Saturday, June 03, 2017

Emmanuel Adebayor: "Hayatım Arsenal'de başladı"



Medipol Başakşehir'in dünya çapındaki yıldızı, Metz, Monaco, Arsenal, Manchester City, Real Madrid, Tottenham, Crystal Palace'da şekillenen kariyerinin ardından yeteneklerini Spor Toto Süper Lig'de Türk futbolseverlere sergiliyor. Ligimizde kısa süreye sığdırdığı gollerle isminin hakkını veren güler yüzlü santrfor, futbol hayatının başlangıç noktasını Arsenal'e transferi olarak değerlendiriyor ve Arsene Wenger'le yaptığı ilginç telefon konuşması da dâhil olmak üzere kariyerinin dönüm noktalarını TamSaha'ya anlatıyor.
Tüm dünya seni tanıyor ancak biz hikâyeni en başından ve ayrıntılarıyla öğrenmek istiyoruz.
26 Şubat 1984'te Togo'nun Başkenti Lome'de doğdum, Çok çok rahat bir çocukluğum olmadı. Şansım, yaşadığım yerin deniz kenarında olmasıydı. Biz Afrika'daki çocuklar çok erken yaşta futbolla tanışırız. Deyim yerindeyse çocuklar yürümeye başladıktan hemen sonra futbol topuyla tanışıyor. Gerek evde, gerek evin bahçesinde, gerekse de sokaklarda yani her yerde küçük çocukları top oynarken görebilirsiniz Afrika'da… Benim de şansıma sürekli dörde dört, beşe beş kumsalda maç yapabileceğim arkadaşlarım vardı.
Afrikalı oyuncular genel olarak zor şartlarda büyümüş ve tırnaklarıyla kazıya kazıya bugünlere gelmiş insanlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu pencereden de bakarak aileni tanıyabilir miyiz?
Afrikalı aileler geniş oluyor. Benim annem ve babamdan olan kardeşlerimin sayısı beşti. Ancak birini kaybettik. Erkek kardeşlerimden birisi 2013'te öldü. Aynı anneden ve babadan 2 kız, 2 erkek kardeşim var. Onun dışında da bir erkek ve 1 kız kardeşim daha var. Babamı da geçtiğimiz yıllarda ne yazık ki kaybettik.
Bugün tüm dünyaya adını ezberletmiş bir oyuncusun. Küçük bir çocukken seni ilk kim keşfetti?
Amcam da profesyonel bir futbolcuydu. FC Metz takımında oynadı. Yıllar sonra onun ayak izlerini takip ettim ve ben de o takımda oynadım. Kendisi profesyonel oyuncu olduğu için beni topla oynarken gördüğünde, "Benim daha önce yetiştiğim kulübe git ve eğitim al" dedi. Ben de gittim. Beni denediler ve beğendiler.
Kariyerin 1994-1999 yılları arasında formasını giydiğin Sporting Club de Lome'de başladı. O günleri bize anlatır mısın? Genç bir futbolcu adayıyken nasıl bir eğitim aldı?
Futbol Afrika'nın bir kültürü ve parçası. Biz Afrikalı çocuklar için bir tutkudur futbol. Başlangıçta bu seviyelere gelebileceğimi asla düşünmemiş ve hayal etmemiştim. Benim şansım, bugün futboldaki babam diyebileceğim Mr. Aqusa'nın varlığıydı. Sürekli kendisini geliştiren bir insandı. Sık sık Avrupa'ya gidiyor ve her gidişinde yeni şeyler öğrenmiş olarak geliyordu. Kendisiyle beraber yeni şeyleri de Togo'ya getiriyordu. Ben o zamanlar sadece en iyi arkadaşlarımla futbol oynamaktan zevk alan bir çocuktum. Bu seviyelere gelmek ve profesyonel futbolcu olmak ilk etapta kafamda yoktu.
19 yaşındayken Fransa'nın Metz takımına transfer oldun. Metz aslında senin staj gördüğün bir okuldu sanki. 44 maçta 15 golün var. Metz günlerin nasıl geçti?
Kendinizi benim yerime koyun. 15 yaşındaki bir çocuk Afrika'nın bağrından kopuyor, Fransa'ya geliyor ve Fransa'nın göbeğine değil, kuzeyine geliyor. Afrika'nın güneşini, kumlarını geride bırakıp, Avrupa'nın soğuk havasına, özellikle daha da soğuk olan Fransa'nın kuzeyine geliyor. Zor dönemlerdi. Çünkü en iyi arkadaşlarımı, ailemi, herkesi arkamda bırakmıştım. Bambaşka bir kültür, bambaşka bir ülke ve bambaşka insanlarla beraberdim. Normalde denenme sürem 1 aydı ama 10 gün sonra takımda kalacağımı söylediler. Açıkçası benim için çok zordu ve kalmak istemedim. Çünkü bizim Togo'da kendi dilimiz var. Fransızca da resmi dil ama kendi dilimiz var. Oraya geldiğimde Fransızcam çok iyi değildi. Kültüre ve havaya alışmakta da zorluk çekiyordum. Geldiğim zaman Ekim ayıydı. Zaten kış başlamıştı. Her şey çok zordu. Alıştığımın tam tersiydi ama orada bana sürekli yardımcı olan birkaç insan vardı. Orada ağabeylerim oldu. O Afrikalı ağabeylerim de benimle sürekli konuşuyor ve yol gösteriyorlardı. Zor günlerdi, Fransa'daki başlangıç günlerim hiç kolay olmadı.
2003-2004 yılında kariyerinde çok önemli bir basamak atladın ve Monaco seni 3.2 milyon euro bonservis bedeli karşılığında transfer etti. 104 maçta 23 gol attın. Bu dönem içinde Avrupa futbolunda kendine önemli bir yer edindin. Basamakları hızla tırmanırken neler yaşadın? İlginç anları da bize anlatır mısın?
Monaco'ya gelişim artık benim bir profesyonel futbolcu olduğumu ve çok daha farklı seviyelerde futbol oynadığımı anlamamı sağlayan günlerdi. Ludovic Giuly, Fernando Morientes, Shabani Nonda gibi büyük isimlerle idman sahasını paylaşmak, aynı ortamda bulunmak gerçekten bambaşka bir duyguydu. Mesela o dönem Morientes, Real Madrid'den gelmişti ve ben bu tarz oyuncularla bir arada olduğum için bir rüyada gibiydim. O günlerin bana çok katkısı oldu. Morientes hava toplarında çok etkiliydi. İdmanlardan sonra beni hava toplarına çalıştırması için özellikle ricada bulunurdum. Onun yardımıyla havadaki etkinliğimi daha da arttırdım. Shabani Nonda bana çok yardımcı oldu. Halen çok sevdiğim bir ağabeyimdir. Onunla teknik konusunda çok çalışıyorduk. Çok gençtim ve bana çok yardımcı oluyordu. Shabani Nonda aynı zamanda evime alışveriş yapmamdan tutun, dışarıya çıktığımda hayatımın önemli noktalarında birçok şeyi paylaştığım bir ağabeyim olmuştu. Monaco günlerim, benim profesyonel futbolu nasıl oynadığımı tüm dünyaya gösteren bir zaman dilimi olmuştu.
