Krallığı'na bağlı Transilvanya Bölgesi şampiyonu Kolojvar Kulübü (şimdiki CFR Cluj) ile 14-17 Nisan 1911 tarihleri arasında üç müsabaka icra edildi.
Orijinal ismi Kolozsvári Vasutas Sport Club olan bu şampiyon takım, ilk iki müsabakasını İstanbul Şampiyonu Galatasaray ile yaptı. İki komşu imparatorluk arasında gerçekleşen bu tarihi maç karşılıklı atılan gollerle 1-1 berabere bitince, bir galip belirlemek maksadıyla iki gün sonra bir tekrar müsabakası icrâ edildi. Bu müsabakayı 3-1 kazanan Galatasaray, Kolojvar Kulübü'nün ortaya koyduğu kupayı kazanmakla kalmayıp, ecnebi bir kulüp önünde ilk galibiyetimizi de aldı.
Bu maçtan bir gün sonra ise bu sefer İstanbul'un en kuvvetli onbirinin vücuda getirdiği İstanbul Muhteliti (Karması) Macar misafirlerimize 1-0 galip geldi. 17 Nisan 1911 Pazartesi günü İttihadspor Sahası'nda oynanan bu müsabaka,millî muhtelitimizin ilk gayri resmî tecrübesi idi. Devrin önemli gazetelerinden Tanin bu maçın haberini şöyle vermiş:
"Macar misafirlerle İstanbul'un en maruf oyuncuları arasında futbol müsabakasında İstanbul Kulübü ihrâz-ı muvaffakiyet etmiştir."
Bükreşliler şehrimizde…
Macarlar karşısında yüzümüzü güldüren ilk maçtan tamı tamına üç sene sonra bu sefer Galatasaray Kulübü'nün daveti üzerine İstanbul'a gelen Bükreşliler ileİstanbul Türk Muhteliti namı ile seçilen muhtelit bir takım da bir müsabaka yapmıştı. Bu maç için devrin üç önemli futbol kulübünden şu oyuncular seçilmişti:
Türk Millî Muhteliti: Nedim (Galatasaray), Galip Kulaksızzade (Fenerbahçe), Fitil Nuri (Altınordu), Celâl İbrahim (Galatasaray), Ahmed Cevad (Galatasaray), Sedat (Altınordu), Otomobil Nuri (Fenerbahçe), Nihad (Altınordu), Dalaklı Hüseyin (Altınordu), Hasnun Galip (Galatasaray), Süreyya (Fenerbahçe).
17 Nisan 1914 Cuma günü İttihad Spor Sahası'nda icra edilen müsabakayı Bükreşliler 1-0 kazandı. Zamanın futbol teşkilâtı Cuma Birliği'nin mağlubiyetten sonra bir bildiri yayınlayıp "…heyetin teşkilinde Cuma Birliği'nin ne müşareket ne de muvafakati olmaması ve böyle bir nam-ı millî ile ortaya çıkacak takımın…"sözleriyle başlayan uzun yazısında bu mağlubiyetin sorumluluğunu almak istememesi de oldukça enteresandır.


Taksim'de Kadıköy Kulübü
Balkan Savaşlarının öncesi ve sonrasına isabet eden bu iki millî tecrübeden sonra, Harb-i Umumi yani Birinci Dünya Savaşı sebebiyle millî müsabakalara uzunca bir süre ara verildi.
İstanbul'un düşman devletleri tarafından işgali sırasında 14 Mayıs 1922 tarihinden itibaren çeşitli isimlerle tam sekiz adet "millî"  deneme oldu. Millî Takımlarımız (muhtelitlerimiz) bu sekiz müsabakadan ilkini Kadıköy Gençler Birliği adı ile yaptı. Bu ilginç mücadeleyi Spor Âlemi mecmuasından naklediyorum:
"Taksim'de Kadıköy Kulübü
14 Mayıs'ta Taksim'de Kadıköy namıyla birçok kulüpten toplama bir takım çıkarak Pera Rumlarıyla bir müsabaka yaptılar. Biz oyun hakkında bir fikir yürütmeyeceğiz. Yalnız İstella (Stella) kulübünden bir şahsın istifadesi için kuvvet düşünülmeden oynayan idmancılara teessüf ediyoruz."
Haberden de anlayacağımız üzere spor matbuatı tarafından pek de tasvip edilmeyen bir maç yapan (anlaşılan bu maçı İtalyan Stella Kulübü'nden bir zat organize etmişti) Millî Takım şu oyunculardan mürekkepti:
Kadıköy Gençler Birliği: Nüzhet, Mehmed (Darüşşafaka), Nuri Fitil (İttihad), Mithat, Rahmi, Haldun Sadi, Refik Osman (İttihadspor), Sabih (Fenerbahçe), Alaaddin (Fenerbahçe), Sami (İttihadspor), Mutena (İttihadspor).
Sonucunu maalesef bilemediğimiz, kadrodan anlaşıldığı üzere devrin önemli oyuncularının forma giydiği bu müsabakadan sonra şehirdeki İngiliz, Ermeni ve Rumlarla yapılan iddialı müsabakalara geldi sıra...
26 Ekim 1923 tarihinde Romanya ile oynayan Millî Takım'ın temelini oluşturan bu maçlardan ilki İstanbul'daki İngilizlerle oldu. Takımımız bu önemli müsabaka için evvela üç adet tecrübe maçı yaptı. Şimdi bu üç maçı dönemin en ehemmiyetli mecmûası Spor Âlemi'nden aynen aktarıyorum:
"Millî Takımızın İdmanları
Birinci Tecrübe Maçı
Millî Takım 3-1 İngilizler
15 Haziran Perşembe günü akşamı, Taksim Stadyumu'nda İngilizler ile Millî Takımımızın ilk tecrübe maçları icra edildi. Saat yedide başlayan bu ilk müsabakaya mecmuamızın sermuharriri Burhanettin Bey (Felek) tayin edilmiş ve Millî Takım da şöyle teşkil etmişti.
