Saturday, April 11, 2009

Uğur Yücel ile futbol, sinema ve hayat üzerine

"Teknik direktörlük, sırtında senfoni orkestrası taşımak gibidir"
Onu tanıtmak için filmlerini saymanın ya da ödüllerini alt alta dizmenin bir anlamı yok. Zaten o da bunlarla tanımlamıyor hiç kendisini. Bir Boğaz köylüsü olduğunu söylüyor. Canlandırdığı her rolle ya da daha doğru bir ifadeyle girdiği her kimlikle gönlümüzde daha da parlayan bir yıldızdan bahsediyoruz. Sokaktaki insana da konservatuar öğrencisine de sorsanız, her zaman en iyi oyuncular listesinin baş sıralarında yer alır. Üstelik sadece oyuncu değil, aynı zamanda yönetmen, müzisyen ve yazardır. Fakat bunların çok göz önüne çıkarılmasını da sevmez. Yıldırım Türker'in deyimiyle "Dünyanın her halini ve anını alınarak yaşayan" bir buralıdır. Sohbeti de sanatçılığı gibi doğal, samimi. Büyük ustayla futbol-sinema-hayat ekseninde sohbet ettik.
Röportaj: Cem Zamur / TamSaha
Fotoğraflar: Ziynet Özen
Futbolla ilk teşrik-i mesainiz nasıl ve hangi şartlarda oldu?
Mahallede. Sokakta ayaklarının üstünde duran her çocuk topa vururdu. Bizim evin üst katında balkon vardı ve ilk topa o balkonda vurmuştum galiba. İlk maç yaptığım arsa hâlâ boş, ama top oynanmadığından iyice engebeli. Çivili ayakkabı geyiğine hiç girmemeyim. Kramponlu ayakkabılarda yüzlerce çivi olmaz mıydı ama?
Nakkaştepe'de mezarlık manzaralı toprak saha vardı. Kuzguncuklu gençlerle orada top peşinde koşturduğunuz oldu mu?
Olmaz olur mu? Her gün maç yapardık arsalarda. Biz yukarı mahalleliydik. Maçlarımızı dereboyunda yapardık. Ama o sahada "Kuzguncuk Kupası"nı kazanmıştı bizim takım. Yenilmez armada 11 Yıldız'ı yenmiştik. İddiasız gözüken bir takımdık ama şampiyon olduk. İki takım arasında Kocaeli-Galatasaray gibi bir fark var. O saha küçüktür. Altı kişilik takımlar. Neyse, biz şaşkınız, 11 Yıldız'ı yeniyoruz. Gol attıkça şaşırıyoruz. Galip geldik. En görkemli anım budur o sahaya dair. Ha bir de sahadan yokuş aşağı, Gazhane'ye doğru usturuplu inersen, ilk gençlik flörtleri için sota yerdir.
Edep, saygı eğlence kalmadı
Kendinizi bir "Boğaz köylüsü" olarak tanımlıyorsunuz, bir "Boğaz köylüsü" futbola bakınca neler görüyor şu anda?
Eski adamlar gibi konuşacağım ama edep, saygı, eğlence kalmadı. Spor gibi değil. Başka bir şey şimdi. Dünyada garip bir seyirci yarattılar. Tribünlere karşılaşma izlemeye değil, kafayı yarmaya gidiyor milletler...
Peki, Kuzguncuklu biri niçin Beşiktaşlı olur, atadan deden kalan bir miras mı söz konusu, yoksa düşünerek, ikna olarak, yürekten bağlanılan bir vecd hali mi?
Babadan gelme. Benim oğlum da Beşiktaşlı oldu. Ama eşimin teyzesinden dolayı. Teyzemiz maçları da kaçırmaz televizyonda... Net hatırladığım bir şey var. Belki 4 yaşında filandım, bana forma giydirmişlerdi babamın arkadaşları ve Mithatpaşa'ya götürmüşlerdi. Tribüne bir futbolcu geldi, beni tribünden alıp kucakladı, öptü ve tekrar babama verdi. Yıl 1961-62 filan. Evet, golcü Güven Önüt'tü bu futbolcu. Benim bu anlamda ilginç bir kaderim var. İzci takımının da maskotu yapmışlardı beni. Çok ciddi bir çocuktum. Gerçekten uygun adım yürürken bütün ahali çığlık atardı. Bak nerelere gittik.
