Sunday, November 15, 2009

Beşiktaş'ın ne kadar borcu var?

Beşiktaş Kulübü Olağan Divan Kurulu toplantısı başlarken, Divan Kurulu Başkanı Karadeniz, "''Beşiktaş Kulübü başkanlık makamının uğramış olduğu bu saldırı hepimizi üzmüştür" dedi. Kurulda siyah beyazlı kulübün toplam borcu da açıklandı..

Beşiktaş Kulübü Başkanı Yıldırım Demirören, yurt dışında olduğu için Swissotel'de gerçekleştirilen toplantıya katılmadı. Beşiktaş Kulübü İkinci Başkanı Ertuğrul Kumcuoğlu, yönetim kurulu üyeleri, Divan Kurulu Başkanı Yalçın Karadeniz ve Divan Kurulu üyelerinin yer aldığı toplantıda ilk olarak Karadeniz söz aldı.

Beşiktaş Kulübü Başkanı Yıldırım Demirören'e yapılan küfürlü saldırılara değinen Divan Kurulu Başkanı Karadeniz, ''Beşiktaş Kulübü başkanlık makamının uğramış olduğu bu saldırı hepimizi üzmüştür. Bu makam, hepimiz tarafından korunması gereken bir makamdır. Burada Ahmet, Mehmet oturmuş önemli değildir'' dedi.

''Beşiktaş başkanlık makamına hepimiz saygı göstermeli ve korumalıyız'' diyen Karadeniz, ''Aklı başında Beşiktaşlılar'ın hepsi bu konuya sahip çıkmışlardır ve olayı kınamışlardır. Bundan sonra inşallah bu gibi olaylar meydana gelmez'' diye konuştu.

Yalçın Karadeniz, Ocak 2010 tarihinde yapılacak kongreye de değinerek, ''Önümüzdeki seçim için 3 değerli başkan adayı olduğu görülüyor. Ne kadar çok aday olursa o kadar iyi olur. Başkan adaylarının Beşiktaşlılık duruşuna yakışır şekilde mücadelelerini ve propagandalarını yapacaklarına inanıyorum'' diye konuştu.

-12 BİN 875 KİŞİ OY KULLANABİLECEK-
Divan Başkanlık Kurulu'nun faaliyet raporunda toplam 13 bin 488 kulüp üyesinin aidatını ödediği açıklandı.

Bu üyelerden 12 bin 875'inin oy kullanma hakkına sahip olduğu belirtilirken, son 2 yılda kulübe 450 kişinin üye olduğu ifade edildi.



-BEŞİKTAŞ'IN TOPLAM BORCU AÇIKLANDI- Beşiktaş Kulübü Olağan Divan Kurulu toplantısında siyah-beyazlı kulübün toplam borcunun 181 milyon 357 bin 189 lira olduğu açıklandı.

Denetleme Kurulu Başkanvekili Mehmet Küçükince, Swissotel'de gerçekleştirilen toplantıda kurulunun raporunu okudu.

Küçükince, siyah-beyazlı kulübün 121 milyon 600 bin 616 lira borcu bulunduğu, ayrıca Kulüp Başkanı Yıldırım Demirören'e de 59 milyon 756 bin 573 lira borç olduğunu ifade ederek, toplam borcun 181 milyon 357 bin 189 lira olduğunu açıkladı.

Küçükince, derneğin mevcudunun 2 milyon 967 bin 268 lira, toplam borçlarının ise Demirören'e olan borçla birlikte 69 milyon 546 bin 884 lira olduğunu, BJK Futbol Yatırımları A.Ş'nin ise 78 milyon 814 bin 217 lira mevcuda, 193 milyon 591 bin 790 lira da borca sahip olduğunu kaydetti.

ÖNER: "SEZON BAŞINDA BİZİ ELEŞTİRENLER.."
Beşiktaş Kulübü Genel Sekreteri Kenan Öner, sezon başında eleştiriler aldıklarını, ancak takımın son haftalardaki performansı ile şampiyonlukta ne kadar iddialı olduğunu herkese gösterdiğini söyledi.

Beşiktaş Kulübü'nün Swissotel'de yapılan Olağan Divan Kurulu toplantısında yönetim kurulu faaliyet raporunu aktaran Kenan Öner, futbol takımına değinerek, ''Sezon başında bizi eleştirenler, Beşiktaş'ın şampiyonlukta ne kadar iddialı olduğunu görmüşlerdir. Takımımızın ne kadar kaliteli bir kadrosu olduğunu herkes görüyor'' diye konuştu.

Son 5 maçtaki çıkışlarını bundan sonra da sürdürmek amacında olduklarını dile getiren Öner, ''Önümüzdeki hafta çok önemli bir derbi maçımız var. Bu maçta iyi bir sonuçla çıkarsak, ligin ilk yarısını güzel bir yerde bitirebiliriz'' dedi.

Kenan Öner, Şampiyonlar Ligi'nde arzu ettikleri neticeleri alamadıklarını ifade ederek, ''Başlangıçta çok inançlı ve heyecanlıydık, olmadı. Ama hala UEFA Avrupa Ligi'ne kalma umudumuz var. Kalan 2 maçımızı iyi bitirerek, Avrupa'da devam etmek istiyoruz'' şeklinde konuştu.

Öner, amatör branşlar ve diğer konularda da Divan Kurulu üyelerine bilgi verdi.

Başkan Yıldırım Demirören'e yapılan küfürlü tezahüratlara değinen Öner, ''Bunlar hiçbir Beşiktaşlı'nın arzu etmediği olaydır. 50 yıldır bu stada geliyorum böyle bir şey görmedim. Bu olayları önlemek için burada sayın Demirören ve yönetim kurulunun çabaları yetmez, herkesin destek olması lazım. Biz daha zor koşullarda şampiyon olduk. Yapılanlar son derece üzücüydü'' ifadelerini kullandı.

Elano Milli Takım'da ASLAN!

Futbolda iki dünya devi Brezilya ve İngiltere Katar'ın başkenti Doha'da özel maçta karşı karşıya geldi.
Khalfi Stadyumu'ndaki mücadele 1-0 Brezilya üstünlüğü ile bitti. Maçın tek golünü 47. dakikada Nilmar Honorato da Silva kafa ile kaydetti. Nilmar'ın bu golünde asist Galatasaray'da futbol hayatına devam eden ve sürekli yedek kalan Elano Blumer'e aitti.

Türkiye'de istediği forma henüz ulaşamayan ve tartışılan Elano ceza sahasına şık bir orta yaptı bu pozisyonda İngiliz defansı ve kaleci Ben Foster'ın hatası bir bakıma maçın skorunu tayin etti. Elano'nun ayakiçi ile yaptığı ortası akıl doluydu.

Mücadelede Brezilya'da 56'da Luis Fabiano bir penaltı atışından da yararlanamadı. İngiliz defansında Wes Brown'un kaleci Foster'a göğsüyle bırakmak istediği hatalı geri pasta araya giren Nilmar'ı topu kaleye gönderecekken kendini yerde buldu. Maçın FIFA kokartlı hakemi Abdulrahman Abdou pozisyonu tereddütsüz penaltı olarak yorumlarken, bir özel maç olması sebebiyle kaleci Foster'a sarı kart göstermeyi tercih etti.

İngiltere'de Capello'nun öğrencilerinin ilk yarıdaki disiplinli futbolu yeterli değildi. Fenerbahçeli Dos Santos bu maç öncesi Brezilya teknik direktörü Carlos Dunga tarafından kadroya dahil edilmedi. Dos Santos'un oynadığı sol bek mevkiinde denenen isim Lyon'un formda oyuncusu Michel Bastos'du. İngiltere'de John Terry ve Frank Lampard'ın sakatlığında sahaya kaptan olarak çıkan futbolcu Wayne Rooney'di.

Maçtan önce bu hafta intihar ederek hayata veda eden Alman kaleci Robert Enke anısına saygı duruşunda da bulunuldu. Katar'daki maça futbolseverler yoğun ilgi gösterirken İngiltere'nin disiplinli bir oyunu tercih etmesine zaman zaman Brezilya'nın da aynı tutum içinde cevap vermesi futbol seyiri açısından maçı vasatın üzerine çıkmasını engelledi.

Brezilya'ya oranla daha zayıf bir kadro ile mücadele eden İngiltere'nin mücadelede kaleyi bulan ilk şutunun 35. dakikada Wayne Rooney'e ait olması ise maçın gelişimini özetledi.

BREZİLYA
Julio Cesar
Maicon
Lucio
Thiago Silva
Gilberto Silva
Michel Bastos
Elano *
Felipe Melo
Luis Fabiano **
Nilmar ***
Kaka ****

YEDEKLER
Doni
Fabio Aurelio
Luisao
Naldo
Dani Alves (64) *
Josue
Alex Meschini
Lucas Leiva
Julio Baptista (81) ****
Hulk (68) **
Carlos Eduardo (81) ***

İNGİLTERE
Ben Foster
Matthew Upson
Wes Brown
Joleon Lescott
Wayne Bridge
Gareth Barry *
Jermaine Jenas
James Milner **
Darren Bent ***
Wayne Rooney
Shaun Wright-Phillips ****

YEDEKLER
Robert Green
Joe Hart
Stephen Warnock
Gary Cahill
Tom Huddlestone (82) *
Jermain Defoe (54) ***
Peter Crouch (82) ****
Ashley Young (87) **

Wednesday, November 04, 2009

Ercan Taner 'Raul' desene..desene..desene-ee


İyi ve deneyimli bir futbolsever gözünü bağlasanız seyircinin çıkardığı sesten bile maçı yorumlayabilir. Oyundaki her aksiyona farklı bir ses üretir fanatik bir gırtlak; buna ‘tribün efekti’ denir. Bendeniz iddialıyım bu konuda; herhangi bir Beşiktaş maçında gözlerimi bağlasanız yüreğimi dağlasanız bilirim ne olduğunu. O homurtu ya da coşkulanma seslerinden oyuncu değişikliğini bile tahmin edebilirim. ‘Kurtlar vadisi-pusu: Acı son’ değilse bu maçın manşeti kesinlikle ‘sahibinden acil kiralık Serdar Özkan’ olmalı derdim ve derdim. Adam asmaca değil eğer öyle bir ihtimal kaldıysa Serdar’ı kazanmaktır zira yeteneklerini ısrarla bizden gizleyen bu genç arkadaşımız ne yazık ki tribünlerin negatif enerjisinin hem odağında hem de tetikleyeni durumundadır. Daha anlaşılır bir ifadeyle ve tribün türkçesiyle bu oyuncuya fena halde uyuz ve tahammülsüzüz; büyük Beşiktaşlı atom karıncaya eti senin kemiği benim cinsinden teslim edilebilir, Eskişehir aklıma gelen en iyi seçenek Serdar için. Keşke Yılmaz Büyükerşen hocamız Beşiktaşlı olsaydı; aday olsaydı, kazansaydı. Soğuk ve hissiz bir kenti nasıl da yaşayan gülümseyen ve akan bir suya çevirdi; Porsuk çayından yapay deniz olur Serdar’dan adam olmaz dememek lazım... Yeni bir Batuhan modeli kısaca; Eskişehirspor Rıza adamımızın sayesinde Beşiktaşımızın geri dönüşüm kutusu işte.

***

En çok Hakan Arıkan için üzüldüm maça, ne yazık ki ‘Ben Rüştü ağabeyimin yedeğiyim’i bilincine kazımış olmalı ki rakibin iştahını kabartacak bir bilinçsizlik içindeydi. Birinci kaleci olamadığını gösterdi; ben ne zamandır yakıştırırdım oysa. Sorun tek tek oyuncular üzerinden gidilerek çözülecek bir sorun değildir. Sorun mabedin ‘en orta yerinde’, şeref tribününde ‘büyük bir yangın’ tehlikesinde hatta ‘yandı bitti kül oldu’nun arefesindeyken Beşiktaşımız orada öylece durmaktadır. Kah sevinçten hırstan çıldırır yumruk sıkar totem yapar, kah sinirlenir taraftarına el kol hareketi. Başımız başkanımızdır ne yapsa yeridir; yeri artık iyice anlaşıldığı üzere orası değildir. Beşiktaş bir oyuncak olsaydı kıyamaz ve kimselerle paylaşmazdım ben onu; Beşiktaş’ı yönetmek de çocuk oyuncağı değildir işte. Ah, Adile Naşit’imiz vardı benim çocukluğumun ‘Adile Teyze’si; uykularımızdan önce çıkardı siyah-beyaz televizyonuma masallar anlatır, öğütler verir, gülücükleriyle beraber sevgisinden dağıtır, içimizi ısıtırdı. Merakla beklerdik, sonuna geldiğinde programın isimler sayardı; “Ece, Elif, Barış, Metin, Ali, Feyyaz, Zeynep, Onur, Aydın, Deniz, Mahir, Yusuf, Nuri, Bilge, Ceylan...” O zamanlar Feridun’dum kısaca Fe değildim, adımı onun o güzel sesinden duymaya can atardım; hiç anmadı adımı ışığı bol olsun. Futbol çocukluğumuzun devamıdır, oyun düşkünlüğümüzün aynası. Beşiktaşlı’nın kaderi bu aralar; düş kurmak rüya görmek kadro dışı, Teyyocan’dan bile formsuz kabuslarımız ilk onbir mütemadiyen. Öfkeli, iri bir adam çıkıyor full kadraj ekranımıza ayaküstü uyutuyor bizi; yakın geçmişimizden isimler sayıyor yüzünde ihtiraslı ve münzevi bir gülüş, bir bıyıkaltı iştah ama bıyıksız: “Yula, Gordon, Higuen, Rikardinyo, Runye, Baki, Ali, Tan, Doğan, Zapotoçni, Sivok, Fink, Sinan, Okan, Berkant, Diyatta, Huanfıran, Del Boske, Tigana, Ertuğrul, Rıza, Mustafa, Tuna, Seriç, Yozgatlı, Ayilton, Fatih Sonkaya, Adem Dursun, Burak .....” Beş yılda sadece bonservislerine 70 milyon yuro ödenen ve büyük çoğunluğu uzay boşluğunda kaybolan isimler zinciri. Titan saadet zincirinden acıklı. Özet: Olanları birbirine bağlıyorum, mütemadiyen ağlıyorum.