Nedim (Altınordu) - Siret (Galatasaray), Hasan Kâmil (Fenerbahçe) - Edip (Galatasaray), İsmet (Fenerbahçe), Refik Osman (Fenerbahçe) - Sabih (Fenerbahçe), Nihat (Galatasaray), Zeki (Fenerbahçe), Arif (Süleymaniye), Sadi (Galatasaray).
Müsabaka çok şiddetli başladı. Millî Takım'ın hasım kalecisine geçirttiği heyecanlı saniyeler arasında Nihat Bey gayet şiddetli bir vuruş ile ilk sayıyı yaptı ve bunu Zeki Bey'in mahirane ikinci sayısı takipte gecikmedi. Fakat bu sıralarda da İngilizler gayet kuvvetli akınlara başlamışlardı. Seyrek olduğu kadar korkulu bu akınları topa pek ünsiyet (alışkanlık) peyda etmiş orta muhacimleri idare ediyordu ve nihayet aynı şahıs tarafından Millî Takım'a da ilk sayı yapıldı. Bu yapılan sayı saha etrafında toplanan şapkalıları (ecnebiler ve azınlıkları kastediyor) pek ziyade memnun etmişti ki, "zito"lar (yaşa manasına gelen Rumca nida) fazla yükseldi.
Fakat kendisinden pek emin olan Millî Takım, topun cevelângâhını (dolaşılan yer, saha) yine hasım kalesine nakil ederek müteaddit şutları ile muhasım tarafı (karşı taraf) ızrar etmeye (zarara uğratmaya) başladı. Bu atılan şutlar her nedense ya kale direğine veya kalecinin bir a'zâsına (tarafına) çarparak geri dönüyordu. Bu sıralarda oyun bir tek kale mahiyetini almış ve Millî Takım'ın müdafaaları da orta çizgide ahz-i mevki etmişlerdi (yer almışlardı). Aynı şekilde iken orta muhacim Zeki Bey üçüncü sayıyı da iki adede ilâve eyledi. Oyun bir müddet daha devam ettiyse de netice bire karşı üç sayı ile Millî Takım'ın galebesi ile nihayetlendi.
İkinci Tecrübe Maçı
Millî Takım 9-1 Ecnebi Takım
19 Haziran Pazartesi günü yine aynı saha dâhilinde geçenki İngilizlere Ermeni ve Rumların kaptanları da dâhil olduğu halde kuvvetli bir muhtelit takımı ile çarpışıldı. Hakem bir İngilizdi. Millî Takım aşağıda yazıldığı gibi teşekkül etmişti.
Nedim (Altınordu) - Sadi (Hilâl), Orhan (Süleymaniye) - Ekrem (Anadolu), İsmet (Fenerbahçe), Refik Osman (Fenerbahçe) - Sabih (Fenerbahçe), Alâaddin (Fenerbahçe), Zeki (Fenerbahçe), Ömer (Süleymaniye), Sadi (Galatasaray).
Bu takımda Nihat ve Hasan Kâmil Beyler, geçenki oyunda sakatlandıklarından, Şükrü Bey'in de hasta olması dolayısıyla dâhil olamamışlardı. Müsabaka vaktinden biraz geç olarak başladı. Ecnebiler ilk hamlede Millî Takım'ın karışıklığı arasında kaleye takarrüb (yaklaşma) ederek bir sayı yaptılar. Daha başlangıçta yapılan bu gol, Türklerin mağlubiyetini bekleyen "karşı yakalılar"ı (Azınlıklardan bahsediyor) haddinden fazla sevindirmiş ve uzun müddet de bağırtmıştı. Etrafında toplanan "fesliler" (Müslümanlar ve Türkler) ise bu hareket üzerine kendi oyuncularının muvaffakiyetine intizardaidiler (beklenti içindeydiler). Fakat bu intizar uzun müddet devam etmedi. Soldan Sadi Bey'in pek mahirane şandeli Ecnebi Takımı'nın çevik kalecisine ilk sayıyı hediye etti. Tetikte duran ağızlar mukabil olarak "yaşa"lara başladılar. Bu yapılan sayı ilk partide üçe iblâğ edildi (vardı). İkinci devrede Alâaddin, Zeki ve daha doğrusu muhacim hattının gayet ahenktar pasları ile dördüncü, beşinci ve hatta karanlığa doğru dokuzuncu sayı bile yapılabildi. Müsabakanın nihayetlerine doğru bitkin bir halde etrafta dolaşan hasım müdafaası seri oyuncularımızın mahirane paslarından pek bizâr (bıkmış, usanmış) oldukları görülüyordu. Nihayet vaktin pek geç olmasından hakem beş dakika evvel oyunu bitirerek sayıların bir düzineye iblağ edilmesine mani oldu.
 
Üçüncü ve Son Tecrübe Maçı
Millî Takım 5-0 Ermeniler
22 Haziran Perşembe günü Taksim Sahası Millî Takım'ın son tecrübe maçını da gördü.Hakem yine sermuharririmiz Burhanettin Bey intihap edilmiş (seçilmiş) ve takım da şöyle teşekkül etmişti.