Şimdi gelelim kariyerinin belki de en önemli anına… Monaco'da 2005-2006 sezonunda çok fazla şans bulamasan da yaptıkların Arsene Wenger'in dikkatini çekti. Wenger'le olan ilişkini ve Arsenal'e transfer hikâyeni bizimle paylaşır mısın?
Arsenal'e transferimi "hayatımın başlangıç noktası" olarak görüyorum. Benim hayatım Arsenal'de başladı. Çok da ilginç bir hikâyesi var. Monaco'da çok fazla şans bulamıyordum ve Fransa'da kış arası vardır. Aralık'ta ben tekrar Togo'ya dönmüştüm. Togo'ya döndüğümde eğlenmek için kendi aramızda futbol oynuyorduk. O arada arkadaşlarımdan birisi geldi ve "Emmanuel telefonun çalıyor. Bu adam seni daha önce birkaç kez daha aradı. İsminin Arsene Wenger olduğunu söyledi. Ben de dalga geçiyor diye düşündüm ve telefonu kapattım. Aynı adam tekrar aradı. Bu kadar ısrarla arayınca kendisine, 'Benim tanıdığım bir tane Arsene Wenger var; o da Arsenal'in menajeri' dedim. O da bana, 'İyi o zaman bana çabuk Emmanuel'i ver' deyince telefonu sana getirdim" dedi. İnanamıyordum. Birisinin benimle dalga geçtiğini düşünüyordum. Sonra bana telefonu verdiği zaman sesini duyar duymaz tanıdım. Çünkü Arsene Wenger televizyonlarda da oldukça boy gösteren, İngiltere'de çok büyük ağırlığı olan, herkesin tanıdığı bir insan. Futbolun en tepesindeki isimlerden birisi. Sesini duyar duymaz o olduğunu anladım. Başka birisinin beni işletmediğini anladım. Kendisinin Arsene Wenger olduğunu söyledi. Ben de ona, "Evet, sizin için ne yapabilirim?" diye sorduğumda "Benim için oynamanı istiyorum" deyince, "Bunu gerçekten mi istiyorsunuz yoksa şaka mı yapıyorsunuz?" diye sordum. İnanamadım çünkü. O da, "Hayır gerçekten istiyorum" dedi. Ben de, "Eğer gerçekten istiyorsanız yarın ilk uçakla geliyorum ve Londra'da imzamı atıyorum. Ben de sizin için oynamak istiyorum" karşılığını verdim. Akabinde menajerimin telefonunu verdim. İki gün içinde görüşmeler bitti ve Arsenal'e imza attım. İlk başta inanamamıştım.
Arsenal'de hepsi birbirinden muhteşem 3.5 sezon geçirdin. 138 maça çıktın ve 63 gol attın. Dünya senin adını Arsenal'de ezberledi. O günlere geri döndüğün zaman sevinçlerini ve hüzünlerin nelerdi?
Benim çocukluk kahramanım Nijeryalı Nwankwo Kanu'ydu… Kendisi millî takımda 4 numarayı giydiği için ben de Togo Millî Takımı'nda 4 numarayı giyiyorum. O ayrıldıktan sonra Arsenal'e geldim ve ondan boşalan 25 numaralı formayı aldım. Benim için böyle de bir anısı var. Çünkü çocukluk kahramanımın boşalttığı yeri doldurdum. İyi de sezon geçirmiştim. Benim tek bir hatam vardı. Belki de taraftarlara kendimi çok iyi anlatamadım. Oradaki bütün gerçeği en yalın haliyle Arsene Wenger biliyor. Çünkü o dönem Barcelona, Real Madrid, AC Milan kulübün kapısını çaldılar. Arsene Wenger de bana, "Eğer gitmek istiyorsan böyle teklifler var" dedi. Ben de kendisine, "Hayır ben kalmak istiyorum. Daha çok başarılı olmak istiyorum" diye net bir karşılık vermiştim. 31 gol attığım bir sezondan sonra ufak sakatlıklar yaşadım. Bileğim döndü, kas sakatlığı yaşadım. Ama taraftarlar bunu hep, "Adebayor Arsenal'de kalmak istemiyor. Sürekli yeni bahaneler üretiyor" diye algıladı. Halbuki ben kendimi çok açık bir şekilde Arsene Wenger'e ifade ettim. Ama ne yazık ki taraftarlara çok fazla ifade edemedim. Bu tarz şeyler olduktan sonra bir gün Wenger'le konuştuk ve bana, "Adebayor, bak artık taraftarlar seni istemiyor. Sen de artık yoluna bakabilirsin" dedi. O zamanlar Arsenal kadar göz önünde olmayan Manchester City'den bir teklif almıştım. Bana projelerini anlattılar. O zamanlar şu anki büyüklüklerine ulaşmasalar bile bu projeyi sunumlarından ötürü tekliflerini kabul ettim.
Özellikle Thierry Henry'nin ayrıldığı 2007-2008 sezonunda herkesin gözü senin üzerindeydi. Herkes senin ne yapacağını merak ediyordu. Ancak sen güçlü duruş sergiledin ve 36 Premier Lig maçında 24 gol attın. Bu sayede Afrika'da Yılın Futbolcusu seçildin. Nasıl hatırlıyorsun o günleri?
Afrika'da yılın futbolcusu seçildiğimde Tanrı tarafından kutsandığımı hissettim. Çünkü baktığınız zaman Togo'nun sokaklarından, mahalle arasından çıkmış bir çocuk 10 sene sonra bunu gerçekleştiriyor. Çok özel bir andı. Takdir edersiniz ki bu oyu veren de Togolular değildi. Oyu veren koskoca bir kıtanın insanlarıydı. O yüzden bunlar benim çocuklarıma, torunlarıma anlatabileceğim çok özel anılar oldu. Togo futbolu, Afrika ve dünya futbolunda çok ileri seviyelerde değil. Ama buna rağmen bir Togolu olarak Afrika'da yılın futbolcusu ödülünü almak çok büyük bir olay. Çünkü baktığınız zaman Jay Jay Okocha, Afrika'nın yetiştirdiği en önemli oyunculardan birisidir. O bile bu ödülü alamamışken benim almam, ülke futbol tarihine, Afrika futbol tarihine ismimi kazımam benim için Tanrı'nın bir lütfuydu.
O sezonki müthiş performansın sonrasında Milan ve Barcelona'nın senin için astronomik rakamlar teklif ettiklerini medya uzun günler yazmıştı. Ancak sen bir sezon daha Arsenal'de kaldın. Dünyanın birçok ünlü kulübünden baş döndüren teklifler alan 25 yaşındaki bir oyuncu, bu durumla nasıl baş edebildi ve Arsenal'de devam etme kararını nasıl aldı?