Çocukluğunuzda eski adı Marko Paşa İlkokulu olan, Kuzguncuk İlkokulu'nda okumuşsunuz. Harika manzaralı yerlerde okuyup, yaşayıp, top oynamışsınız. Şimdinin çocukları için bu top oynama/oynayamama durumunu değerlendir misiniz?
Ne yazık ki Kuzguncuk'ta oturmuyorum artık. Oraya gitmek bana keder veriyor. Neredeyse sülalemizin bütün büyükleri Nakkaştepe'de yatıyor. Bana köyüm kabristan gibi geliyor. Çocukların topla ilişkisi elbette farklı şimdilerde. Bizim oyuncaklarımız şimdiki gibi akılları baştan çıkaracak güzellikte değildi. Play station karşısında transa giriyorlar. Biz yırtık pırtık toplarla oynardık. Hele bir de forma bulduysak, koruda maça çıkmak Wembley'e çıkmak gibiydi. Biz eve acıkıp geberince girerdik. Oysa onların evden çıkmamaları için bir sürü nedeni var.
Oğlunuzla baba-oğul top oynamışlığınız var mı?
Ona topa vurmayı ben öğrettim. Karşılıklı çok top oynadık. Bu arada oğlum 24 yaşında. Tam kafa arkadaşım. Beşiktaş semtine de çok takıldı büyürken. Eski-yeni karşılaştırması yapılıyor bu sorulara cevap verilirken ister istemez. Ben oğlumun jenerasyonunu beğeniyorum. Sorunum siyasi sistemlerle ilgili.
Spor medyasını takip ediyor musunuz, var mı öyle "Arada muhakkak okurum" dediğiniz spor basınından kalemler?
Spor sayfalarına biraz uzak duruyorum galiba. Agresif manşetleri, ırkçı dilleri var. Ama yorumlarını okuduklarım var. İlk aklıma gelenler, İbrahim Altınsay, Mehmet Demirkol, Uğur Meleke. Farklı yazıyorlar ve futbolu yazmaktan keyif alıyorlar. Lezzetli ve bilgili yazılar.
11 mekanik adam, lezzetsiz futbol
Eduardo Galeano şöyle bir lâf etmiş 2006 Dünya Kupası'ndan sonra; "Kim olduğunu hatırlamadığım biri 2006 Dünya Kupası'nı şöyle özetliyor: Oyuncular hâl ve tavırlarıyla örnek insanlar. İçki içmiyorlar, sigara kullanmıyorlar, futbol oynamıyorlar." Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, gerçekten futbol değişik bir şey olmaya doğru mu gidiyor?
Eğlenceli biri bu lâfı eden. Sahiden bazı maçlar ne kadar katı ve oyunsuz geçiyor. Lezzetsizliği kastediyorum. Fakat taktik-zekâ şimdi farklı. Eskiden yine topla oynanırdı, ama şimdi futbolcu bir an önce topu en doğru yere uzaklaştırmak zorunda. Eskiden her türlü stilde oynanırdı top. Cambazlara rağbet büyüktü. 11 futbolcu birbirinden farklıydı oyun türü açısından. Şimdi bazen 11 mekanik adam görüyorsunuz. Top cambazı koşmuyorsa, doğru yerlerde, doğru zamanda olmuyorsa ve ciğeri ağzında dolaşmıyorsa kulübede oturuyor. Bu arada Manchester United ve Barcelona'yı tutuyorum. Fakat son zamanlarda en etkilendiğim takım Metalist Kharkiv oldu. Bilmem futbol adamları katılır mı buna? Büyük bir takım olmayabilir dünyada, ama izlemesi çok zevkliydi. Beşiktaş'ı ezmişti. Zaten deprem yarattılar o zaman. Yeniliyor olsanız bile karşı takımın oyunundan haz almalısınız. Eğer hakkıyla ve üstünlükle oynuyorlarsa. Sporseverlik budur.
Hülya Koçyiğit'in de Kuzguncuklu olduğunu biliyoruz. Selim Soydan'la evlendiğinde mahallenizde "Kızımızı Fenerli topçu aldı" durumları oldu mu?
Hülya Koçyiğit mahallemizin kızı olmaktan erken çıktı. O hepimizin hayranlık duyduğu bir yıldızdı biz büyüdüğümüzde. Hayranlık duyulan bir artist kimle evlenirse evlensin taraftarlarını üzer.
