Tuesday, December 26, 2017

Neden Futbolcu Çıkmıyor Konusu ve Mithat Yaşar


İstanbul'da yetenekli olduğuna inandığınız çocuğunuzun ileride büyük futbolcu olacaksa 
önündeki en büyük engelin şehrin delirten trafiği olduğunu biliyor musunuz? Gelin anlatayım. Ferhat, Etiler'de yaşayan bir ailenin sol ayağı düzgün oğlu. Evine en yakın büyük kulüp olan Beşiktaş'ın o tarihte hâlâ var olan Fulya Tesisleri'nde denenip de beğenilmediğinde bankacı babası onu kadroya alan Galatasaray'ın Florya Tesisleri'ne haftada üç gün arabasıyla götürüp getirmeseydi; Ferhat futbolcu olamayacaktı. Dünyanın en iyi sol beki olmadı elbette Ferhat Öztorun ama Galatasaray, Manisaspor, Trabzonspor, Orduspor formalarını giydi, şimdi Başakşehir'de oynuyor. Gurbet ellerde Türk çocukları yıldız futbolcu oluyor da biz neden bu topraklarda bir türlü yetenekli gençlerimizi vitrine çıkartamıyoruz'un cevabı işte bazen bu fedakarlıkta gizli. 

Fenerbahçe'nin altyapı tesisleri Dereağzı'nda. Çevresindeki Caddebostan, Feneryolu, Erenköy, Suadiye gibi yüksek gelir grubu ailelerin oturduğu semtlerden futbolcu çıkmaz, Fikirtepe bu yüzden fabrikadır. Çünkü futbolcu olmak önce hayal etmekle başlar. Ailenizin hali vakti yerindeyse hayal edemeyecek kadar çok şeyiniz vardır renkli odanızda. Özel futbol okullarında düz koşusu olmayan, 20 dakika pas, 10 dakika şut, 30 dakika çift kaleyle çocukların hevesi alınır en fazla. Hal böyle olunca da Fenerbahçe'ye Anadolu'nun dört bir tarafından yetenekli çocuklar getirilir. Kasabasında namı yürümüş yeni Rıdvanlar, Oğuzlar, Aykutlar... Mithat Yaşar da onlardan biriydi yıllar önce. Yıllar sonra Salih Uçan'ın olduğu gibi... 

 
Altyapı maçlarını izlemenin en keyifli tarafı, olmuşları, olacakları ya da olmazları birbirinden ayırabilmektir çok zaman. Birkaç yıl önce izleyip de futbol sohbetine katık ettiğin genç adam, gelip A takıma çıktığında futbol sevgisi okşanır insanın. Bunu elbette menajerlik oyunu vasıtasıyla ekran başında yapanlar da var ama kabul edelim ki, herkes bir altyapı maçının oynadığı sahaya yakın oturmuyor ve gündüz saatlerinde oynanan maçları izleyecek vakti yok. Fenerbahçe'nin Dereağzı Tesisleri'nde yıllar önce izlediğim bir Fenerbahçe-Galatasaray derbisini unutmam mesela, aklımda kalan maçın skoru değil, o genç Mithat... 

Yetenekli oyuncuyu sahada seçebilmek pek de öyle büyük bir marifet değil. Yıllar boyu binlerce maç izleyen bir adam; ayağına top yakışan, topu kırmayan, iftira değil pas atan, top ayağındayken kafası toprağa bakmayan ve sahada nerede duracağını bilen adam(lar)ı diğerlerinden ayırır. Mithat Yaşar da öyle bir gençti. Öyle bir yetenek ki; izlerken top hep onun ayağında olsun istiyorsun. Teknikse teknik, oyun zekası ise işte o dediklerinden. Fizik desen; o işte yok ama gelişime açık. Mithat'tan bir Emre Belözoğlu olur muydu? Üzerinden yedi-sekiz yıl geçmiş, bugün hâlâ "Olurdu" diyorum ben, ama Mithat, Emre de olamadı Oğuz Çetin de. Federasyon kayıtlarından izini sürdüm onun yıllarca... Çabuk vazgeçtiler Mithat'tan belki de Mithat vazgeçti büyük kulüpte kendinden. Mardinspor'a kiralık gitti 2005 yılında. Sonra Giresunspor, Diyarbakırspor. Say, say bitmez bir kariyer oldu Mithat'ınki: Çaykur Rizespor, Gaziantep Büyükşehir Belediye, sonra belki de aile özlemi çektiğinden yetiştiği Manisa'ya yakın İzmir'de Göztepe yetmedi ardından Altay ve bu sezon da 3. Lig'de Menemen Belediyespor... 

Mithat gibileri ziyan ettik, haksızlık ettik biz Türk futbolunda. Yetenekli çocukların fedakar aileleri -Arda Turan ne güzel anlatır bunu- varsa futbolcu olabildiler. Tut ki altyapıya girdiler, kimse bu çocukların eksik yönlerini geliştirmek için bireysel idman programı vermedi, futbol demek iki kale bir top bir de çim sahaydı bizim kulüp yöneticilerine göre. Salonda fizik gelişimine katkı yapacak fitness idmanlarına ne gerek vardı ki. Pedagoji nedir bilmeyen altyapı hocaları idmanlara üç vesait değiştirip gelince hırslarını gencecik çocuklardan çıkarttılar. A takımdaki yedek futbolcunun 500 bin euro'dan aşağı kazanmadığı düzende altyapı hocalarına 10 bin TL'yı bile çok gördük. Doğal çimin bakımı zor diye alt yapı tesislerindeki sahaları suni çim yaptırdık, onlarca çocuk daha profesyonelliğe adım atmadan kasık fıtığı oldu. 

Eğitim ile sporu yanyana getiremedik. O altyapısı dillere destan Borussia Dortmund yetenekli çocukları tesislerinde beş yıldızlı otel gibi lojmanlarda yatırıp yakındaki okula gönderirken ve karnesi kırık olanın futbol geleceği olmayacağını da o çocukların akıllarına kazırken, biz binlerce aileye "Ya oğlum derslerini ihmal ederse" dedirtip çocuklarını altyapıdan çektirdik. Askerdeki devreciliği, spor kulüplerinden silemedik. Gencecik çocuklar A takımla idmana çıktığında çalım attığı ağabeyinden bir dakika sonra tekme yiyip ağladığında sustuk. İki bacağının arasından top geçmesini yani beşlik yemesini namus meselesi yapan o ağabeylerin de bir zamanlar özgüveni paramparça edilen çocuklar olduğunu unuttuk. 

Altyapıda asgari ücret verdiğimiz o çocukların yüzbinlerce euro kazanmaya başladıklarında değişen hayatlarına bir dur diyecek kulübün efsanelerini ego savaşları yüzünden tesislere sokmadık... Bir rol modeli koyamadık önlerine... Sonra Mithat Yaşar neden büyük futbolcu olamadı, sonra Hakan Çalhanoğlu gibisi neden Türkiye'de yetişmiyor? Sonra biz neden Brezilya'dan 4 yedik? İnsaf... 

Thursday, December 21, 2017

Bir garip takım: Darmstadt 98



Bu hafta oynanan maçta 90+4 de Hamit Altıntop gol atıp 1-1 beraberlikle maçı bitirdiler ve aklıma bu yazı geldi.


Sene 1991.. Eintracht Braunschweig’da oynuyorum o zamanlar. Darmstadt’ı görmüştüm. Her şey o zaman nasılsa bugün de öyle. Darmstadt yıllara meydan okurcasına bıraktığım gibi kalmayı başarmış” diyor bir dönem Antalyaspor’da da forma giymiş Darmstadt’ın kült teknik direktörü Dirk Schuster. Bir eleştiri değil, olan durumun tanımı ve aynı zamanda futbolun o günden bu zamana değişen tüm ayrıntılarının gerçekte önemsizleştiren bir bakış açısı bu. Moderniteye vurulan sağlam bir darbe! 

Misal diyorum bak  laktat testleri artık bir yenilikten ziyade amatör kulüp için dahi zorunluluk amma velakin Schuster diyor ki “Gerek yok bunlara, ben antrenmanda oyuncuya bakar ve anlarım ne kadar iyi hazırlanıp hazırlanmadığını” En nihayetinde bölgesel takım seviyesinde dahi pek çok eksiği bulunan Darmstadt'ın pek çok modern teknikten yoksun olamsı anlaşılır ama zurnanın zırt dediği yer ise bu eksikliklere rağmen böylesine mucizevi başarıyı yaşamış olmasıdır. 

 “Biz aslında sıradan insanlarız” diyor Schuster'in asistanı Sascha Franz. . Öyle bir takım ki Darmstadt, bu iki adam takımın teknik direktörü, sportif direktörü, menajeri, asistanı, medya sorumlusu, seyahat organizatörü yani kısaca  her şeyi. Kulüpte uzman olarak sadece rakip analizleri yapan video  analistler  var. Buraya sadece  uzman atamışlar. Peki kimleri? 75 yaşındaki teknik direktörün babası Eberhard Schuster ile asistanı Sashca’nın babası Horst Franz. İkisinin de teknik direktörlük geçmişi var ve bu iş için uygun görülmüşler.
Bundesliga’ya çıkan diğer “mütevazı” kulüpler olan İngolstadt, Fürth ya da Braunschweig ile karıştırılmaması gerektiğinin üzerinde duruyor Schuster. “İngolstadt ayakları yere basan temeli sağlam bir kulüp, Fürth uzun yıllar ikinci ligde zirveye oynadı ve Braunscweig’in de bu iki kulübe göre durumu bir hayli iyi” diyor. Darmstadt’ın burada olmasının bugün konuşulan futbol doğrularıyla en ufak bir ilgisi yok.