Ben hiç tereddüt etmedim. İlk geldiğim günden beri Arsenal'de çok istekliydim. Çocukluk kahramanım Kanu orada oynamıştı. Onun pozisyonunda oynamak benim için çok büyük bir olaydı. Ben sadece hocama, "Teklifler beni ilgilendirmiyor. Benim işim saha içinde… Saha dışı idari kısım size ait" dedim. Benim için çok da zor olmadı bu kararı vermek.
Manchester City'ye artık kendisini kanıtlamış bir oyuncu olarak transfer oldun. Ancak burada Tevez, Santa Cruz, Jo, Balotelli gibi rakiplerin vardı. Buna rağmen 1.5 sezonda 45 maçta 19 gol attın. Bu kadar güçlü forvetlerin arasındaki çekişmeyi ve yarışı bize anlatır mısın?
Bu da futbolun güzel yanı. Rekabetin içinde olmak… Ben her zaman şuna inanırım. Bir insan, bir futbolcu, bir kulübe gittiği zaman sahip olduklarını o kulübe vermeli evet ama o kulüpten de bir şeyler öğrenmeli. Ben Manchester City'de de çok şey öğrendiğime inanıyorum. Belki insanlar o sezonu çok başarılı bulmuyor olabilir. Ama yine de baktığınız zaman 45 maçta 19 gol yazıyor istatistiklerimde. Orada şu an futbolun efsane diyebileceğimiz isimleriyle oynadım. Craig Bellamy, Tevez, Patrick Viera, Yaya Toure, Kolo Toure gibi oyuncular var. Bu insanlarla beraber oynayıp, hepsinden bir şeyler öğrenmek benim için büyük bir keyifti. Bu oyuncularla hâlâ görüşüyorum. Arsenal günlerimde başka bir efsanenin bana bir tavsiyesi vardı. O bana hep, "Emmanuel futbolda bir sır yoktur. Futbolun en büyük sırrı çok çalışmaktır" derdi.
Kimdi o efsane?
Bunu söyleyen Thierry Henry'ydi. Onun tavsiyelerine uydum. Orada da çok sıkı çalışmaya devam ettim.
Real Madrid'in o dönemki teknik direktörü Jose Mourinho seni çok istedi ve İspanya'nın dünyaca ünlü kulübüne kiralandın. İspanya'da nasıl bir ortam buldun? Jose Mourinho ile ilişkin nasıldı?
Bugün futbol dünyasından hâlâ görüştüğüm, fikir alışverişinde bulunduğum birkaç hoca vardır. Harry Redknapp, Tim Sherwood, Mourinho… Ve tabiî ki Arsene Wenger… Bunlar hâlâ irtibatta olduğum hocalar. Çünkü bu hocaların hepsi benden ne istediklerini en iyi şekilde açıkladılar. Benden alabilecekleri en iyi performansı aldılar. Mourinho da bunlardan birisiydi. Benden en iyi şekilde yararlanmayı bilen hocalardan birisiydi.
Kariyerindeki tek kupayı, yani İspanya Kral Kupası'nı Real Madrid'le kazandın. Bu muhteşem kariyere dönüp baktığın zaman şampiyonluklar ve kupalar kazanamama konusu hakkında ne düşünüyorsun?
Bunu bir şanssızlık olarak adlandırıyorum. Çünkü baktığınız zaman dünya üzerinde profesyonel oynayıp, belki de kariyerlerinin çoğunu yedek kulübesinde geçirip, oyuna sonradan giren bir sürü oyuncu benden daha fazla kupa kazanmıştır. İnsanların benim kadar tanımadığı ancak ona rağmen benden daha fazla lig şampiyonluğu, kupa şampiyonluğu, UEFA hatta Dünya Şampiyonluğu bulunan, belki benim yarım kadar gol atmamış oyuncular var. Ama bu futbol… Futbolun bir cilvesi… Ben çok yaklaştım lig şampiyonluğuna… Arsenal'de ikincilikler yaşadım. Bir tane kupam var. Ama bir sonraki kupayı bana Başakşehir verebilir. Buna inanıyorum…
Real Madrid'den sonraki dört sezonun Tottenham'da geçti. İngiltere'ye dönme sebebin neydi? Ayrıca Tottenham günlerini bize anlatır mısın?
Beni bu zamana kadar anlayan en iyi hocalardan birisi, daha önce de söylediğim gibi Harry Redknapp'tı. Onun isteğiyle Tottenham'a gittim. Çok iyi performansla oynadığımı düşünüyorum Tottenham'da. Ondan sonra Mauricio Pochettino gelmişti. İlk başlarda işler onunla da iyi gitti ama bir dönem sonra istediğini verememeye başladım. O da benden istediğini alamamaya başlamıştı. Sonra bir gün oturup iki yetişkin gibi konuştuk. Güzel bir ilişkimiz vardı ama bazen işler yolunda gitmez, zorlarsın, zorlarsın yine de olmaz. Benim için en iyi yolun kulüpten ayrılmak olduğuna karar verdik. Bu şekilde Tottenham'dan ayrıldım.
Biraz da millî takıma dönelim. Togo'da doğdun ama aslen Nijeryalısın. Ancak Nijerya'yı değil, doğduğun toprakları seçtin. Bunun sebebi neydi?
Bunun özel bir sebebi yok. Annem, babam Nijeryalı ama ben Togo'da doğdum. Dünyaya gözlerimi Togo'da açtım. Orada büyüdüm, orada arkadaşlarım oldu. Sahip olduğum tüm hayat tecrübesini Togo'da aldım. Onun için Nijerya'yı seçmek için hiçbir neden görmedim.
Genelde futbolun gülen yüzü olarak biliyoruz seni. Ancak maalesef ki çok üzücü olaylara da şahit oldun. 8 Ocak 2010 tarihinde Togo Millî Takımı otobüsüne silahlı saldırı yapıldı. O zor günlerden sonra Togo Millî Takımı'nı bırakmak zorunda kaldın. Bir dönem ara verdin. Zor günlerle nasıl başa çıktın? Bu saldırı hayatını nasıl etkiledi?
Benim için çok zor anlardı o saldırının yaşandığı zamanlar. Gözünüzün önüne şunu getirin; bir otobüstesiniz ve üzerinize kurşunlar yağıyor. Kurşunlarla beraber benim aynı ortamı paylaştığım kişisel asistanım kollarımda can verdi. Hayat bir kurşun uzaklığındaydı. Herkes için geçerliydi bu. İğrenç bir saldırıydı. Ölenler olmuştu. Dediğim gibi ölenlerden birisi de bana çok yakın bir kişiydi ve kollarımda can verdi. Çok dramatik anlardı. Bu travmayı herkes kolay kolay kaldıramazdı. Bu nedenden dolayı millî takımı bırakmak istedim belli bir süre. Taraftarlardan da çok mesaj aldım, "Bizi bırakma" diye. Ama sonuçta hepimiz insanız. Yaşananlar gözümüzün önünde oldu. Gözümün önünde tanıdığım kişilerin ölmesi benim için kolay anlar değildi. Ama sonra bir yandan da şunu fark ediyorsunuz. Hayat size bir kurşun uzaklığında. Bu olay 2010'da yaşandı. Şu an 2017 ve ben size şu anda röportaj veriyorum. Tanrı'nın takdiri ki, hayatta kaldık. O günden sonra şunu fark ettim. İster zengin ol, ister fakir ol, en iyisi sağlıklı olmak. Sağlıklı yaşayabilmek. Ben her gün Tanrı'ya şükrediyorum. Belki de o yüzden beni sürekli gülen yüzümle görüyorsunuz. Çünkü şu anda TV izlemek istediğiniz zaman kumandaya basıp TV izleyebiliyorsunuz. Elini kıpırdatamayan insanlar var. TV açık olsa bile göremeyen, duyamayan insanlar var. Ondan dolayı en önemli şey sağlık. Sağlıklı olmak, sağlıklı yaşayabilmek. Yaşadığım her güne sağlıklı olduğum için şükrediyorum.