Nedim (Altınordu) - Hasan Kâmil (Fenerbahçe), Cafer (Altınordu) - Edip (Galatasaray), İsmet (Fenerbahçe), Refik Osman (Fenerbahçe) - Sabih (Fenerbahçe), Alâaddin (Fenerbahçe), Zeki (Fenerbahçe), Suat (Galatasaray), Sadi (Galatasaray)
Geçenki oyunda hasım kuvvetlerimizin de daima birer sayı yapmaları aleyhtarlarımızı yine harekete getirerek (geçirerek) müdafaamızın çürük bulunduğundan bir müddet bahsettirmişti. Bugün ise Millî Takım gol yememeye azmederek ortaya atılmış ve bu lekeyi de silmek istemişti. Maç başladığı anda Ermeniler pek mahirane değilse de gayet cesurane oyunlarıyla Millî Takım'ın ahenktar paslarını kesmeye çalıştılar ve ilk sıralarda da epeyce muvaffak olmuşlardı. Fakat bu gayret bir müddet devam edebildi. Çünkü biraz sonra akıncılarımız yine aralarındaki tesanüdü (dayanışmayı) ihya ederek Millî Takım'a ilk sayılarını bahşeden Sadi Bey'in yeni bir şandeli ile Ermenileri de mağlubiyetin izi üzerine yuvarladılar. Zafer bekleyen Türkler, pek emin… Takımlarının bu hareketinden memnun olarak ziyade alkışladılar ve biraz sonra Zeki Beyde bu arkadaşının sayısını yükseltmek için tacil ederek (çabuklaştırarak) ikinci golü yaptı.
Parti nihayetlenmişti. Diğer devrede Ermeniler tamamiyle müdafaaya ehemmiyet vererek takımlarını bir hezimet şekline yuvarlanmaktan kurtarmak istiyorlardı. Kale önündeki topu daima taç veya dışarı çıkarmak suretiyle uzaklaştırıyorlar ve hatta arada korner yapmaktan bile çekinmiyorlardı. Millî Takım bu karışıklık arasında üçüncü, dördüncü ve beşinci sayılarını da ilâve için gecikmedi. Fakat bundan sonra galibiyetlerinden emin olduklarından fazla çalım ve ziyade paslar ile hasım müdafaasını çılgın bir vaziyete soktular. Bu vaziyetten müteessir olan oyuncuların savurdukları tekmelerin etrafında küçük oyuncularımız pek muvaffakiyetle sıyrılıyorlardı. Nihayet son tecrübe maçı da galibiyetle neticelendi."
Büyük maç
İstanbul İngiliz Muhteliti ile yapacağı büyük maça hazırlık maksadıyla üç ayrı muhtelit ile tecrübe müsabakaları yapan ve üçünden de zaferle çıkan Millî Takım ve onu destekleyen İstanbullu Türkler için büyük gün gelip çatmıştı. 2 Temmuz 1922 Pazar günü Taksim Stadyumu İstanbul'da yaşayan yetmiş yedi milletten futbolsever tarafından lebâleb (ağzına kadar) doldurulmuştu. Millî Takım'ın ilk tertibinde ve müsabakaların icrasında çok emeği bulunan Çelebizâde Said Tevfik Bey'in sahibi olduğu Spor Âlemi, futbol tarihimiz için bir kilometre taşı olduğuna inandığım bu büyük müsabakayı da tafsilatlı bir surette derc etmiş:
Millî Takım 4-0 İngilizler
2 Temmuz Pazar günü akşamı Taksim Stadyumu'nda Millî Takım ile İngilizler çarpıştılar. Evvela Millî Takım kırmızı bantlı formaları ile alkış tufanı arasında sahaya atıldılar. Arkalarından Maltepe, Bostancı ve saireden toplanmış kuvvetli bir İngiliz takımı ortaya çıktı. Millî Takım şöyle teşekkül etmişti!
Nedim (Altınordu)- Cafer (Altınordu), Hasan Kâmil (Fenerbahçe)- Ekrem (Anadolu), İsmet (Fenerbahçe), Refik Osman (Fenerbahçe)- Emin (Altınordu), Alâaddin (Fenerbahçe), Zeki (Fenerbahçe), Şükrü (Anadolu), Sabih (Fenerbahçe).
Takıma Nihat, Edib Beylerin imtihanları ve Sadi Bey'in de sakatlığı dolayısıyla Galatasaraylılar idmancı verememişlerdi. Bunların yerine gelen Ekrem ve Emin Beyler pek fazla muvaffakiyet göstererek başlangıçta görülen bu boşluğu pek güzel kapattılar.
Hakem Galatasaray'dan Ziya Bey (Öniş) olduğu halde müsabakaya ancak yedi buçukta başlanabildi. Pek uzaklardan Millî Takım'ın muvaffakiyetini görmeye gelmiş yüzlerce halk, fazla patırtılarına rağmen bu maç için o gece İstanbul'da kalmayı tercih etmişlerdi. Oyun çok şiddetli ve heyecanlı oldu. Diyebiliriz ki, İstanbul'a gelmiş olan Romanyalılar maçından (1914 senesindeki) daha sıkı cereyan ediyordu. Muhacim hattını idare eden Zeki Bey, Cuma günkü sukut (düşme) neticesinde rahatsız olarak takıma ithal edildiğinden bize muvaffakiyeti tattırmayacağı zannını hâsıl ettiyse de daha ilk dakikadan itibaren saha üzerinde gösterdiği fedakârlık şâyân-ı hayret derecede aks ediyordu. İlk an kâh İngilizlerin kuvvetli hücumları, kâh bizim mütesanid akınlarımız ile geçti.