Kulüp gerçekte 2008 yılında iflasın eşiğine gelmiş. Vergi, şu bu derken 1.1 milyon euro borcun altından kalkamış.  Üst üste taraftarları içeren organizasyonlar düzenleyerek kulüp iflastan kıl payı kurtarılmış. Bir maçlarına 5200 kişi gelmiş ki amaç para toplamak. Bayern Münih seneler öncesinde St.Pauli'de olduğu gibi burada da  yardımı esirgememiş ve 20 bin kişi gelmiş erkekler tuvaleti olmayan stadına. 2-2 sona eren maç sonunda Bastian Schweinsteiger “En az ikinci ligde olması gerekir” diyerek övgüde bulunurken geçtiğimiz sezonun kupa finalisti Wolfsburg’un ilk turda  ancak penaltılarla bu takımı elediğini hatırlatalım.

Şanslarının yaver gittiğini söyleyebiliriz. Öyle ki çok değil sadece 2 yıl önce 2013  yılında üçüncü ligden gerçekte dördüncü lige düştüler.  Gelin görün ki Kicker Offenbach’ın lisansının iptal edilmesi sonucu sportif açıdan düşmüş takım masa başında ligde kaldı. Ve sonra olan oldu.. Üst üste iki yıl bir üst lige çıkarak birinci Bundesliga’ya geldiler. Dördüncü ligde olması gereken kulübün iki yıl üst üste lig atlayaran Bundesliga’ya gelmesi sizce nasıl mümkün olabilir? İkinci lige çıkış hikayesi her şeyi anlatıyor.



Gerçekte düşmesi gereken sezon ligde kalıp 2013-14 sezonununda 3.ligi üçüncü bitirdiler. Bir üst ligden Armina Bielefeld ile oynanan eleminasyon maçları aslında bu kulübün genel durumunun bir özeti gibidir. İlk maçı evinde 3-1 kaybeden Darmstadt'ın ikinci lig hayalleri zora girer. İkinci maç öncesi ise Darmstadt'ın maçlarını nasıl kazandığının en güzel göstergesi olan bir başka hikaye ile birleşir..
Asistan koç Sascha Franz bir Darmstadt taraftarı ve arkadaşı olan Johnny Heimes'i devreye sokar. On yıl önce Heimes'e kanser teşhisi konulur. Kanseri her seferinde alt etse de yeniden vücudunda belirir, beş kere yener ama o kanserin yeniden vücudunda yeşermesini beş kez yeniden duymak zorunda kalır. Johnny kararlıdır, kılıçlarını kuşanır ve kanserle savaşına devam eder. Biyografisini yazar, insanlara güç verir. "Savaşmalısın! henüz kaybedilmiş bir şey yok"  yazılı bilekleri satışa çıkarır ki 150 bin tane satmıştır Almanya'da ve bu da Frankfurt kanserle mücadele vakfına hatrı sayılır bir gelir bırakmıştır. 



Evinde 3-1 ilk maçı kaybeden Darmstadt ikinci maç öncesi Heimes'in "Savaşmalısın, henüz kaybedilmiş bir şey yok" bilekliğinden 50 tane alan antrenör Dirk Schuster ve asistanı Sascha Franz oyunculara dağıtır. Yakın arkadaşının hikayesini de anlatarak maça oyuncularını hazırlar. Evinde 3-1 kaybeden takım deplasmanda bu kez 3-1 kazanarak maçı uzatmaya götürür. Şansızlık o ki maçın 115.dakikasında Bielefeld durumu 3-2'ye getirir.. Ve işte her şey uzatmanın da uzatması olan 122.dakikasında gelen golle değişir. Bielefeld'i deplasmanda son saniyede atılan golle geçerek ikinci lige çıkan Darmstadtlı futbolcular Heimes'in hikayesinden gelen motivasyonla bunu başardıklarının bilincindedir. Öyle ki Marco  Sailer bandanada yazan bu sözü koluna dövme ile yazdırır. O sene ikinci lige çıkan Darmdtadt "Bir yıl burada kalsak bile bize yeter" hedefiyle lige başlayıp birinci Bundesliga'ya çıkarak üst üste iki yıl lig atlamayı başarırlar.

Kaybedenlerin Zaferi

Darmstadt’ı ikinci lige çıkarınca bir strateji çizer kendisine antrenör ekibi. Türkçe’ye “12 belalı adam“olarak çevrilen 1967 yapımı film olan “The Dirty Dozen”'den etkilenirler. Disiplinsiz olduğu düşünülen bir komutana 12 adet idam mahkumunu vererek Fransa’da Nazilerin kontrolündeki şatoya intihar saldırısı düzenlenmesini konu alan bir filmi Bundesliga’da çekmeye karar verirler. Darmstadt çevrede ne kadar kaybetmiş, kenara itilmiş, işsiz güçsüz adam varsa kulübe toplamış. “Bize gelen her futbolcu geride büyük acılar yaşamış ve yeniden ayağa kalkmakta zorlananlardı. Ya işsiz, ya gözden çıkarılmış ya da inancını yitirmiş. Dürüst olmak gerekirse böyle olmasa muhtemelen buraya değil başka yere giderdi” diyerek ifade ediyor antrenör Dirk Schuster.

Hertha Berlin’den  en son transfer ettikleri iki oyuncu Peter Niemeyer ve Sandro Wagner  oldu. İkisi de A takımdan kovulmuş ve bölgesel takıma gönderilmişti  ve bu yetmezmiş gibi  çeşitli “mobbing” diyebileceğimiz eylemlerle –boş kaleye yarım saat gol atmak- bezdirilmek isteniyordu ki Darmstadt’a gitmeyi tercih ettiler. Geçen haftanın kahramanı Marcel Heller 2010’da futbolu bırakmayı düşünmüş bir yıllık ağır sakatlığın ardından. Fabian Holland 25 yaşında ve 10 kez ameliyat masasına yatmak zorunda kaldı. Bugün futbol oynaması mucize olarak addediliyor.  Schuster “Onlara başka ne verebiliriz ki? Para?  yok bizde. Şehir, o da yok. Stat ? bahsini açmayalım lütfen.  Duygusal açıdan yaklaşarak ahlaki değerler üzerinden bir kazanım elde etmenin peşine düştük” diyor. Nihayetinde takımlar buraya gelirken "Darmstadt'ı da artık yenmeyeceksek kimi yeneceğiz" mottosuyla hareket ederken o rehaveti biz de inançla bozguna uğrattık. Birlik ve beraberliğin inançla birleşip kaliteyi dövmesi bu şekilde gerçekleşti. Kaybedenlerin, dışlanmışların, itilmişlerin ve hatta yeteneksizlerin birlik olup dünyaya meydan okumasının adresi oldu Darmstadt!

Başka türlü Marcel Hellers’in o çok önemli üçüncülük maçında attığı 70 metrelik sprinti açıklamak mümkün müdür? Ya da kaptanları Aytaç Sulu’nun 4 haftalık ağır sakatlığının ardından iyileşmeden maskeyle çıkıp maç içerisinde sakatlanıp kafasında bandajla maçı bitirmesini? Bieledef mucizesini ?

Son üç yılda futbolcu bonservislerine verdikleri para: 0 EURO. Misal geçen sezon yarıştığı Leipzig'in bir futbolcuya 8 milyon euro bonservis  verebildiğini hatırlatalım ki bu rakam Darmstadt'ın tüm kadrosunun maliyetinin üç katına denk düşüyor. Sadece tek futbolcudan bahsediyoruz..

Futbol parayla dengelerin kurulamadığı zaman güzel. Birilerinin bunu her sene bize hatırlatması keyfimizi arttırıyor, üçüncü beşinci ligden desteklediğimiz takımın rüyasını inşa ediyor. Lakin Darmstadt'ın başarı öyküsü öyle güzel ki son dönemde bıraktığım "futbolcu olsam da şöyle goller atsam" adlı hayali bu yaşımda yeniden kurmaya başladım. Bunlar bu koşullar altında bunu başardıysa belli mi olur ?

Monday, December 18, 2017

Kenan Karaman: "Cenk Tosun örnek olmalı"

Hannover 96 formasıyla Bundesliga'nın banko oyuncuları arasına giren 23 yaşındaki forvet, Mircea Lucescu'nun umut bağladığı gençlerden biri. Hücum hattının her bölgesinde oynayabilen genç yetenek, Almanya'da kendisini kabullendirme sürecini anlatırken Türkiye'deki yerli-yabancı tartışmasına da farklı bir perspektiften bakıyor ve Cenk Tosun'u hem kendisine hem de tüm genç oyunculara örnek gösteriyor. 

Seninle ilk röportajı yaptığımızda Genç Millî Takımlarımızda oynayan bir oyuncuydun ve bir gün A Millî Takım'da oynama hayalleri kuruyordun. Bugün A Millî Takım kampındasın ve yeniden yapılanma sürecinde umut bağlanan oyunculardan birisin. Geldiğin nokta hakkında neler söylersin?
Siz de biliyorsunuz ki, en başından beri çok çalışmanın sihrine inanan bir oyuncuyum. Bugünlere de çok fazla çalışarak geldiğimi ve bugün A Millî Takım kadrosunda bulunmanın gururunu yaşadığımı söyleyebilirim. Almanya'daki kariyerim hep kendimi ispatlamaya çalışmakla geçti. Takımım Hannover 96'nın başarısı için döktüğüm ter, bana Millî Takımımızın da kapılarını açtı.

