Thursday, December 14, 2017

Cedric Bakambu: "1998 Dünya Kupası hayatımı değiştirdi"

Kongo asıllı bir ailenin oğlu olarak Fransa'da dünyaya geldi. Sochaux'daki kariyerinin son iki sezonunda dikkat çeken bir performans gösterdi. Fransa'nın U19 ve U20 takımlarında millî olduktan sonra ana vatanı Kongo'yu tercih etti. Bu sezon geldiği Bursaspor'da kariyerinin en golcü sezonunu yaşıyor ve gollerinin yanı sıra süratiyle de etkileyici bir performans sergiliyor. 24 yaşındaki oyuncu, futbol hayatını, Bursaspor'daki kariyerini ve geleceğe dair umutlarını TamSaha'ya anlattı.
Afrika kökenli bir oyuncusun. Bize ailenden ve Fransa'ya geliş sürecinden biraz bahseder misin?
Annem de babam da Kongo asıllı. Kongo'nun başkenti Brazzaville'de doğmuş ve orada büyümüşler. Daha sonra Paris'e taşınmışlar ve orada yaşamaya başlamışız. Ağabeylerim var, kardeşlerim var. Ağabeylerimin hepsi Kongo'da doğmuş. Göç sırasında ailemle birliktelermiş. Ben ailemin Paris'te doğan ilk çocuğuyum. Hem Afrika hem Avrupa kültürünü aldım. Bu iki kültürün karışımıyla yetiştirildim. Ama kendimi de Fransız hissediyorum tabiî ki…
Futbola nasıl başladın?
Ben her zaman futbolu severek yetiştim. Kendimi bildim bileli futbolu seviyorum. Ama daha çok mahallede, arkadaşlarımla futbol oynuyordum. Ancak doğduğumdan beri futbola yeteneğim vardı, bunu hissediyordum. Özellikle 1998 yılında Fransa'da yapılan Dünya Kupası beni çok etkiledi. Futbolu iliklerimize kadar hissettik Paris'te… O coşku mükemmeldi. Ondan sonra Paris'in tamamında ve bütün ülkede futbola olan ilgi, sevgi çok büyüdü. Ben de bundan çok etkilendim. O Dünya Kupası'na kadar sadece sokakta futbol oynuyordum. Ancak Dünya Kupası ufkumu açtı ve bu işin kulüplerde profesyonelce yapıldığını idrak ettim. Bu sayede de profesyonel bir kulüpte eğitim almaya başladım.
Bize futboldaki ilk yıllarını anlatır mısın? İlk hangi kulüpte başladın futbola?
İlk önce Vitre'de oynadım. Daha sonra Ivry'ye geçtim. Vitre kendi mahallemizin takımıydı. Bu iki takımda da oynarken açıkçası futbolcu olmak niyetinde değildim. Sadece arkadaşlarımla güzel vakit geçiriyordum. Ancak burada yaşadığım tecrübelerden sonra arkadaşlarımın arasından sıyrılmaya başladım. Ve bunun eğitimini alacak kadar da cesaret buldum kendimde. Daha sonra ilerlemeye ve insanların dikkatini çekmeye başladım. İş daha sonra kendiliğinden gelişti. Ama futbola kesinlikle eğlence olsun diye başladım.
Bursaspor'a geldiğin kulüp olan Sochaux'da dört yıl geçirdin. Bize oradaki süreci anlatır mısın?
Açıkçası ilk başta çok zordu. Şimdi geriye dönüp baktığım zaman kendi kendime söylüyorum. Açıkçası ilk geldiğimde profesyonel hayata hazır değilmişim. Bazı şeyleri sonradan fark ediyorum. İlk iki yılım çok zordu. Bir gün A takıma çıkıyordum, öbür gün rezerv takıma iniyordum. Bu sürekli böyle oluyordu. Bu durum adaptasyonumu gerçekten çok zorluyordu. Profesyonellik nedir, bilmiyordum. Yani nasıl uyumam, nasıl beslenmem gerektiğinden bîhaberdim. Hayatımın geri kalanında nasıl davranmam gerektiğini öğrenmem için iyi bir deneyimdi. İlk iki yıl bu şekilde zorluklarla geçti. Ama her saniyeyi öğrenerek geçirdim. Sonraki iki yıl daha fazla forma şansı buldum. Daha çok süre almaya başladım ve goller de attım. Bu da beni çok geliştirdi.