Oyun epeyce ilerlemişti ki, İngilizlere bir ceza verilerek Refik Bey'e frikik çektirildi. Etrafta heyecan ile yükselen teşci (gayrete getirme) avazeleri arasında top muntazam bir devir yaparak müdafi kalecisinin başı üzerinden hasım ağları arasına düştü ve İngilizlere de ilk sayı yapılmış oldu. Bu sırada alkış ve yaşa tufanı bir müddet için Taksim mıntıkasını inletti. Biraz sonra yine bir ceza vuruşu pek münasip olarak kaleye atılmayarak bırakıldı. Oyun çok şiddetlenmişti. Millî Takım muavin hattı tamamen hasım muhacimlerini kafa vuruşlarıyla, mahirane oyunlarıyla, idareli paslarıyla tutuyorlar ve kendilerinden kurtulanları da müdafaalar alıkoyuyorlardı. Hatta bu hattı da geçseler bile yapılan akın kalecinin muvaffakiyeti önünde eziliyordu. Zeki Bey, fazla yorgunluğu ile beraber gösterdiği yüksek muvaffakiyeti arasında hasım kalesine pek şedid şutlarıyla ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü sayıları attı ve o gün Millî Takım'ı hakiki bir galibiyete gönderdi.
Karanlık basmış, etrafta top seçilememeye başlamışken hitam düdüğü çalmıştı ki bütün Türkler sahaya fırlayarak Millî Takım oyuncularını omuzları üzerinde tevzi-yimükâfat sahasına kadar taşıdılar."


Son tecrübeler
Bu dört müsabakadan sonra Millî Takım 1922 yazında başka bir maç yapmadı. O senenin güzünde, İngilizlerle bir rövanş maçı yapıldı ve İngilizler rövanşı aldı:
"Millî Takım 0-2 İngilizler
8 Eylül Cuma günü Taksim Stadyumu'nda İngilizler ile muhtelit takım arasında bir futbol maçı icra edilmiştir. Muhtelit takım pek kuvvetsiz bir halde sahaya çıkmış, bilhassa aralarında Zeki ve Hasan Kâmil Beylerin mefkudiyeti (yokluğu) hemen her an kendini hissettiriyordu.
Muhtelit Takım: Nedim - Şükrü, Cafer - Ekrem, İsmet, Refik Osman - Sabih, Alâaddin, Necip, Suad, Rüştü.
Maçın haberini yayınlayan mecmûa, oyun hakkında kısa bir izahat verdikten sonra (yenildiğimizden olsa gerek) bu takıma Millî Takım yerine Muhtelit Takım demeyi yeğlemiş.
1923 senesi Temmuz ayı içinde şehrimize gelen Meşhur-i Âlem (Dünya meşhurları) Slavia Praha, Galatasaray, Fenerbahçe ve Altınordu kulüplerinden en seçkin oyuncuların yer aldığı Millî Takım ile de müsabaka yaptı. Bu maça hazırlık maksadıyla Ali Sami Bey'in yaptığı bir takım İngilizlerle yine Temmuz ayında karşılaştı. Bu maç aynı zamanda Ali Sami Bey için de bir tecrübe idi:
"İstanbul Millî Takımı 6 -1 İngilizler
Slavya (Slavia Praha) nam Çekoslovak futbol takımının Galatasaray, Altınordu ve Fenerbahçe kulüpleriyle maç yaptıktan sonra İstanbul Milli Takımı'yla da karşılaştırılması muhtemel olduğundan 8 Temmuz Pazar günü Kadıköyü'ndeİ ttihad Spor Meydanı'nda bir İngiliz takımıyla ihzârî (hazırlık) bir müsabaka yapılmış ve neticede İngilizler bire karşı altı sayı ile mağlup edilmişlerdir.
Muhacim hattı muvaffakiyetli oynamış, müdafaada İsmet, Nihat ve Cafer Beyler vazifelerini hüsn-i îfâ etmişlerdir. Günden güne terakki eden kaleci Şekip Bey'in kurtarışları şayan-ı zikirdir.
Oyuna ibtidârdan (başlamadan) evvel Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı Reisi Ali Sami Bey tarafından futbolun fenni noktaları hakkında takımı teşkil eden oyunculara malumat verilmiş ve kendilerinin gösterilen usullere tevfik-i hareket etmeleri (gösterilen surette hareket etmeleri) tavsiye olunmuştur.
Millî Takım'ın muavin hattının merkez ve sağ cenahının kaviyü'l-bünye (sağlam vücutlu) ve mukavim (dirençli) iki oyuncu tarafından tutulmuş olmasına rağmen mukabil sol ciheti bedenen olduğu kadar oyun itibariyle de zayıf idi. Ve hasım da bunu fark ettiğinden daima bu cihete yükleniyordu.Slavya (Slavia) ile MillîTakımımız arasında bir maç yapılması takarrür ederse bu cihete büyük ehemmiyet atfedilmesi lâzımdır. Bilhassa muavin hattında bir noktanın zayıf olması bütün takım üzerinde fevkalâde icra-yı tesir eder ve aynı zamanda diğer iki muavinin vazifelerini de işgal eyler.
Bundan maada (başka) müsabakanın bütün sıkletini oraya celbedebileceği diğer cenah oyuncularının âtıl kalmasını intaç veyahut yerlerini terk etmelerini istilzâm eyler (gerektirir). Hasan Kâmil Bey müdafaa mevkiine geçtikten sonra Refik Bey oynayamadığı takdirde münasip bir sol muavin bulunursa bu takımın şekl-i hazırı münasiptir. Ancak maç esnasında ihmâl ve lakaydi görülmemeli ve bütün oyuncular ve bilhassa hücum hattı azim ve gayretle oynamalıdır."