Hoffenheim'daki ısınma hareketlerinden sonra Hannover 96'da gerçek bir Bundesliga oyuncusu oldun. Orada küme düşme üzüntüsünü de geri dönme sevincini de yaşadın. Bu tecrübelerin sana neler kazandırdığını düşünüyorsun?
Hannover'le küme düştüğümüzde güzel duygular hissetmedik elbette. Herkesin morali bozuldu. Hannover gerçekten bir futbol şehri ve insanlar büyük bir hayal kırıklığına uğradı. O dönemde takımdan ayrılmayı düşünmedim. Çünkü takımın daha da güçlenerek yeniden Bundesliga'ya döneceğini biliyordum. Benim açımdan da daha çok oynama fırsatı doğacağının farkındaydım. Nitekim öyle de oldu. Bir sene içinde Bundesliga'ya döndük. Benim için de çok faydalı bir tecrübe oldu çünkü genç yaşımda 30'un üzerinde maça çıktım. Bu süreçte kendimi daha da geliştirdiğimi düşünüyorum. Bir de düştüğü yerden yeniden ayağa kalmak insanın özgüvenini artırıyor.

Bu sezonki performansına bakarak Millî Takım'a çağrılmayı bekliyor muydun?
İnsan her zaman böyle bir beklenti içinde oluyor elbette. Gerçekçi olmak gerekirse ben Millî Takım hayali kurmak yerine Bundesliga'daki performansımı ön plana çıkarmaya çalıştım. Çünkü orada iyi olursam böyle bir fırsat yakalayabileceğimi biliyordum. Dünya Kupası elemelerinin ardından Millî Takım'ın yeni bir yapılanmaya gideceğini de tahmin ediyordum. Benim için çok güzel bir şans doğduğunu düşünüyorum.

Emre Mor sakatlığı sebebiyle kadrodan çıkartılsa da ilk davet edilen 26 oyuncudan 13'ü altyapı eğitimlerini Avrupa ülkelerinde almış isimler. Tam yarı yarıya. Bu tabloyu nasıl değerlendiriyorsun?
Türk oyuncuların Avrupa'da kendisini kanıtlaması ve bugün Millî Takım kadrosu altında toplanması önemli bir başarı. Tabiî sadece Avrupa'dan gelen oyuncular değil, Türkiye'den de Avrupa'ya giden oyuncular var Millî Takım'da. Türkiye'den Avrupa'ya gitmek daha farklı. Biz orada doğup büyüdük ama buradan giden oyuncular için adaptasyon süresi gerekiyor. Yine de büyük bir adım bu. Millî Takım için güzel bir tablo oluştuğunu düşünüyorum. Ama şunu da söylemek lâzım; Türkiye'de altyapılardan çok fazla oyuncu yetişmiyor ya da yetişenler oynama fırsatı bulamıyor. Böyle bir sıkıntının da varlığı gerçek. Bu kadar büyük, genç nüfusu bu kadar fazla, futbolun bu kadar çok sevildiği bir ülkede neden yeterince oyuncu üretilemediğine insan şaşırıyor elbette. Almanya özelinde bu konu hakkında şunları söyleyebilirim; orada altyapıdan A takıma kadar düzenli bir organizasyon var. Almanlar 20 yıl önce kurdukları bu sistemi başarıyla sürdürüyor.

Bundesliga'da oynayan Türk oyuncu sayısı geçmişe oranla artsa da çok fazla sayılmaz. Bu durumda senin Bundesliga'da sürekli oynayan bir oyuncuya dönüşmen biraz daha değer kazanıyor. Bugünkü konumunu nasıl sağladığını düşünüyorsun? Kendini nasıl kabullendirdin?
Almanya'da bir Türk oyuncunun Alman rakiplerini geçebilmesi için iki gömlek daha fazla çalışması gerekiyor. Tabiî şans da önemli. Hocanın sizi tutması ve şans vermesi, bu şansı bulduğunuzda da iyi değerlendirmeniz gibi faktörler var. Bazen oynayamadığınız hatta kadroya bile giremediğiniz dönemler de oluyor. Ama o zaman da küsmemeniz, çok çalışmaya devam etmeniz ve kendinizi her zaman oynayacakmış gibi hazır tutmanız gerekiyor. Şans geldiğinde bunu en iyi şekilde değerlendirmeniz ve kendinizi ispatlamanız lâzım. Ben o şansı iyi kullandığımı düşünüyorum.

Teknik direktör Lucescu, 2020 Avrupa Şampiyonası elemelerine kadar geçecek süreçte 8-9 hazırlık maçıyla yeni bir kadro ve yeni bir oyun anlayışı oturtmayı planlıyor. Sen bu planın içinde kendini nerede görüyorsun?
Öncelikle hedefim Millî Takım'da kalıcı olmak. Burada verilecek şansları en iyi şekilde kullanmak zorundayım. Lucescu'nun disiplinli bir teknik adam olduğunu biliyorum. Futbol anlayışıyla kendisini dünyaya kabul ettirmiş bir hoca. Onun isteklerini anlamak ve sahada yerine getirebilmek için çok dikkatli ve konsantre olmak gerekiyor. Eğer hocanın isteklerini sahada uygulayabilirsem hem Millî Takım'a katkı sağlayabileceğimi hem de kalıcı olacağımı düşünüyorum. En önemli nokta, hocanın aklındaki sistemi bir oyuncu olarak sahaya nasıl koyacağım.

2018 Dünya Kupası'na gidemedik ama geleceğe umutla bakmaya çalışıyoruz. Gerçi henüz EURO 2020 elemelerindeki rakiplerimiz belli değil ama Türk futbolunun potansiyeline baktığında gelecekle ilgili nasıl bir perspektif çizersin? Bugünkü kadroda yer alan oyuncuların bir bölümünü de Genç ve Ümit Millî Takımlardan tanıyorsun…
Kadroda çok sayıda kaliteli oyuncu olduğunu görüyorum ama ben asıl meselenin takım olarak sahaya ne yansıttığımızla ilgili olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz yıllarda da Millî Takımımızda çok büyük isimler, çok kaliteli oyuncular var oldu. Ama takım olarak istenenleri sahaya koyamıyorsanız sonuç almanız zorlaşıyor. Takım ruhu ve arkadaş grubu çok önemli. Bu kadrodaki birçok oyuncu birbirini tanıyor. Bu da önümüzdeki dönem için bir avantaj olabilir. Alt kategorilerde beraber oynadık, beraber zaman geçirdik. Millî Takım'a gelen her oyuncunun zaten belirli bir kaliteye sahip olduğunu düşünüyorum. Dediğim gibi, önemli olan bu kaliteyi takım ruhuna ve takım oyununa dönüştürebilmek. Ama yeni bir takımız ve antrenmanlarda hocamızın istediklerini ne kadar sürede sahaya yansıtabiliriz; bu da ayrı bir konu. "Hoca ve kadro değişikliği oldu, hemen her şey değişsin" diye büyük beklentilere girmemek gerekiyor. Hocanın aklında bir sistem var ve bunun oturması, oyuncuların bu sisteme alışması için zamana ihtiyaç var.

Genç Millî Takımlarda seni santrfor olarak izliyorduk ama yavaş yavaş bir kanat oyuncusuna dönüştüğünü görüyoruz. Bu senin tercihin mi yoksa o bölgede görev verildiği için mi kanatlarda oynuyorsun? Futbol becerilerini sahaya en iyi biçimde yansıttığın mevki neresi?
Dediğiniz gibi, Genç Millî Takımlara geldiğim ilk dönemlerde santrfordum. Ama zamanla forvetin her bölgesinde görev alabilen bir oyuncuya dönüştüm. Sağ-sol açık ya da santrfor arkasında da görev yapıyorum. Bundesliga'da çoğu maçımı kanatlarda oynadım. Ancak ben en çok santrfor oynamaktan hoşlanıyorum. Hocalar süratimi ve tekniğimi de beğendiği için beni kanatta değerlendirmeyi tercih ediyor.

Türkiye'den pek çok takımın da seninle ilgilendiğini biliyoruz. Gelecekle ilgili nasıl planlar kuruyorsun?
Ben geleceğimi Avrupa'da görüyorum. Orada kendimi daha fazla kanıtlamak, daha iyi takımlarda oynamak istiyorum. Tabiî Türkiye'de oynamak da güzel bir duygu. Orada da çok güzel statlarla birlikte harika bir atmosfer oluştu ama benim önceliğim Avrupa'da kalmak.

Kendine örnek aldığın, beğendiğin oyuncular var mı?
Cenk Tosun gerçekten çok iyi yerlere geldi. Bu yıl en iyi sezonlarından birisini yaşıyor. Hem Süper Lig'de hem de Şampiyonlar Ligi'nde çok iyi işler çıkartıyor. Bu onun kalitesini gösteriyor. O da benim gibi Almanya'da doğdu, büyüdü ve yetişti. Türkiye'ye de genç yaşta geldi. Bu aslında hiç de kolay bir iş değil. Almanya'daki ortama alıştıysanız Türkiye'ye gelmek de bir risk. Ama burada çok çalıştığını düşünüyorum. Beşiktaş'ta her zaman önüne bir santrfor konuldu ama asla yılmadı, pes etmedi, küsmedi ve bunun meyvelerini şimdi yiyor. Cenk ağabey her anlamda önemli ve örnek alınacak bir oyuncu.