Peki, profesyonel futbol yaşantında unutamadığın bir an var mı?
Paris Saint Germain'e iki yıl önce attığım golü herhalde hiç unutamayacağım. Çok güzel bir goldü. İçi de çok dolu bir goldü. Annemin doğum günüydü o gün. Ve beni izlemek için stada gelmişti. Büyük bir takıma karşı oynuyorduk. 88. dakikada takımıma galibiyeti getiren golü atmıştım. Annemi gururlandırdığımı hissetmiştim. Maçtan sonra da TV'de, "Golü anneme hediye ediyorum" demiştim. Sanırım kariyerim boyunca bu golü hiç unutmayacağım.
Serdar Gürler'le Sochaux'da birlikte futbol oynadınız mı?
Serdar takım arkadaşım. Ben A takıma çıktıktan sonra o bir süre daha altyapıda kaldı. O daha sonradan geldi. Ama inip çıktığım dönemde beraber oynuyorduk. İyi bir arkadaşımdır, çok severim kendisini. Elinden geleni yapmaya çalışır. Türkiye'de farklı kulüplerde olmamıza rağmen birbirimizle kontak halindeyiz. Sürekli görüşüyoruz. Kendisini çok beğeniyorum.
Bursaspor'dan teklif geldiğinde Serdar Gürler'e danıştın mı?
Bursaspor konusunda bilgi almaktan çok Türkiye konusunda bilgi almak için aradım Serdar'ı… O dönemde Elazığspor'da forma giyiyordu. Bana güzel şeyler anlattı. Çok güzel zamanlar geçirebileceğimi söyledi. Daha sonra Bursaspor'a da değindi. Ama Bursaspor zaten Avrupa'da bilinen ve saygı gösterilen bir kulüp. Benim Serdar'ı aramamın sebebi Türkiye ile ilgili bilgi almaktı. Ama tabiî daha sonra bana sorunca söyledim. Ve Serdar bana, "Mutlaka gitmelisin. Bursaspor çok iyi bir takım" deyince karar vermem daha da kolaylaştı.
İlk kez Fransa dışına çıkıyorsun. Alışma sürecini nasıl geçiriyorsun?
Açıkçası kolay değil. Kültürünü ve dilini hiç bilmediğiniz bir yere geliyorsunuz. Gerçi tabiî ki ben burada takım arkadaşlarımla olsun, malzemecilerle olsun, sağlık ekibiyle olsun her zaman bağlantı kurabiliyorum. Hiç sıkıntı çekmedim. İletişime geçmek istediğiniz zaman bir yolunu buluyorsunuz. Hiçbir sorunum yok. Ama yine de biraz zor. Yeni bir yere geliyorsunuz, yeni alışkanlıklar edinmeye çalışıyorsunuz. Ben geride kalan 7-8 ayın çok iyi geçtiğini düşünüyorum. Takımda şans buldukça adaptasyonum daha da artıyor. Açıkçası bugüne kadar olan dönem belki biraz zor olmuş olabilir. Ama bugüne kadar cefası çekildi bundan sonra sefası sürülecek. Çünkü alıştım. Neyi nasıl yapmam gerektiğini çözdüm. Bundan sonra her şey daha güzel olacak.
Takım içindeki rolünü ve hocanın senden beklediklerini bizimle paylaşır mısın?
Bu sorunun adaptasyonla ilgili kısmı da var. Çünkü hocanızın sizden istediklerini bir anda anlayamayabiliyorsunuz. Onun sizden istediklerini ya da size biçtiği rolü anlamak biraz zaman alıyor. Bazen maçlardan sonra kendimi iyi hissetmediğim de oluyor. Kendi kendime düşünüyorum ve diyorum ki, "Bugün benden istenenin tamamını veremedim." Ama tabiî ki zaman geçtikçe daha iyi oluyor her şey. Hocamızın istediklerini ve beklentilerini daha iyi anlıyorum ve cevap veriyorum.