Yazı-Tura'daki karakterlerinizden birinin ismi Şeytan Rıdvan'dı. Neye göre verdiniz o ismi? Olgun Şimşek'in sarışın olmadığı da malûm ama niye Sarı Fırtına değildi örneğin o karakterin ismi?
Karakteri yazarken Olgun'u düşündüm. Olgun da futbolculardan en çok Rıdvan Dilmen'e benziyor fiziksel özelliğiyle. Bir de büyük futbolcular sadece takımlarının değil, her futbolseverin göz bebeğidir.
Adana ve İzmir gibi illerden Süper Lig'de takım yok, sizce neden ve olsa nasıl olur?
Eskiden İzmir takımları fırtına gibiydi. Gözüm arıyor. Karşıyaka'ya sempati duyardım. Ama Altay bambaşkaydı. Siyah-beyaz bir kere. Adanaspor, Adana Demirspor dişli takımlardı. Doğrusu iyi sahaları olan takımların sayısı fazlalaşsın da hangi şehir olursa olsun. Ben futbolu tad almak için seyrediyorum. İyi kamera açıları olmayan bir maçı izlemek bile istemiyorum.
Zamanında örnek aldığınız veya çok sevdiğiniz futbolcu ya da futbolcular var mıydı?
Yoktu. Örnek alacak kadar futbol düşkünü değildim. Küçük yaştan beri sahne adamı oldum. Yusuf Tunaoğlu'nun yeri bence Brezilya Ligi'ydi. Metin Oktay'ı takdir ederdik. Mustafa Denizli de özel bir stildi. Çocukluğumdan söz ediyorum. Sonra da sevdiğim futbolcular oldu.
Peki, sahne adamı olma yolunda hangi aktörleri-oyuncuları beğenirdiniz, örnek alırdınız?
Küçükken Sadri Alışık'ı beğenirdim. Hem güler hem ağlardık ona. Vahi Öz. Tiyatro okulu döneminde Müşfik Kenter'i örnek alırdık. Zeki Alasya-Metin Akpınar'ın, daha doğrusu Haldun Taner'in kabaresine özenirdik. Ahmet Gülhan'ın özellikle sinirli oyunlarına çok gülerdim. Ayşen Gruda, Perran Kutman. Tabii ki Adile Naşit. Münir Özkul. Ben Ulvi Uraz, Muammer Karaca'ya da yetiştim çocukken. Hatta Dümbüllü İsmail. Nejat Uygur, Erol Günaydın, Gazanfer Özcan... Bak saymaya başladın mı tehlike ortaya çıkıyor. Birden çok sevdiği isimleri de unutuveriyor insan. Yetişkinliğimizde Şener Şen belirdi ve galiba onunla beraber de bir şeyler değişmeye başladı. Ohoo! Bayağı ciddi bir tarihe tanık olmuşuz baksana...
Futbola dönersek, şimdilerde dikkatinizi çeken futbolcular kimler?
Beşiktaş'ta Nobre sahadaki arzusuyla takdir ediliyor. Tello da Denizli'yle yeteneğinin tadını çıkartmaya başladı. Delgado antremanda büyülüyordur herkesi herhalde. Sahne adamlarında da vardır aynı hastalık. Provalarda harikadır, seyirci gördü mü tanınmaz hale gelir. Belli ki büyük yetenek ama hiç doyum aldığımız olmadı maçlarda adamdan. Yerli futbolcularınsa temel sorununu yıllar önce Daum söylemişti. Ben tekrar etmeyeyim.
Hiç aklımızdan çıkmayan bir replik ve oyunculuğun önemli bir sacayağı var. Senaryosunu da yazdığınız Karanlıkta Koşanlar'da Nevzat şöyle bir cümle ediyordu: "En tehlikeli deli, hayatı idare edebilendir. Bak bize, hayat ağır geliyor, idare edemiyoruz, dağılıyoruz." Orada o duygunun gerçekliğini gözlerinizle öyle bir vermiştiniz ki, en unutulmayan oyunculuk gösterilerinden biridir. Buradan hareketle sormak istiyorum; hem oyunculuk anlamında hem bir futbol oyuncusunun gösterdiği performans anlamında, sizin için en unutulmaz pasajlar nelerdir?