Dünya meşhurları şehrimizde
Spor Âlemi, Slavia maçı öncesi tüm ihtaratını sıralamış. Buna rağmen Slavia o kadar iyi bir takımdı ki; Galatasaray, Altınordu ve Fenerbahçe'yi pek farklı neticelerle mağlup ettikten sonra Millî Takım'ı da feci bir biçimde yendi:
18 Temmuz Çarşamba Muhtelit Takım - SlaviaPraha müsabakası
"Epey münâkaşadan sonra icrâsı taht-ı karara alınan dördüncü bir maç Temmuz'un on sekizinci Çarşamba günü icrâ olundu. Bir gün evveline nisbetle saha o kadar kalabalık değildi. Evvelki üç maçın büyük farklarla aleyhimize neticelenmesi sporcuların ümidini kırmış olmakla beraber yine herkes müsabakanın neticesini merakla bekliyordu.
Fenerbahçe, Altınordu ve Galatasaray kulüplerinden bir muhtelit takım şu suretle teşkil edilmişti: Nedim - Cafer, Tevfik - Feyzi, Nihat, İbrahim - Bedri, Sabih, Zeki, Alâaddin, Emin Beyler. Bu takımın esaslı a'zâsından İsmet ve Hasan Kâmil Beyler bir gün evvelki müsabakada fazla hırpalandıkları cihetle bugünkü maça iştirâk edemediler. Hakem olarak yine Fenerbahçe-Slavia maçını idare eden zat intihâb edilmişti.
Oyuna başlandı. Çekler muntazam paslarla ilerlemeye başlayarak yedinci dakikada ilk gollerini yaptılar. Fakat oyunun tarz-ı cereyanı da yavaş yavaş değişmeye başladı. Muhacim hattımız rakip kalesini tehdit ediyordu. Ve daima Çekoslovak takımı kaptanı ve Slavia sol beki Ratsa, en ümitbaş dakikalarda topu uzaklaştırıyordu. Oyun adeta mütevâzin (denk) bir şekil almıştı. Hasım müdafaası bugün çok çalışmaya mecbur oluyordu.
Evvelki maçta iki müdafaanın göstermekte oldukları lâkayıdane hareketlerden bugün iz görünmüyordu. Slavia aleyhine verilen ceza vuruşunu Zeki Bey sıkı bir şutla kaleye tevcih etti ve top kalecinin elinden sıyrılmak suretiyle kornere gitti. Biraz sonra Slavia takımı bir sayı daha kazanmaya muvaffak oluyor fakat bizim takımdaki gayret de semeresini vermekte gecikmiyordu.
Zeki Bey; Alâaddin Bey'in güzel bir pasından istifade ederek direğin kenarından topu hasım kalesine idhâl etti (1-2) ve etraftan bravolar, yaşalar yükselmeye başladı. Slavyalılar bir üçüncü sayı kazandılar ve haftaym (half time) oldu. (Devre 1-3)
İkinci parti başladı. Karşılıklı akınlar. Slavialılarhandbol yapıyorlar. Avrupa'da nam salmış bir takımın mükerrer defalar ve kasten topa el ile vurması çok çirkin bir şey...
Tevfik Bey'in hatasından Çekler dördüncü sayıyı da yapıyor... Biraz sonra beşinci defa olarak top muhtelit kalesine giriyor. (1-5) Bizimkiler bir akının sonunda korner kazanıyor. Kornerden gelen topu Zeki Bey sıkı bir şut ile kaleye adeta tıkadı. (2-5)
Slavialılar şaşalamaya başlasa da oyunlarındaki âhenk hiçbir vechle bozulmadı. Yine muntazam paslarla ilerleyerek iki gol daha yapmaya muvaffak oldular. (2-7)
Fakat Bedri Bey'in hücumuyla Alâaddin Bey de güzel bir gol yaptı. (3-7)
Akşamleyin gündüzki zaferin (üç gol atmak bir zaferdi) te'sîri arasında otomobillerle Galatasaray mektebinden hareketle Fatih Daire-i Belediyesi'ndeki "ŞehrEmaneti"ninziyâfetine gidilmiş ve binanın kapısında oyuncular pek ziyade alkışlanmıştır. Ziyâfette Refet Paşa Hazretleri, Vali Bey Efendi, Slavia ile çarpışan oyuncular ve misafirlerimiz hazır bulunuyordu…"
Sizlere bu yazıda Millî Takım'ın ilk tecrübelerini anlatmaya çalıştım. 1911'deki Kolojvar müsabakasından 1923 yazındaki SlaviaPraha maçına kadar… Bu müsabakaların hiçbiri gerçek anlamda bir millî maç değil kuşkusuz. Lâkin hepsi Millî Takım'ın ilk teşekkülünden önceki hikâyesini ve tarihçesini göstermesi bakımından önemli…
Millî Takım ilk beynelmilel müsabakasını 26 Teşrin-i Evvel 1339 tarihinde Romanya ile yaptı. Ama ondan önce de Millî Takımlarımız vardı. Ve o kadim Millî Takımlarımızın bütün oyuncuları, atılan ve yenilen goller, fena ve güzel oyunları, tecrübeleri ilk maçta, ilk Millî Takım'a feyiz verdi, yol gösterdi.

Alexandru Epureanu: "Her zaman daha iyiyi aradım"

Millî takımında kaptanlık yapan ve ülkesinde dört kez yılın futbolcusu seçilen 28 yaşındaki Moldovalı, ilk sezonunu geçirdiği Başakşehir'de Yalçın Ayhan'la harika bir savunma tandemi oluşturdu. Attığı dört golle ofansif anlamda da takımına büyük katkı sağlayan usta oyuncu, Türkiye tercihini, futbola bakışını, beklentilerini, hayallerini ve İstanbul'daki hayatını TamSaha'yla paylaşırken verdiği her cevapta mütevazı kişiliğiyle dikkat çekti.