Lucescu, TamSaha'ya verdiği röportajda Türk oyunculara "Kendilerini Millî Takım'a gelmeye, daha iyi oynamaya motive etmeleri lâzım. Türk oyuncuların hepsi için söylüyorum. Kendilerini kabul ettirsinler, potansiyellerini göstersinler" çağrısını yapıyor. Cenk Tosun örneği, bu anlamda yabancı oyuncularla Türk oyuncuların rekabetindeki abidevî bir örnek olarak çok dikkat çekici diye düşünüyorum.
Bu insanın içinde olacak. Biraz da karakter meselesi. Ne yazık ki biz Türklerin mantalitesinde küsme duygusu çok fazla. Kendimizi hemen bırakıveriyoruz. Bu nokta çok kritik. Ama o dönemlerde ayakta kalmak, hem saha içinde hem de özel hayatında futbol için yaşamak, disiplinli olmak ve çalışmak gerekiyor. Cenk ağabeyin bunu başardığını düşünüyorum. Türkiye'de oynayan her Türk futbolcu için çok iyi bir örnek. Sonuçta hocanızı etkileyecek olan şey sahadaki performansınızdır. Yabancı oyuncu geldi diye kenara çekildiğinizde zaten kaybedersiniz.

Alman medyasının sana yaklaşımı nasıl?
Benimle ilgili çok pozitif yayınlar yapılıyor. Disiplin bir oyuncu olduğum ve Almanlar da disipline önem verdiği için sanırım beni beğeniyorlar. Elbette Türküm ama orada başarılı olmak için Alman mantalitesiyle düşünmem gerekiyor. Sanırım bunu başarabildiğim için de olumlu yansımalarla karşılaşıyorum.


Junior Caiçara: Gözyaşından mutluluğa

28 yaşındaki Brezilyalı, ülkesinden çıktıktan sonra Portekiz, Bulgaristan ve Almanya liglerinde kazandığı tecrübeleri şimdi Başakşehir için sahaya yansıtıyor. Sağ bekteki performansıyla ligimizin en başarılı oyuncuları arasına giren sambacı, futbola başladığı günleri gözyaşlarıyla hatırlarken, "Bugünkü hayatımı ona borçluyum" dediği futbolun hakkını da parmaklarına yaptırdığı dövmelerle vermeye çalışıyor.



27 Nisan 1989 Sao Paulo doğumlusun. Öncelikle nasıl bir çocukluk geçirdiğini öğrenebilir miyiz?
Zorlu bir çocukluk geçirdim. Baktığınız zaman ailem çok fakirdi. Yoksul bir ailenin çocuğuyum. Annem babam sürekli çalışırlardı. O yüzden zorlu bir dönem geçirdiğimizi söyleyebilirim. Ama çok şükür ki bu dönemi atlattık ve geçti.