***

Maçı ülkesi adına anlatan Alman tiviciye boşuna yüklenmiş medyamız; Benim adamda gördüğüm medyamızın gaza getirircesine yazdığı gibi ‘sınırları zorlayan bir küstahlık’ değil müthiş bir futbol zekasıdır. ‘Beşiktaş’ta her şey tesadüf üzerine kurulu; benim oturduğum yerden bir sistemleri görünmüyor’ demiş Klauscan, defansta doğru olan bir şey yok demiş Fink’in Almanya geçmişinden hatırlatmalar yapmış ve onu bir Şampiyonlar Ligi maçında görünce şaşırdığını söylemiş sadece. Mustafa hocamız bizler ahkam kesince “Kimse benim kadar yaşamıyor Beşiktaş’ı” deyip kestirip atıyor nacizane önerim bu Yurgen oğlandan faydalansın. Adamcağız doksan dakikada Beşiktaş’ın en gerçek fotografını çekmiş sadece belli ki uzun pozlamış. Aferin helal hatta danke. ‘Bu Beşiktaş seyircisinin bu ülkede bile benzeri yok’ diyerek bal da çalmış dudaklara, oh. Lakin ben tribün efektinin de değişmesi gerektiğini savunurum. ‘Kartal gol gol gol’ tezahüratının ‘kargolgılgugıl’ şekline dönüştüğü an, ümitlerin bittiği ve kaosun İnönü üzerinde ‘yaprak dökümü’ndeki kaynana gibi sırıttığı andır. Kongre öncesi ve sonrası yeniden yapılanma sürecine taraftar grupları da el atmalı söylem, makam ve repertuvar acilen değişmelidir artık. Bunu bilir bunu söylerim. Kahramanımız Alman gazetecinin ‘Yeter Demirören’ yorumu bu kadar zekice bu kadar çarpıcı olabilirdi ancak: “Beşiktaş tribünleri şu anda heyecanla bağırmaktalar ama iyi mi kötü mü anlaşılmıyor; bence kötü birşey söylüyor gibiler” demiş. Bazen hayat yüz vermez; doğruyu haykırmak bile işe yaramaz. Değiştiremiyorsan değişeceksin. En büyük acıyı en çok seven çeker ve iş yine taraftarın cefasına vefasına düşer. Düşen bir Serdar görürsen beni hatırla demiştin; biliyorsun seni ben İnönü’de sevmiştim.

***

Türksel ligi iki bin on sezonu Beşiktaşımız için kapanmıştır. Dileyen başka liglere temayül edebilir, yeni sezona dek başka ligden takım tutabilir. Milliyetçi Beşiktaşlılar için Finlandiya liginden Turku ya da İtalya Seri B’den Gallipoli, Nihilist Beşiktaşlılar için Kimki, Trakyalılar içinse Portekizden Germinal Be yav takımlarını öneriyorum. Ben La Liga’ya dönüyor ve ikincil takım Barselona’yla avunuyorum. Beşiktaşımı yüreğimde saklıyor ve bugünden kötü olmaması için dualar, totemler ediyorum. İtiraf olsun ki düpedüz şezlonk yazarıyım gayrı ve bu sezondan tek beklentim La Liga’daki düşman Real maçlarını hep sevgili Ercan Taner’in anlatması ve bize bol bol aşkla tutkuyla ihtirasla ‘Raul’ demesi olacaktır. Futbol bazen sadece futbol değildir bazen de hayatın merkezi olmamalıdır. Olunca acı çekiyoruz Ferit; seninle insan sevmeye korkuyor. Bu aşk içimde kah kanayan yara kah yarayan kana olarak sürecek ve ben dilimin döndüğünce seveceğim seni içimden. Yalan söyleyen Antep’e başkan olsun. Stop!

Tuesday, November 03, 2009

Derbide yabancı madde atanlar yakalandı

Fenerbahçe-Galatasaray maçında sahaya atılan yabancı maddeler nedeniyle 2 maç seyircisiz oynama cezası alan Fenerbahçe yönetimi sahaya bu maddeleri atan 8 Fenerbahçeli taraftarı fotoğraflar ve görüntülerle tespit etti.

İlişkili fotoğrafları göster
NTV Spor ve Ajanslar
Güncelleme: 21:37 TSİ 03 Kasım. 2009 Salı
Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadı’nda oynanan Galatasaray maçında sahaya atılan yabancı maddelerle ilgili olarak Fenerbahçe Kulübü detaylı bir tespit çalışması yaptı.

Günlerce süren titiz çalışmalarda önce sahaya atılan yabancı cisimlerin tribünlerin hangi bölgelerinden geldiği belirlendi. Daha sonra güvenlik kameralarının görüntüleri ve fotoğraflar üzerinde yapılan ayrıntılı incelemede sahaya yabancı cisim atanların oturduğu koltuklar ve stada giriş yaptıkları kapılar da tespit edildi.

Stadın farklı tribünlerinden sahaya yabancı cisim attığı belirlenen 8 kişinin fotoğrafları ve görüntüleri Fenerbahçe Kulübü tarafından İstanbul Valiliği Spor İl Güvenlik Kurulu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Spor Asayiş Bürosu'na ve Türkiye Futbol Federasyonu'na verilecek.

Fenerbahçe Kulübü sahaya yabancı cisim attığı saptanan 2 kişinin kombine kart sahibi taraftar olduğunu da belirledi. Bu kişilerin kombine kartları da iptal ediliyor.

Ayrıca kulübün uğradığı maddi zararlar nedeniyle bu kişiler hakkında yasal başvuru yollarına da müracaat edileceği bildirildi.

Fenerbahçe gönüllüsü: Gökhan Gönül

Ankara'dan İstanbul'a yaptığı geçiş, Türk futboluna çok önemli bir sağ bek kazandırdı. Hem Fenerbahçe'nin hem de Milli Takım'ın sağ kulvarını müthiş bir beceri ve özveriyle kullanıyor. Gelecekle ilgili planlarında ise yine Fenerbahçe bulunuyor. "Gelir bakımından uçurumlar olmadığı sürece ben her zaman Türkiye'de hatta Fenerbahçe'de kalmaktan yanayım. Benim için bir takımda kalmak için üç tane önemli faktör var. Başkan, teknik direktör ve taraftarlar. Bunlardan bir tanesi bile beni istemezse, benim o takımda kalmamın bir anlamı olmayacaktır" diyor.


Röportaj: Türker Tozar / TamSaha


Fenerbahçe'ye geldiğin dönemdeki ilk röportajı TamSaha'ya vermiştin. Bu röportajda, aradan geçen dönemde nelerin değiştiğini öğrenmek istiyorum. O gün henüz ilk on bir oyuncusu değildin ama "Kendime güvenim olmasa Fenerbahçe'ye gelmezdim, kısa süre sonra banko oynayacağım" demiştin. Oldukça iddialı bir açıklamaydı ama dediğini de yaptın.


Özgüveni çok yüksek bir kişiyim. Güçlü bir karaktere sahibim. Bir futbolcu oynamadığı sürece unutulur, belki de yok olur gider. Ben de bu riski göze alarak Fenerbahçe'ye geldim. Kendi bölgemde direkt oynayabileceğime inandığım için transferi gerçekleştirdim. Şu anda da ne mutlu ki ideal on birin bir parçasıyım. İlk zamanlarımda 4-5 hafta süren bir kadroya girememe dönemi yaşamıştım. Ne de olsa bir sezon öncesini şampiyon olarak tamamlamış bir ekibin oyuncularıyla rekabet ediyordum. Öncelik de bir anlamda onlardaydı. Ama ben çalıştım ve formayı kapmayı başardım.


Hayatımda iki dönüm noktası var


Fenerbahçe'ye gelene dek hiç milli olmamış bir oyuncu olmana rağmen geçtiğimiz sezon Milli Takım'ın olmazsa olmazları arasına girdin. Norveç maçındaki performansın unutulacak gibi değildi. İlk kez milli formayı giymiş bir oyuncudan beklenmedik bir çıkıştı. Bu konuda neler söyleyeceksin?


Galatasaray ve Milli Takım'da elde ettiği başarılar nedeniyle Fatih Hocayı hep kendime yakın hissettim. Onu babam gibi görüyorum. Onunla bir kez olsun konuşabilmek, en azından "merhaba" diyebilmek istiyordum. Ben onunla konuşmak için fırsat ararken, o beni Milli Takım kadrosuna çağırdı. Futbolu iyi bilenler anlayacaktır. Bir anda hiç milli olmadan, gelip de o derece üst düzey bir maçta oynamak kolay değil. Fenerbahçe'ye geldiğim ilk dönemde Şükrü Saracoğlu Stadı'nda Gaziantepspor ile bir karşılaşma yapıyorduk. Orada 50 bin kişinin önüne çıkmak beni çok heyecanlandırmıştı. Gençlerbirliği'nde taraftar sayımız parmakla sayılacak kadar azdı. Oradan gelip bir anda 50 bin kişinin önünde oynamak heyecan veriyor. O kadar insanın topun oynandığı yere baktığını düşündüğünüzde, top ayağınıza geldiği zaman psikolojik olarak bütün gözleri üzerinizde hissediyorsunuz. Maç bitip de eve gidince, kendi kendime, "Sen iyisin. İyi olmasan bu akşam sahada olmazdın" dedim. Böylece, heyecanımı yendim. Ama 2008 Avrupa Şampiyonası finallerine yükselebilmek için en kritik dönemeç olan bu maçta içimdeki duyguları düşünün. Finallere katılmak için bize mutlak galibiyet gerekiyordu. Fatih Hoca, beni kadroya davet etti ve o maçta sonradan oyuna girdim. Hayatımda iki tane dönüm noktası vardır. Birincisi, Fenerbahçe'ye imza atmam, ikincisi de ilk kez milli olduğum Norveç maçı. O karşılaşmada iyi bir oyun sergilemem, herkesin bana olan bakışını değiştirdi. Herkesi iyi bir futbolcu olduğuma inandırdım, beğenilen bir oyuncu haline geldim. Maçla ilgili aklımda kalan şeylerin tümü maç sonrasıyla ilgili. Oluşan sevinç yumağı, elde edilen başarıdan dolayı atılan sevinç çığlıkları hâlâ hafızamda. Böylesine önemli bir maçı 1-0 geriden gelip 2-1 kazanmamız beni inanılmaz mutlu etmişti.


2008 Avrupa Şampiyonası kadrosundan sakatlık nedeniyle ayrılmak durumunda kaldın. Bu durum başta sen olmak üzere herkesi üzdü. Sence o sakatlık olmasaydı kariyerinde ne değişirdi?


Sakatlanmak beni her anlamda etkiledi. Fenerbahçe'ye gelmiş, dört yıllık sözleşmemim iki yılını doldurmuştum. Avrupa Şampiyonası sayesinde daha çok tecrübe edinecek, belki takımımda aldığım ücreti arttıracaktım, belki de Avrupa'dan teklifler alacaktım. Kariyerimde, omzuma taktığım önemli bir apolet olacaktı. Çünkü şu ana dek TFF 3. Lig, TFF 2. Lig ve 1. Lig'de şampiyonluk yaşadım. Fenerbahçe'de hiç şampiyonluk görmeden, uluslararası alanda elde edilen büyük bir başarının parçası olacaktım. Ailem için de güzel bir anı olacaktı. Biliyorsunuz, futbol hayatı uzun sürmüyor. Bundan sonra 2012 Avrupa Şampiyonası var. Eğer ona kalırsak güzel. Ama kalamazsak kariyerimi noktalamadan son bir hakkım daha kalacak. Onda da 30'lu yaşlarda olacağım. Bu açıdan baktığınızda, önemli bir şey kaçırmış olduğum anlaşılıyor. Benim için çok acı bir tecrübe oldu. Sakatlığım nedeniyle kimseyi suçlamak istemiyorum. Bunun sorumlusu benim. Birkaç maç sakat olduğum halde oynadım. Bunu yapmamalıydım. O zaman bütün ağabeylerim bana akıl verdiler. "Maça ve antrenmana çıkma" diye uyardılar, önümdeki Avrupa Şampiyonası'nı hatırlattılar. Ben de onları dinlemedim ve kendi kendime zarar vermiş oldum. Fenerbahçe ile hem ligde hem de Avrupa'da önemli işlere imza atıyorduk. Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale yükseldik. Chelsea ile yaptığımız maçta 80. dakikada uzaktan attığım bir şut vardı; o vuruş gol olsa belki de takımımız yarı final oynayacaktı. Ligde de ikincilikle yetinmediğimiz için oldukça çetin bir savaş verdik.


Fenerbahçe'de doku uyuşmazlığı vardı


Fenerbahçe'deki ilk iki sezonunda bir Galatasaray, bir de Beşiktaş şampiyonluğu yaşadın. Sence o dönemde ters giden şeyler nelerdi?


Geride bıraktığımız sezonda Uğur Boral'ın da söylediği gibi bir "doku uyuşmazlığı" problemi vardı. Futbolcular-teknik heyet-teknik direktör arasında bir uyuşmazlık vardı. Bunun üzerine de kötü sonuçlar geldi. Evvelki sezonda da Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale kadar yükseldik ama ligle Avrupa'yı beraber götüremedik. Çeyrek final başarısı Fenerbahçe'nin tarihinde görülmemiş bir başarı olduğu için, futbolcuların yüzde 70'inin kafası burada ilerleme kaydetmek yönündeydi. Belki de kafalarını tam olarak lige veremediler. Aslına bakarsanız, çok da kötü bir bitiriş yapmadık, ikinci olduk. Tam sebebi bilmiyorum ama inşallah bu sezon şampiyon olacağız. Hocamız Daum, futbolcular ve camiamız buna inanmış durumda. Şimdilik çok iyi gidiyoruz. Ligde üst üste maçlar kazanarak Türkiye rekorunu kırdık. En az gol yiyen takım durumundayız. Umarım bir bozulma olmaz.


Daum, basın toplantılarında sürekli olarak ligdeki başarıya vurgu yapıyor. Sanırım evvelki sezonda yaşananlar, Daum'un da dikkatini çekmiş. Sizleri de bu şekilde mi yönlendiriyor?


Bunun böyle olduğu apaçık ortada. Başkanımız Aziz Yıldırım'ın verdiği sözler ortada. Türkiye'de "Üç yıl üst üste takımımı şampiyon yapacağım" diyen bir başkan daha görmedim. Yıldırım, mutlaka Daum ile yaptığı görüşmelerde bunu söylüyordur. Bize de başkanın verdiği sözleri tutmak düşüyor. "Bizim için Avrupa Ligi çok önemli değil" şeklinde anlaşılmasın. Ligin paralelinde onu da götürüyoruz. Galatasaray'ın UEFA Kupası'nda şampiyonluğa ulaşmasından sonra, kulüp takımları seviyesinde ona eş bir başarı olmadı. Futbolcuların da bu konuda açlık duyduğuna eminim.