Röportaj: Mazlum Uluç
Rusya Ligi'nde oynarken ve o ligde 7 sezon geçirmişken Türkiye'ye transfer olma fikri nereden aklına düştü?
Rus kulübüyle olan sözleşmem sona ermişti. Artık evimdeydim ve teklifleri değerlendirme aşamasındaydım. Rusya'dan yeni teklifler de almıştım. Ancak menajerim bana, "Türkiye'den bir İstanbul takımından teklif var. Yeni bir takım, harika tesisleri var ve ciddi bir atılım yapmayı planlıyorlar. Birkaç yıl içinde Türkiye'nin büyük takımlarından biri olmayı hedefliyorlar" deyince ben de Başakşehir'e gelmeyi tercih ettim.
Yeni bir takım, yeni bir heyecanı anlıyorum ama seni Süper Lig'e getiren temel motivasyon neydi?
Asıl motivasyonum Abdullah Hocanın varlığıydı. Çünkü onun çok iyi bir hoca ve çok iyi bir insan olduğuyla ilgili bilgiler almıştım. Buraya gelmemin en önemli nedeni de budur. Ben öğrenmeye açık bir oyuncuyum ve kendimi geliştirecek alanlar arıyorum. Bu tarz öğretici hocalarla daha da iyiye gideceğime inanıyorum. Bir yandan da Türkiye'de futbolun ne kadar çok sevildiğini biliyordum ve bu da Başakşehir'e gelişimde etkili olan faktörlerden birisiydi.
Buraya gelmeden önce Türk futbolu hakkında neler biliyordun? Geldikten sonra düşüncelerinde ne gibi değişiklikler oldu?
Türk futboluyla ilgili çok fazla bilgim yoktu açıkçası. Her yabancı gibi ben de Avrupa kupalarında oynayan Türk takımlarını tanıyordum. Bir yandan da Türklerin futbolu ne kadar çok sevdiğini ve ne kadar ilgi gösterdiğini biliyordum. Buraya geldikten sonra da bu fikrim pekişti. Kafelerde olsun, restoranlarda olsun herkesin futbol konuştuğunu, futbolcuları tanıdığını ve onlara büyük bir ilgi gösterdiğini gözlemliyorum. Tek üzüntüm seyirci sayılarındaki düşüş. Geçmiş yıllarda televizyondan Türk takımlarının maçlarını izlerken dolu tribünlerde coşkulu taraftarlar ve müthiş bir maç atmosferi görüyordum. Ancak ne yazık ki bu sezon aynı tabloyla karşılaşmam mümkün olmadı. Taraftarlı maçlar kesinlikle futbolcuları olumlu yönde etkiler, motive eder. Dolayısıyla futbolun kalitesini de yükseltir. Umarım lig yarışının daha da renkleneceği bu son bölümde maçlarımızı daha fazla seyircinin önünde oynamamız mümkün olur.
Abin Sergiu Epureanu da 2000'li yılların başında Türkiye'de futbol oynamıştı. Önce Samsunspor, sonra da İstanbulspor'da forma giymişti. Hatta Abdullah Avcı'nın da İstanbulspor'daki ilk hocalık tecrübesinde onun öğrencisi olmuştu. Abin Türkiye hakkında sana neler anlattı?
Dediğiniz gibi abim Türkiye'de oynadığında 2000'li yılların başıydı. Yani bundan 15 sene kadar öncesiydi. Elbette bana Türkiye ile ilgili iyi şeyler söyledi ama şöyle de bir gerçek var ki onun oynadığı dönemden bu yana Türkiye'de çok şey değişti.
Abdullah Avcı'yı bugüne kadar çalıştığın teknik adamlardan ayıran en belirleyici özellikleri neler?
Hocaları mukayese etmek biraz haksızlık olur. Ama Abdullah Hocayla ilgili şunları söyleyebilirim…Bir kere çok zeki ve iyi niyetli bir insan. Bazı hocalar yaptığınız yanlışı direkt yüzünüze vurur. Abdullah Hocaysa maçla ilgili değerlendirme yaparken hem doğru yaptıklarınızı hem de hatalarınızı birlikte anlatıyor. Hatalarınızı söylerken de bir daha tekrarlanmaması ise ne yapmanız gerektiği konusunda size yol gösteriyor. Onun bu tarzının hem oyuncunun hem de takımın gelişimine büyük katkı sağladığını gözlemliyorum.
Moldova, Rusya ve Türkiye Liglerinde forma giymiş bir oyuncu olarak, bu ligleri karşılaştırır mısın?
Moldova Ligi'nde oynamaya başladığımda çok gençtim, dolayısıyla uzun yıllar öncesiyle bir mukayese yapmak çok doğru olmazRusya Ligi ve Türkiye Ligi'nin ise son dönemde büyük bir atılım içinde olduklarını ve büyük yıldızları transfer ederek oynattıklarını söyleyebilirim. Ancak Türkiye'de futbol Rusya'ya göre çok daha ön planda. Buradaki taraftarlar adeta takımlarıyla yaşıyor. Takımları kazandığı zaman çok seviniyor, kaybettiği zaman adeta yıkılıyorlar. Türkiye için tam anlamıyla futbolla yatıp kalkan bir ülke diyebilirim.
Rusya ve Türkiye liglerindeki futbolun kıyaslamasını yapar mısın?
İki lig arasında bazı benzerlikler var. Türkiye'de bütçesi yeten takımlar üst düzey oyuncuları transfer edebiliyor ve futbolu daha yüksek kalitede oynayabiliyor. Aynı durum Rusya için de geçerli. Orada da zengin kulüpler benzer transfer politikalarıyla güçlü kadrolar kurup rakiplerinin önüne geçebiliyor.