Aileni tanıyabilir miyiz? Anne, baban, kardeşlerin ne işle meşgul?
Annem artık çalışmıyor. Ev hanımı oldu. Babam da emekli. Daha önce inşaatlarda çalışarak evimizi geçindiriyordu. Altı kardeşiz. İki erkek kardeşim var. Küçük olanı 21 yaşında. Futbolda şansını denedi. Ne kadar ileri gidebilir bilmiyorum. Diğer kardeşim de kamyon şoförü. Üç de kız kardeşim var.
Brezilya'daki okul hayatından bahseder misiniz? Nasıl bir eğitim aldın?
Önceliğim her zaman futbol oldu. 8. sınıfa kadar okuyabildim. Sonrası gelmedi. Çünkü futbol oynadığım takım evime uzaktı. Günde çift idman oluyordu. Okulla aynı anda yürümesi imkânsızdı. Çok uğraştım, yürütmeye çalıştım ama futbol her zaman önceliğim oldu.
Brezilya'daki sosyoekonomik durumdan ötürü futbol herkes için bir çıkış yolu. Bu durum sanırım senin için de geçerli?
Brezilyalı çocuklar ana karnından futbol aşkıyla doğuyor. Ama şöyle bir gerçek de var tabiî... Brezilya'daki hayat şartları hiç kolay değil. Yozlaşma çok. İş imkânı çok az. Çünkü ülke büyük ve nüfus çok fazla. Bundan dolayı çocuklar tabiî ki futbolu kurtuluş olarak görüyor. Kazanılan meblağlar çok yüksek. İşin özünde hem anne karnından futbolu severek doğmaları var hem de içinde bulundukları ekonomik durumdan en hızlı çıkmanın yolu yine futbol.
Futbolla ilk tanışman nasıl oldu ve seni ilk kim keşfedip de bir kulübe gitmeni önerdi?
Babam da kendi zamanında profesyonel olma şansına erişmiş. Ama o dönemki şartlarda futbolcular bugünkü kadar çok kazanmıyormuş. Babam da kendisini riske atmayarak iş hayatını tercih etmiş. Ama hep futbol oynuyordu arkadaşlarıyla. Ben de babamı izleyerek büyüdüm. Yine onların oynadığı maçta bir oyuncu eksikti ve babam, "Oğlumu alabilirsiniz" dedi. 12-13 yaşındaydım. İlk başta onlar tabiî yaşça büyük oldukları için zordu ama çok iyi oynamış ve herkesin dikkatini çekmiştim. Orada bir kaleci antrenörü vardı. Beni ilk keşfeden o oldu. Benim şehrimin takımı Sao Vicente'de kaleci antrenörüydü. Onun önerisiyle Sao Vicente'de oynamaya başladım.
Sao Vicente'deki günlerini nasıl anlatırsın?
Bugün ağlamayacağım… Daha önce bu soruyla ilgili ağlamıştım ama bugün ağlamayacağım. Zorlu günlerdi. Çünkü hiç para kazanmıyordum. Bir yandan da hem annemin hem babamın çırpınmasını görüyordum aileyi geçindirebilmek için… Bir şekilde profesyonel olmam gerekiyordu. Futbol oynamam ve para kazanmam gerekiyordu. O günleri geride bıraktım. Bir şekilde futbolcu olmayı başardığım için çok mutluyum. Çünkü babamın bütün emeklerinin karşılığını verdim.
Parmaklarında Foot ve Ball yazıyor. Bunun arkasındaki derin anlamı bize anlatabilir misin? Neden bu dövmeleri yaptırdın?
Bugün sahip olduğum her şeyi futbola borçluyum. Anneme, babama ve kardeşlerime yardım edebiliyorsam aynı şekilde çocuklarımın geçimini sağlayıp onlara iyi bir gelecek sunabiliyorsam bunların hepsi futbol sayesinde. Ben de futbola olan sevgimi vücudumda göstermek istedim. Futbol oynadığım kulüplerin dövmesini yaptırmaya kalksam zor olur. O yüzden en kısa yoldan futbola teşekkürümü bu şekilde sunuyorum.
Santo Andre kulübünde profesyonel olduğunu görüyoruz. Ancak çok fazla şans bulamadın. 1 maçta 40 dakika oynadın. Bunun nedenleri nelerdi ve Brezilya'da neden çok kısa bir süre kaldın?
4 sene kaldım Santo Andre'de… Ama 3 yılı altyapıdaydı. Profesyonel olarak 1 yıl oynadım. Santo Andre'deki ilk maçımda kırmızı kart gördüm. Sorumsuzluk ya da kavgadan değil; pozisyon gereği bu kırmızı kartı gördüm. Hocam benden şikâyetçi değildi; gelişmemi istiyordu. 6 aylığına başka bir takıma kiralık olarak gittim. Orada oynadım. Oradaki futbolum sayesinde Portekiz kulübü beni gördü ve almak istedi. Bu şekilde Portekiz'e transfer oldum.
2010 yılında Portekiz'e transfer olduğunu görüyoruz. Gil Vicente kulübüne transferin nasıl gerçekleşti?
Gil Vicente'ye gitme kararını almak benim için kolay oldu. Çünkü ailemin hayatını değiştirmek için bir şans yakalamıştım. Baktığınız zaman benim San Andre'deki maaşım 100 euroydu. Orada kalsam ne yapacaktım? Sonuçta Portekiz Ligi, bir Avrupa ligi… Orada herkesin beni izleme şansı vardı. Bugün hâlâ insanlar inanmıyor ama oraya gittiğimde de aslında hayatım çok değişmedi. Oradaki maaşım 500 euroydu. Portekiz 2. Ligi'nde 500 euroya oynuyordum. Ama işler benim adıma çok iyi gitti. Takım çok iyiydi. Bir üst lige çıktı. Ondan sonra da zaten her şey çok daha farklı oldu.
2012-2013 sezonunda Bulgaristan takımlarından Ludogorets'e transfer oldun ve kariyerin yükselişe geçti. İlk sezonunda Bulgaristan Süper Kupası'nı kazanma mutluluğunu ve Şampiyonlar Ligi tecrübesi yaşadın. 3 sezonluk maceranda 3 kez şampiyonluk gördün. Bu tecrübeler kariyerine nasıl bir yön verdi?
Ludogorets'te 3 Lig Şampiyonluğum, 2 kupam, 2 de Süper Kupam var… Aslında beni futbol dünyasında herkesin tanıdığı bir insan haline getiren Ludogorets'ti… Çünkü Gil Vicente ne kadar Avrupa da olsa sonuçta 2. Lig'den yeni çıkmış bir takımdı. Bütün bu scoutlar, futbol adamları gelip de izlemiyordu. Ama Ludogorets öyle değildi. Herkes takip ediyordu. Benim tanınmamı sağlayan kulüp oldu. Kupalar kazandım, Avrupa'da kupalarında önemli tecrübeler edindim. Bence kariyerimin en güzel zamanlarıydı. Beni ben yapan kulüp orası oldu. Sonrasında zaten Avrupa futbol piyasasında tanındım.
Buradaki başarın seni Bundesliga'ya taşıdı. Schalke 04'e transferin nasıl gerçekleşti?
Aslında anlatacak çok şey yok çünkü kısa bir zaman yaşadım. Şöyle söyleyeyim. Edindiğim en büyük tecrübeydi. Çünkü baktığınız zaman Schalke'yi tüm dünya tanıyor. UEFA tecrübesini de burada edindim. UEFA'da önemli maçlar oynadım. İlk sene her şey iyiydi. 34 maç oynadım. Ama kaderin cilvesi, hem teknik ekip hem de yönetim değişti. Bizim oynadığımızdan çok daha farklı bir sisteme döndüler. Bundan dolayı da sonrasında çok fazla şans bulamadım. Benim için yine de çok güzel bir tecrübe oldu.
Almanya'daki futbol seviyesinden ve kültüründen bize söz edebilir misin?
Orada futbol seviyesi çok çok yukarıda… Dünyanın en iyisi demek çok iddialı olur ama iki veya üçüncü sıraya koyabilirim. Bir futbolcunun Bundesliga'da oynayabilmesi için fiziksel, mental ve taktiksel olarak hazır olması lâzım. Baktığınız zaman ben de Bulgaristan Ligi'nden Almanya Ligi'ne gittim. O yüzden ilk başlarda zor geldi. Ama zamanla hocalar da beni sistemin içine koyup alıştırdı. O seviyelerde oynayabilmeniz için her anlamda hazır olmanız lazım. Hazır olmazsanız bu seviyelerde oynama şansınız yok.
Geçen sezonun devre arasında Medipol Başakşehir'e transfer oldun. Transferin nasıl gerçekleşti?
Bence yaptığım mükemmel bir tercih oldu. Şu ana kadar en ufak bir sıkıntı yaşamadım ve en ufak bir pişmanlığım yok. Çünkü baktığınız zaman Başakşehir artık sürekli ilk dörtte kendisine yer bulmaya çalışan bir takım. Hedefimiz tabiî ki şampiyonluk. Ama ilk dördün altına düşmeyecek bir takıma sahibiz. Onun dışında hem organizasyon anlamında hem de yapısal anlamda taşlar yerine oturmuş bir kulüp. Bundan dolayı çok güzel bir tercih yaptım. Bundan sonra umuyorum ki daha da gelişip, iyi yerlere geleceğiz.
Avrupa'nın ve Brezilya'nın farklı kültürlerini görmüş bir oyuncu olarak Türkiye'nin futbol kültürünü nasıl anlatırsın?
Türkiye Ligi de bence çok çekişmeli ve iyi bir lig. Özellikle şunu söylemek istiyorum. Geçen sene 6 ay oynamış birisi olarak şu an takımları çok daha iyi bir seviyede görüyorum. Lig daha da zor bir hale geldi. Türkiye Ligi gelişiyor. Daha da geliştiğinde çok daha iyi yerlere geleceğine inanıyorum.
Adebayor ve Clichy gibi dünya yıldızlarının gelmesinin ardından takımın havası sence nasıl değişti?
Bunun takıma çok önemli etkisi oldu. Çünkü kimse onların geçmişini yadsıyamaz. İkisi de çok büyük oyuncu. Çok iyi takımlarda önemli başarılara imza attılar. Onun dışında Emre Belözoğlu da var... Emre'nin oynadığı seviye ve takımlar belli. Emre'yi de büyük yıldızların içerisine koyabiliriz rahatlıkla… Aynı zamanda takımın tanınırlığı açısından da önemli. Takımı takip eden birçok insan var. Bu sayı hep artıyor. Takımın artık bir hedefi olduğunu ve sıradan bir takım olmadığını bizi takip edenler de çok iyi biliyor. Onun dışında altyapıdan gelen genç oyuncular da rol model isimleri örnek alıyor. Bu yüzden böyle büyük yıldızlar takımımız için çok önemli…
Kulübün stadı, tesisleri ve imkânları parmak ısırtıyor. Sen bu durum hakkında ne düşünüyorsun?
Öncelikle tabiî ki bu yatırımı yapan başkanımızı, yöneticilerimizi, idari anlamda katkıda bulunan insanları tebrik etmek lâzım. İnanıyorum ki diğer kulüpler de burayı örnek alıp girişimde bulunurlarsa çok iyi yerlere gelecekler. Çünkü bu iyi yatırımda futbolcular da kendilerini çok rahat ve güvende hissediyor.
Süper Lig'de en beğendiğin oyuncuları öğrenebilir miyiz?
Öncelikle şunu söyleyeyim. Bizim takımımızdaki bütün oyuncuları çok beğeniyorum. Rakip takım oyunculardan ise dört farklı isim vereceğim size. Fenerbahçe'den Valbuena… Galatasaray'dan N'diaye… Bence Galatasaray için çok kilit bir oyuncu. Orta sahada önemli işler yapıyor. Beşiktaş'tan Quaresma zaten herkesin beğendiği bir oyuncu… Trabzonspor'dan da Burak…
Süper Lig'de futbolunu izlemekten keyif aldığın takımlar hangileri?
Türkiye Ligi'ni izlerken öncelikle üç büyük olarak adlandırılan takımların maçlarını izliyor ve keyif alıyorum. Bu sene bambaşka bir Galatasaray var. Oynadığı futbol keyif veriyor. Onlarla iki maçımız var. Birisi içerde; birisi dışarda. Zor maçlar olacak. Ama dışardan izlerken keyif veriyorlar. Beşiktaş da aynı şekilde keyif veriyor. Son olarak Fenerbahçe iyi başlamadı ama gelişim içerisindeler. Türkiye'de bu üç takımın maçlarını izlerken keyif alıyorum. Tabiî ki Galatasaray'ın başarısına saygı duymak lâzım ama diğer takımların hepsi; biz de dâhil Avrupa'da oynuyoruz. Galatasaray'ın dinlenme şansı var ama bizim yok. Biz sürekli maç oynuyoruz ama onlar dinlenme şansı bulabiliyor. Bu durumu da göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Seni en fazla zorlayan sol kanat oyuncusu kim?
Teker teker o maçlara bakmam lâzım ama ilk aklıma gelen Trabzonsporlu Castillo… Çünkü o maçta zaten sakatlanıp sezonu kapatmıştım. O maçta onu durdururken çok zorlanmıştım. Vardır başka zorlandığım oyuncular ama beni en çok Castillo zorlamıştı.
Takımdaki genç oyuncularla nasıl bir ilişkin var?
Bir zamanlar ben de gençtim. Çok şey yaşadım. Bu tecrübeleri gençlere anlatmaya çalışıyorum. Genç oyuncularla çok iyi bir ilişkim var.
28 yaşındasın ve kulübünle 2020 yılına dek sözleşmen var. Nasıl bir kariyer planlıyorsun bundan sonrası için?
Başakşehir artık büyük bir kulüp. Türkiye'nin önemli kulüplerinden birisi… Artık kendimizi ispat ettik bu konuda… 28 yaşındayım ve kendime çok güveniyorum. Daha da iyi olacağıma inanıyorum. Burada çok mutluyum. Ayrılmak gibi bir düşüncem yok. Sakatlık falan yaşamaz ve gücümü gösterebilirsem çok daha iyi bir takıma gidebilirim. Ama şu an için gitmek gibi bir düşüncem yok. Kendime sadece bir transfer daha yapabilecek şansı tanıyorum.
Futbolu bırakınca ne yapacaksın?
Şu anda aklımda antrenörlük yok. Hayat ne getirir bilemem ama hoca olmayı düşünmüyorum. Brezilya'da kendi yaptığım ticari işlerle de ilgileniyorum bir yandan. Futbolun içinde kalmak isterim. Belki de futbol içinde kalmanın en kolay yolu futbolcu menajeri olmak… Tabiî bunu da zaman gösterecek.
İstanbul'da nasıl bir hayatın var? Futbol harici zamanlarda neler yapıyorsun?
Boş olduğum zamanlarda dolu dolu yaşıyorum İstanbul'u… Eşimle sürekli dışarı çıkıyoruz. Çocuklarımızı da alıyoruz yanımıza… Çok güzel restoranlar var İstanbul'da… Gezecek çok yer var. İstanbul'un keyfini çok güzel çıkartıyorum diyebilirim…
Bizim unuttuğumuz senin eklemek istediğin bir şey var mı?
Sizin aracılığınızla şunu söylemek isterim. Sosyal medyadan farklı takımın taraftarları olmasına rağmen Türkler bana çok destek veriyor. Onlara bu destekleri için çok teşekkür etmek istiyorum.