Yaşadığın kötü günler arasında Marc Vivien Foe'nin 2003 yılında Konfederasyon Kupası'nda kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmesi de var. Hatta Foe ile formalarınızı değiş-tokuş etmiştiniz. Bu olayın da seni derinden etkilediğini biliyoruz. Yaşadığın duyguları anlatabilir misin?
Afrika Kupası Ocak ayında olmuştu. O kupanın kazananı, Konfederasyon Kupası'na gidiyordu. Ben Ocak ayında formayı değişmiştim Foe ile… Marc Vivien Foe tüm Afrika'nın saygı duyduğu bir isimdi. Ne yazık ki aramızdan genç yaşta ayrıldı. Ben ilk Afrika Kupası'nda oynamaya başladığım zamanlarda Patrick M'Boma, Marc Vivien Foe, Olambe büyük isimlerdi. Foe'nin vücut yapısı çok farklıydı. Kısacık bir şort giyerdi. Çorapları dizine kadar çekerdi. Çok uzun bir oyuncuydu. Aramızdan erken yaşta ayrılması üzücü. Umarım ailesi şu anda iyi bir şekilde yaşıyordur.
Kötü günler artık çok geride kaldı ve hayatında yepyeni bir sayfa açtın; Medipol Başakşehir'e transfer oldun. Bu karar Türkiye için de bir hayli sürprizdi ve büyük yankı uyandırdı. Medipol Başakşehir ile yolun nasıl kesişti?
Afrika Kupası'ndan önce beni menajerim vasıtasıyla arayan takımlar vardı. Afrika Kupası'nda maçlar oynadıktan sonra arayanların sayısı daha da arttı. Hepsini süzgeçten geçirdim. Ama en belirleyici olan, Alioum Saidou ile yaptığım görüşmeydi. Saidou bana kulübün plan ve projelerini, nasıl bir evrim geçirdiğini anlattı. Ondan sonra daha da fazla ikna oldum. Başakşehir'e gelmemle beraber gülümseyen yüzümü herkes görmeye başladı. Bunu insanlara sunmaya başlıyorum. Umarım ilk senemde bir kupa kazanırız.
Başakşehir'de bugüne kadar geçirdiğin zamanı bize özetler misin? Nelerle karşılaştın?
Buraya 31 Ocak'ta imza attım. Başakşehir, Avrupa ve dünyanın tanıdığı bir kulüp değil. Ancak bunu nasıl sağlarsınız? Şampiyonlar Ligi'nde oynayarak, üst turlara çıkarak, başarılı sonuçlarla isminizi duyurursunuz. Neden olmasın? Şu an biz Türkiye'nin en popüler kulüplerinden birisiyiz. Buradaki oyuncu grubu beni çok iyi karşıladı. Kaliteli bir oyuncu grubu var. İnsan kalitesi ve oyuncu kalitesi çok iyi. Zaten takım kaptanı Emre ile İngiltere'de çoğu kez karşı karşıya geldim. Emre gibi futbola daha farklı bakabilen bir Türk oyuncuyla aynı takımda olmak bana çok yardımcı oluyor. Onun dışında Attamah var. Attamah ilk kez Süper Lig'de oynuyor. Ondan da Türk insanının bakış açısını ve Türkiye'de işlerin nasıl gittiğini öğrenebiliyorum. Onun dışında zaten kulüp içindeki herkes, "Nasıl daha iyi bir noktaya gelebiliriz?" sorusunun cevabını düşünen insanlar. İnanıyorum ki zaman içinde iyi yere geleceğiz. Her ne kadar çok fazla taraftarımız olmasa da sahip olduğumuz az sayıda taraftar bana çok sahip çıkıyor. Şu ana kadar çok güzel bir zaman geçirdim.
Abdullah Avcı ile nasıl bir ilişkin var?
Böyle bir hocayla çalışmak benim için çok güzel. Kısa süredir beraberiz ama şu süreçte hocayla ilgili şunu söyleyebilirim. Diyaloğa çok açık. Kendini kapatmıyor. Bazı hocalar kendisini kapatır, diğer görüşleri benimsemez, "Benim dediğim doğru" prensibini savunur. Ama Abdullah Hoca asla böyle değil. Sürekli "Takımı nasıl geliştirebiliriz?" sorusunu soruyor. Aynı zamanda oynadığımız futbolu dünya futboluna entegre etmeye çalışan, insanların tavsiyelerini dinleyen, değer veren bir hoca. Böyle bir hocayla çalışmak ayrıcalık.
Dünyanın birçok şehrinde yaşadın. Senin gözünden İstanbul nasıl bir şehir?
Dünyanın büyük şehirlerinde oynadım. Londra büyük bir şehir. Madrid büyük bir şehir. Ama İstanbul kocaman! İstanbul çok büyük! Açıkçası ben şu anda kendimi İstanbul'un her yerini öğrenmek için yormuyorum. Çünkü bunun imkânsız olduğunu biliyorum. Ben daha önce buraya Arsenal'le geldim. Fenerbahçe ile Şampiyonlar Ligi maçı oynamıştık. O zaman İstanbul'u tanıma şansım olmadı. Ama şunu biliyorum ki, İstanbul gerçekten çok büyük. Emre, İstanbul doğumlu. Uzun yıllardır Türkiye'de… Ama Emre'ye "İstanbul'u biliyor musun?" deseniz, o bile "Hayır bilmiyorum" yanıtını verecektir. Benim burada yapmaya çalıştığım şey Türk kültürü, adetleri ve yaşayış tarzını öğrenmek, gerisini Türk insanına bırakmak.
Türk insanı demişken senin gözünde Türkler nasıl insanlar?
Bundan önce çok fazla Türk oyuncuyla oynama şansım olmadı. Arsenal'de Mesut Özil'i biliyorum. Ama şunu hep duyardım. Biz Afrikalılar sıcakkanlı insanlarız. Dışardan geleni içimize alırız hemen. Türklerin de misafirperver insan olduklarını duyuyordum hep. Şimdi kendim bunu tecrübe etmiş oldum. Geldiğim günden itibaren herkes bana çok iyi davrandı. Yabancı-Türk ayrımı asla yaşamadık. Burada Türk hocalar bile yabancı oyuncuları kendi milletinden bir oyuncuymuş gibi sahipleniyorlar. Bu da bence çok güzel bir şey.