Fenerbahçe ile bu sezon Avrupa arenasındaki hedefleriniz neler?


Avrupa Ligi, ülkelerinde şampiyon olamamış üst düzey takımlardan oluşan bir lig. Turkcell Süper Lig'deki takımlardan çok büyük bütçelere sahip ekipler bulunuyor. Bir futbolcuya milyonlarca dolar bonservis ödeyebilecek güçleri var. Yine de onları yakalayabileceğimizi düşünüyorum. Grubumuzda ikinci sıradayız. İçeride Twente maçı oynadık. Aslında zor bir maç değildi. 1-0 öndeyken, benim tedavim nedeniyle sahada 10 kişi mücadele ederken golü yedik. Ardından da şok bir gol geldi. Twente'yi orada bile yeneceğimize inanıyorum. Daha sonra Sheriff'i deplasmanda yendik. Sonuçta gruptan ilk iki takım çıkacak ve bizim de bunların arasında olacağımıza inanıyorum.


İkinci bir Roberto Carlos gelmedi


Fenerbahçe'de futbol dünyasının çok önemli oyuncularıyla birlikte oynamak sana bir şeyler kazandırdı mı? Geçirdiğin iki sezonun ardından kendini hangi noktaya gelmiş görüyorsun?


Dünya yıldızı Roberto Carlos'la birlikte oynamak en büyük şansım. Şu an Lionel Messi ve Cristiano Ronaldo'nun bile yeri doldurulabilir ama Roberto Carlos'unki doldurulamaz. Dünyaya ikinci bir Roberto Carlos gelmedi. Onun oyun içindeki hareket ve tavırlarından çok şeyler öğrendim, hâlâ da öğreniyorum. Futbolda tecrübe çok önemli. İki sezondur Süper Lig'de oynuyorum. O ise 15-20 senedir dünyanın en iyi liglerinde top koşturuyor. Buna Dünya Kupaları ve Şampiyonlar Ligi gibi üst düzey organizasyonları da ekleyin. Böyle yıldızlar kolay kolay Türkiye'ye gelmiyor. Sonra bir Alex var. Bana göre futbolun profesörü.


Sence bu sezonun en iyi transferi kim?


Bana göre taraftar. Çünkü geçmiş yıllarda, çoğunlukla maçı izleyen, gol olduğunda alkışlayan bir taraftar kitlesi vardı. Şimdi verdikleri destek çok daha geniş ve coşkulu. Bunu bariz şekilde hissedebiliyorsunuz. Hem rakip takım hem de hakem üzerinde baskı oluşturabilecek bir derecede.



Fenerbahçe defansında Edu-Lugano birlikteliği döneminde çok iyi bir defans dörtlüsü vardı. Verimliydi. Şimdi yeni bir ikili var. Bu ikilinin de birbiriyle verimli çalıştığını görüyoruz. Siz de birbirinize kolay adapte oldunuz değil mi? Bunda Daum'un rolü var mı?


Bilica zaten geçen sezon Sivasspor'da yaptıklarıyla kendini ispatlamış ve ligi tanıyan bir oyuncu. Hangi takıma "Turkcell Süper Lig'den hangi stoperi alırdınız?" diye sorsaydınız, "Bilica" cevabını verirdi. Bilica'nın da partneriyle, defans bloğuyla ve kalecisiyle olan uyum süreci tamamlanmak üzere. Zaten yediğimiz gollerin azlığı da bunun kanıtı. Artık kimin nasıl pas istediğini ve aldığını da öğrendi. Defansın göbeğinde bazen değişiklik de olabiliyor. Önder-Lugano, Önder-Bilica eşleşmeleriyle oynadığımız maçlar da oldu. Sonuçta, alternatifli bir kadromuz var. Artık yabancı sınırlamasına takılıyoruz. Bazen Roberto Carlos yedek kalabiliyor, bazen de Bilica ya da Lugano.


Daum hırs getirdi


Daum'un Fenerbahçe'yle getirdiği yenilikler neler?


En azından takıma hırs getirdi. Şampiyonluğu ne kadar istediğini gözlerinden anlayabiliyorsunuz. Bunu da her seferinde takıma anlatmaya çalışıyor. Bu da bizi olumlu yönde motive ediyor, ayrı bir sorumluluk hissetmemizi sağlıyor ve verimimizi yükseltiyor. Sonuçta yaptığınız işten keyif alırsanız, ortaya çıkardığınız sonuç da iyi oluyor. Daum, futbolcularla iç içe. Bu konuda Aragones'e nazaran takımımızda büyük fark oldu. Daum, antrenmanın neşeli geçmesi için her şeyi yapıyor. Sürekli bizi mutlu edecek espriler ve oyuncuları birbirine kaynaştırmak için fikirler üretiyor. Bu sayede arkadaşlık pekişiyor. Herkesin yorum yaptığı gibi Fenerbahçe'de Türkler ve yabancılar arasında bir ayrılık yok. Ben Alex'i, Roberto Carlos'u ve Kazım Kazım'ı da onlarla vakit geçirmeyi de seviyorum. Onların da bizi sevdiğinden eminim.


Milli Takımımız Dünya Şampiyonası finallerine katılma hakkını yitirdi. Bunun en önemli sebepleri sence neydi? Bu finallere katılamamakla Türkiye'nin ve kişisel olarak senin neler kaybettiğini düşünüyorsun?


Türk futbolu çok olumsuz etkilenmeyecektir. Bosna-Hersek play-off'lara kalsa da bize ezici bir üstünlük sağlayamadan bunu başardı. Grupta bizim kafa kafaya oynadığımız birçok maç oldu. İspanya'yı deplasmanda yenebilir, en kötüsü berabere kalabilirdik. İstanbul'da ise onları neredeyse deviriyorduk. Ummadık anda iki gol yedik. Olmadı, şanssızlık diyelim. Deplasmanda oynanan Bosna-Hersek maçında belki de 15 gol pozisyonuna girdik. Ama olmayınca olmuyor işte.


Senin kısa ve uzun vadeli hedeflerin neler?


Kısa vadede takımımdan sakatlık ya da diğer nedenlerden ötürü ayrı kalmadan düzenli olarak ilk on birde forma giymek istiyorum. Uzun vadede bakarsak, biliyorsunuz Fenerbahçe ile 5 yıllık yeni bir sözleşme imzaladım. Bu epeyce uzun bir süre. Bonservisim önemli bir bedel tutuyor. Bu parayı ancak üst düzey bir kulüp verebilir. Yine de arada gelir bakımından uçurumlar olmadığı sürece ben her zaman Türkiye'de hatta Fenerbahçe'de kalmaktan yanayım. Sonuçta futbolu ailemize bakmak için oynuyoruz ve ekonomik anlamda bizi rahat ettirecek koşulları arıyoruz. Her koşul gerçekleşirse, beni üst noktaya taşıyacak, kendimi geliştirebileceğim bir kulübe gitmek isterim. Benim için bir takımda kalmak için üç tane önemli faktör var. Başkan, teknik direktör ve taraftarlar. Bunlardan bir tanesi bile beni istemezse, benim o takımda kalmamın bir anlamı olmayacaktır.


Bir röportajında "İstanbul'u sevmiyorum" gibi bir ifade kullanmıştın. Nesini sevmiyorsun?


Bu aslında kentle alakalı bir yorum değildi. Biliyorsunuz, İstanbul'un üç büyük takımının maçları daima televizyondan canlı veriliyor ve oyuncuları sürekli ön planda oluyor. Sürekli onlarla ilgili ama doğru ama yanlış birçok haber üretiliyor. Bir dönem, bu benim başıma büyük sıkıntı oldu. Arka arkaya benimle ilgili yalan haberler yazdılar. O zamanlar eşimin verdiği yoğun destekle bu süreci atlattım. Hatırladıkça hâlâ sinirlenirim. Böyle bir durumda o gazetenin muhabirine hiç konuşmuyorum. Bir şekilde savunma mekanizması geliştiriyorum. Herhalde böyle sıkıntılı bir dönemin üzerine yaptığım bir açıklamadır.


Eşim benim her şeyim


Boş vakitlerinde neler yapıyorsun? Film izleme alışkınlığına yeni hobiler ekledin mi?


Gece hayatını sevmeyen bir insanım. Sadece özel günlerde dışarı çıkarım. Örneğin doğum günleri, evlilik yıldönümleri ya da takımın elde ettiği özel bir başarıdan sonra kutlama. Genelde antrenman-ev arası gider gelirim. Bazen eşimle sinemaya gideriz, bundan önce de bir yemek yeriz. Zaten maçlardan ve kamplardan sonra futbolcunun bir hayli boş vakti oluyor. Bu vakitleri de evde film izleyerek değerlendiriyorum. Genelde gerilim ve aksiyon tarzı filmlerden hoşlanıyorum. Ayrıca, dinimizle ilgili okumayı seviyorum. Peygamberimizin neler yaptığını araştırıyorum. Ölüm ve gerçek arasındaki farklarla ilgili okumalar yapıyorum. Arabamla gezmeyi severim. Bir de eşimle birlikte puzzle yapıyoruz. En son 5 bin parçalık bir tanesinin yapımına başladık. Eşim benim her şeyim. O benim hem eşim, hem sevgilim hem de arkadaşım. Onu çok seviyorum.


Son dönemlerde izleyip de seni etkileyen veya gösterime girmesini beklediğin film var mı?


Yaz mevsimi genelde sinemanın durgunluk dönemidir. O yüzden beni etkileyen iyi bir yapım görmedim. Şimdi "2012" isminde bir felâket filmi geliyor. Bu arada izlediğim ya da izleyeceğim filmin konusuyla ilgili olarak mutlaka araştırma yaparım. Örneğin, bu 2012 filmini araştırırken de bazı insanların 2012 yılında dünyanın sonunun geleceğine inandıklarını ve hayatlarını buna göre düzenlediklerini öğrendim. Ayrıca, duygusal filmleri pek sevmiyorum.

Beşiktaş 0-3 Wolfsburg

Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi B Grubu'ndaki dördüncü maçında VfL Wolfsburg'a 3-0 mağlup oldu. BJK İnönü Stadı'nda oynanan karşılaşmada VfL Wolfsburg'un gollerini 14. dakikada Misimovic, 80. dakikada Gentner ve 87. dakikada Dzeko kaydetti.

B Grubu'nda oynanan günün diğer maçında ise Manchester United ile CSKA Moskova, 3-3 berabere kaldı.

Dördüncü maçlar sonunda Şampiyonlar Ligi B Grubu puan cetveli şu şekilde oluştu:



Takımlar

1- Manchester United
10

2- Wolfsburg
7

3- CSKA Moskova
4

4- Beşiktaş
1



Maçtan Dakikalar
8. dakikada Gentner'in sol çaprazdan sert şutunda, kaleci Hakan uzanarak topu çeldi. Altıpasta kalan topu rakibinden önce Sivok uzaklaştırdı.
10. dakikada Misimovic'in uzak mesafeden şutunda, kaleci Hakan yine yatarak topu kontrol etti.
11. dakikada Misimovic'in sağdan kullandığı korner atışında, ceza alanı içinde boş pozisyonda Ricardo Costa topla buluştu. Bu oyuncunun kafa vuruşunda meşin yuvarlak auta gitti.
14. dakikada Misimovic, Beşiktaşlıların müdahale edemediği pozisyonda, rahat ve düzgün bir vuruşla topu filelere gönderdi: 0-1
15. dakikada Tabata'nın sol çaprazdan sert şutunda, kaleci son anda meşin yuvarlağı kornere çeldi.
16. dakikada Martin'in ceza alanı içinden vuruşunda, Ferrari'ye çarpan top kornere gitti.
24. dakikada Riether'in sağ çaprazdan ortasında, altıpasta topla buluşan Misimovic, kolay pozisyonda meşin yuvarlağı kale yerine auta attı.
34. dakikada Bobo'nun ara pasında, ceza alanı içinde sağ çaprazda topla buluşan Serdar Özkan, meşin yuvarlağı kötü bir vuruşla auta gönderdi.
38. dakikada Ekrem'in soldan ortasında, ceza alanı içinde topla buluşan Bobo kafayı vurdu, meşin yuvarlak üstten auta gitti.
Wolfsburg, mücadelenin ilk yarısını 1-0 önde tamamladı.
55. dakikada Tabata'nın ceza alanı önünden şutunda, top üstten farklı bir şekilde auta gitti.
66. dakikada Tello'nun sol çaprazdan ortasında, savunmadan seken topu ceza yayı üstünde önünde bulan Tabata'nın bekletmeden şutunda, meşin yuvarlak yandan farklı bir şekilde auta çıktı.
72. dakikada Misimovic sağ çaprazdan kullandığı serbest atışta, orta yerine topu kaleye attı. Kaleci Hakan son anda meşin yuvarlağa sahip oldu.
Aynı dakikada Fink'in ceza alanı içinde sağ çaprazdan yerden şutunda, kaleci topu kornere çeldi.
77. dakikada yine Fink'in ceza alanı önünden şutunda, top yandan az farkla auta gitti.
80. dakikada ani gelişen Wolfsburg atağında Dzeko, kaleci Hakan ile karşı karşıya kaldı. Bu oyuncunun vuruşunda meşin yuvarlak Hakan'dan dönerken, Gentner, meşin yuvarlağa sahip oldu. Hakan'ın müdahale etmek istediği topu aşırtma bir vuruşla filelere atan Gentner, farkı ikiye çıkardı: 0-2
87. dakikada Misimovic, Dzeko'yu yine savunmanın arkasında topla buluşturdu. Boşnak oyuncu, kaleciyle karşı karşıya kaldığı pozisyonda güzel bir vuruşla meşin yuvarlağı kalecinin solundan filelere göndererek durumu 3-0 yaptı.
Beşiktaş, karşılaşmadan 3-0 yenik ayrıldı.

