Thursday, September 25, 2014

Herkes Öldürebilir Sevdiğini


Bizim memlekete gelen en iyi golcülerden biriydi, giderken ''İyi golcü ama futbolcu değil'' dediler. Deriz biz, böyleyiz. ''Gelirse 40 gol atar'' diye tarif edilir iyi santrforlar, Mario Jardel de klas golcüydü, bir golü Galatasaray'a Süper Kupa'yı, bir başkası efsane bir Real Madrid galibiyetini getirdi. Yedi yıla 200 gol sığdıran Jardel, 11 yıl önce 30 yaşındayken durdu, artık atamıyordu. Yaşadığı ağır sakatlık futbol sahasında değildi, hayatın sakatladığı futbolculardan biri oldu o. Büyük aşkı eşiyle yol ayrıma gelmiş, ardından çareyi alkolde, uyuşturucuda aramıştı. Ekmek parası niyetine dolandı durdu o ülkeden bu ülkeye. Jardel markasını satabildiği kadar sattı ve yıllar sonra o çöküş günlerini itiraf ettiğinde gözleri yaşlıydı. Tıpkı Fenerbahçe'ye İspanya Ligi'nin gol kralı kartvizitiyle gelip, özel hayatıyla çıktığı kafa topunda göğsünün sol tarafına dirsek yiyen ve acıların çocuğuna dönen Guiza gibi... 