Bravo ne bellek be kardeşim! Kendime dair detaylar hatırlamıyorum. Futboldan da. Ha! Sergen'den güzel jenerikler var... Chelsea'ye attığı gol mesela. Bende en çok iz bırakan oyuncu da Marlon Brando olmuştur. Kendimle ilgili en iyi bulduğum oyunculuk örneği Alacakaranlık dizisindeki bazı sahneler olmuştur. Tahir Kemal benim en iyi oynadığım, hatta tek iyi olduğum karakterdi.
Tahılla beslenmiş futbolcular bize mi denk geliyor?
Beşiktaş'ı ne kadar yakından takip ediyorsunuz, tebdil-i kıyafet maça gider misiniz?
Çok ender olarak maça giderim. Beş yılda bir-iki kez mesela. Vaktim uygun düştüğünde televizyonda her maçını izlerim Beşiktaş'ın. Fakat bana mı öyle geliyor bilmiyorum, bizim takımın ezeli bir şapşallığı var. Acaba seyircisinin sahaya çok yakın ruhta olması mı bilmiyorum. Ben geçenlerde Fenerbahçeli arkadaşlarımın isteğiyle ilk kez maça gittim. Fener maçına. Seyirci Çamlıca Tepesi'nden bağırıyor gibi. Uzaktan geliyor her şey. Galatasaray da öyle. Fakat Beşiktaş seyircisi bağrı yanıklar ordusu, adamların sesi futbolcuların ayaklarına kadar gidiyor. O mu şapşallaştırıyor futbolcuları bilmiyorum. Hep tahılla beslenmiş futbolcular mı bize denk geliyor anlamadım. Golü çakıyorlar sonra "Hadi abi bir de siz atın ya!" diye bekliyorlar. Biz çocukken zayıf takımlara gol attırır, sonra da çıkaramazdık gollleri. Tam züğürt mahalle takımları gibi. Bu ezelden beri böyledir. Bak gittikçe sinirli bir taraftar olarak gözükmeye başladım... Hadi bir de akıl verelim, orta sahada Fabian deli gibi çalışıyor ama 70'te bitiyor. O kadar yalnız ki.
Sinema-futbol ilişkisini nasıl görüyorsunuz, var mı bağlantı noktaları? Son olarak Kusturica, Maradonalı bir film yapmıştı, sizce nasıl bir futbol filmi ilginç olabilir?
Özellikle "tür" (genre) filmleri kahramanlar üzerine kuruludur. Bütün bol seyircili filmlerin dramatik yapısı güçlüdür. Ya da öyle olmak zorundadır. Aslında spor filmleri zafere giden engebeli ve zor yollarla örülmüştür. Sonunda sporcu ölür ya da kalır. Ama her halükarda zafer kazanıp ölür değil mi? Bu nedenle olay örgüsünün gelişimine uygundur spor filmleri. Kusturica yapıyla çok ilgilenmez. Sanırım Docu-Drama gibi bir şey olacaktır. İyi bir yönetmen Kusturica. Filmi merak ediyorum.
Televizyonlarda birçok futbol programı var. Oralarda da oyunculuk gösterileriyle karşılaşıyor musunuz?
Spor programı ender olarak izlerim. Maraton denk gelirse bakıyorum. Bence program açılışlarında Toroğlu biraz daha zor durumda bırakmalı Büyüka'yı. Reytingleri artar. Aslında açıkçası ikisinin de fikirleri cazip değil. Tek başına çok özellikleri yok, ama drama açısından baktığımızda karşıtlıkları çok ve her dakika biri zor durumda kalıp yumuşatmak zorunda kalıyor. Tam patavatsız Karagöz ve idare-i maslahatçı Hacivat. Bazı yorumcularsa sahiden asap bozucu. Kafalar boyundan sağa-sola sallanıyor bazısında. N'aaaber ifadesi yüzünde. Adamın konusu futbol, bir de gazetede yazıyor üstelik. Yabancı futbolcuların adlarını söyleyemiyor. Babacım senin başka işin yok ki. Spor yazarısın. Milyonların karşışına çıkıp "O şey var ya Berezilyalı şey, ık pık!" Başkası söyleyiverecek sanıyorsun, öbürü de "Abi o Berezilyalı değil. Şeyli yaaa! Hay allah Portekizli!.. Neydi hocam? Jaba mıydı? Yok hocam Yaba!" Pişkin bir cehalet değil mi bu muhabbet?