Stat: BJK İnönü
Hakemler: Alberto Undiano Mallenco, Fermin Martinez Ibanez, Juan Carlos Yuste Jimenez (İspanya)
Beşiktaş: Hakan, İbrahim Kaş, Sivok, Ferrari, İbrahim Üzülmez (Dk. 78 İsmail), Ekrem, Fink, Uğur, Serdar Özkan (Dk. 46 Tello), Tabata (Dk. 68 Nobre), Bobo
VfL Wolfsburg: Benaglio, Riether, Ricardo Costa, Madlung, Schafer, Hasebe (Dk. 46 Pekarik), Josue, Misimovic (Dk. 89 Santana), Gentner, Martins (Dk. 69 Dejagah), Dzeko
Goller: Dk. 14 Misimovic, Dk. 80 Gentner, Dk. 87 Dzeko
Sarı Kartlar: Dk. 36 İbrahim Kaş, Dk. 49 Tello, Dk. 59 Uğur, Dk. 90 Sivok (Beşiktaş), Dk. 43 Misimovic (Wolfsburg)

Kaynak: Anadolu Ajansı

Saturday, April 11, 2009

Uğur Yücel ile futbol, sinema ve hayat üzerine

"Teknik direktörlük, sırtında senfoni orkestrası taşımak gibidir"
Onu tanıtmak için filmlerini saymanın ya da ödüllerini alt alta dizmenin bir anlamı yok. Zaten o da bunlarla tanımlamıyor hiç kendisini. Bir Boğaz köylüsü olduğunu söylüyor. Canlandırdığı her rolle ya da daha doğru bir ifadeyle girdiği her kimlikle gönlümüzde daha da parlayan bir yıldızdan bahsediyoruz. Sokaktaki insana da konservatuar öğrencisine de sorsanız, her zaman en iyi oyuncular listesinin baş sıralarında yer alır. Üstelik sadece oyuncu değil, aynı zamanda yönetmen, müzisyen ve yazardır. Fakat bunların çok göz önüne çıkarılmasını da sevmez. Yıldırım Türker'in deyimiyle "Dünyanın her halini ve anını alınarak yaşayan" bir buralıdır. Sohbeti de sanatçılığı gibi doğal, samimi. Büyük ustayla futbol-sinema-hayat ekseninde sohbet ettik.
Röportaj: Cem Zamur / TamSaha
Fotoğraflar: Ziynet Özen
Futbolla ilk teşrik-i mesainiz nasıl ve hangi şartlarda oldu?
Mahallede. Sokakta ayaklarının üstünde duran her çocuk topa vururdu. Bizim evin üst katında balkon vardı ve ilk topa o balkonda vurmuştum galiba. İlk maç yaptığım arsa hâlâ boş, ama top oynanmadığından iyice engebeli. Çivili ayakkabı geyiğine hiç girmemeyim. Kramponlu ayakkabılarda yüzlerce çivi olmaz mıydı ama?
Nakkaştepe'de mezarlık manzaralı toprak saha vardı. Kuzguncuklu gençlerle orada top peşinde koşturduğunuz oldu mu?
Olmaz olur mu? Her gün maç yapardık arsalarda. Biz yukarı mahalleliydik. Maçlarımızı dereboyunda yapardık. Ama o sahada "Kuzguncuk Kupası"nı kazanmıştı bizim takım. Yenilmez armada 11 Yıldız'ı yenmiştik. İddiasız gözüken bir takımdık ama şampiyon olduk. İki takım arasında Kocaeli-Galatasaray gibi bir fark var. O saha küçüktür. Altı kişilik takımlar. Neyse, biz şaşkınız, 11 Yıldız'ı yeniyoruz. Gol attıkça şaşırıyoruz. Galip geldik. En görkemli anım budur o sahaya dair. Ha bir de sahadan yokuş aşağı, Gazhane'ye doğru usturuplu inersen, ilk gençlik flörtleri için sota yerdir.
Edep, saygı eğlence kalmadı
Kendinizi bir "Boğaz köylüsü" olarak tanımlıyorsunuz, bir "Boğaz köylüsü" futbola bakınca neler görüyor şu anda?
Eski adamlar gibi konuşacağım ama edep, saygı, eğlence kalmadı. Spor gibi değil. Başka bir şey şimdi. Dünyada garip bir seyirci yarattılar. Tribünlere karşılaşma izlemeye değil, kafayı yarmaya gidiyor milletler...
Peki, Kuzguncuklu biri niçin Beşiktaşlı olur, atadan deden kalan bir miras mı söz konusu, yoksa düşünerek, ikna olarak, yürekten bağlanılan bir vecd hali mi?
Babadan gelme. Benim oğlum da Beşiktaşlı oldu. Ama eşimin teyzesinden dolayı. Teyzemiz maçları da kaçırmaz televizyonda... Net hatırladığım bir şey var. Belki 4 yaşında filandım, bana forma giydirmişlerdi babamın arkadaşları ve Mithatpaşa'ya götürmüşlerdi. Tribüne bir futbolcu geldi, beni tribünden alıp kucakladı, öptü ve tekrar babama verdi. Yıl 1961-62 filan. Evet, golcü Güven Önüt'tü bu futbolcu. Benim bu anlamda ilginç bir kaderim var. İzci takımının da maskotu yapmışlardı beni. Çok ciddi bir çocuktum. Gerçekten uygun adım yürürken bütün ahali çığlık atardı. Bak nerelere gittik.
Çocukluğunuzda eski adı Marko Paşa İlkokulu olan, Kuzguncuk İlkokulu'nda okumuşsunuz. Harika manzaralı yerlerde okuyup, yaşayıp, top oynamışsınız. Şimdinin çocukları için bu top oynama/oynayamama durumunu değerlendir misiniz?
Ne yazık ki Kuzguncuk'ta oturmuyorum artık. Oraya gitmek bana keder veriyor. Neredeyse sülalemizin bütün büyükleri Nakkaştepe'de yatıyor. Bana köyüm kabristan gibi geliyor. Çocukların topla ilişkisi elbette farklı şimdilerde. Bizim oyuncaklarımız şimdiki gibi akılları baştan çıkaracak güzellikte değildi. Play station karşısında transa giriyorlar. Biz yırtık pırtık toplarla oynardık. Hele bir de forma bulduysak, koruda maça çıkmak Wembley'e çıkmak gibiydi. Biz eve acıkıp geberince girerdik. Oysa onların evden çıkmamaları için bir sürü nedeni var.
Oğlunuzla baba-oğul top oynamışlığınız var mı?
Ona topa vurmayı ben öğrettim. Karşılıklı çok top oynadık. Bu arada oğlum 24 yaşında. Tam kafa arkadaşım. Beşiktaş semtine de çok takıldı büyürken. Eski-yeni karşılaştırması yapılıyor bu sorulara cevap verilirken ister istemez. Ben oğlumun jenerasyonunu beğeniyorum. Sorunum siyasi sistemlerle ilgili.
Spor medyasını takip ediyor musunuz, var mı öyle "Arada muhakkak okurum" dediğiniz spor basınından kalemler?
Spor sayfalarına biraz uzak duruyorum galiba. Agresif manşetleri, ırkçı dilleri var. Ama yorumlarını okuduklarım var. İlk aklıma gelenler, İbrahim Altınsay, Mehmet Demirkol, Uğur Meleke. Farklı yazıyorlar ve futbolu yazmaktan keyif alıyorlar. Lezzetli ve bilgili yazılar.
11 mekanik adam, lezzetsiz futbol
Eduardo Galeano şöyle bir lâf etmiş 2006 Dünya Kupası'ndan sonra; "Kim olduğunu hatırlamadığım biri 2006 Dünya Kupası'nı şöyle özetliyor: Oyuncular hâl ve tavırlarıyla örnek insanlar. İçki içmiyorlar, sigara kullanmıyorlar, futbol oynamıyorlar." Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz, gerçekten futbol değişik bir şey olmaya doğru mu gidiyor?
Eğlenceli biri bu lâfı eden. Sahiden bazı maçlar ne kadar katı ve oyunsuz geçiyor. Lezzetsizliği kastediyorum. Fakat taktik-zekâ şimdi farklı. Eskiden yine topla oynanırdı, ama şimdi futbolcu bir an önce topu en doğru yere uzaklaştırmak zorunda. Eskiden her türlü stilde oynanırdı top. Cambazlara rağbet büyüktü. 11 futbolcu birbirinden farklıydı oyun türü açısından. Şimdi bazen 11 mekanik adam görüyorsunuz. Top cambazı koşmuyorsa, doğru yerlerde, doğru zamanda olmuyorsa ve ciğeri ağzında dolaşmıyorsa kulübede oturuyor. Bu arada Manchester United ve Barcelona'yı tutuyorum. Fakat son zamanlarda en etkilendiğim takım Metalist Kharkiv oldu. Bilmem futbol adamları katılır mı buna? Büyük bir takım olmayabilir dünyada, ama izlemesi çok zevkliydi. Beşiktaş'ı ezmişti. Zaten deprem yarattılar o zaman. Yeniliyor olsanız bile karşı takımın oyunundan haz almalısınız. Eğer hakkıyla ve üstünlükle oynuyorlarsa. Sporseverlik budur.
Hülya Koçyiğit'in de Kuzguncuklu olduğunu biliyoruz. Selim Soydan'la evlendiğinde mahallenizde "Kızımızı Fenerli topçu aldı" durumları oldu mu?
Hülya Koçyiğit mahallemizin kızı olmaktan erken çıktı. O hepimizin hayranlık duyduğu bir yıldızdı biz büyüdüğümüzde. Hayranlık duyulan bir artist kimle evlenirse evlensin taraftarlarını üzer.
Yazı-Tura'daki karakterlerinizden birinin ismi Şeytan Rıdvan'dı. Neye göre verdiniz o ismi? Olgun Şimşek'in sarışın olmadığı da malûm ama niye Sarı Fırtına değildi örneğin o karakterin ismi?
Karakteri yazarken Olgun'u düşündüm. Olgun da futbolculardan en çok Rıdvan Dilmen'e benziyor fiziksel özelliğiyle. Bir de büyük futbolcular sadece takımlarının değil, her futbolseverin göz bebeğidir.
Adana ve İzmir gibi illerden Süper Lig'de takım yok, sizce neden ve olsa nasıl olur?
Eskiden İzmir takımları fırtına gibiydi. Gözüm arıyor. Karşıyaka'ya sempati duyardım. Ama Altay bambaşkaydı. Siyah-beyaz bir kere. Adanaspor, Adana Demirspor dişli takımlardı. Doğrusu iyi sahaları olan takımların sayısı fazlalaşsın da hangi şehir olursa olsun. Ben futbolu tad almak için seyrediyorum. İyi kamera açıları olmayan bir maçı izlemek bile istemiyorum.
Zamanında örnek aldığınız veya çok sevdiğiniz futbolcu ya da futbolcular var mıydı?
Yoktu. Örnek alacak kadar futbol düşkünü değildim. Küçük yaştan beri sahne adamı oldum. Yusuf Tunaoğlu'nun yeri bence Brezilya Ligi'ydi. Metin Oktay'ı takdir ederdik. Mustafa Denizli de özel bir stildi. Çocukluğumdan söz ediyorum. Sonra da sevdiğim futbolcular oldu.
Peki, sahne adamı olma yolunda hangi aktörleri-oyuncuları beğenirdiniz, örnek alırdınız?
Küçükken Sadri Alışık'ı beğenirdim. Hem güler hem ağlardık ona. Vahi Öz. Tiyatro okulu döneminde Müşfik Kenter'i örnek alırdık. Zeki Alasya-Metin Akpınar'ın, daha doğrusu Haldun Taner'in kabaresine özenirdik. Ahmet Gülhan'ın özellikle sinirli oyunlarına çok gülerdim. Ayşen Gruda, Perran Kutman. Tabii ki Adile Naşit. Münir Özkul. Ben Ulvi Uraz, Muammer Karaca'ya da yetiştim çocukken. Hatta Dümbüllü İsmail. Nejat Uygur, Erol Günaydın, Gazanfer Özcan... Bak saymaya başladın mı tehlike ortaya çıkıyor. Birden çok sevdiği isimleri de unutuveriyor insan. Yetişkinliğimizde Şener Şen belirdi ve galiba onunla beraber de bir şeyler değişmeye başladı. Ohoo! Bayağı ciddi bir tarihe tanık olmuşuz baksana...
Futbola dönersek, şimdilerde dikkatinizi çeken futbolcular kimler?
Beşiktaş'ta Nobre sahadaki arzusuyla takdir ediliyor. Tello da Denizli'yle yeteneğinin tadını çıkartmaya başladı. Delgado antremanda büyülüyordur herkesi herhalde. Sahne adamlarında da vardır aynı hastalık. Provalarda harikadır, seyirci gördü mü tanınmaz hale gelir. Belli ki büyük yetenek ama hiç doyum aldığımız olmadı maçlarda adamdan. Yerli futbolcularınsa temel sorununu yıllar önce Daum söylemişti. Ben tekrar etmeyeyim.
Hiç aklımızdan çıkmayan bir replik ve oyunculuğun önemli bir sacayağı var. Senaryosunu da yazdığınız Karanlıkta Koşanlar'da Nevzat şöyle bir cümle ediyordu: "En tehlikeli deli, hayatı idare edebilendir. Bak bize, hayat ağır geliyor, idare edemiyoruz, dağılıyoruz." Orada o duygunun gerçekliğini gözlerinizle öyle bir vermiştiniz ki, en unutulmayan oyunculuk gösterilerinden biridir. Buradan hareketle sormak istiyorum; hem oyunculuk anlamında hem bir futbol oyuncusunun gösterdiği performans anlamında, sizin için en unutulmaz pasajlar nelerdir?
Bravo ne bellek be kardeşim! Kendime dair detaylar hatırlamıyorum. Futboldan da. Ha! Sergen'den güzel jenerikler var... Chelsea'ye attığı gol mesela. Bende en çok iz bırakan oyuncu da Marlon Brando olmuştur. Kendimle ilgili en iyi bulduğum oyunculuk örneği Alacakaranlık dizisindeki bazı sahneler olmuştur. Tahir Kemal benim en iyi oynadığım, hatta tek iyi olduğum karakterdi.
Tahılla beslenmiş futbolcular bize mi denk geliyor?
Beşiktaş'ı ne kadar yakından takip ediyorsunuz, tebdil-i kıyafet maça gider misiniz?
Çok ender olarak maça giderim. Beş yılda bir-iki kez mesela. Vaktim uygun düştüğünde televizyonda her maçını izlerim Beşiktaş'ın. Fakat bana mı öyle geliyor bilmiyorum, bizim takımın ezeli bir şapşallığı var. Acaba seyircisinin sahaya çok yakın ruhta olması mı bilmiyorum. Ben geçenlerde Fenerbahçeli arkadaşlarımın isteğiyle ilk kez maça gittim. Fener maçına. Seyirci Çamlıca Tepesi'nden bağırıyor gibi. Uzaktan geliyor her şey. Galatasaray da öyle. Fakat Beşiktaş seyircisi bağrı yanıklar ordusu, adamların sesi futbolcuların ayaklarına kadar gidiyor. O mu şapşallaştırıyor futbolcuları bilmiyorum. Hep tahılla beslenmiş futbolcular mı bize denk geliyor anlamadım. Golü çakıyorlar sonra "Hadi abi bir de siz atın ya!" diye bekliyorlar. Biz çocukken zayıf takımlara gol attırır, sonra da çıkaramazdık gollleri. Tam züğürt mahalle takımları gibi. Bu ezelden beri böyledir. Bak gittikçe sinirli bir taraftar olarak gözükmeye başladım... Hadi bir de akıl verelim, orta sahada Fabian deli gibi çalışıyor ama 70'te bitiyor. O kadar yalnız ki.
Sinema-futbol ilişkisini nasıl görüyorsunuz, var mı bağlantı noktaları? Son olarak Kusturica, Maradonalı bir film yapmıştı, sizce nasıl bir futbol filmi ilginç olabilir?
Özellikle "tür" (genre) filmleri kahramanlar üzerine kuruludur. Bütün bol seyircili filmlerin dramatik yapısı güçlüdür. Ya da öyle olmak zorundadır. Aslında spor filmleri zafere giden engebeli ve zor yollarla örülmüştür. Sonunda sporcu ölür ya da kalır. Ama her halükarda zafer kazanıp ölür değil mi? Bu nedenle olay örgüsünün gelişimine uygundur spor filmleri. Kusturica yapıyla çok ilgilenmez. Sanırım Docu-Drama gibi bir şey olacaktır. İyi bir yönetmen Kusturica. Filmi merak ediyorum.
Televizyonlarda birçok futbol programı var. Oralarda da oyunculuk gösterileriyle karşılaşıyor musunuz?
Spor programı ender olarak izlerim. Maraton denk gelirse bakıyorum. Bence program açılışlarında Toroğlu biraz daha zor durumda bırakmalı Büyüka'yı. Reytingleri artar. Aslında açıkçası ikisinin de fikirleri cazip değil. Tek başına çok özellikleri yok, ama drama açısından baktığımızda karşıtlıkları çok ve her dakika biri zor durumda kalıp yumuşatmak zorunda kalıyor. Tam patavatsız Karagöz ve idare-i maslahatçı Hacivat. Bazı yorumcularsa sahiden asap bozucu. Kafalar boyundan sağa-sola sallanıyor bazısında. N'aaaber ifadesi yüzünde. Adamın konusu futbol, bir de gazetede yazıyor üstelik. Yabancı futbolcuların adlarını söyleyemiyor. Babacım senin başka işin yok ki. Spor yazarısın. Milyonların karşışına çıkıp "O şey var ya Berezilyalı şey, ık pık!" Başkası söyleyiverecek sanıyorsun, öbürü de "Abi o Berezilyalı değil. Şeyli yaaa! Hay allah Portekizli!.. Neydi hocam? Jaba mıydı? Yok hocam Yaba!" Pişkin bir cehalet değil mi bu muhabbet?
Oyunculuğu "Elinizde keman kutusuyla dolaşmak" diye tanımlıyorsunuz. Bir anlamda futbolculuk da öyle mi?
Bu sözü galiba yönetmenlikle oyunculuğu karşılaştırdığımda söylemiştim. Evet, futbolculuk da öyledir. Ama yönetmenlik sırtında senfoni orkestrası taşımak gibi. İster film yönet ister takım. Öyledir.
Bir röportajınızda aktörlükten koptuğunuz günlerle ilgili, "Aktör olarak istediklerimi yapamıyordum, ama nasıl yapılacağını biliyordum" diyorsunuz. Bu bir anlamda teknik direktörlüğü hatırlattı bizlere. Siz böyle bir benzerlik kuruyor musunuz zaman zaman yönetmenlerle teknik direktörler arasında?
Çok benzerlikler vardır. Biz de kamp yaparız. Ön hazırlık bizim için de çok önemlidir. Program, strateji üzerinedir işimiz. Motivasyon, bizde de çok önemlidir. Bir film ya da oyun boyunca her şey yolundaysa, birkaç kez gol sevincine benzer sahneler attırırsınız. Tabii ki yenilgi-beraberlik-galibiyet üçgeni de başka benzer anlamlarda çalışır bizde de. Sahneye çıkacak oyuncuların heyecanı tıpatıp sahaya çıkma heyecanı gibidir. Bizde de tünelden çıkarken oyunun nasıl gideceği anlaşılır. Seyirci faktörü neredeyse aynı derecede önemlidir. Sporcular ve oyuncular aslında benzer morallerle yaşarlar. Eğer seyirci zayıfsa, reaksiyon düşükse, sahneden inen oyuncu 5 yemiş futbolcu gibidir. Bir dahaki büyük alkışa kadar toparlanamaz.
Benzerlik, teknik direktörün futbolcuyla ilişkisi ile yönetmenin oyuncuyla ilişkisi arasında da devam ediyor. Bu anlamda Kenan İmirzalıoğlu'nun Deliyürek'ten bugün geldiği noktaya bakınca insan şaşırıyor. Siz kâh karşılıklı oynayarak kâh yöneterek, sanki onun içindeki oyunculuk yeteneğini bulmasına yardımcı oldunuz. Örneğin en son Kabadayı'daki Devran rolünde onu izlerken, bir zamanlar arsada top oynayan yeteneklice bir çocuğun elinden tutan, ona topun nasıl oynanacağını öğreten mahalle teknik direktörünün gururunu duydunuz mu?
Alacakaranlık dizisinde bize yakışıklı bir jön gerekiyordu, beraber çalıştığım arkadaşlar onu önerdi. Tanıştıktan sonra adamın içinde azmaya müsait durgun bir göl olduğunu gördük. Suyu bulandırdık o kadar. Yetenekli olduğunu sonradan fark ettim. Dolayısıyla ben keşfetmedim. Tabii üzerine gittik, kazandık. Her ne kadar Kenan her yerde bana olan saygısını ve minnetini dile getirse de -eyvallah ama- onun kendi başına başardığı bir iş bu oyunculuk. Hiç kimseye sezgi öğretemezsiniz. O öğrenmeye aç ve bilgiye çok saygılı.
Beğendiğiniz teknik direktörleri ve yönetmenleri de öğrensek?
Sir Alexander Ferguson'a çok sempati duyuyorum. Mesleğine âşık ve kendi kendine bir adam. Rafael Benitez de ona benzer ve çok dinamik zekâda biri. Arsene Wenger de teknik adamlığın çok ciddi ve derinlikli bir iş olduğunu hatırlatıyor. Film yönetmenleriyse değişik stillerden örnekler vereyim. Tarkovski ve Bergman... Coppola ve Scorsese... Zhang Yimou ve Chan Wook-Park. Bu konuda en az yirmi adamım var çok beğendiğim...
Delişmen bir gençliğiniz olduğunu sıklıkla belirtiyorsunuz. Hatta dedenizin size "Mevsimsiz hareketler yapma" dediğinden bahsediyorsunuz. Futbol o "mevsimsiz hareketlerin" neresindeydi, şimdi neresinde?
Topa yatkın bir adamdım, ama büyük yetenek değildim. Sakin ve teknik oynardım. Delişmen bir futbolcu hiç olmadım. Martta denize girerdim, Marmara Adası'nda tek başıma dağlara çıkardım, deli gibi dolanırdım. Dedem böyle durumlarda mevsimi hatırlatırdı. Tam deniz kıyısı adamıydım. Suya bakardım saatlerce. Yalnızlığı çok severdim. Yalnız başıma dünya turuna çıkacak kadar hevesliyim bir başınalığa. Tam finiş yaparken tekrar aynı turu atacak kadar da delişmenim, doğru.
Yıldırım Türker malûm kaleminden her şeyi damlatan bir yazar; kimine kan, kimine bal. Sizinle ilgili çok güzel yazılar yazdı. Ne hissettiniz okurken?
Yıldırım Türker değerli bir edebiyat adamı. Öyle bir yazarın beğenisini ya da yergisini ifade edişi de çok sesli oluyor. Birkaç kişi bana oyunculuğu hatırlattı. Gömdüğüm yeteneği mezardan çıkardı. Bunlardan biri de Yıldırım Türker'dir. O yazıyı yazdığında sadece merhabamız vardı ayrıca. Neredeyse oturup iki lâf etmişliğimiz yoktu.
Futbol artık mertlerin oyunu değil
Futbol dünyasının sevmediğiniz yanları var mı?
Başkanların hırslı ve kindar yüzleri, sözleri çok itici. Futbol camiasının kullandığı mafioza jargon ve bitirim hallerinden nefret ediyorum. Futbol dünyası bizim çocukluğumuzda çok temizdi. Şimdi kirli. Hem politik açıdan hem de ekonomik açıdan kirlettiler. O nedenle futboldan soğudum. Beşiktaş'ı da mahalle çocuğu olduğum için seyrediyorum. Ama ateşli taraftar olmayı bırakmışım. Bence olan kandırılmış seyirciye oluyor. Ben futbolda da derin bir federasyon yapılanması olduğuna inanıyorum. Mertlerin oyunu değil artık futbol.
Futbol bu çılgın dünyada nereye doğru gidiyor sizce?
Irkçılık ilkelliktir. İnsan hâlâ çağdaşlaşamamıştır bence. Din savaşlarını aşamadı daha. Özellikle futbolu savaş malzemesi gibi kullanıyorlar. Oradan hareketle etnik kavgalar bile çıkıyor. Maçlar marşlarla değil bahar şarkılarıyla başlamalı. Orada sporcular bir karşılaşma yapacaklar ve biz bundan haz duyacağız. Salyalı küfürlerin yeri değil yeşil sahalar. Ancak gelecek zamanların aydınlanacağı inancındayım. İnsan özgürleştikçe çiçek verir.
Son olarak futbolcu kardeşlerinize bir nasihatte veya temennide bulunur musunuz?
Yaşlandıkça nasihat adamı olmaktan çekiniyorum. Dikkat çekmek ve temennide bulunmak daha güzel. Özellikle Türk futbolcular mesleklerinin ne kadar kısa olduğunun farkında değiller. Adamın en verimli zamanı, gidip heder ediyor kendini. Futbolu bırakınca mutlu olmak istiyorsan genç yaşta fedakârlık gerekiyor. Kaldı ki profesyonel bir iş yapıyorsun, bir şey feda da edilmiyor. 35 yaş o kadar genç bir yaş ki. Hayat oradan sonra başlasa ne olur?
Bu arada Platini futbolu bıraktıktan sonra psikolojik sorunlar yaşıyor ve psikoloğa gidiyor. (Bu fıkra değil gerçek. Kendi anlatmış.) Psikolog buna diyor ki, "Kendini fazla önemseme, alt tarafı bütün hayatın boyunca hiçbir özelliği olmayan sıradan bir meşin yuvarlağa güzel tekmeler attın." Bir durup kendine geliyor ve "O zaman dert edecek bir şey olmadığını anladım," diyor Platini, "Hayatın tadını çıkarıyorum..."