İstanbul'da boş zamanlarında neler yapıyorsun?
İstanbul'da en iyi bildiğim yer kendi evim. Bundan dolayı da evime gidiyorum. Dizilerimi izliyorum. Artık 20'li yaşlarda değilim. Kendime iyi bakmam gerekiyor. Bazen ekstra idmanlar yapıyorum. İstanbul'daki hayatım idman sahası ve ev arasında geçiyor. 

Deniz Türüç: "Ben bir futbol delisiyim"


İzmir Buca'dan Hollanda'ya göç eden bir ailenin top peşinde koşan üç oğlunun en büyüğü. Hollanda'da parlak bir çıkışla başlayan futbol kariyerini bu sezon Kayserispor'da yaptığı patlamayla zirveye çıkardı ve A Millî Takım'la tanıştı. Ay-yıldızlı formayla yaşadıklarını gerçek bir duygu yüküyle anlatırken, "Ben tek maçlık bir oyuncu değilim. Bu formaya birçok kez daha kavuşabilmek için elimden gelen her şeyi yapacağım" diyor ve futbol oynamayı hobi olarak gördüğünü söyleyip, "Boş zamanlarımda da top oynuyorum. Top oynayamıyorsam Play Station'da maç yapıyorum" ifadelerini kullanıyor.

29 Ocak 1993 Enschede Hollanda doğumlusun. Nasıl bir çocukluk geçirdin? Ailen Hollanda'ya ne zaman ve nereden göç etti?
Annem ve babam Hollanda doğumlu. Aslen İzmir Bucalıyız… Çocukluğum çok güzel geçti. 24 yaşındayım. 4 yaşından beri top oynuyorum. Dedem ve ninem Hollanda'ya göç etmiş zamanında… Çalışmak ve Avrupa'yı görmek için göç etmişler. Orada memnun kalınca yaşamaya karar vermişler. Annem ve babam zamanında bir fabrikada çalışıyordu. Biliyorsunuz Hollandalıların peynirleri meşhurdur. Annem de babam da peynir fabrikasında çalışıyordu. Ancak o fabrika daha sonra iflâs etti. Daha sonra ikisi de emekli oldu. İki erkek kardeşim, bir ablam var. Diğer iki kardeşim de futbolcu. İkisi de Twente altyapısında oynadı. Futbol ailesiyiz. 18 yaşındaki erkek kardeşimin adı Sezer Sefer Türüç, 11 yaşında olan erkek kardeşimin adı da İlkan Türüç… Ablam da Hollanda'da turizm üzerine okuyor. Dayımın otelleri var. Ablam da dayımı örnek alarak turizm okuyor.
İkisi de futbolcu olan kardeşlerinle aranda nasıl bir diyalog var? Onlara nasıl öğütler veriyorsun, nasıl önerilerde bulunuyorsun?
Doğduğumuz günden bu yana birbirimize çok yakınız. Futbol hakkında her zaman konuşuyoruz. Hollanda'da yaşarken de sürekli maçlarıma gelirlerdi. Aramız iyi. Her konuda yardımcı olmaya çalışıyorum kendilerine.
Onların mevkii nedir?
Sezer aynı ben… Birbirimize çok benziyoruz. O da forvet arkasında oynuyor. Diğer kardeşim İlkan da çok süratli ve tam bir kanat oyuncusu. İş bitirici bir oyuncu…
Türk futbolunda Hamit-Halil Altıntop, Bülent-Mert Korkmaz gibi kardeş oyuncuları gördük. Sence üç kardeşi bir arada görür müyüz?
Olabilir. Ama bunun için daha çok zaman gerekli. Kardeşlerimden birisi 11, diğeri 18 yaşında. Tabiî jenerasyon illa ki yakalanır. Babam olsun, kardeşlerim olsun, dayım olsun futbolu çok seven insanlarız. Hepimiz futbol oynadık. Babam da dayım da profesyonel oynamadı ama futboldan çok anlıyorlar. Ben doğduğumdan beri futbolun içindeler. Bizim elimizden tuttular.
Futbola olan ilgin nasıl başladı ve futbolcu olman için ilk kim elinden tuttu?
4 yaşımda başladım dediğim gibi… Musa dayım var benim; kendisi de futbolcu. O benim elimden tuttu. "Bu kadar yeteneklerin var, bu kadar iyisin. Seni bir futbol kulübüne yerleştirelim" dedi. 9 yaşına kadar amatör takımlarda oynadım. 9 yaşından sonra FC Twente takımının altyapısına girdim. Orada 8 senem geçti. Go Ahead Eagles ile Twente'nin altyapısı birleşik. Zaten birbirlerine 45 dakika uzaklıktalar. Twente'den sonra Go Ahead Eagles takımına gittim.
Seninle birlikte futbola başlayan birçok arkadaşın bugün futbolcu olamadı ama sen başardın. Neleri farklı yaptın da bugün futbolcu olabildin?
Kendi açımdan baktığım zaman onlar neleri yanlış yaptı bilmiyorum ve bunu takip etmiyorum. Ben o farkı aramadım. Kendi işime odaklandım. Herkes iyi ya da kötü bir maç oynayabilir. Bu insanın doğasında var sonuçta… Ama en önemlisi kötü oynasan bile işini iyi yapmak zorundasın. Ben kötü oynadığım zaman karşımdaki adamı da kötü oynatmalıyım. Kötü oynadığım zaman karşımdaki rakibin işini bozmalıyım, onun önünde yürümeliyim. Bu iş karşılıklı… Nasıl bir kornerde vuramıyorsan, vurdurtmayacaksın! Her maçı iyi oynayamazsın ama işini iyi yapabilirsin. Takım için mücadele edebilirsin. Çok koşabilirsin. Gerçekten benim yapım bu. Ben de zor zamanlar geçirdim. Altyapıda oynayamadığım dönemler oldu. Twente beni yetenekli bulmadı ve yolladı. Ondan sonra geri almak istediler, bu sefer de paraları yetmedi! Futbol böyle bir şey!
Peki, okul hayatını anlatır mısın?
18 yaşına kadar spor üzerine okudum. Spor ve jimnastik üzerine okulumu bitirdim. Ondan sonra okulu bıraktım ve kendimi futbola adadım. Okulu çok sevdiğimi söyleyemem. Jimnastik derslerini çok seviyordum ve tercih ediyordum. Bu tarz bir insanım.
Futbola başladığın günlere geri döndüğün zaman nasıl bir eğitim aldın? Hollanda'nın altyapısı nasıldı? Bize Hollanda altyapıları hakkında bilgi verir misin?
Hollanda'nın her takımında 4-5, Ajax gibi bazı takımlarda 6-7 tane altyapıdan çıkan ve ilk 11'de oynayan oyuncular var. Bunun nedeni de oradaki hocalar çoğunlukla eski futbolcu ve altyapıya çok önem veriyorlar. Çok bilinçliler. Bir oyuncunun sağ ayağı iyi, sol ayağı kötüyse, sol ayağına da çok özen gösteriyorlar ve iyileştirmek için her şeyi yapıyorlar. "Kendini bu yaşta geliştirebilirsin" diyorlar. Bir oyuncu ilk maçında, ikinci maçında kötüyse, mutlaka üçüncü maçta da şans buluyor. Çok sabırlı insanlar. Her konuda altyapıya yardımcı olmaya çalışıyorlar. Her kulübün bir standardı var. Her kulüp yüzde 40, yüzde 50 oranında A takıma oyuncu çıkartmak istiyor.