Oyunculuğu "Elinizde keman kutusuyla dolaşmak" diye tanımlıyorsunuz. Bir anlamda futbolculuk da öyle mi?
Bu sözü galiba yönetmenlikle oyunculuğu karşılaştırdığımda söylemiştim. Evet, futbolculuk da öyledir. Ama yönetmenlik sırtında senfoni orkestrası taşımak gibi. İster film yönet ister takım. Öyledir.
Bir röportajınızda aktörlükten koptuğunuz günlerle ilgili, "Aktör olarak istediklerimi yapamıyordum, ama nasıl yapılacağını biliyordum" diyorsunuz. Bu bir anlamda teknik direktörlüğü hatırlattı bizlere. Siz böyle bir benzerlik kuruyor musunuz zaman zaman yönetmenlerle teknik direktörler arasında?
Çok benzerlikler vardır. Biz de kamp yaparız. Ön hazırlık bizim için de çok önemlidir. Program, strateji üzerinedir işimiz. Motivasyon, bizde de çok önemlidir. Bir film ya da oyun boyunca her şey yolundaysa, birkaç kez gol sevincine benzer sahneler attırırsınız. Tabii ki yenilgi-beraberlik-galibiyet üçgeni de başka benzer anlamlarda çalışır bizde de. Sahneye çıkacak oyuncuların heyecanı tıpatıp sahaya çıkma heyecanı gibidir. Bizde de tünelden çıkarken oyunun nasıl gideceği anlaşılır. Seyirci faktörü neredeyse aynı derecede önemlidir. Sporcular ve oyuncular aslında benzer morallerle yaşarlar. Eğer seyirci zayıfsa, reaksiyon düşükse, sahneden inen oyuncu 5 yemiş futbolcu gibidir. Bir dahaki büyük alkışa kadar toparlanamaz.
Benzerlik, teknik direktörün futbolcuyla ilişkisi ile yönetmenin oyuncuyla ilişkisi arasında da devam ediyor. Bu anlamda Kenan İmirzalıoğlu'nun Deliyürek'ten bugün geldiği noktaya bakınca insan şaşırıyor. Siz kâh karşılıklı oynayarak kâh yöneterek, sanki onun içindeki oyunculuk yeteneğini bulmasına yardımcı oldunuz. Örneğin en son Kabadayı'daki Devran rolünde onu izlerken, bir zamanlar arsada top oynayan yeteneklice bir çocuğun elinden tutan, ona topun nasıl oynanacağını öğreten mahalle teknik direktörünün gururunu duydunuz mu?
Alacakaranlık dizisinde bize yakışıklı bir jön gerekiyordu, beraber çalıştığım arkadaşlar onu önerdi. Tanıştıktan sonra adamın içinde azmaya müsait durgun bir göl olduğunu gördük. Suyu bulandırdık o kadar. Yetenekli olduğunu sonradan fark ettim. Dolayısıyla ben keşfetmedim. Tabii üzerine gittik, kazandık. Her ne kadar Kenan her yerde bana olan saygısını ve minnetini dile getirse de -eyvallah ama- onun kendi başına başardığı bir iş bu oyunculuk. Hiç kimseye sezgi öğretemezsiniz. O öğrenmeye aç ve bilgiye çok saygılı.
Beğendiğiniz teknik direktörleri ve yönetmenleri de öğrensek?
Sir Alexander Ferguson'a çok sempati duyuyorum. Mesleğine âşık ve kendi kendine bir adam. Rafael Benitez de ona benzer ve çok dinamik zekâda biri. Arsene Wenger de teknik adamlığın çok ciddi ve derinlikli bir iş olduğunu hatırlatıyor. Film yönetmenleriyse değişik stillerden örnekler vereyim. Tarkovski ve Bergman... Coppola ve Scorsese... Zhang Yimou ve Chan Wook-Park. Bu konuda en az yirmi adamım var çok beğendiğim...
Delişmen bir gençliğiniz olduğunu sıklıkla belirtiyorsunuz. Hatta dedenizin size "Mevsimsiz hareketler yapma" dediğinden bahsediyorsunuz. Futbol o "mevsimsiz hareketlerin" neresindeydi, şimdi neresinde?