Kocaelispor 1-3 Beşiktaş

Turkcell Süper Lig 27. hafta açılış maçında Beşiktaş, deplasmanda Kocaelispor'u 3-1 yendi. Karşılaşmada Kocaelispor'un golü Agbetu'dan (Dk. 2 ) gelirken, Beşiktaş'ın gollerini Zapotocny (Dk.75), Bobo (Dk. 85) ve Yusuf (Dk.89) kaydetti.
Maçtan Dakikalar
2. dakikada Taner'in topuk pasıyla cezaalanı yayı üzerinde topla buluşan Agbetu'nun çektiği sert şutta, meşin yuvarlak kaleci Rüştü'nün sağından filelerle buluştu: 1-0. 6. dakikada sakatlanarak oyundan çıkan Taner'in yerine Serdar girdi. 17. dakikada Agbetu'nun sağdan yerden pasında ceza alanında kaleci Rüştü ile karşı karşıya kalan Serdar'ın vuruşunda, top kale direğinin üstünden auta gitti. 19. dakikada Tello'nun soldan kullandığı köşe atışında, ceza alanında Kocaelispor savunma oyuncularından seken topu önünde bulan Sivok'un vuruşunda, meşin yuvarlak kalenin üstünden auta çıktı. Karşılaşmanın ilk yarısını Kocaelispor 1-0 önde kapadı. 52. dakikada Kocaelispor savunma oyuncularından seken topu ceza alanı içi sol çaprazında önünde bulan Tello'nun şutunda, meşin yuvarlak kalenin yanından auta çıktı. 54. dakikada Serdar'ın sağdan ortasında, ceza alanında Murat'ın yatarak kafa vuruşunda, top kale direğinin üstünden auta çıktı. 65. dakikada Ekrem'in sağdan ortasında, ceza alanındaki Bobo'nun kafa vuruşunda, kaleci Serdar Kulbilge topu kornere çeldi. 66. dakikada ceza alanına yapılan ortada Sivok'un kafa vuruşunda, kaleci Serdar Kulbilge, köşeye giden topu uzanarak kornere çelmeyi başardı. 74. dakikada soldan ceza alanına giren İbrahim'in pasında top Sadikov'un eline çarpınca hakem Bülent Yıldırım penaltı noktasını gösterdi. Zapotocny'nin 75. dakikada kullandığı penaltı atışında, top kaleci Serdar Kulbilge'nin sağından filelere gitti: 1-1. 84. dakikada Ernst'in ceza alanı çizgisi üzerinden kaleyi karşıdan gören bir noktadan çektiği sert şutta, kaleci Serdar Kulbilge topu kontrol etti. 85. dakika Holosko'nun kafayla indirdiği topla ceza yayı üzerinde sırtı kaleye dönük vaziyette buluşan Bobo'nun güzel bir vücut hareketiyle rakibinden sıyrılıp çektiği sert şutta, meşin yuvarlak filelerle buluştu: 1-2. 89. dakika sağdan ceza alanına giren Holosko'nun yerden pasında, Yusuf plase bir vuruşunda topu ağlara gönderdi: 1-3. Karşılaşma, Beşiktaş'ın 3-1'lik galibiyetiyle sona erdi.
Stat: İzmit İsmetpaşa Hakemler: Bülent Yıldırım, Erdinç Sezertam, Hüseyin Fidan Kocaelispor: Serdar Kulbilge, Sadigov, Levent, Cesar, Adem (Dk. 74 Ross), Hasan, Nsumbu, Taner (Dk. 6 Serdar), Murat (Dk. 82 Hamza), Agbetu, Muhammet Beşiktaş: Rüştü, Cisse (Dk. 46 Holosko), Sivok, Erkan (Dk. 46 Uğur), Bobo, Tello (Dk. 78 Delgado), Ekrem, İbrahim Üzülmez, Zapotocny, Ernst, Yusuf Goller : Dk. 2 Agbetu (Kocaelispor), Dk. 75 Zapotocny, Dk. 85 Bobo, Dk. 89 Yusuf (Beşiktaş)Sarı kartlar: Dk. 42 Cesar, Dk. 74 Serdar Kulbilge (Kocaelispor), Dk. 55 Yusuf (Beşiktaş)Kaynak: Anadolu Ajansı
ÖNEMLİ UYARI: Maç kadroları, oyuncu değişiklikleri, goller, sarı ve kırmızı kartlar, hakem raporuna bağlı olarak verilmediğinden bu bölümde yer alan bilgiler resmi ve TFF'yi bağlayıcı bir özellik taşımaz. Hakem raporuna dayanan resmi kayıtlar daha sonra Bilgi Bankası'ndaki maç detaylarında yer alacaktır.