Burdisso kardeşlerden ufak olanı ağabey kontenjanından geldiği İtalya'da tutunamamıştı. Geçen sezon da altı aylığına geldiği Galatasaray'dan da gönderildi. Guillermo sıradan stoperdi ama ağabeyiNicolas klas topçuydu. Boca Juniors'tan Inter'e geldiğinde İtalyan medyası Milano Kulübü'nün büyük bir transfere imza attığını yazdı. Bugün geriye dönüp kariyer istatistiklerine baktığınız zaman Nicolas Burdisso'nun Inter'de ilk sezonunda forma giymediğini görür, teknik adamın planları arasında yer almadığını ya da ağır bir sakatlık yaşadığını düşünebilirsiniz. Ağır sakatlık yine saha dışındaydı. Burdisso sezon başında yeni kulübünün başkanının kapısını çaldı ve''Kızım Angelina lösemi, tedavisi için Buenos Aires'e dönmem lazım. Kontratımı fesh edebilirsiniz'' dedi. Moratti, İtalyan futbolunun büyük yürekli başkanıydı. Arjantinli stopere''Yanındayız'' dedi ve bir yıl süren tedavinin ardından sağlığına kavuşan Angelina'sını yanına alan Nicolas Burdisso, Milano'ya geri döndü ve 10 yıldır Serie A'da forma giyiyor.
Cesare Prandelli'nin hikayesini biliyorsunuz, Uli Stielike de hayatın sakatlığı futbol adamlarından biriydi. 2006 Dünya Kupası'nda hayal kırıklığı yaşayan Fildişi Sahili'nin başına geçmişti, zamanının büyük topçusu Alman teknik adam. Oğlunun ani rahatsızlığı onu futboldan kopardı, 23 yaşındaki Michael'i hayatta tutabilmek için çırpındı ama çok geçti, bir ay içinde Uli Stielike, 10 yaş birden yaşlandı. Sahada diz bağlarının kopmasına benzemezdi, evladını kaybetmek. Acısını dindirebilmek için tekrar oyunun içinde kaldı. Manolo Preciado gibi... 10 yıl önceydi, eşini kaybeden Preciado, oğlunun motor kazasında öldüğü haberini aldığında yıkıldı. 15 yaşındaki Raul artık yoktu. Bir zaman sonra ''Eşimi ve oğlumu kaybetmiştim. O gün ya intihar edecektim ya da kendimi futbola verecektim'' dedi. Verdi de... Sekiz yıl daha... Hayat iki yıl önce onu kalbinden vurdu ve Manolo, çok sevdiği eşi ve oğluna kavuştu. 
Kaladze, Gürcistan'dan çıkan en yetenekli futbolcuydu. Ülke tarihinin en pahalı futbolcusu da olmayı başardı. 2001 yılında Milan onu 16 milyon avro'ya Dinamo Kiev'den transfer etti. Aynı yıl kardeşi tıp fakültesi öğrencisi Levan'ı ülkesinde kaçırdılar ve Kaladze'den 600 bin dolar fidye istediler. Levan'dan yıllarca haber alınamadı. Kaladze acı gerçekle tam beş yıl sonra yüzleşti. Kardeşinin cesedi teşhis edilmişti. Gürcistan vatandaşlığından ayrılmak isteyecek kadar küskündü doğduğu topraklara. Yapamadı. Yıllar sonra futbolu bıraktığında politikaya atıldı ve bugün ülkesinin enerji bakanı...
Daniela altı; Enzo beş yaşında. Babaları Roberto ile birlikte geçen yıl Valencia'dan Londra'ya taşındılar. Roberto Soldado için Tottenham Kulübü 30 milyon avro bonservis ödedi. İspanya'da üç sezonda 60 gol atan Soldado, iyi başladığı sezonun ortasında kendi kendine fişi çekti. Sahada geziniyor, pozisyona bile giremiyordu. İngilizler iyi gazeteciliğin örneğini verdiler. Soldado'nun bir derdi vardı ama neydi? İspanyol futbolcunun hamile eşi düşük yapmıştı ve çift ağır depresyon geçiriyordu. İkinci dereceden adale yırtığı değildir elbet hayalini kurduğun üçüncü çocuğunu kaybetmek...
Bu eylül gününde futbolun sonbahar hikayelerini arka arkaya sıralamak değil amacım. ''Futbol asla sadece futbol değildir'' demek ise hiç değil. O bayatlamış, içi boşaltılmış, sömürülmüş bir klişe. Bir oyun var, 90 dakika sürüyor, sevmeyeni için 22 adam bir topun peşinden koşturuyor, seveni için ise tutkuların en büyüğü. Gol oluyor seviniyoruz ya da yıkılıyoruz, kazanıyoruz, kaybediyoruz ama o stadın dışında bir hayat devam ediyor. Ve çok zamandır bizim memlekette hayattaki mağlubiyetlerin rövanşını almak isteyenler tribünlerde o çok sevdikleri takımlarının formasını giyen futbolcuları yuhalıyor, ıslıklıyor, o çok nefret ettikleri rakiplerinin futbolcularını küfüre boğuyor, eline geleni sahaya atıyor...
Çok zamandır pahalı kombine koltukların bir karşılığını görmek istiyor kimileri, o pahalı restoranlarda etini az pişmiş, sebzesini haşlanmış istediği gibi... Sosyal medyanın deforme ettiği beyinler ve yürekler artık linç kültürünü getirip tribünün orta yerine artık olmayan davulların, bayrakların yerine koyuyor. Dün başka başka futbolcular, bugünlerde Selçuk İnan mesela o lincin kurbanı. Selçuk İnan evet bir yıldır kendisi gibi oynamıyor, ağır bir sakatlık yaşamadı lakin eskisi gibi değil. Sahada vücut dili ''Bir derdim var'' diye bağırıyor ve kimse ona bunu sormuyor, o da susuyor. Oscar Wilde'ın Reading Zindanı Baladı'nı beynimize kazıyan Tuncel Kurtiz'in o muhteşem sesiyle hatırlayın o zaman bu satırları; hayatın sakatladığı adamlar sahada daha fazla ''ölmesin'' diye:
Kulak verin sözlerime iyice
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu
Kimi dalkavukça sözlerle
Korkaklar öpücük ile öldürür
Yürekliler kılıç darbeleriyle
...
Kimi aşk kısadır, kimi uzundur
Kimi satar kimi de satın alır
Kimi gözyaşı döker öldürürken
Kimi kılı kıpırdamadan öldürür
Herkes öldürebilir sevdiğini
Ama herkes öldürdü diye ölmez. 
 
eXTReMe Tracker