Bu federasyonun koyduğu bir kural mı?
Hayır değil. Yapıları böyle. Oradaki para durumları buradaki gibi de değil. Burada başkan gitse, hoca gitse bütün takım dağılıyor. Kayserispor'da da bu oldu. Ne yapacağımızı, nereye gideceğimizi bilemedik. Şaşırdık kaldık. Ama Hollanda'da böyle değil. Başkan gittiğinde ikinci aday hazır. Onun yanında direktörümüz var, onun altında hocamız var. Her şey sistemli. Hoca gittiğinde her zaman kulübün kültürünü tanıyan yardımcı hocalarımız göreve getiriliyor. Kulübün standartları bellidir ve kulüp hep aynı kalır.
2012-2013 sezonunda Hollanda 2. Ligi'nde ilk sezonun olmasına rağmen 22 maçta forma giydin. 13 maça ilk 11'de başladın ve 1326 dakika süre aldın. Bu sayılar gayet verimli. O sezonu bize anlatır mısın?
Twente altyapısından çıktıktan sonra, şu anda Utrecht takımını çalıştıran Erik ten Hag benim hocamdı. Geçen sene de Bayern Münih'te Pep Guardiola'nın yardımcısıydı. Çok iyi bir insan. Beni Twente altyapısından tanıyordu. O dönem Go Ahead Eagles'ı çalıştırıyordu. "Seninle çalışmak istiyorum. Seni daha iyi oyuncu yapmak istiyorum. Her hafta, her gün A takımla idmana çıkacaksın. Bu seni daha iyi bir oyuncu yapacak. Sana oynama garantisi veremem. Bu sözü kimseye veremem. Ama çalışırsan her şey olabilir" dedi… Sezonun ilk yarısında sürekli son 10 dakika, 15 dakika, yarım saat, 45 dakika şans veriyordu. O zamanlar benim için çok güzeldi. Sürekli statlarda oynuyorum. Ondan sonra devre arasında bizim orta saha oyuncularımızdan birisi gitti. O gittikten sonra beni oynatmaya başladı hocamız. Çok iyi bir sezon geçirdik. Şu an Spartak Moskova'nın 10 numarası Quincy Promes'le beraber takımı taşıdık. 20 sene sonra Go Ahead Eagles'ı Hollanda 1. Ligi'ne çıkardık.
Sonraki iki sezonunda takımın en önemli oyuncularından biri haline geldiğini görüyoruz. İkinci sezonunda 33 maçta 2762, üçüncü sezonunda da 32 maçta 2707 dakika şans buldun. O sezonlarda neler yaşadın?
Hollanda 1. Ligi'ne çıktıktan sonra ilk sene takımı ligde tuttuk. Bu bizim için şampiyonluk kadar önemliydi. Çünkü 20 sene sonra bu kadar küçük bir takımı 1. Lig'e çıkarmışız ve orada tutmuşuz. Bir yere gelmek var, bir yerde kalmak var. O sezon da çok iyi geçti ve sezon sonunda Galatasaray ile Beşiktaş geldi. Sürekli orta sahada oynamış, çok iyi bir sezon geçirmiş, 6 gol atıp 6 da asist yapmıştım. Ayakta kaldım. Sırtım yere değmedi. Sürekli ilk 11'de oynadım. Takımın en önemli oyuncularından birisiydim. Zaten ben bu oyunu niye oynuyorum? Hobim olduğu için oynuyorum. Benim için para ikinci planda. Zaten zamanında bu işin para ettiğini bilmiyordum ki. Her şeyi sevdiğim için yaptım. Niye seviyorsun? Oynamak için. Oynamak istediğin için elinden gelen her şeyi yapıyorsun. Çok şükür şu an oynuyorum gördüğünüz gibi.
2015-2016 sezonunda Go Ahead Eagles'la UEFA Avrupa Ligi tecrübesi yaşadın. Hollanda Ligleri'ne göre Avrupa arenasındaki farklar sence nelerdi?
Hollanda 1. Ligi'nde kaldığımız ilk sezon sonrasında Fair-Play sebebiyle Avrupa Ligi'ne gitme hakkı kazandık. Hollanda'da seyirci sayısı, kulübün misafir takımlara yardımları, sarı kartlar, kırmızı kartlar gibi bir çok kriter var. Bu kriterleri tutturan takım, Fair-Play ödülü olarak Avrupa Ligi'ne gidebiliyor. Bu hakkı da biz kazandık. Avrupa Ligi tecrübesi yaşadım. İki maçta bir golüm var.
Aynı sezonun başında yolun Kayserispor'la kesişti. Bize bu transferin hikâyesini anlatır mısın?
O dönemde sürekli Ümit Millî Takım'a geliyordum. Türkiye'yi yavaş yavaş tanımaya başlamıştım. En önemlisi de Hollanda'da misyonumu doldurduğumu düşünüyordum. Yani her şeyi gördüm. Ligde kaldım, 1. Lig'e çıktım, 2. Lig'i gördüm, Avrupa Ligi'ni gördüm. Hollanda'da başarabileceğim her şeyi başardım. Kendimi transfer yapmaya hazır hissettim. Bu sebeple de bir adım atmak istedim. Bu hem Türkiye hem de Avrupa takımlarından birisi olabilirdi. Transfer olduğum dönemde Beşiktaş da Kayserispor da beni istiyordu. İş benim tercihime kalmıştı. Beşiktaş'a hayır demek kolay bir şey değil biliyorsunuz. Çok büyük bir kulüp, çok güzel bir kulüp. Ama Kayserispor'da Tolunay Hoca ve o dönemki başkan Recep Mamur beni davet etti. Kayserispor'u bana gösterdiler. İlk gelen Kayserispor oldu. Onlara, "Tamam, size geleceğim ve konuşacağız" dedim. Sonra Beşiktaş geldi. Ben sözümde durdum ve Kayseri'ye gittim. Beşiktaş'a, "Ben söz verdim. Önce Kayseri'ye gideceğim. Onlarla görüşeceğim. Anlaşamazsam mutlaka size geri döneceğim" dedim. Ama her şey istediğim gibi oldu. Kayseri beni dinledi, ben Kayseri'yi dinledim. İki taraf da memnun kaldı. İnsanlığımızdan, futbolumuzdan memnun kaldık. Çok şükür alıştık.
Büyük takımdan ziyade sürekli ve düzenli olarak forma giyebileceğin bir takımı tercih ettin yani…
Bu çok önemli gerçekten. Size açık konuşacağım… Kayserispor'u seçme nedenim Tolunay Kafkas'tır… Beni çok istedi. En başından beri bana dedi ki, "Buraya gel. Ben seni oynatacağım. Ben seni yıldız yapacağım. Ben seni A Millî Takıma göndereceğim." Bana bunları söyledi. Beşiktaş'ta hoca ile görüşmedim.