Sunday, March 29, 2009

Kemal Onar: "Futbolcuya emekli ikramiyesi"

Futbolculuk dünyanın en popüler ve en fazla para kazanılan mesleklerinden bir tanesi olarak görünüyor. Profesyonelliğin başladığı günlerden bugüne oyuncu ücretleri fersah fersah yol kat etti. Dünyanın pek çok ülkesinde profesyonel oyuncular çok kısa süreler içinde servet sahibi olabiliyor. Üstelik günümüzde futbolcu profilleri de değişiyor. Geçmişin kazandığı parayı har vurup harman savuran hovarda futbolcularının yerini şimdi bir ticaret adamı gibi düşünen ve parasını akıllı yatırımlara yönlendiren oyuncuları aldı. Futbol oynadığı dönemde kral hayatı yaşayıp da sonrasında sürünen oyunculara artık pek rastlanmıyor. Bugünün oyuncuları en pahalı arabalara biniyor, en lüks semtlerin en klas konutlarında oturuyor ve futbolu bıraktıktan sonraki hayatlarını da yaptıkları akıllı yatırımların getirisiyle sürdürebiliyor. Ancak bu tablo madalyonun sadece bir yüzü. Çünkü sadece üst liglerde top koşturan oyuncuların hayatını yansıtıyor. Bir de daha alt kategorideki liglerde sadece ekmek parasını kurtarma çalışan o kadar çok oyuncu var ki… Kazandıkları sadece günlük ihtiyaçlarına yetiyor. Bırakın geleceklerine yatırım yapmayı, yaşadıkları dönemi bile zor idare edebiliyor birçok oyuncu. İşin en kötü tarafı da mesleğin sürdürülebilirlik döneminin çok kısa oluşu. 20 yaşından itibaren eli para görmeye başlayan bir oyuncu, hele de ülkemizde taş çatlasa 35 yaşına kadar futboldan kazanç elde edebiliyor. Peki ya sonrası? Futbolcunun hiçbir sosyal güvencesi yok… Hiçbir sosyal güvenlik kurumu 35 yaşındaki futbolcuyu emekli etmeye yanaşmıyor.

Evet, tablo böyle ama artık futbolcular için başka bir umut kapısı var; Türkiye Futbol Federasyonu Sosyal Yardım ve Dayanışma Vakfı. 1999'da kurulan ve faaliyetlerini sessiz sedasız sürdüren TFF Vakfı, 2011'den itibaren ilk "futbol emeklilerine" ödeme yapacak. Vakfı, kuruluş amaçlarını, gelirlerini, toplanan paranın nasıl değerlendirildiğini ve dağıtımın nasıl yapılacağını TFF Vakfı'nın Başkanvekili Kemal Onar'la konuştuk.

Kemal Onar, futbol camiasının ve özellikle çok yakından tanıdığı bir isim. Türkiye'nin önemli bankacılarından biri. Galatasaray kulübünde 57 yıl boyunca lokal müdürlüğünden başlayıp sicil kurulu üyeliği, veznedarlık, muhasebecilik, yönetim kurulu üyeliği, ikinci başkanlık, genel sekreterlik görevlerinde bulunmuş ve başkanlık hariç her işi yapmış önemli bir futbol ve iktisat adamı. Hiç kimseye taviz vermeyen, prensip sahibi yapısı nedeniyle seveni de çok olmuş sevmeyeni de. Kemal Onar bugün 83 yaşında ancak hâlâ gençlik yıllarındaki heyecanıyla çalışmaya ve üretmeye devam ediyor. Geçtiğimiz aylarda yayınlanan dev Galatasaray Tarihi kitabında büyük emeği var. "Spor Kulüpleri İçin Tekdüzen Muhasebe ve Vergi Uygulamaları" isimli kitabı bütün kulüpler için önemli bir yol gösterici niteliğini taşıyor. Bebek'teki evinin bir odasını kitaplar, belgeler ve çalışma notları ile doldurup bilgisayarının başında mesaisini sürdüren Kemal Onar'a ilk sorumuz, vakıf kurma düşüncesinin nasıl doğduğu oldu.


Futbolcular için bir şeyler yapsak



Kemal Bey, bizi 1999 yılına götürdü: "Futbolun yeniden yapılanması için bir komisyon kurulmuştu. Ben de bu komisyonun başkanıydım. Bu çalışmaları tamamladıktan sonra dönemin Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy geldi ve 'Eski futbolcular için de bir şeyler yapsak' dedi. Huzurevi kuralım, hastane yapalım gibi düşünceleri vardı. Ben de 'Olur' dedim ve bir vakıf kurulmasını önerdim. Ardından Avukat Şekip Mosturoğlu ile birlikte vakfın tüzüğü hazırlamaya başladık. Fakat o sırada Federasyon avukatlarından üç tanesi bu fikre karşı çıktı. 'Federasyon Vakıf kuramaz' dediler. Halbuki vakıflar, dernekler gibi değil. Önce mahkemeden, sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü'nden geçiyor. Demek ki kurulabiliyormuş. Tabii vakfı kurmak yetmez, Federasyonla organik bağı da olması gerekiyor. İlgili kurumunuzla organik bir bağınız olmazsa bu tür vakıflarda sonuç alamazsınız. Örneğin Trafik Vakfı. Bu vakıfta polisler çalışıyor ve dolayısıyla gelir elde edilebiliyor. Biz de vakfı kurduktan sonra, Profesyonel Futbol Yönetmeliği'nde bir değişiklik yaptık. Bu değişikliğe göre her tescil döneminde futbolculardan vakıf için bir pay kesecektik. Federasyondan karar çıktı ama yönetim kurulunda muhalefet edenler oldu. Her yıl 1. Lig oyuncusundan 1000, 2. Lig oyuncusundan 500, 3. Lig oyuncusundan 200 dolar kesilecekti. Haluk Ulusoy da bunu onaylamıştı. Ancak karşı çıkanlar olunca bu rakamlarda indirime gidildi ve 500, 200, 100 dolar şeklinde kabul edildi. Bugün Vakfın 41 milyon lira parası var. Eğer bu indirim yapılmasaydı 120 milyon lirası olacaktı. Büyük para büyük para çeker çünkü."


Huzurevi olmaz


İkinci merakımız, vakfın kuruluş aşamasında neyin amaçlandığı. Mesela yaşlı ve bakıma muhtaç futbolcular için bir huzurevi kurulacak mı?

Kemal Onar'ın bu soruya cevabı şöyle oldu:

"Bakın, Türkiye'de bu tip vakıflar kurulduğunda hemen huzurevi lâfı edilir. Huzurevi bu işler içinde en bedeli ödenemez olanıdır. Ben eski İş Bankalıyım ve 8 sene İş Bankası Emekli Derneği Genel Başkanlığı yaptım. O dönemde bankanın yöneticileriyle bu konuyu incelemiştik. Huzurevi binasını yapmak iş değil. Yaparsınız, hem de en modernini yaparsınız. Ama sonra onun işletmesi var. Bir taraftan koyduğunuz kurala karşı çıkanlar gelir, bir taraftan hatır-gönül işlemeye başlar. Bir taraftan bir kişinin sağlık ve bakım ihtiyaçlarını karşılamak söylendiği kadar kolay bir iş değil. Hele Türkiye'deki hatır ve kartvizit meseleleri işlediği sürece bu iş olmaz. Elbette bu konuda kararı yine TFF Yönetim Kurulu verecek."


Para bir kez ödenecek


Profesyonel futbolculardan toplanan paraların nasıl değerlendirildiği ve nasıl dağıtılacağı konusuna da Kemal Bey şöyle bir açıklama getiriyor:

"Bu konu elbette yönetim kurulunda konuşulup karara bağlanacak. Ancak benim fikrim toplanan paranın belli bir ödeme planı dâhilinde dağıtılması. Bugüne kadar futbolculardan toplanan para 11 milyon lira. Vakfın bugün sahip olduğu para ise 41 milyon lira. Burada keyif olarak ben bilirimcilik yapmadan paranın idaresini İş Bankası Fon Yönetimi'ne verdik. Onlarla bir anlaşma yaptık. Senede 180 bin lira para ödüyoruz onlara. Ama onlar bu işin uzmanı. Sadece yüzde 10 risk üstlendik. Şirketlerin hisse senetlerini alarak bazen yüzde 50 de kazanabilirsiniz ama başkasının parasını riske sokamayız. Fon yönetimi tahvile para yatırır, dolar alır; dolar satar ve parayı bu yolla değerlendirir. Paranın dağıtılmasına gelince; 'Bu kadar paramız var, şu kadarını ödeyelim' diyemezsiniz. Bu da bir hesap meselesi. Sadece gelen paranın getirisinin içinden harcamanız lâzım ki, ana paranız işlemeye devam etsin. Bizde SGK'daki gibi bir emeklilik söz konusu değil. 10 yılını dolduran futbolcuya bir kereye mahsus bir toplu ödeme yapılacak. Tabii bunlar benim kişisel fikirlerim. Bunlar yönetim kurulunda tartışılacak. Maaş ödeyebilmek mümkün değil. 35 yaşında emekli olan bir oyuncuya 70-80 yaşına kadar maaş ödeyemezsiniz."


Tek gelir kaynağı futbolculardan yapılan kesinti


Acaba Vakfın gelir kalemleri neler? Mesela TFF tarafından Vakfa aktarılmış sabit kira gelirleri var mı? Kemal Onar böyle bir gelirin olmadığını şu cümlelerle anlatıyor:

"Bakın vakfın kurulduğu yıl Sayın Haluk Ulusoy'a 'Federasyon da biraz para yatırsın' demiştim. İlk yıl 100, ikinci sene de 50 milyar lira yatırdılar. Sonra Federasyonla ilgili tahkikatlar başlayınca, Federasyonun vakfa para yatırmasının kabul edilemez olduğunu söylediler ve bu parayı faiziyle birlikte aldılar. Oysa kanuna aykırı bir şey yoktu. Sonuçta bu tip vakıfların gündelik giderleri adını taşıdığı kurumlar tarafından karşılanır. Bugüne kadar Federasyonun da şahısların da vakfa bir katkısı olmadı. Tek geliri futbolculardan yapılan kesintilerdir.


10 yılı sermaye birikimi için bekledik


Hesapların nasıl kayıt altında tutulduğu ve oyunculara ödeme yapmak için neden 10 yıl beklendiği konularına da Kemal Onur şu açıklamayı getiriyor:

"Her bir oyuncunun sisteme girdiği günden itibaren bütün nüfus bilgileri, ödediği primler, bugüne kadar hangi sezon hangi ligde yer aldığı hep kayıtlı. Oyuncu, Vakıf için ödediği paranın makbuzunu göstermeden bölgelerden tescil alamaz. Bu kural Profesyonel Futbol Yönetmeliği'nde yazıyor. Tabii bu parayı futbolcular değil, kulüpler ödüyor. Parayı dağıtmak için zaman zaman baskı gördük ama dağıtmadık. Çünkü ortada bir sermaye olmalı. Ana para ne kadar yüksek olursa getirisi de o kadar yüksek olur. Sigortacılık da böyledir."


İlk emekliler 2011'de


Vakıf ilk ödemesini ne zaman yapacak ve miktarlar ne kadar olacak konusunda Kemal Onar'ın açıklamaları şöyle:

"Vakfın yükümlülükleri 2011 yılında başlayacak. Paranın dağıtımıyla ilgili olarak 1 yıl içinde yönetmelik yapmamız gerekiyor. Benim fikrim, paranın bir kerede ödenmesi. Daha önce de söylediğim gibi, bu ödeme faizin içindeki miktarı aşmayacak ve anapara mutlaka korunacak. Oyuncu 10 yılı doldurduğu halde futbol oynamaya devam ediyorsa, istediği takdirde sistemin içinde kalabilir. Eğer devam ederse yatırdığı meblağ artacağı için kazancı da o oranda yükselir. Hiç kimseye '10 yılın doldu, al paranı' demeyeceğiz. Futbolcu isterse devam edebilecek."

Peki, bir Süper Lig oyuncusu 10 yılını doldurduğunda Vakıf'tan ne kadar para alabilecek?

Kemal Onar, bu konuda kesinleşmiş bir rakam olmadığını ve konunun da yine yönetim kurulunun hazırlayacağı yönetmelikle belirleneceğini söylüyor ve "10 yıl boyunca ödeme yapan bir Süper Lig oyuncusundan 5 bin dolar kesinti yapılmıştır. Alacağı para en az 15 bin dolar olur. Bu da 22.5 bin lira eder. Ama dediğim gibi bunlar hep matematik işi. Ödenecek para 4-5 katına da çıkabilir. Yeter ki, anapara korunsun ve ödemeler faiz miktarının içinden yapılsın."

Futbolun sevimli bücürü: Murat Ceylan

Gaziantepli bir ailenin, 7 kızın ardından gelen tek erkek çocuğu. Kendi tabiriyle "kazandibi." Türk Telekomspor ve Gaziantep Büyükşehir Belediyespor'un ardından Gaziantepspor'a geçti ve henüz 15 yaşını bitirdiğinde Nurullah Sağlam tarafından Süper Lig'de oynatıldı. Gaziantepspor'un altyapısına geldiğinde boyunun kısa olması nedeniyle "Senin burada ne işin var?" diye karşılansa da hırsı, mücadele gücü ve bitmeyen enerjisiyle kısa sürede ligimizin gelecek vaat eden ön liberoları arasına girmeyi başardı. Saha içinde agresif olsa da röportaj sırasında direkt "sempatik çocuk" izlenimi bırakıyor. Bu çocukluğunu da halen lunaparkta çarpışan arabalara binerek yaşıyor.