Şu ana kadar en golcü sezonunu geçiriyorsun. Bunun nedenleri nelerdir?
İyi bir sezon geçiriyorum. İyi goller attım. İyi bir sezon geçirmemin sebeplerini sadece bende aramamak gerekir. Biz takımca çok iyi bir sezon geçiriyoruz. İyi hücum ediyoruz. Çok iyi silahlarımız var. Spor Toto Süper Lig'in en fazla gol atan takımı olmamız da bunu gösteriyor. Gol atma becerisiyle birlikte yanımızda ve arkamızda oynayan oyuncuların verdikleri paslar ve geliştirdikleri ataklar da bize çok büyük güç sağlıyor. Tüm bunlar bir araya geldiğinde siz de yetenekliyseniz gol olarak karşılığını buluyor. Olan biten bence budur. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Maç maç üzerine koymaya çalışıyorum. Bazı maçlardan sonra kendimi iyi hissetmiyorum evet ama daha iyiyi hedefliyorum. Performansımı hep arttırmak istiyorum. Gol olarak bunun karşılığını bulabilmek de benim için büyük bir motivasyon kaynağı.
Fransa ve Türkiye Ligi arasındaki farklar nedir? Hangi ligde oynamak daha zor?
Ben açıkçası bunu daha önce hiç düşünmedim. İki ligi hiç karşılaştırmadım. Hangisi daha zor bilemiyorum. Çünkü karakteristik olarak birbirinden çok farklı iki lig… Türkiye'de çok daha fazla açık alan buluyorsunuz. Kaliteye yönelik oyun ön planda. Boş alanlar bulsanız da boş alan da verebiliyorsunuz. Geçişler çok fazla. Çok fazla golün atıldığı bir lig. Fransa'ya baktığınız zaman daha kapalı bir lig. Taktiksel olarak takımlar savunmada daha iyi gruplanıyor ve daha az riske giriyor. Ama tabiî ki ben bir atak oyuncusu olarak bu iki lig arasında bir tercih yapmam gerekirse daha fazla gol şansı bulacağımdan Türkiye Ligi'ni seçerim. Türkiye bana daha cazip geliyor.
İdolün olan bir futbolcu var mı?
Brezilya'nın eski golcüsü Ronaldo… Çünkü ben küçükken hem Dünya Kupası'nda yaptıklarıyla, hem Brezilya Millî Takımı'ndaki kariyeriyle ve müthiş golcülüğüyle üstün bir futbolcuydu. Bütün herkesi çalımlayarak geçebilirdi. Çocukken bu tarz oyuncular, güzel hareketler daha çok ilginizi çekiyor. Dolayısıyla Ronaldo benim için büyük bir fenomen. Zaten video oyunlarında da devamlı Brezilya'yı alır ve Ronaldo ile goller atmaya çalışırdım. Ben de bir atak oyuncu olarak her zaman onu örnek aldım. Çocukluğumdan bu yana en büyük idolüm Ronaldo'dur…
Türkiye'de beğendiğin futbolcular kimler?
Türkiye'den Gökhan Töre'yi çok beğeniyorum. Gökhan gerçekten iyi bir oyuncu, çok kaliteli. Burak Yılmaz'ı da ekleyebilirim. O da iyi bir oyuncu. Demba Ba da çok iyi bir futbolcu. Onu Fransa'dan da tanıyordum, iyi biliyordum. Ancak Gökhan Töre beni gerçekten çok şaşırttı. Türkiye'ye gelene kadar Gökhan'ı tanımıyordum. Bu ligde bu kadar kaliteli bir oyuncunun bulunması benim için büyük bir sürpriz oldu.
Dünyada beğendiğin yıldızlar kimler?