Thursday, December 14, 2017

Cedric Bakambu: "1998 Dünya Kupası hayatımı değiştirdi"

Kongo asıllı bir ailenin oğlu olarak Fransa'da dünyaya geldi. Sochaux'daki kariyerinin son iki sezonunda dikkat çeken bir performans gösterdi. Fransa'nın U19 ve U20 takımlarında millî olduktan sonra ana vatanı Kongo'yu tercih etti. Bu sezon geldiği Bursaspor'da kariyerinin en golcü sezonunu yaşıyor ve gollerinin yanı sıra süratiyle de etkileyici bir performans sergiliyor. 24 yaşındaki oyuncu, futbol hayatını, Bursaspor'daki kariyerini ve geleceğe dair umutlarını TamSaha'ya anlattı.
Afrika kökenli bir oyuncusun. Bize ailenden ve Fransa'ya geliş sürecinden biraz bahseder misin?
Annem de babam da Kongo asıllı. Kongo'nun başkenti Brazzaville'de doğmuş ve orada büyümüşler. Daha sonra Paris'e taşınmışlar ve orada yaşamaya başlamışız. Ağabeylerim var, kardeşlerim var. Ağabeylerimin hepsi Kongo'da doğmuş. Göç sırasında ailemle birliktelermiş. Ben ailemin Paris'te doğan ilk çocuğuyum. Hem Afrika hem Avrupa kültürünü aldım. Bu iki kültürün karışımıyla yetiştirildim. Ama kendimi de Fransız hissediyorum tabiî ki…
Futbola nasıl başladın?
Ben her zaman futbolu severek yetiştim. Kendimi bildim bileli futbolu seviyorum. Ama daha çok mahallede, arkadaşlarımla futbol oynuyordum. Ancak doğduğumdan beri futbola yeteneğim vardı, bunu hissediyordum. Özellikle 1998 yılında Fransa'da yapılan Dünya Kupası beni çok etkiledi. Futbolu iliklerimize kadar hissettik Paris'te… O coşku mükemmeldi. Ondan sonra Paris'in tamamında ve bütün ülkede futbola olan ilgi, sevgi çok büyüdü. Ben de bundan çok etkilendim. O Dünya Kupası'na kadar sadece sokakta futbol oynuyordum. Ancak Dünya Kupası ufkumu açtı ve bu işin kulüplerde profesyonelce yapıldığını idrak ettim. Bu sayede de profesyonel bir kulüpte eğitim almaya başladım.
Bize futboldaki ilk yıllarını anlatır mısın? İlk hangi kulüpte başladın futbola?
İlk önce Vitre'de oynadım. Daha sonra Ivry'ye geçtim. Vitre kendi mahallemizin takımıydı. Bu iki takımda da oynarken açıkçası futbolcu olmak niyetinde değildim. Sadece arkadaşlarımla güzel vakit geçiriyordum. Ancak burada yaşadığım tecrübelerden sonra arkadaşlarımın arasından sıyrılmaya başladım. Ve bunun eğitimini alacak kadar da cesaret buldum kendimde. Daha sonra ilerlemeye ve insanların dikkatini çekmeye başladım. İş daha sonra kendiliğinden gelişti. Ama futbola kesinlikle eğlence olsun diye başladım.
Bursaspor'a geldiğin kulüp olan Sochaux'da dört yıl geçirdin. Bize oradaki süreci anlatır mısın?
Açıkçası ilk başta çok zordu. Şimdi geriye dönüp baktığım zaman kendi kendime söylüyorum. Açıkçası ilk geldiğimde profesyonel hayata hazır değilmişim. Bazı şeyleri sonradan fark ediyorum. İlk iki yılım çok zordu. Bir gün A takıma çıkıyordum, öbür gün rezerv takıma iniyordum. Bu sürekli böyle oluyordu. Bu durum adaptasyonumu gerçekten çok zorluyordu. Profesyonellik nedir, bilmiyordum. Yani nasıl uyumam, nasıl beslenmem gerektiğinden bîhaberdim. Hayatımın geri kalanında nasıl davranmam gerektiğini öğrenmem için iyi bir deneyimdi. İlk iki yıl bu şekilde zorluklarla geçti. Ama her saniyeyi öğrenerek geçirdim. Sonraki iki yıl daha fazla forma şansı buldum. Daha çok süre almaya başladım ve goller de attım. Bu da beni çok geliştirdi.
Peki, profesyonel futbol yaşantında unutamadığın bir an var mı?
Paris Saint Germain'e iki yıl önce attığım golü herhalde hiç unutamayacağım. Çok güzel bir goldü. İçi de çok dolu bir goldü. Annemin doğum günüydü o gün. Ve beni izlemek için stada gelmişti. Büyük bir takıma karşı oynuyorduk. 88. dakikada takımıma galibiyeti getiren golü atmıştım. Annemi gururlandırdığımı hissetmiştim. Maçtan sonra da TV'de, "Golü anneme hediye ediyorum" demiştim. Sanırım kariyerim boyunca bu golü hiç unutmayacağım.
Serdar Gürler'le Sochaux'da birlikte futbol oynadınız mı?
Serdar takım arkadaşım. Ben A takıma çıktıktan sonra o bir süre daha altyapıda kaldı. O daha sonradan geldi. Ama inip çıktığım dönemde beraber oynuyorduk. İyi bir arkadaşımdır, çok severim kendisini. Elinden geleni yapmaya çalışır. Türkiye'de farklı kulüplerde olmamıza rağmen birbirimizle kontak halindeyiz. Sürekli görüşüyoruz. Kendisini çok beğeniyorum.
Bursaspor'dan teklif geldiğinde Serdar Gürler'e danıştın mı?
Bursaspor konusunda bilgi almaktan çok Türkiye konusunda bilgi almak için aradım Serdar'ı… O dönemde Elazığspor'da forma giyiyordu. Bana güzel şeyler anlattı. Çok güzel zamanlar geçirebileceğimi söyledi. Daha sonra Bursaspor'a da değindi. Ama Bursaspor zaten Avrupa'da bilinen ve saygı gösterilen bir kulüp. Benim Serdar'ı aramamın sebebi Türkiye ile ilgili bilgi almaktı. Ama tabiî daha sonra bana sorunca söyledim. Ve Serdar bana, "Mutlaka gitmelisin. Bursaspor çok iyi bir takım" deyince karar vermem daha da kolaylaştı.
İlk kez Fransa dışına çıkıyorsun. Alışma sürecini nasıl geçiriyorsun?
Açıkçası kolay değil. Kültürünü ve dilini hiç bilmediğiniz bir yere geliyorsunuz. Gerçi tabiî ki ben burada takım arkadaşlarımla olsun, malzemecilerle olsun, sağlık ekibiyle olsun her zaman bağlantı kurabiliyorum. Hiç sıkıntı çekmedim. İletişime geçmek istediğiniz zaman bir yolunu buluyorsunuz. Hiçbir sorunum yok. Ama yine de biraz zor. Yeni bir yere geliyorsunuz, yeni alışkanlıklar edinmeye çalışıyorsunuz. Ben geride kalan 7-8 ayın çok iyi geçtiğini düşünüyorum. Takımda şans buldukça adaptasyonum daha da artıyor. Açıkçası bugüne kadar olan dönem belki biraz zor olmuş olabilir. Ama bugüne kadar cefası çekildi bundan sonra sefası sürülecek. Çünkü alıştım. Neyi nasıl yapmam gerektiğini çözdüm. Bundan sonra her şey daha güzel olacak.
Takım içindeki rolünü ve hocanın senden beklediklerini bizimle paylaşır mısın?
Bu sorunun adaptasyonla ilgili kısmı da var. Çünkü hocanızın sizden istediklerini bir anda anlayamayabiliyorsunuz. Onun sizden istediklerini ya da size biçtiği rolü anlamak biraz zaman alıyor. Bazen maçlardan sonra kendimi iyi hissetmediğim de oluyor. Kendi kendime düşünüyorum ve diyorum ki, "Bugün benden istenenin tamamını veremedim." Ama tabiî ki zaman geçtikçe daha iyi oluyor her şey. Hocamızın istediklerini ve beklentilerini daha iyi anlıyorum ve cevap veriyorum.
Şu ana kadar en golcü sezonunu geçiriyorsun. Bunun nedenleri nelerdir?
İyi bir sezon geçiriyorum. İyi goller attım. İyi bir sezon geçirmemin sebeplerini sadece bende aramamak gerekir. Biz takımca çok iyi bir sezon geçiriyoruz. İyi hücum ediyoruz. Çok iyi silahlarımız var. Spor Toto Süper Lig'in en fazla gol atan takımı olmamız da bunu gösteriyor. Gol atma becerisiyle birlikte yanımızda ve arkamızda oynayan oyuncuların verdikleri paslar ve geliştirdikleri ataklar da bize çok büyük güç sağlıyor. Tüm bunlar bir araya geldiğinde siz de yetenekliyseniz gol olarak karşılığını buluyor. Olan biten bence budur. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Maç maç üzerine koymaya çalışıyorum. Bazı maçlardan sonra kendimi iyi hissetmiyorum evet ama daha iyiyi hedefliyorum. Performansımı hep arttırmak istiyorum. Gol olarak bunun karşılığını bulabilmek de benim için büyük bir motivasyon kaynağı.
Fransa ve Türkiye Ligi arasındaki farklar nedir? Hangi ligde oynamak daha zor?
Ben açıkçası bunu daha önce hiç düşünmedim. İki ligi hiç karşılaştırmadım. Hangisi daha zor bilemiyorum. Çünkü karakteristik olarak birbirinden çok farklı iki lig… Türkiye'de çok daha fazla açık alan buluyorsunuz. Kaliteye yönelik oyun ön planda. Boş alanlar bulsanız da boş alan da verebiliyorsunuz. Geçişler çok fazla. Çok fazla golün atıldığı bir lig. Fransa'ya baktığınız zaman daha kapalı bir lig. Taktiksel olarak takımlar savunmada daha iyi gruplanıyor ve daha az riske giriyor. Ama tabiî ki ben bir atak oyuncusu olarak bu iki lig arasında bir tercih yapmam gerekirse daha fazla gol şansı bulacağımdan Türkiye Ligi'ni seçerim. Türkiye bana daha cazip geliyor.
İdolün olan bir futbolcu var mı?
Brezilya'nın eski golcüsü Ronaldo… Çünkü ben küçükken hem Dünya Kupası'nda yaptıklarıyla, hem Brezilya Millî Takımı'ndaki kariyeriyle ve müthiş golcülüğüyle üstün bir futbolcuydu. Bütün herkesi çalımlayarak geçebilirdi. Çocukken bu tarz oyuncular, güzel hareketler daha çok ilginizi çekiyor. Dolayısıyla Ronaldo benim için büyük bir fenomen. Zaten video oyunlarında da devamlı Brezilya'yı alır ve Ronaldo ile goller atmaya çalışırdım. Ben de bir atak oyuncu olarak her zaman onu örnek aldım. Çocukluğumdan bu yana en büyük idolüm Ronaldo'dur…
Türkiye'de beğendiğin futbolcular kimler?
Türkiye'den Gökhan Töre'yi çok beğeniyorum. Gökhan gerçekten iyi bir oyuncu, çok kaliteli. Burak Yılmaz'ı da ekleyebilirim. O da iyi bir oyuncu. Demba Ba da çok iyi bir futbolcu. Onu Fransa'dan da tanıyordum, iyi biliyordum. Ancak Gökhan Töre beni gerçekten çok şaşırttı. Türkiye'ye gelene kadar Gökhan'ı tanımıyordum. Bu ligde bu kadar kaliteli bir oyuncunun bulunması benim için büyük bir sürpriz oldu.
Dünyada beğendiğin yıldızlar kimler?
Messi… Buna bir açıklama yapmama gerek yok sanırım (gülüyor).
Türkiye'de seni en çok zorlayan defans oyuncuları kimler?
Öncelikle Serdar Aziz demeliyim. Çünkü idmanlarda ona karşı oynamak zorunda kalıyorum ve beni gerçekten çok zorluyor. Karşısında oynamak çok zor. Bunu rahat bir şekilde söyleyebilirim. Başka bir futbolcudan söz etmeme gerek yok. Serdar Aziz gerçekten çok güçlü bir oyuncu. Bunu takım arkadaşım olduğu için söylemiyorum. Çok kaliteli bir futbolcu.
Millî takım kariyerine baktığımız zaman U19 Millî Takımı ile Avrupa Şampiyonu oldun. U20 Millî Takımı'yla dünya dördüncülüğü yaşadın. Edindiğin tecrübeleri bize aktarır mısın?
Evet, Fransa Millî Takım'da yaşadığım deneyimler benim için çok değerli. Bizim jenerasyonumuzdan çok kaliteli oyuncular çıktı. Neredeyse tamamına yakını profesyonel olarak Avrupa liglerinde forma giyiyor. Öne çıkan futbolcular da oldu. Antoine Griezmann gibi. Alexandre Lacazette gibi… Performanslarıyla takımlarında çok uzun sürelerdir oynuyor bu oyuncular. Açıkçası U20'de çok fazla süre alamadım. Aldığım sürelerde de iyi oynayamadım. U19'da çok daha fazla süre aldım. İyi bir şampiyona geçirmiştik. Çok güzel deneyimlerdi ve bana çok şey kattı.
Bu turnuvalarda şimdiki dünya yıldızlarından hangisine karşı oynadın?
Açıkçası çok hatırlamıyorum. Ama hatırladığım, James Rodriguez'li Kolombiya'ya karşı oynadığımız ve kaybettiğimiz müsabakaydı. Zor bir maçtı. Yendiler bizi. Onun dışında İspanya'da Thiago Alcantara vardı. O turnuvalarda çok iyi futbolcular sahne almıştı.
Kongo Millî Takımı'na gideceğini söylemiştin. Fransa yerine neden bu tercihi yaptın?
Açıkçası zor bir karardı. Fransa Millî Takımı ve Kongo Millî Takımı ile derin bağlarım var. Ancak özellikle U20 Dünya Şampiyonası döneminde Sochaux'da yeni profesyonel olmuştum. Beni millî takıma almak istediklerini söylemişlerdi ancak ben düşünmek için süre istemiştim. Üstümde hangi formayı görmek istediğimi düşünmek istedim. Genç kadrolarda evet Fransa'da oynadım ancak bu konuyu düşünmem gerekiyordu. Bu olayın üzerinden 2.5 yıl geçti. Hem federasyon hem de millî takım antrenörü değişti. Zaten bundan sonra da tekrar kapım çalınmadı. Ben de Kongo Millî Takımı'nın beni daha iyi yansıtacağını düşündüm ve kararımı bu yönde verdim. Hemen verilmiş bir karar değil. Üzerine çok düşünülmüş bir karardı.
Gelecekteki hedeflerin neler?
Hedefimi çok basit anlatabilirim. Çok fazla gol atmak ve takımıma katkı yapmak. Kariyerimin hangi yılında ve nerede olursam olayım hedefim değişmeyecek. Golcü kimliğimle ön plana çıkmak istiyorum. Gol krallıklarım olsun istiyorum. Bitireceğim zaman golcü olarak hatırlanmak istiyorum. Bunun dışında da millî takımım olan Kongo ile de Dünya Kupası'nda boy göstermek istiyorum.
Boş zamanlarında neler yapıyorsun?
Açıkçası çok bir şey yapmıyorum. Kız arkadaşımla vakit geçiriyorum. Benimle yaşıyor. Dışarı yemeğe gidiyoruz. Evde film izliyoruz. Tabiî video oyunlarını da çok seviyorum. 