Bunlar çok önemli nüanslar değil mi?
Kesinlikle öyle… Düşünürseniz, Hollanda'nın küçük bir takımından Türkiye'ye geldim. Nasıl böyle bir başarı yakaladım? Bakarsan tesadüf… Hayır! Hiçbir şey tesadüf değil. Her şey düşünceyle ve çalışmakla alâkalı… Her şeyi düşünerek yaptık. Menajerimle oturduk ve her şeyi planladık. Her şey de planladığımız gibi gidiyor. Allah'ın yardımıyla inşallah daha güzel yerlere geleceğim.
Her sezon çok sayıda maç yapma performansın Kayserispor'daki ilk sezonunda da sürdü. Süper Lig'de 33, Türkiye Kupası'nda 8 maçta forma giydin. Bu rakamlar sanki hiç uyum sorunu yaşamamışsın gibi bir algı oluşturuyor.
Uyum sorunu tabiî ki yaşadım. Her şey değişik, her şey farklıydı. Katı bir hoca var. Hollanda bu konuda daha sakindir. Stat, hakemler, saha, taraftar her şey farklı. Hollanda çok değişik bir dünya… Sırtımın yere değmemesinin en önemli nedeni karakterim. En önemli şey bence insanlıktır. Ben insanlığımla bu kulübe geldim. Başkanla oturdum konuştum, yöneticilerle konuştum, hocayla konuştum. Beni ne kadar çok istediklerini anlattılar. Ben de onlara inanarak geldim. Saygı duyarak geldim. Sağ olsunlar bir gün olsun sözlerinden çıkmadılar. Bu da benim sayemde oldu. İyi top oynadım. Onlara yardımcı oldum. İlk sezon benim için alışma dönemiydi. Sırtımın yere değmemesi benim için çok önemliydi. Sürekli ilk 11'de oynadım. Alıştım ve bu sezona geçtik.
Hollanda Ligi ile Spor Toto Süper Lig arasındaki farkları bize anlatır mısın?
Aslında basit… Hollanda Ligi biraz daha yumuşak ve taktik üzerine kurulu. Rahat bir lig. Süper Lig'e gelirsek baskı çok, sert bir lig… Çok para döndüğü için, büyük takımlar olduğu için biraz daha zor bir lig. Bu açıdan Türkiye daha zor, tempo daha yüksek. Hollanda basit ve rahat.
Bu sezona gelirsek, Kayserispor zor bir dönem geçirse de sen kendi adına büyük bir çıkış yakaladın. Gol ve asist sayında kariyer rekorunu kırdın, A Millî Takım'a seçildin.
Kendime bir hedef koydum. Hedefim şu kadar maçta oynayacağım ya da bu kadar asist yapacağım değil. Hedefim her maçta göze batmak, iyi oynamak ve takıma katkıda bulunmak. İlk sezon sırtım yere değmedi. Sürekli ilk 11 oynadım. O sezon kendimi lige alıştırdım. Türkiye beni tanımaya başladım. Bu sezon da patlama yaşadım. Bu sezon elimden gelen her şeyi yapacağım. Bundan sonra da hep böyle olmalı. Türkiye beni tanıyor, ben Türkiye'yi tanıyorum. Her zaman şunu söylerim. Bir şeyi bildikten sonra neden şaşırıyorsun? Ben bu ligi artık biliyorum. Şu ana kadar 8 gol, 10 asistle oynadım. Penaltılar kazandırdım. Her maç bir şeyler yapman gerekiyor çünkü. Elimden gelen her şeyi yapıyorum. Bu benim için daha başlangıç…
A Millî Takım'a seçilmek, o formayı giymek nasıl bir duyguydu?
Öncelikle Fatih Terim Hocama çok teşekkür ediyorum. Her hoca bunu yapmaz! Neden? Kayserispor'da oynuyorsun çünkü… Beşiktaş, Galatasaray ya da Fenerbahçe'de oynamıyorsun. Bu sebeple kendisine çok teşekkür ediyorum. Beni herkes buraya çağırmaz. Bunun yanında A Millî Takım'da olmak benim için çok güzel, çok farklı bir şey. Tempo çok yüksek. Arda ağabey olsun, Selçuk ağabey olsun, Cenk olsun çok kaliteli oyuncular. Dünyada 120 milyon Türk varsa, demek ki ben en iyi 25 kişinin içindeyim. Bu inanılmaz bir şey ve bu yüzden de çok mutluyum. Tabiî ki şu an her istediğimi yapamıyorum. Çünkü ilk defa olduğu için alışmam lâzım. Ama ikinci defa, üçüncü defa illa ki olacak. Bunu da söylemek istiyorum. Ben bir kerelik bir oyuncu değilim. Ben buraya ikinci, üçüncü defa geldiğimde daha iyi olacağım. Daha güzel şeyler yapacağım. Kendimi göstermeye hazırım.
Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim'le bire bir çalışma imkânı buldun. Fatih Hoca ile arandaki diyalog nasıldı? Gözlemlerini aktarır mısın?
Fatih Hoca öncelikle çok iyi bir insan… Kampa geldiğim andan itibaren benimle yakından ilgilendi. Doğum yerimi sordu, nasıl bir insan olduğumu anlamaya çalıştı. Onunla konuştuk. Birbirimizi tanıdık. Boşu boşuna imparator demiyorlar kendisine. Çok büyük bir hoca… Hem Avrupa'da hem Türkiye'de çok önemli başarıları kazanmış bir hoca. İnşallah onu daha iyi tanıyabilirim. Şimdiye kadar gördüklerim bunlar…
Millî Takımımız, 2018 Dünya Kupası'na gitmek için savaşıyor. Son olarak Finlandiya'yı yendik. Bu galibiyeti sen de yaşadın. Bu yolculuk senin gözünde nasıl?
Yendikten sonra her zaman hava iyidir, herkes rahattır. Takım daha iyi yerlere gelebilmek için gerçekten çok çalışıyor. İdmanlar olsun, taktiksel çalışmalar olsun herkes çok iyi çalışıyor. Bizim takımın bir ekip olması çok önemli. "Sen oradasın, ben buradayım" gibi bir durum yok. Arda ağabey benim gibi çok rahat bir insan. Benimle çok konuştu. O konuda çok rahat. Hollanda Millî Takımı'na da gittim ben. Orada mesafeli herkes… "Benim buyum var, senin şuyun yok" gibi bir durum var Hollanda'da… Ama biz burada büyük bir aileyiz. Bizim kültürümüz kesinlikle çok daha sıcak.
Hollanda U19 ve U20 Millî Takımlarında oynadın. Nasıl gelişti olaylar?
Benim için orada oynamak bir sorun değildi. Çünkü Hollanda'da top oynuyordum. Ama "Hollanda mı, Türkiye mi?" sorusunun cevabı benim için çok basitti. Ben bir Türküm. Gururla bu bayrağı taşıyorum. Türk milletinin ne olduğunu, nasıl bir kültürü olduğunu, nasıl temiz insanlar olduğunu bütün dünya biliyor. Ben bir Türküm ve sonsuza kadar böyle kalacağım. Hollanda Millî Takımı hiçbir zaman aklımda bile yoktu.