Messi… Buna bir açıklama yapmama gerek yok sanırım (gülüyor).
Türkiye'de seni en çok zorlayan defans oyuncuları kimler?
Öncelikle Serdar Aziz demeliyim. Çünkü idmanlarda ona karşı oynamak zorunda kalıyorum ve beni gerçekten çok zorluyor. Karşısında oynamak çok zor. Bunu rahat bir şekilde söyleyebilirim. Başka bir futbolcudan söz etmeme gerek yok. Serdar Aziz gerçekten çok güçlü bir oyuncu. Bunu takım arkadaşım olduğu için söylemiyorum. Çok kaliteli bir futbolcu.
Millî takım kariyerine baktığımız zaman U19 Millî Takımı ile Avrupa Şampiyonu oldun. U20 Millî Takımı'yla dünya dördüncülüğü yaşadın. Edindiğin tecrübeleri bize aktarır mısın?
Evet, Fransa Millî Takım'da yaşadığım deneyimler benim için çok değerli. Bizim jenerasyonumuzdan çok kaliteli oyuncular çıktı. Neredeyse tamamına yakını profesyonel olarak Avrupa liglerinde forma giyiyor. Öne çıkan futbolcular da oldu. Antoine Griezmann gibi. Alexandre Lacazette gibi… Performanslarıyla takımlarında çok uzun sürelerdir oynuyor bu oyuncular. Açıkçası U20'de çok fazla süre alamadım. Aldığım sürelerde de iyi oynayamadım. U19'da çok daha fazla süre aldım. İyi bir şampiyona geçirmiştik. Çok güzel deneyimlerdi ve bana çok şey kattı.
Bu turnuvalarda şimdiki dünya yıldızlarından hangisine karşı oynadın?
Açıkçası çok hatırlamıyorum. Ama hatırladığım, James Rodriguez'li Kolombiya'ya karşı oynadığımız ve kaybettiğimiz müsabakaydı. Zor bir maçtı. Yendiler bizi. Onun dışında İspanya'da Thiago Alcantara vardı. O turnuvalarda çok iyi futbolcular sahne almıştı.
Kongo Millî Takımı'na gideceğini söylemiştin. Fransa yerine neden bu tercihi yaptın?
Açıkçası zor bir karardı. Fransa Millî Takımı ve Kongo Millî Takımı ile derin bağlarım var. Ancak özellikle U20 Dünya Şampiyonası döneminde Sochaux'da yeni profesyonel olmuştum. Beni millî takıma almak istediklerini söylemişlerdi ancak ben düşünmek için süre istemiştim. Üstümde hangi formayı görmek istediğimi düşünmek istedim. Genç kadrolarda evet Fransa'da oynadım ancak bu konuyu düşünmem gerekiyordu. Bu olayın üzerinden 2.5 yıl geçti. Hem federasyon hem de millî takım antrenörü değişti. Zaten bundan sonra da tekrar kapım çalınmadı. Ben de Kongo Millî Takımı'nın beni daha iyi yansıtacağını düşündüm ve kararımı bu yönde verdim. Hemen verilmiş bir karar değil. Üzerine çok düşünülmüş bir karardı.
Gelecekteki hedeflerin neler?
Hedefimi çok basit anlatabilirim. Çok fazla gol atmak ve takımıma katkı yapmak. Kariyerimin hangi yılında ve nerede olursam olayım hedefim değişmeyecek. Golcü kimliğimle ön plana çıkmak istiyorum. Gol krallıklarım olsun istiyorum. Bitireceğim zaman golcü olarak hatırlanmak istiyorum. Bunun dışında da millî takımım olan Kongo ile de Dünya Kupası'nda boy göstermek istiyorum.
Boş zamanlarında neler yapıyorsun?
Açıkçası çok bir şey yapmıyorum. Kız arkadaşımla vakit geçiriyorum. Benimle yaşıyor. Dışarı yemeğe gidiyoruz. Evde film izliyoruz. Tabiî video oyunlarını da çok seviyorum. 