Topa yatkın bir adamdım, ama büyük yetenek değildim. Sakin ve teknik oynardım. Delişmen bir futbolcu hiç olmadım. Martta denize girerdim, Marmara Adası'nda tek başıma dağlara çıkardım, deli gibi dolanırdım. Dedem böyle durumlarda mevsimi hatırlatırdı. Tam deniz kıyısı adamıydım. Suya bakardım saatlerce. Yalnızlığı çok severdim. Yalnız başıma dünya turuna çıkacak kadar hevesliyim bir başınalığa. Tam finiş yaparken tekrar aynı turu atacak kadar da delişmenim, doğru.
Yıldırım Türker malûm kaleminden her şeyi damlatan bir yazar; kimine kan, kimine bal. Sizinle ilgili çok güzel yazılar yazdı. Ne hissettiniz okurken?
Yıldırım Türker değerli bir edebiyat adamı. Öyle bir yazarın beğenisini ya da yergisini ifade edişi de çok sesli oluyor. Birkaç kişi bana oyunculuğu hatırlattı. Gömdüğüm yeteneği mezardan çıkardı. Bunlardan biri de Yıldırım Türker'dir. O yazıyı yazdığında sadece merhabamız vardı ayrıca. Neredeyse oturup iki lâf etmişliğimiz yoktu.
Futbol artık mertlerin oyunu değil
Futbol dünyasının sevmediğiniz yanları var mı?
Başkanların hırslı ve kindar yüzleri, sözleri çok itici. Futbol camiasının kullandığı mafioza jargon ve bitirim hallerinden nefret ediyorum. Futbol dünyası bizim çocukluğumuzda çok temizdi. Şimdi kirli. Hem politik açıdan hem de ekonomik açıdan kirlettiler. O nedenle futboldan soğudum. Beşiktaş'ı da mahalle çocuğu olduğum için seyrediyorum. Ama ateşli taraftar olmayı bırakmışım. Bence olan kandırılmış seyirciye oluyor. Ben futbolda da derin bir federasyon yapılanması olduğuna inanıyorum. Mertlerin oyunu değil artık futbol.
Futbol bu çılgın dünyada nereye doğru gidiyor sizce?
Irkçılık ilkelliktir. İnsan hâlâ çağdaşlaşamamıştır bence. Din savaşlarını aşamadı daha. Özellikle futbolu savaş malzemesi gibi kullanıyorlar. Oradan hareketle etnik kavgalar bile çıkıyor. Maçlar marşlarla değil bahar şarkılarıyla başlamalı. Orada sporcular bir karşılaşma yapacaklar ve biz bundan haz duyacağız. Salyalı küfürlerin yeri değil yeşil sahalar. Ancak gelecek zamanların aydınlanacağı inancındayım. İnsan özgürleştikçe çiçek verir.
Son olarak futbolcu kardeşlerinize bir nasihatte veya temennide bulunur musunuz?
Yaşlandıkça nasihat adamı olmaktan çekiniyorum. Dikkat çekmek ve temennide bulunmak daha güzel. Özellikle Türk futbolcular mesleklerinin ne kadar kısa olduğunun farkında değiller. Adamın en verimli zamanı, gidip heder ediyor kendini. Futbolu bırakınca mutlu olmak istiyorsan genç yaşta fedakârlık gerekiyor. Kaldı ki profesyonel bir iş yapıyorsun, bir şey feda da edilmiyor. 35 yaş o kadar genç bir yaş ki. Hayat oradan sonra başlasa ne olur?
Bu arada Platini futbolu bıraktıktan sonra psikolojik sorunlar yaşıyor ve psikoloğa gidiyor. (Bu fıkra değil gerçek. Kendi anlatmış.) Psikolog buna diyor ki, "Kendini fazla önemseme, alt tarafı bütün hayatın boyunca hiçbir özelliği olmayan sıradan bir meşin yuvarlağa güzel tekmeler attın." Bir durup kendine geliyor ve "O zaman dert edecek bir şey olmadığını anladım," diyor Platini, "Hayatın tadını çıkarıyorum..."

Kocaelispor 1-3 Beşiktaş

Turkcell Süper Lig 27. hafta açılış maçında Beşiktaş, deplasmanda Kocaelispor'u 3-1 yendi. Karşılaşmada Kocaelispor'un golü Agbetu'dan (Dk. 2 ) gelirken, Beşiktaş'ın gollerini Zapotocny (Dk.75), Bobo (Dk. 85) ve Yusuf (Dk.89) kaydetti.