Türkiye'ye gelene kadar 13 sezonda oynadığın lig maçlarında attığın gol sayısı 14. Süper Lig'de ise yarım sezonda 4 gol atmayı başardın. Burada gol sayını artırmanı neye bağlıyorsun? Türkiye'deki takımlar duran top savunmalarında daha fazla mı hata yapıyor?
Bunun üç nedeni var. Birincisi, hocamız duran toplar konusunun üzerinde hassasiyetle duruyor ve bize sürekli özel çalışmalar yaptırıyor. İkincisi takımımızda Mossoro, Doka, Visca gibi duran topları büyük bir ustalıkla kullanan oyuncular var. Üçüncüsü de şans faktörü. Biraz da şansım olduğu için o pozisyonlarda gol atmayı başarabildim. Bu arada takımdan ayrılan Sezer Öztürk'ün de hakkını teslim etmem gerekiyor. Onun sayesinde attığım bir gol var ki, yaptığı o ortayı herkes gole çevirebilirdi.
Moldova Millî Takımı'nın kaptanlığını yapıyorsun ve 2007 ile 2011 arasında ülkende yılın futbolcusu seçildin? Ülkenin en iyi oyuncusu noktasına gelmeni sağlayan en önemli özelliklerin neler?
Kendi özelliklerimle ilgili konuşmam yanlış olur. Bu yorumu dışarıdan benim oyunumu izleyen kişilere bırakalım. Moldova'da dört kez yılın oyuncusu seçilmeme gelince, açıkçası ülke futbolumuzun durumu çok iyi bir yerde değil. İyi oyuncularımız da yurtdışında oynuyor. Herhalde ben de ülke futbolunun geri olması ve iyi oyuncuların da yurtdışında oynaması nedeniyle, yurtdışında oynayan bir oyuncu olarak böyle bir ödüle lâyık görüldüm.
Benim aslında öğrenmek istediğim şuydu; birlikte futbola başladığın insanların hiçbirini bugün tanımazken seni bu röportajın öznesi yapan özelliklerin nelerdi?
Bu soruya karşılık olarak sorgulayıcı kişiliğimi söyleyebilirim. Küçüklükten beri ne zaman maç kaybetsem hep "Nerede hata yaptım, nasıl daha iyi olabilirim" diye düşündüm. İçimde hep daha iyiyi aramak ve daha iyi olmak gibi bir düşünce vardı. Bugün bulunduğum konuma da bu sorgulayıcı kişiliğim sayesinde ulaştım diyebilirim.
Artık tecrübeli ve olgun bir oyuncu olarak ekstra çalışmalar yapmayı sürdürüyor musun? Bu konuda genç oyunculara neler tavsiye edersin?
Genç oyunculara şunu söylemek isterim; futbola başladığımda kendi yaş grubumda benden çok daha yetenekli arkadaşlarım vardı ama onlar bugün futbola devam etmiyor. Genç oyuncunun istekli olması, hayallerinin bulunması, çok çalışması ve işine sadakatle bağlı olması lâzım. Yetenek mutlaka gerekiyor ama yeteneğin üzerine bunları koyarsanız bir yerlere gelebiliyorsunuz. Bizde şöyle bir söz vardır; "Siz yeter ki isteyin, Tanrı isteğinizi gerçekleştirir." Genç oyunculara tavsiyem de budur.
Dünyada ve Türkiye'de hangi stoperleri beğeniyorsun?
Dünya futbolunda beğendiğim stoperler Thiago Silva, Pepe ve Sergio Ramos. Zaten hepsi de büyük takımlarda oynuyor ve hemen hemen herkesin beğendiği oyuncular. Türkiye'deki stoperler için ise sadece takım arkadaşlarımı konuşmak istiyorum. Yalçın Ayhan zaten çok tecrübeli bir stoper ve herkes onun ustalığının da kalitesinin de farkında. Bir başka özelliği ise gerçek bir lider olması ve takımı büyük bir beceriyle yönetip yönlendirmesi. Bir de Gençer Cansev'den söz etmem gerekiyor. Her ne kadar fazla süre almadıysa da her görev verildiğinde hazır oldu ve elinden gelenin en iyisini yaptı.
Bu liderlik konusu önemli… Moldova Millî Takımı'ndaki kaptanlık görevinin yanında Bursaspor'la oynanan kupa maçına da kaptan çıktın. Geçmişte kaptanlık oldukça önemli bir görevdi. Bugün için takım kaptanlığının geçmişteki kadar önemli bir fonksiyon olduğunu düşünüyor musun? İdeal bir kaptan nasıl olmalı?
Açıkçası Bursaspor maçında sahaya kaptan olarak çıkmak benim için de sürpriz oldu. Soyunma odasında maça kaptan olarak çıkacağımı öğrendiğim zaman hem şaşırdım hem de sevindim. Baktığınızda kaptanların sorumlulukları diğer oyunculardan elbette daha fazla. Kaptan değilseniz sadece kendi yaptıklarınızla sorumlu olursunuz ama kaptan olduğunuzda bütün takımı düşünmek zorundasınız. Diğer arkadaşlarınızın da eksiklerini görerek bu eksikleri gidermeniz ve onlara yardımcı olmanız gerekiyor. Bence liderlik ve kaptanlık son derecede önemli vasıflar. Çünkü bazen takım için işler kötü gider ve o kötü giden işleri düzeltmek de kaptanın sorumluluğundadır.
Bursaspor maçından söz edilmişken, o gün kullandığın penaltı büyük bir soğukkanlılık gerektiren, usta işi bir vuruştu. Önce kaleciyi bir köşeye yatırmak, sonra da topu diğer köşeye yuvarlamak oldukça etkileyiciydi. Zaten hemen ardından da futbolseverler bu penaltı atışını konuştu. Penaltıları her zaman bu şekilde mi atarsın yoksa o anda içinden gelen bir karar mıydı?