Igor Tudor'un Derdi Ne?

Tarihi boyunca her sezona şampiyonluk parolasıyla giren ama son üç sezonda ilk iki içinde yer alamayan bir futbol takımının kadrosunu sil baştan yapıp 14 haftada ezeli rakiplerinin üç puan önünde ilk yarının son virajına sokmak başarıysa, Galatasaray’da Igor Tudor neden tartışılıyor? Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin alınabilecek 42 puanın 16’sını kaybettiği bir sezonda Tudor’un başarısı, ezeli rakiplerinin başarısızlığı üzerinden anlatılırsa, evet Hırvat teknik adam başarısız, çünkü “başarısız” ezeli rakipleriyle oynadığı maçların hiçbirini kazanamadı.

Sahada işler yolunda gitmeyince dünyanın her yerinde teknik adam medya ilişkileri gerginleşir. 2008’de Barcelona Rijkaard sonrası yeni hocasını ararken Lizbon’da “Özel biri”nin kapısını çalmış ve “Seninle çalışmak istiyoruz ama medyayla kavga etmeyecek ve rakiplerle polemik yaratmayacaksın. Bizim kulüp etiğimizde kavgaya gürültüye yer yok” demişlerdi. Jose Mourinho teklife “Hayır” derken kestirip atmıştı: “Ben değişmem, ben buyum.”
Galatasaray’da son 10 yılda Rijkaard, Mancini ve Prandelli gibi muteber teknik adamlar görev yaptı. Rijkaard’ın İngilizcesi iyiydi, tercümanın kötü. Mancini sinirlendiğinde İtalyanca konuşur, kendini doğru dürüst ifade edemezdi. Prandelli’nin tercümanının İtalyancası mükemmel ama Türkçesi 150 kelimeydi. İnsan sinirlendiğinde kendini en iyi anadilinde ifade eder. Tudor da kırık İngilizce ile kendisinden önce görev yapan şöhretli teknik adamlar gibi yarım anlatıyor, yarım anlaşılıyor...

Karabük'e iyi futbol oynatmak, kısıtlı bir kadroyla başarılı olmak… Avrupa’da her teknik adam, Zidane gibi Real Madrid’de ilk deneyimini yaşamıyor. Tudor da basamakları tek tek çıkan, futbol oynadığı Juventus’ta çok şey öğrenmiş bugün Galatasaray’da çalışırken bir gün İtalya Serie A’da, İspanya La Liga’da çalışmayı hayal eden bir hoca…

Ne futbol bilgisini ne de zekasını sorgulayabiliriz Tudor’un ama bir gerçek var ki duygusal zeka en çok o sıcak 90 dakikaların içinde verilen kararlarla ortaya çıkar. Bunu ben demiyorum, Jose Mourinho diyor.. Oyunu okuyabilmek, yolunda gitmeyeni düzeltmek, tabelada geri düştüğünde sahadaki futbolcudan önce pes etmemek teknik adamlığın en zor tarafı… Bir pilotun, bir cerrahın ihtiyaç duyduğu o soğukkanlılık Tudor’da yok…

Üst futbol aklı diye Bükreş’e gidip Lucescu ile görüşen Galatasaray yönetimi  Tudor’u o gün zaten çırak ilan etmişti. Ustalığına çok var ama kalfalık günlerinde Tudor “Ben ustayım” diye bağırabilmek adına takımının rulmanlarıyla, vidalarıyla oynuyor. Söküyor ama tekrar toplayamıyor…


Dünyanın her liginde şampiyonluk yarışı verdiğin rakiplerle oynadığın maçlar üç puandan fazlasıdır.  “Ben derbileri kaybederim ama diğer maçları alırım” demek o takımların yarıştaki rakiplerin Başakşehir, Beşiktaş ve Fenerbahçe’den puan almalarını gerektirir. Igor Tudor, “Yazgını başkalarının ıstakasına bırakıyorsun”diyen Murathan Mungan’ı tanımaz ama bir İspanyol edebiyatı klasiği Cervantes’in Don Kişot’unu mutlaka bilir… Tudor’un, Don Kişot’luk yapıp –özellikle medyadan- hayali düşmanlar yaratmasına gerek yok çünkü yeterli kadar yarışabileceği, çarpışabileceği rakibi var. Hayatta yel değirmenlerini yenebilmiş insan var mı, işte o yok… (SABAH PAZAR eki)
 
eXTReMe Tracker