Eskişehir Yeni Stadyumu'nda A millî formayla ilk kez sahaya çıktığın anda neler hissettin?
Bu gerçekten inanılmaz bir duygu. Şöyle düşünün; futbolculuk adımlarını ilk kez attığın anda, yani 5-6 yaşlarındayken sana, "Hangi formayı giymek istersin?" diye soruyorlar. Verdiğin tek cevap var: "Türkiye forması…" Çocukluktan ergenliğe geçiyorsun, altyapılarda oynuyorsun, basamakları tırmanıyorsun. Sen ilerledikçe etrafındaki insanlar, ailen, dostların, arkadaşların hepsi bu hayali kurmaya başlıyor. "Deniz Türüç bir gün A Millî Takım formasını giyecek" diyorlar. Uzun günlerin, gecelerin, haftaların, ayların, yılların ardından nihayet bu büyük hayalime ulaştım. Türk Bayrağı için, Türkiye için, vatan için sahaya çıkmak, ter akıtmak, bir şeyler yapmaya çalışmak gerçekten çok gurur ve onur verici bir durum. Şu an bunları size anlatırken bile tüylerim diken diken oluyor. Özellikle Eskişehir'deki muhteşem taraftarın önünde maça çıkmak, hayatım boyunca unutulmayacak bir andı. Nereye baksak sadece kırmızı-beyaz, ay-yıldız var ve insanlar hep bir ağızdan "Türkiye" diye haykırıyor. Demin de söylediğim gibi ben tek maçlık bir oyuncu değilim. Bu formaya birçok kez daha kavuşabilmek için elimden gelen her şeyi yapacağım, tüm gücümü sahada vereceğim. Başta Fatih Terim Hocam olmak üzere bana inananları mahcup etmemek için var gücümle çalışacağım.
Kayserispor'a geri dönelim. Sergen Yalçın, Kayserispor'un başına geçtiği ilk haftalarda çok başarılı sonuçlar aldı. Ama sonrası iyi gelmedi.
Sergen Hoca çok yumuşak ve çok rahat bir insan. İlk maçında Fenerbahçe'yi 4-1 yeniyorsun… Galatasaray'ı deplasmanda yeniyorsun. Beşiktaş'tan deplasmanda son dakikada gol yiyorsun ve berabere kalıyorsun. Bağırıp çağırarak disiplin sağlamaya çalışan hocalardan değil, çok rahat. İlk geldiğinde bana, "Orada burada ne yaptığın hiç önemli değil. İyi futbolcu sahada kendini gösterir. Bunun dışındaki hiçbir etken geçerli değil. Sahada konuşacaksın. Orta sahada 4-5 oyuncu geçmek benim için iş değil. Benim için önemli olan asist üretmen, gol atman. Son bölgede riskini al, onun dışında basit oyna" dedi. Sergen Hoca geldikten sonra çok değişik bir Deniz oldum. Beni kanattan forvet arkasına aldı. Onun sayesinde çok güzel şeyler başardım. Daha çok goller attım, daha güzel asistler yaptım.
31 Mayıs 2018'e kadar Kayserispor ile sözleşmen var. Belli ki hayatındaki her adımı planlı atıyorsun. Bundan sonrası için kariyer planında neler var?
Arda ağabaye söyledim, beni Barcelona'ya alsın, bitsin bu iş (gülüyor). Tabiî ki planlarım var. Herkesin hedefi var. Benim ilk hedefim bu dönemde A Millî Takım'a seçilmekti, bunu başardım. İkinci en büyük hedefim, Kayserispor'u ligde tutmak. Bunu da başaracağız. Kimsenin şüphesi olmasın. Sezon bittikten sonra ya Avrupa'nın ya da Türkiye'nin büyük kulüplerinden birine transfer olmak istiyorum. Nedenini soracaksan eğer bunu herkes sahada görebiliyor. Yarını elbette düşüneceksin ama öbür güne bakmayacaksın. Çünkü öbür günü kimse bilemez. Örnek vermek gerekirse yarın Benfica'da oynarım, sakatlanırım; o zaman bir adım geri adım atmam gerekebilir. Şöyle diyebilirdim, "Galatasaray'da oynamak istiyorum, sonra Barcelona, sonra Real Madrid…" Ama gerçek hayatta böyle bir plan dünyası yok! Gerçekçi olmak lâzım. İlk hedefim A Millî Takım'da iyi maçlar çıkartmak. Sonra takımımı ligde tutmak, sonra da transfer olmak. Bunu benim kulübüm de biliyor, ben de biliyorum.
Dünyada örnek aldığın oyuncular kimler?
Arda ağabeyi çok seyrettim. Galatasaray'dayken de çok izledim. Stilini çok beğeniyorum. Onun yanında Iniesta müthiş bir oyuncu. Top kaybetmez. Mesut Özil'i örnek alırım. Ama yine de ben Deniz'im. Kendimi kimseyle değişmek istemem. Daha güzel yerlere de gelirim inşallah.
Çok yönlü bir oyuncusun ve farklı mevkilerde oynayabiliyorsun? Sen kendini en rahat nerede hissediyorsun?
Forvet arkasında. Çünkü benim işim orada. Sergen Hoca geldiği gün beni kanatlardan aldı. Bana, "Kanatlarda yeteneklerini kısıtlıyorsun. İstediklerini yapamıyorsun. Takım iyiyse sen de iyi oynuyorsun, takım kötüyse sen de kötüsün çünkü az top geliyor. Orta sahada en azından ikili mücadeleye girersin. Sahanın en önemli yeri orta saha" dedi. Sahanın kalbi orası… O yüzden de forvet arkasında kendimi rahat hissediyorum.
Türkiye'de ikinci sezonun. Kayseri'de nasıl bir hayatın var?
Ben aile adamıyım. Sürekli ailemle beraberim. Futboldan sonra ailemleyim. Eşim ve oğlumla vakit geçiririm. Futboldan eve, evden futbola bir hayatım var. Futbol hayatım bittikten sonra gezmek için yeterince zaman bulurum nasıl olsa.
Aile hayatı da futboluna olumlu etki ediyor sanırım…
Kesinlikle… Sonuçta evde bir huzur var, çocuğun var. Mutluluk ve sağlık çok önemli. Kendim için onu bunu almayı sevmem ama ailem için aldığım zaman çok mutlu olurum. Kardeşlerim olsun, oğlum olsun, onlara bir şey almak beni çok mutlu eder…
Hobilerin ve fobilerin neler?
Hobim futbol… Boş zamanlarımda da top oynuyorum. Top oynayamıyorsam Play Station'da maç yapıyorum. Ben bir futbol delisiyim. Futbolu oynayamıyorsam izliyorum. Benim için bu bir hobi, yaşam biçimi. Bazen de arkadaşlarımla tenis oynarım. Fobim hiç yok. 
 
eXTReMe Tracker