Bursaspor'a attığım penaltı, resmi maçlarda attığım ikinci penaltıydı. Ben çok özel bir penaltı olduğunu düşünmüyorum. Sonuçta önemli olan vurduğunuz topun ağlarla buluşmasıdır. Gol olduktan sonra bütün penaltılar aynıdır.
Ligimizdeki tüm takımları artık tanıyorsun, şampiyonluk adayın hangi takım?
Tek bir şampiyon adayım yok. Ligin üst sıralarında olan üç takım Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'dan biri şampiyon olacak. Bu üç takımın dışında Trabzonspor ve Bursaspor'un da oynadıkları futbol tarzını beğeniyorum. Umarım biz de bu kadar rakibin arasında kendimize üst sıralarda bir yer bulabiliriz. Ligin alt sıralarındaki takımlara baktığımızda da kalite açısından büyük farklar olduğunu söyleyemeyiz. Pek çok maçın büyük çekişmeye sahne olduğunu ve küçük detaylarla kazanılıp kaybedildiğini görüyoruz. Bence hiçbir maçın sonucunu önceden tahmin edebilmek mümkün değil. Çünkü ligin altında da iyi takımlar mevcut.
Bugüne kadar oynadığın maçlarda seni en fazla zorlayan forvetler hangileriydi?
Bir isim vermek istemiyorum. Bence takımların çoğunda kaliteli santrforlar var. Savunma oyuncusu açısından işi zorlaştıran şeyin rakip oyuncuların kalitesinden çok, o maçtaki konsantrasyon ve odaklanma sorunları olduğunu düşünüyorum.
Takım arkadaşların arasında yetenekleri ya da profesyonelce yaşamasıyla seni en çok etkileyen kim oldu?
Başakşehir, diğer ekiplere göre kolektif oyunun daha ön plana çıktığı bir takım. Bizde oyuncular bireysel yetenekleriyle değil, kolektif oyun içindeki rolleriyle takıma katkı sağlıyor. Dolayısıyla tek tek isim vermek yerine bütün takımın yıldız olduğunu söyleyebilirim.
Başakşehir'deki hedeflerin neler? Bu sezondaki performansınla ülkende yeniden yılın oyuncusu seçilme şansın olduğunu düşünüyor musun?
Öncelikli hedefim Başakşehir adına iyi oynamam ve takımımın da iyi sonuçlar alması. Benim için hedef, her zaman önümüzdeki ilk maçtır. Uzun vadeli hedef koymayıp maç maç düşündüğümde daha iyi odaklanıyorum. Sonuç olarak söylemek gerekirse öncelikli hedeflerim takımımın başarılı olması ve Moldova Millî Takımı'yla da başarılar elde etmek. Tabiî ki tüm bunların sonucunda yılın futbolcusu seçilirsem mutlu olurum ancak öncelikli hedefim bu değil.
Önümüzdeki sezondan itibaren ligimizdeki takımların kadrolarında 14 yabancı oyuncu bulunabilecek ve bir takım isterse 11 yabancı oyuncuyla sahaya çıkabilecek. Bu kararın Türk futbolunu ve Türk oyuncuları nasıl etkileyeceğini düşünüyorsun?
Yabancı bir oyuncu olarak bu kural değişiminin benim açımdan güzel olduğunu söyleyebilirim. Türk oyuncular için ise iki farklı bakış açısı getirilebilir. Birincisi, yabancı oyuncu sayısının artmasıyla genç oyuncuların A takıma yükselmesi zorlaşabilir. İkinci bakış açısıyla ise genç oyuncular bu zorluğa karşı daha yukarılara çıkmak için kendilerini daha fazla geliştirmek zorunda kalabilir ve bu da doğal olarak Türk futbolunun yararına olabilir. Ama en doğrusu bu kuralın etkilerini test edebilmek için birkaç yıl beklemek. Birkaç yıl sonra A Millî Takım'ın ve alt yaş gruplarındaki takımların aldığı sonuçlara göre kuralın kâr-zararı üzerine yeni ve daha sağlıklı bir değerlendirme yapılabilir.
İstanbul hakkında ne düşünüyor, boş günlerini nasıl geçiriyorsun?
İstanbul gerçekten de çok güzel bir şehir. Özellikle deniz kenarındaki restoranları çok beğeniyorum. Evcimen birisiyim ve daha çok ailemle vakit geçirmeyi seviyorum. Boş günlerimde de ailemle birlikte yaşadığım Florya ve çevresinde geziyorum. Takdir edersiniz ki şehir merkezine gittiğimizde ciddi bir trafik sorunu yaşanıyor. Bu nedenle zaman zaman merkeze gitsem de daha çok Florya civarında kalmayı tercih ediyorum.
Moldova'da ve Rusya'da yaşadın, şimdi de İstanbul'dasın. Yaşadığın şehirleri İstanbul'la kıyasladığında neler söyleyebilirsin?
Yaşadığım her şehrin kendine has özellikleri vardı. Hepsinde de çok rahat ve iyi yaşadım. Hepsi de ailem ve benim için çok iyi tecrübeler oldu. İstanbul'un diğerlerinden en önemli farkı Müslüman bir toplumun içinde yaşıyor olmamız. Ailem ve ben burada da çok rahat yaşıyoruz. İnsanlar son derecede sıcakkanlı ve dost canlısı. İstanbul'da yaşıyor olmaktan dolayı mutluyum. Dilerim hem özel hayatımda hem de futbol hayatımda mutlu ve başarılı günlerimiz devam eder.
 
eXTReMe Tracker