Röportaj: Mazlum Uluç


Türk futbolunun gelecek vaat eden oyuncularından birisin ve biz seni biraz daha yakından tanımak istiyoruz.


1988 Gaziantep doğumluyum. 8 kardeşiz ve ben hem ailenin en küçüğü hem de tek erkek çocuğuyum. 7 ablam var, ben kazandibiyim. İlkokulu bitirdikten sonra meslek lisesine başladım. Tekstil bölümünde okuyordum. Ancak okuldan çok futbola ağırlık veriyordum. Türk Telekomspor'un altyapısında başlamıştım, oradan Büyükşehir Belediyespor'a, ardından da Gaziantepspor'a geçtim. Ağırlığı futbola versem de liseyi bitirdim. Bu sene üniversite sınavlarına gireceğim. 2004 yılında Nurullah Hocam son iki maçta beni A takım kadrosuna aldı. O sırada 15 yaşımı yeni bitirmiştim. A. Sebatspor ve Malatyaspor maçlarının son bölümlerinde oynama şansı buldum. Ama Nurullah Hocam gidip Hadzibegiç geldiğinde kiralık olarak gönderildim.


Bu noktada biraz duralım. Ailen futbol oynamanı nasıl karşılamıştı?


Ailem önceliği okula vermemi istiyordu. Futbolcu olamazsam ortada kalmamdan endişe ediyorlardı. Bense onlara "Benim içimde futbolcu olmak var. Mutlaka olacağım" diyordum. Ne iş ne okul, aklımda sadece futbol vardı.


Babamı antrenörlerim ikna etti


Peki, futbolcu olman konusunda aileni nasıl ikna ettin?


Büyükşehir Belediyespor'da oynarken babam bir gün "Hadi hocalarının yanına gidelim" dedi. Dünden razıydım zaten. Ben dışarıda kaldım, babam Mehmet Ali ve Mehmet Aslan hocalarıma "Bu çocuk futbolcu olabilir mi, yoksa okula mı gönderelim?" diye sormuş. Dışarı çıktıktan sonra bana "Tamam oğlum, sen futbolunu oynamaya devam et, okuluna da git" dedi.


Futbolcu olma isteğinin arkasındaki düşünce neydi?


Okul ortamını sevmekle birlikte içimde hep futbolcu olmak vardı. Küçükken sürekli televizyonda futbol maçlarını izlerdim. Annem-babam bu yüzden bana kızardı, çünkü onlar başka şeyler izlemek isterlerdi. Altyapıya yazıldığım günden itibaren futbolcu olacağıma inanmıştım. Hatta şöyle bir hatıram var; teyzemin oğluyla okula giderken Kamil Ocak Stadı'nın önünden geçerdik. Bir gün stadın önünde durup, "İbrahim, bir gün bu stada çıkıp oynayacağım" dedim. "Hadi git oradan, nasıl oynayacaksın?" karşılığını verdi. Askere gitti, döndüğünde beni o statta oynarken görünce çok şaşırdı. Hırs gerçekten çok önemli. Eğer hırsınız varsa yapamayacağınız bir şey yok. O hırs her gün bir adım ileri gitmenizi sağlıyor çünkü.


Futbola seninle birlikte başlayan birçok çocuk yarı yolda kaldı. Seni onlardan ayıran en önemli özelliğin neydi?


Futbolda şansın çok önemli olduğuna inanıyorum. Belediyespor'un altyapısından beni Gaziantepspor'un PAF takımına isteyen Faik Demir Hocamdı. Gaziantepspor'a geldiğimde herkes benimle dalga geçti. Çünkü oyuncuların hepsi uzun boylu, iriyarıydı. Ben hem yaş hem de fizik olarak küçüktüm. Herkes bana "Burada nasıl oynayacaksın?" diyordu. Ben de "Ne yapalım, hoca istedi, geldim" cevabını veriyordum. İlk dört hafta geçtikten sonra bir Ankaragücü maçı öncesi Faik Hocam "Okan'ın yeleğini al" dedi. Ben sağ bek oynuyorum, Okan ön libero. Yeleği aldım, "Şimdi ne yapacağım hocam?" diye sordum. "Ön libero oynayacaksın" cevabını verdi. Hem o günkü antrenmanda hem de Ankaragücü maçında çok iyi oynadım. Dolayısıyla bugünkü konuma gelmemde Faik Hocanın hakkını en öne koymam gerekir.


Tamam, Faik Hocan sana şans vermiş ama sonuçta senin de bazı özelliklerin olmalı değil mi? Mesela biraz önce hırsından söz etmiştin.


Evet, hırsım var, mücadele etmeyi çok seviyorum. Fizik açıdan ufak-tefek görünsem de güçlü bir oyuncuyum. Beslenmeme çok dikkat ederim ve kendime iyi bakarım. Antrenmanlardan sonra mutlaka dinlenirim. İkili mücadeleye girmeden önce kendimi diri tutmaya dikkat ederim.


Bir futbolcu için Gaziantep gibi müthiş mutfak kültürüne sahip bir şehirde yaşamak kolay olmasa gerek. Kilona dikkat etmek zorundasın ama bir yandan da karşında kebaplar ve baklavalar duruyor. Sen nasıl idare ediyorsun bu durumu?


Gerçekten de zor. Antep çok güzel bir şehir. Küçüktür ama sıcacıktır. Eşiniz, dostunuzla mükemmel vakit geçirirsiniz. Yemek açısından ise "Ben yemem" diyen adamı bile sofradan kolay kolay kaldırmaz. Ben de kebabımı, tatlımı yerim, zaten isteseniz de uzak kalamazsınız. Ama formunuzu korumak için sonra ona göre çalışmanız gerekir.


Her oyuncunun başlangıçta özendiği futbolcular vardır. Senin de benzemek istediğin birileri var mıydı?


Küçük yaşta Emre Belözoğlu'na çok özenirdim. 16 yaşındayken Galatasaray formasını giyiyordu. Avrupa kupalarında mükemmel oynuyordu. Ona karşı müthiş bir sempatim vardı. Şimdi de beni ona benzetiyorlar ve bu benzetmeden mutluluk duyuyorum.


Futbolcu, oynayarak tecrübe kazanır


Gaziantepspor'da A takıma yükseldikten sonra GASKİ Spor'a kiralık gönderildin. Bu gidişler bazı oyuncuları olumsuz etkiliyor. Kiralık gönderilmek sende nasıl bir etki bırakmıştı?


Başlangıçta da söz etmiştim, Nurullah Hocam beni oynatıp takımdan ayrıldıktan sonra göreve gelen Hadzibegiç, "Kendini geliştirmen lâzım" dedi ve kiralık gitmemi istedi. Ben de olumlu karşıladım. O sırada henüz 16 yaşındaydım. Oynamadan tecrübe kazanamayacağımı biliyordum. GASKİ Spor'a gittim. PAF takımdaki hocam Faik Demir, GASKİ'nin başına geçmişti. O sezon 3. Lig'de şampiyon olduk. Bir sezon da 2. Lig'de oynadım ve Mesut Bakkal'ın gelişinden sonra yeniden Gaziantepspor'a döndüm. Bana "Herkes senden söz ediyor, o nedenle geri çağırdım" dedim. Ben de "Bir bakın, oynayabilirsem oynatırsınız, olmazsa yine kiralık gidebilirim" cevabını verdim. Çünkü kiralık gitmek benim için sorun değildi. Ne kadar fazla oynarsam benim için o kadar iyi olduğunu biliyordum. Mesut Hocamın da hakkını ödeyemem. Yine 4 hafta geçtikten sonra bu kez Sivasspor maçında oynadım ve sonra devamı da geldi.


Sana katkı yapan antrenörlerden söz edebilir misin?


Altyapıda Mehmet Aslan Hocam, "Futbolstar" isimli yarışmaya katılmam için beni teşvik etti. Henüz 12-13 yaşındaydım. İstanbul'a gittim ve o yarışmaya katılıp 1.5 ay kaldım. Kente döndüğümde "Gaziantepspor seni istiyor" dediler. Mehmet Hocamın uzak görüşlülüğü sayesinde transferim gerçekleşti. PAF takımda Faik Hocamın hakkını ne yapsam ödeyemem. Hem antrenör hem de ağabey olarak bana çok yardımcı oldu. 8 senedir tanışıyoruz ve her gün telefonla konuşuruz. Sonra beni 15 yaşında A takıma alan Nurullah Hocam ve A takımda sürekliliğimi sağlayan Mesut Hocam var.


Ön libero bugünün futbolunda kilit mevkilerden biri. Sence iyi bir ön libero hangi özelliklere sahip olmalı?


Ön libero oynamak hiç kolay değil. Sahanın her yerinde olmak zorundasınız. Defans yaparken de hücum ederken de pozisyonun içinde olmanız gerekiyor. Bunun için de çok kuvvetli olmanız ve çok koşmanız gerekiyor. Oyun sezginiz de önemli tabii. Ama birinci koşul çok koşmanız.


Bugünün ön liberosundan tüm bunların yanında topu da iyi kullanması isteniyor. En iyi örnek de Pirlo sanırım.


Ama Pirlo çok ciddi bir istisna. Mesela Gattuso da çok beğenilen bir ön libero ama tekniği Pirlo ile kıyaslanamaz. Ben de çok koşuyorum ama benim de tekniğim çok yüksek değil. (Gülüyor)


Hangi ön liberoları beğeniyorsun?


Fenerbahçe'de Selçuk ağabeyi çok beğeniyorum. Hem çok koşuyor hem de tekniği çok yüksek ve rakip defansın arkasına mükemmel toplar atıyor.


Uzun pas eksiğimi kapatıyorum


Kendinde eksik gördüğün yönler var mı? Kendini geliştirmek için ekstra çalışmalar yapar mısın?


Nurullah Hocam takımın başına son gelişinde bana "Senin uzun top kullanma konusunda eksiğin var" demişti. Ben de bunun üzerine her antrenmandan sonra uzun top kullanma çalışması yapmaya başladım. Antrenman sahamızda bir duvar var. Her gün 1 saat o duvarın karşısında uzun pas antrenmanı yaptım.


Gaziantepspor ligin keyif veren takımlarından biri. Bunun sebebi de pas yapabilen, teknik kapasitesi yüksek ve aynı zamanda savaşabilen oyunculardan kurulu olması. Galiba oyuncular da bu tip futboldan daha fazla zevk alıyor.


Doğru, top sizde ne kadar kalırsa rakibin gardını o kadar kolay düşürürsünüz. Mesela biz bir Beşiktaş maçı oynadık, Fenerbahçe ile iki kez karşılaştık, Trabzonspor'a karşı kupada çok başarılı bir futbol sergiledik. 3-0 kaybettiğimiz Beşiktaş maçını 10 kişi oynadık ve 433 pas yaptık. Yenilmemiz önemli değildi. Biz oyundan aldığımız zevke bakıyoruz. Zaten hocamız da "Siz iyi oynayın, pas yapın, oyununuzdan keyif alın, böyle oynadıkça başarı da kendiliğinden gelecek" diyor.


Gaziantep şehrinin çocuğu olmak sana sorumluluk açısından artı bir yük getiriyor mu?


Gerçekten de bunun ağır bir sorumluluğu var. En küçük bir problemde "Anteplisin" diyerek sizi öne sürüyorlar. Takımdaki herkes kötü oynasa bile sizin kötü oynamanız göze batıyor ve "Havaya girmiş" gibi eleştiriler yoğunlaşıyor.


Kendi kadronuzu şampiyonluğa oynayan diğer takımlarla kıyaslıyor musun?


Bence çok iyi bir kadroya sahibiz. İsim isim baktığımızda Tabata, Beto, De Souza, Zurita, Mehmet Yozgatlı, Erman ağabey çok kaliteli oyuncular. Hem kadro kalitesi hem de bu kadronun ortaya koyduğu futbol açısından Gaziantepspor'u çok iyi bir noktada görüyorum. Ama bu bütçelerle Anadolu'dan bir şampiyon çıkması kolay değil.


Sahada kimseyi tanımam


Saha içinde hırçın bir oyuncu izlenimi bırakıyorsun. Konuşurken son derece güler yüzlü ve yumuşak başlı bir genç var karşımda ama saha içinde bir şeyler değişiyor galiba.


Sahaya çıktığımda karşımdaki arkadaşım da olsa hiç kimseyi tanımam. Çünkü ben her şeyimi orada kazanıyorum. Sahaya çıktığımda çok hırslı olurum ve yenilgiye tahammül edemem. Bu nedenle bazen hırçınlaşıyorum. Ama karşımdakine zarar verecek bir harekette bulunmam. Benim hırsım ve sertliğim topa.


Genç Milli Takım'da oynadıktan sonra 2 yıl ay-yıldızlı formadan ayrı kaldın. Şimdi yeniden Ümit Milli Takım kadrosundasın. Bu 2 yıllık ayrı kalışın sebebi neydi sence?


Genç Milli Takım'a 2005'te Tolunay Kafkas Hocam tarafından çağrılmıştım. Hatta şimdi bile konuşuyoruz ve bana "Gel burada oyna" diye takılıyor. Ama Tolunay Hocamın ayrılmasından sonra uzun süre bir daha çağrılmadım.


A Milli Takım için aday oyunculardan birisin. Bugünkü A takım kadrosuna baktığında "Ben de bu takımda oynayabilirim" diyor musun?


Hangi oyuncu bunu söylemez ki? A Milli Takım'da oynamanın yolu kulüp takımınızdaki performansınızdan geçiyor. Belli bir düzeyin üzerinde süreklilik yakaladığınız takdirde Milli Takım'ın kapıları size de açılır. Ben de bunun için çabalıyorum.


Futbol geleceğinle ilgili neler hayal ediyorsun?


Herkes büyük takıma, oradan da yurt dışına gitmek ister. Benim amacım olabildiğince erken yurtdışına gidebilmek. Avrupa'nın büyük liglerinden birinde oynamak isterim.


Avrupa'da hangi takımın oynadığı futbolu beğeniyorsun?


Barcelona'yı çok beğeniyorum. Orta sahasında Xavi ve Iniesta çok kaliteli oyuncular. O oyunculara bakınca kısa boylu olmanın futbol için bir dezavantaj olmadığını görüyorsunuz.


Sen boyunun kısa olması nedeniyle bir dezavantaj yaşıyor musun?