Igor Tudor'un Derdi Ne?

Tarihi boyunca her sezona şampiyonluk parolasıyla giren ama son üç sezonda ilk iki içinde yer alamayan bir futbol takımının kadrosunu sil baştan yapıp 14 haftada ezeli rakiplerinin üç puan önünde ilk yarının son virajına sokmak başarıysa, Galatasaray’da Igor Tudor neden tartışılıyor? Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin alınabilecek 42 puanın 16’sını kaybettiği bir sezonda Tudor’un başarısı, ezeli rakiplerinin başarısızlığı üzerinden anlatılırsa, evet Hırvat teknik adam başarısız, çünkü “başarısız” ezeli rakipleriyle oynadığı maçların hiçbirini kazanamadı.

Sahada işler yolunda gitmeyince dünyanın her yerinde teknik adam medya ilişkileri gerginleşir. 2008’de Barcelona Rijkaard sonrası yeni hocasını ararken Lizbon’da “Özel biri”nin kapısını çalmış ve “Seninle çalışmak istiyoruz ama medyayla kavga etmeyecek ve rakiplerle polemik yaratmayacaksın. Bizim kulüp etiğimizde kavgaya gürültüye yer yok” demişlerdi. Jose Mourinho teklife “Hayır” derken kestirip atmıştı: “Ben değişmem, ben buyum.”
Galatasaray’da son 10 yılda Rijkaard, Mancini ve Prandelli gibi muteber teknik adamlar görev yaptı. Rijkaard’ın İngilizcesi iyiydi, tercümanın kötü. Mancini sinirlendiğinde İtalyanca konuşur, kendini doğru dürüst ifade edemezdi. Prandelli’nin tercümanının İtalyancası mükemmel ama Türkçesi 150 kelimeydi. İnsan sinirlendiğinde kendini en iyi anadilinde ifade eder. Tudor da kırık İngilizce ile kendisinden önce görev yapan şöhretli teknik adamlar gibi yarım anlatıyor, yarım anlaşılıyor...

Karabük'e iyi futbol oynatmak, kısıtlı bir kadroyla başarılı olmak… Avrupa’da her teknik adam, Zidane gibi Real Madrid’de ilk deneyimini yaşamıyor. Tudor da basamakları tek tek çıkan, futbol oynadığı Juventus’ta çok şey öğrenmiş bugün Galatasaray’da çalışırken bir gün İtalya Serie A’da, İspanya La Liga’da çalışmayı hayal eden bir hoca…

Ne futbol bilgisini ne de zekasını sorgulayabiliriz Tudor’un ama bir gerçek var ki duygusal zeka en çok o sıcak 90 dakikaların içinde verilen kararlarla ortaya çıkar. Bunu ben demiyorum, Jose Mourinho diyor.. Oyunu okuyabilmek, yolunda gitmeyeni düzeltmek, tabelada geri düştüğünde sahadaki futbolcudan önce pes etmemek teknik adamlığın en zor tarafı… Bir pilotun, bir cerrahın ihtiyaç duyduğu o soğukkanlılık Tudor’da yok…

Üst futbol aklı diye Bükreş’e gidip Lucescu ile görüşen Galatasaray yönetimi  Tudor’u o gün zaten çırak ilan etmişti. Ustalığına çok var ama kalfalık günlerinde Tudor “Ben ustayım” diye bağırabilmek adına takımının rulmanlarıyla, vidalarıyla oynuyor. Söküyor ama tekrar toplayamıyor…


Dünyanın her liginde şampiyonluk yarışı verdiğin rakiplerle oynadığın maçlar üç puandan fazlasıdır.  “Ben derbileri kaybederim ama diğer maçları alırım” demek o takımların yarıştaki rakiplerin Başakşehir, Beşiktaş ve Fenerbahçe’den puan almalarını gerektirir. Igor Tudor, “Yazgını başkalarının ıstakasına bırakıyorsun”diyen Murathan Mungan’ı tanımaz ama bir İspanyol edebiyatı klasiği Cervantes’in Don Kişot’unu mutlaka bilir… Tudor’un, Don Kişot’luk yapıp –özellikle medyadan- hayali düşmanlar yaratmasına gerek yok çünkü yeterli kadar yarışabileceği, çarpışabileceği rakibi var. Hayatta yel değirmenlerini yenebilmiş insan var mı, işte o yok… (SABAH PAZAR eki)

Friday, August 04, 2017

Mihai Stoichita: "Türk futbolu altın yıllarına dönebilir"

Romanya Millî Takımı'nın "tanıdık" sportif direktörü, geçtiğimiz yıllarda Ankaragücü'nün başında bulunmuş bir isim. Tecrübeli teknik adam, Türk futbolunun büyük başarılar elde ettiği dönemlerdeki hocaların halen aktif olarak görev yapmasını büyük bir şans olarak değerlendiriyor.