Maçtan Dakikalar
2. dakikada Taner'in topuk pasıyla cezaalanı yayı üzerinde topla buluşan Agbetu'nun çektiği sert şutta, meşin yuvarlak kaleci Rüştü'nün sağından filelerle buluştu: 1-0. 6. dakikada sakatlanarak oyundan çıkan Taner'in yerine Serdar girdi. 17. dakikada Agbetu'nun sağdan yerden pasında ceza alanında kaleci Rüştü ile karşı karşıya kalan Serdar'ın vuruşunda, top kale direğinin üstünden auta gitti. 19. dakikada Tello'nun soldan kullandığı köşe atışında, ceza alanında Kocaelispor savunma oyuncularından seken topu önünde bulan Sivok'un vuruşunda, meşin yuvarlak kalenin üstünden auta çıktı. Karşılaşmanın ilk yarısını Kocaelispor 1-0 önde kapadı. 52. dakikada Kocaelispor savunma oyuncularından seken topu ceza alanı içi sol çaprazında önünde bulan Tello'nun şutunda, meşin yuvarlak kalenin yanından auta çıktı. 54. dakikada Serdar'ın sağdan ortasında, ceza alanında Murat'ın yatarak kafa vuruşunda, top kale direğinin üstünden auta çıktı. 65. dakikada Ekrem'in sağdan ortasında, ceza alanındaki Bobo'nun kafa vuruşunda, kaleci Serdar Kulbilge topu kornere çeldi. 66. dakikada ceza alanına yapılan ortada Sivok'un kafa vuruşunda, kaleci Serdar Kulbilge, köşeye giden topu uzanarak kornere çelmeyi başardı. 74. dakikada soldan ceza alanına giren İbrahim'in pasında top Sadikov'un eline çarpınca hakem Bülent Yıldırım penaltı noktasını gösterdi. Zapotocny'nin 75. dakikada kullandığı penaltı atışında, top kaleci Serdar Kulbilge'nin sağından filelere gitti: 1-1. 84. dakikada Ernst'in ceza alanı çizgisi üzerinden kaleyi karşıdan gören bir noktadan çektiği sert şutta, kaleci Serdar Kulbilge topu kontrol etti. 85. dakika Holosko'nun kafayla indirdiği topla ceza yayı üzerinde sırtı kaleye dönük vaziyette buluşan Bobo'nun güzel bir vücut hareketiyle rakibinden sıyrılıp çektiği sert şutta, meşin yuvarlak filelerle buluştu: 1-2. 89. dakika sağdan ceza alanına giren Holosko'nun yerden pasında, Yusuf plase bir vuruşunda topu ağlara gönderdi: 1-3. Karşılaşma, Beşiktaş'ın 3-1'lik galibiyetiyle sona erdi.
Stat: İzmit İsmetpaşa Hakemler: Bülent Yıldırım, Erdinç Sezertam, Hüseyin Fidan Kocaelispor: Serdar Kulbilge, Sadigov, Levent, Cesar, Adem (Dk. 74 Ross), Hasan, Nsumbu, Taner (Dk. 6 Serdar), Murat (Dk. 82 Hamza), Agbetu, Muhammet Beşiktaş: Rüştü, Cisse (Dk. 46 Holosko), Sivok, Erkan (Dk. 46 Uğur), Bobo, Tello (Dk. 78 Delgado), Ekrem, İbrahim Üzülmez, Zapotocny, Ernst, Yusuf Goller : Dk. 2 Agbetu (Kocaelispor), Dk. 75 Zapotocny, Dk. 85 Bobo, Dk. 89 Yusuf (Beşiktaş)Sarı kartlar: Dk. 42 Cesar, Dk. 74 Serdar Kulbilge (Kocaelispor), Dk. 55 Yusuf (Beşiktaş)Kaynak: Anadolu Ajansı
ÖNEMLİ UYARI: Maç kadroları, oyuncu değişiklikleri, goller, sarı ve kırmızı kartlar, hakem raporuna bağlı olarak verilmediğinden bu bölümde yer alan bilgiler resmi ve TFF'yi bağlayıcı bir özellik taşımaz. Hakem raporuna dayanan resmi kayıtlar daha sonra Bilgi Bankası'ndaki maç detaylarında yer alacaktır.
 
eXTReMe Tracker