atavratiddaa.blogspot.com.tr

1954 Romanya doğumlusunuz. Kariyerinize baktığımız zaman çok sayıda takımda görev yaptığınızı görüyoruz. Şu anda da Romanya Millî Takımı'nda görev yapıyorsunuz. Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Romanya'da profesyonel futbolcuydum. Daha sonrasında profesyonel olarak teknik direktörlük yaptım. Bahsettiğiniz gibi geçmişimde çok takım çalıştırdım. Millî takımları, kulüp takımlarını çalıştırdım. Toplam dört millî takımı çalıştırdım. Panama, Ermenistan, Kuveyt A Millî ve Romanya'nın Ümit Milli Takımı'nın teknik direktörlüğünü yaptım. Romanya'da en çok bilinen Steaua Bükreş takımını çalıştırdım. Türkiye'de Ankaragücü'nün Süper Lig'de antrenörlüğünü yaptım. Bu benim için büyük gururdur. Türkiye'de aynı sezon içinde üç Rumen teknik adamdık. 2002 yılında ben Ankaragücü'nü çalıştırırken Mircea Lucescu Beşiktaş'ı, Gigi Multescu da Gaziantepspor'u çalıştırıyordu. 2002 yılı çok önemli bir yıldı. Türkiye, dünya üçüncüsü olmuştu. Bu nedenden dolayı Türkiye'de futbol çok seviliyordu. Üç ayrı ülkede lig şampiyonluğu yaşadım. Geçmişe baktığınız zaman 3. Lig'de yardımcı hoca olarak başladım ve yükseldim. UEFA müsabakalarında 72 maça çıktım. Steaua Bükreş'in başındayken Fenerbahçe'ye, Ankaragücü'nün başındayken Galatasaray'a karşı mücadele ettim. 6-7 sene önce Fenerbahçe ile karşılaştığımız zaman takımın başında Daum vardı. Roberto Carlos, Alex de Souza, Colin Kazım gibi önemli oyuncular vardı. Şimdi Daum'la beraber çalışıyoruz.
Romanya Futbol Federasyonu ile üç yıllık yeni sözleşme yaptınız ve sportif direktör oldunuz. Romanya Millî Takımı'nın teknik direktörü ise Türkiye'nin yakından tanıdığı Christoph Daum… Kendisiyle nasıl bir ilişkiniz var?
Öncelikle arkadaşlık ve işbirliğimiz var. Bir şeye ihtiyacı olursa bana sorar. Bütün genç millî takımlardan ben sorumluyum. Ama olur da kendi takımı dâhilinde yardıma ihtiyacı olursa her zaman beni arayabilir. Bununla birlikte arkadaşlığımız var. Aynı zamanda birlikte maçlara gidiyor ve oyuncuları izliyoruz. Bunun dışında arkadaşlığımızı da sürdürüyoruz. Şunu da diyebiliriz. Aslında çok iyi bir teknik adam ama kariyerinin şu anki noktasında şans ondan yana değil. Şu an Türkiye Liglerinde benim oyuncularım var. Stancu mesela son iki maçta millî takım seviyesinde gol attı. Şili ve Polonya'ya karşı gol attı.
Romanya son yıllarda Avrupa futbolunda düşüşte… Hagi, Popescu gibi büyük yıldızların ardından Rumen futbolunda bu ayarda oyuncular göremiyoruz. Siz de bu soruna Daum'la birlikte çare olabilmek için göreve geldiniz. Bu düşüşü neye bağlıyorsunuz?
Dediğiniz gibi her zaman takımımız içerisinde Hagi gibi, Popescu gibi Adrian Ilie gibi oyuncular olamayabiliyor. Dolayısıyla benim görevim altyapıdan bu özelliklere sahip olan oyuncuları bulup, geliştirip, A takıma hazırlamak. Daum'la çalışıp bu tarz oyuncuları bularak millî takıma kazandırmak zorundayız. Düşüşün bazı nedenleri var. Ana sebeplerden bir tanesi Romanya futboluna baktığınız zaman eskiden 18 takım olan ligde şu an sadece 14 takım var. Bir takım skandallar yaşandı. Parasal konularda büyük skandallar oldu. Şampiyonluk kazanan dört takım yok oldu; battılar. Kaybolan takımlardan dolayı Romanya futbolu büyük zarar gördü. Size bu konuyla ilgili en güzel örneği Mircea Lucescu döneminden verebilirim. Lucescu'nun Romanya'da çalıştırdığı son takım Rapid Bükreş. Rapid şu an böyle skandallar yüzünden 5. Lig'de. Çünkü battılar. Lucescu varken Rapid ile Steaua Bükreş takımları şampiyonluk için savaşırdı. Ama şu an skandallar futbolumuzu bitirdi. Rapid 5. Lig'de mücadele ediyor belki ama beş yıl öncenin şampiyon takımı bugün bitti, kapandı. Romanya'da şu an akademiler yükselişe geçti. Özellikle Hagi'nin akademisi gibi akademiler için zamana ihtiyacımız var. Çünkü bu akademilerden yetişen gençlerin tecrübe kazanması gerekiyor. Futbolla ilgili insanlar bu sistemi çözdü ve kulüplerin çoğu akademi olabilmek için çalışıyor. Federasyonumuz da bu konsepte dâhil oldu. Belli bölgelerde merkezler kuruldu. Bu merkezlerde oyuncular kalıyor ve akademilerde gelişiyorlar. Ama bu biraz zaman alacak. Bir günde olabilecek bir iş değil. Zaman gerekiyor.
Riva'da düzenlenen FIFA Teknik Direktörler Semineri'ne katıldınız. Hasan Doğan Millî Takımlar Kamp ve Eğitim Tesisleri'ni nasıl buldunuz? Avrupa'daki örneklerine bakarak kıyaslama yapabilir misiniz?
Riva gerçekten muhteşem bir yer ve muhteşem bir tesis. Türkiye Futbol Federasyonu'nu bu yüzden takdir etmek gerekiyor. Süper bir tesis. Bizde de buna benzeyen iki tesis var. Baktığınız zaman çok ciddi bir yatırım var Riva'da… Avrupa ile mukayese ettiğimiz zaman en üst seviyede bir tesis olduğunu görüyorum.
Daum, Türkiye'yi çok iyi bilen bir teknik adam. Siz de Türkiye'de görev yaptınız. Türkiye hakkında konuşuyor musunuz?
Tabiî ki konuşuyoruz. Daum'un burada çok güzel anıları var. Şampiyonluklar kazandı, kupalar aldı. İnsan her zaman güzel anılarını hatırlamak ister. Zaman zaman bu hatıraları paylaşıyoruz.
Türkiye'de görev yapmanızı ve vatandaşınız Mircea Lucescu ile iyi ilişkilerinizi de göz önüne alarak sormak istiyorum; 2002'li yıllar Türk futbolunun altın yıllarıydı ve o döneme tanık oldunuz. O dönemdeki Türk futbolu ile bugünleri karşılaştırabilir misiniz?
O yıllar gerçekten Türkiye adına muhteşemdi; süperdi. Bana göre çok önemli bir durum var sizin için. O altın yıllarda başarılı olan teknik adamlar; şu an halen Türk futbolunun içinde ve aktif olarak rol üstleniyorlar. Millî Takım ve Galatasaray'la önemli başarılara imza atan Fatih Terim, aktif olarak devam ediyor. Şenol Güneş o dönem Millî Takım'ın başındaydı, şimdi Beşiktaş'ta… Böyle bir istikrarınız var. İyi hocalarınızı tutup önemli başarılar elde edebiliyorsunuz. Ersun Yanal var mesela. Gerçekten çok iyi bir teknik direktör. Ben Ankaragücü'nü çalıştırırken Ersun Yanal da Gençlerbirliği'nin hocasıydı ve beraber mücadele ediyorduk. Ankara'da komşuyduk. Aynı şehrin iki takımıydık ve aramızda sadece tek bir duvar vardı. İdman tesislerimizi bir duvar ayırıyordu. O kadar yakındık. Şimdi baktığınız zaman Fatih Terim olsun, Şenol Güneş olsun, Ersun Yanal olsun halen Türk futbolunun içindeler ve istikrarın sürmesi güzel.
2018 Dünya Kupası yolunda altıncı maçlar sonunda 1 galibiyet, 3 beraberlikle ve 6 puanla dördüncü sıradasınız. Grubunuzda Polonya 16 puanla lider. İkinci Karadağ ve üçüncü Danimarka'nın da 10'ar puanı bulunuyor. Kalan dört maçlık periyodu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu an gruba baktığınız zaman matematiksel olarak her şey kendisini gösteriyor. Polonya'nın yüzde 90, yüzde 95 oranında şansı var. Grubu birinci bitirecekler. İkinciliğe baktığımız zaman halen daha bir şansımız var. Önümüzde dört önemli maç bulunuyor. Bu dört maçın ikisini kazanabileceğimizi biliyoruz. Ermenistan ve Kazakistan maçlarını alabiliriz. Ama iki maçın ortasında iki kritik karşılaşmamız daha var. Danimarka ve Karadağ ile deplasmanda oynayacağız. Dört maçı da alırsak ikincilik şansımız devam eder. Oyunculara bir şey söylüyorum. Kendilerine inanmaları gerekiyor. Baktığınız zaman en son maçımızda Şili'yi yendik. Şili dediğiniz takım Güney Amerika şampiyonu. Bu takım Arjantin, Brezilya gibi devleri geçti. Alexis Sanchez, Vargas, Vidal gibi inanılmaz oyuncuları var. Bu takımı yendik biz. Dolayısıyla oyuncularıma şu soruyu soruyorum; "Bu takımı yeniyorsanız Danimarka ile Karadağ'ı yenemez misiniz?" Kendilerini mental olarak bu şekilde hazırlamaya çalışıyorum.
 
eXTReMe Tracker