Tam tersine avantaj olduğunu düşünüyorum. Oynadığım bölgenin gereği olarak çok koşup, çok mücadele ederken, buna çabukluğumu ve manevra kabiliyetimi de katabiliyorum. Üstelik boyumun kısa olmasına rağmen hava hâkimiyetim de hiç kötü değil. Belki boyum uzun olsaydı bu kadar aşama kaydedemezdim.


Profesyonel olmadan önceki hayatınla şimdiki arasında değişen neler var?


Aslında benim açımdan değişen çok fazla bir şey yok. Maddi anlamda kazancım arttı tabii. Oturduğum ev değişti. Bir otomobilim oldu. Audi A3'üm var. Bu kadar. Ama arkadaşlarımla ilişkilerimde değişen hiçbir şey yok. Onlarla buluşup okey veya kâğıt oynamayı sürdürüyorum. Birlikte gezip dolaşırız.


Saha dışında nasıl bir insan olduğunu düşünüyorsun?


Saha içinde benim gıcık birisi olduğumu düşündüklerinden eminim. Ama saha dışında bambaşka bir insanım. Çok gülerim, hem arkadaşlarımla hem ağabeylerimle çok iyi geçinirim. İçimde fesatlık yoktur. Bu açıdan kendimden memnun olduğumu söyleyebilirim.


Futbolun dışındaki bir günün nasıl geçiyor?


Antrenmandan sonra önce evime gider dinlenirim. Sonra arkadaşlarımla buluşup onlarla vakit geçirmekten hoşlanırım. Bir kafede oturur ya da gidip çarpışan arabalara bineriz. Çocukluğumu yaşamayı sürdürüyorum yani. Bunların dışında araba kullanmayı çok seviyorum. Bir yerde en fazla 1 saat oturur, sonra arabama atlar, yine arkadaşlarımla gezerim.

Thursday, March 26, 2009

Egemen Korkmaz : "Topu kesmek yetmiyor"

Trabzonspor'a sezon başında transfer olsa da bordo-mavili formayı 40 yıldır taşıyormuş gibi oynuyor. Hırsı, özverisi ve gözü karalığı ile tribünlerin sevgilisi oldu. Maç sonrası sevinçlerinde de tribünle arasındaki özel bağ net bir şekilde hissediliyor. Savunma oyuncularının sorumluğunun arttığını ve artık bir defans oyuncusundan topu oyuna sokabilme becerisi, pozisyon alma yeteneği ve hatta hücumda etkinlik gibi görevlerin beklendiğini anlatıyor.

Geçmişte Balıkesirspor, Kartalspor ve Bursaspor'da forma giydin. Bu takımlarda yaşadığın deneyimle Trabzonspor'u karşılaştırdığın zaman ne görüyorsun?

Şüphesiz bir fark var. Turkcell Süper Lig seviyesinde daha önce uzun süre sadece Bursaspor'da oynamıştım. O kulüpte 6.5 sezonluk bir hizmetim oldu. Bursaspor'da her ne kadar üst sıralara oynama hedefinde olsak da beklentiler değişikti. Bir sezon Avrupa kupalarına katılma hedefi konuyor, iki sezon kötü bir gidiş yaşanıyor, daha sonra üstlerde yer alabilmek esas hedef haline geliyordu. Hep değişen beklentiler vardı. Trabzonspor'da ise devamlı bir şampiyonluk beklentisi içerisindesiniz. Kulüp ve şehir de bu hedefe dönük potansiyele sahip. Fakat bu sezon şampiyonluk konusu Trabzon'a ilk geldiğim dönemde yoğun biçimde telaffuz edilmiyordu. Öncelikle Avrupa kupalarına katılma hedefi vardı, daha sonra şampiyonluk için "Neden olmasın?" diye düşünülüyordu. Ama şimdi gidişat çok güzel ve şampiyonluk hedefine doğru yürür durumdayız.

Geçmişte futbolcularla yaptığımız birçok söyleşide, kariyerleri boyunca esas bölgelerinden farklı mevkilerde oynadıklarının hikâyesini dinlemiştik. Senin bize anlatacağın böyle bir öykün var mı?

Anlatacağım çok da sıra dışı sayılmaz. Zaman zaman geri dörtlünün sol tarafında oynadım. Özellikle, Bursaspor'un Süper Lig'den düşmesinin ardından uzun bir süre sol bek olarak görev aldım. Onun dışında hep savunmanın göbeğinde, stoper olarak oynadım.

Sivasspor ve Trabzonspor ligin zirvesini kontrol eder durumdalar ve bu özelliklerini uzun süredir devam ettiriyorlar. Sezon başında böyle bir tablonun ortaya çıkabileceğini tahmin eder miydin? Bu gidişatın sürebileceğine inanıyor musun?

Henüz bunun için konuşmanın erken olacağını düşünüyorum. Sezon başında aklımızdan hep bunlar geçti. İnsan ister istemez düşünüyor. Sezon ilerledikçe sergilediğimiz performansa bakınca daha bir umutlanıyoruz. Bazen iyi, bazen kötü oynadığımız zamanlar olsa da neticeye ulaşabiliyoruz. Bu da bizi mutlu sona yakın tutuyor.

Trabzonspor taraftarlarını nasıl buluyorsun?

Seyircinin bu sezon takıma verdiği destek çok güzel. Yaptıkları tezahüratların bizim için ateşleyici bir etkisi oluyor. Hüseyin Avni Aker Stadyumu'nda yaratılan atmosfer sayesinde daha bir şevkle mücadele ediyoruz.

Şehirde kulübe gösterilen ilginin bir benzerini daha önce görmüş müydün?

Trabzon'da bulunmaktan son derece mutluyum. Şehirde nereye giderseniz gidin Trabzonspor'un konuşulması bence çok güzel bir şey. Markete alışveriş yapmaya gidiyorum, kulüple ilgili konuşulduğunu duyuyorum. Alışveriş merkezine, meydana gidiyorum; konu yine Trabzonspor. Burada insanlar tamamıyla Trabzonspor'la yatıp kalkıyor diyebilirim. Bursa'nın büyük bir şehir olması nedeniyle futbol takımının başarısı tabii ki önemsenen bir konuydu ama Trabzon'daki gibi hayatın böylesine içinde değildi.

Turkcell Süper Lig'in kalitesini nasıl buluyorsun? Sence ligin en büyük problemi ya da eksikliği nedir?

Avrupa'daki bazı köklü liglerin kalitesine ulaşmak şimdilik zor görünse de Turkcell Süper Lig'in kalitesi şu anda birçok Avrupa liginin üstünde. Ligin kalitesinde gözle görülür bir artış olduğunu düşünüyorum. Buna kanıt olarak da şampiyonluğu elde eden takımların bunu açık puan farkıyla yapamaması ve büyük takımların Anadolu takımları karşısında rahatlıkla puan kaybeder hale gelmesini gösterebilirim. Her sezon şampiyonluk için mücadele eden takımların sayısında artış gözleniyor. Şampiyonluğu gerçekçi bir hedef olarak görmeye başlayan Anadolu takımları var artık. Eksik veya problem konusuna gelirsek, mutlaka vardır birkaç eksik ama benim gözümle şu an için tespit edebildiğim bir şey yok.

İdeal savunma oyuncusunun hangi özelliklere sahip olması gerekir?

Eskiden savunma oyuncularından daha farklı beklentiler vardı. Sözgelimi futbolcuların sadece kesici özelliklerinin kıstas alınması gibi. Artık topu oyuna sokabilme becerileri, pozisyon alma yeteneği gibi konular da belirleyici hale geldi. Hatta hücuma katkıda bulunmaları bile beklenir oldu.

Trabzonspor savunmasında Song'la çok iyi bir uyumunuz var. Bu da sonuca yansıyor. Onunla defanstaki partnerliğin için neler söyleyebilirsin?

Kamerun Milli Takımı'nda kaptanlığa yükselmiş, Avrupa'nın önde gelen kulüplerinde forma giymiş, kariyeri belli, gerçekten çok tecrübeli bir futbolcu. Onunla oynamak bizim için bir şans. Özellikle de benim için. Ama ben de uzun süredir Türkiye'de üst düzey futbol oynuyorum. Ligi ve futbolcularını çok iyi biliyorum. Bu da ayrı bir avantaj sağlıyor. Böylelikle birbirimizi tamamlamış oluyoruz.

Defanstaki uyumunuzdan şüphemiz yok ancak ileri uçta bazı sıkıntıların yaşandığı göze çarpıyor. Defans oyuncusu olarak forvetteki durum nasıl gözüküyor?

Ben bu görüşe pek katılmıyorum. Takımımızın genel bir oyun standardı var ve biz bunu yakalamış durumdayız. Bize en kötü denilen maçta bile çok iyi mücadele ediyoruz. Defansımızdaki başarıyı da sadece savunma oyuncularının eseri olarak görmemek lazım. Biz takım olarak iyi müdafaa yapıyoruz. Örneğin, savunmamız daha santrfor bölgesinde başlıyor. Hücum yaptığımızda da yine hep beraber iyi bir atak yapma çabasında oluyoruz.

Trabzonspor'un Ankaragücü'nü Umut Bulut'un bitime iki dakika kala attığı golle mağlup ettiği maçın ardından sahada tek başına kaldın. Tek bir hareketinle bütün stadyuma hep bir ağızdan tezahürat yaptırdın. Bu Avni Aker'de çok da sık görülen bir durum değildi. Seyirciler, tek bir ağızdan şarkılar söyledi ve coştu. Böyle bir şeyi önceden planlamış mıydın?

Hayır, önceden planlanmamıştı. Tribünler beni çağırdı ve ben aslında çağrıldığımı fark edemedim. Arkadaşlarımın uyarısıyla oraya yöneldim ve her şey kendiliğinden gelişti. Bursaspor'dayken de bu tür şeyler oluyordu. Bu tür durumlarda kendinizi özel hissediyorsunuz.

Galibiyetlerden sonra sahada kolbastı oynamanız güzel bir adet haline geldi. Takımdaki yabancı oyuncular ülkelerinin yayınlarına verdikleri röportajlarda bile bu danstan bahseder hale geldi. Normalde ağırbaşlı kişiliğinle tanıdığımız seni "dans pist"inde görmek bizleri şaşırttı. Sen de dansın büyüsüne kendini kaptırdın sanırım.

Ben eşimle de evde bu dansı televizyondan izliyorum. Bazen internetten bakıyorum. Göze hoş gelen bir oyun. Müziğin ritmi de öyle. Ama ben dans konusunda kendimi çok yetenekli görmüyorum.

Geçtiğimiz Eylül ayında eşin bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Evlat sahibi olan bir futbolcu olmak nasıl bir duygu?

Çocuğum yokken 15-20 günlük kamplar olur, takım arkadaşlarımızla birlikte sohbet ederdik. Etrafta çocuklarının resimleri, bakar bakar dururlardı. "Yahu bu kadar mı özlüyorsunuz?" diye sorardım. Onlar da "Sen de baba olunca anlarsın" diyorlardı. Şimdi onları anlıyorum. Gerçekten yaşanmadan anlaşılmayacak bir duygu bu.


Hamit Altıntop: "Bayern'de oynamam Milli Takım'a yarıyor"

Milli Takımımızın Avrupa Şampiyonası elemelerinde ve finallerinde gösterdiği performansta onun payı bir başkaydı. Dönüm noktalarında çok kritik asistler yaptı, çok kritik goller attı. Ancak o tüm bunların geçmişte kaldığını, bugünü yaşayıp yarına baktığını söyleyecek kadar tevazu sahibi. Sakatlığını bile ruhunu dinlendirmek ve hızla akıp giden hayatı daha iyi algılamak için fırsat gördüğünü anlatıyor. Bayern'den ayrılmayı hiç düşünmediğini, böylesine büyük bir kulüpte öğrendikleriyle Milli Takım'a daha fazla katkı sağladığını belirtiyor.

Röportaj: Türker Tozar

Her daim Türkiye'deki takımların transfer gündemindesin. Peki, senin gündeminde yakın gelecekte Türkiye'de oynamak gibi bir plan var mı?

Şu an gündemimde transfer değil sadece bugünü yaşamak var. Çünkü Bayern Münih'le 2010 yılına kadar mukavelem bulunuyor. Çok iyi bir ortamda futbol oynadığıma inanıyorum. Bayern Münih'te öğrendiklerimi, orada yakaladığım havayı Türk Milli Takımı'na da yansıtıyorum. Bir anlamda orada öğrendikleri Milli Takım'da uyguluyorum. Özellikle Avrupa Şampiyonası elemeleri ve finalleri sırasındaki performansım bunun için iyi bir örnekti. Bu nedenle şu an gündemimde başka bir takıma transfer olmak gibi bir düşünce yok.

Bosman kuralları gereği kulüpler sözleşmesi bitecek oyuncularıyla uzun vadeli mukaveleler yapmak istiyor. Bayern Münih cephesinden sana böyle bir sözleşme uzatma teklifi geldi mi?

Böyle bir konuşma olmadı. Sonuçta sözleşmeler tek taraflı değildir. Bu noktada iki tarafın da görüşleri önemli. Ben sadece kendi düşüncelerime adapteyim. Bir konu varsa, her zaman kulağım açıktır, dinlerim. Ama önemli olan bu dönemde futbolcunun performansını göstermesidir. Benim düşüncem Bayern Münih'le devam etmek yönünde.

Bayern Münih Almanya'da sadece Bayernlilerin sevdiği, diğerlerinin ise sevmemenin ötesinde duygular beslediği bir takım. Bu da Bayern'in bir yerde, diğerlerinin başka bir yerde durduğunu ve kulübün büyüklüğünü gösteriyor. Bayern Münih oyuncusu olmak sana neler kattı, kariyerinde neleri değiştirdi?

Bayern Münih gerçekten son 15-20 yıldır çok büyük bir aşama yaptı ve diğer takımların da örnek aldığı bir kulüp haline geldi. Sadece saha içi başarılarıyla değil, hem ekonomik gücü hem de medyatik tarafıyla imrenilen bir konumda. Bayern Münih futbolcusu olmama gelince, bunun bana büyük faydaları oldu. Sadece internet sitesini ele alırsak, beş dilde yayın yapan bir site ve yılda 55 milyon kişi o siteyi tıklıyor. İnsanlar o siteyi tıkladığında "Hamit iyileşti, Hamit sakatlandı, Hamit gol attı" gibi benimle ilgili haberleri de görüyor. Bayern Münih'te ve üstüne bir de Milli Takım'da oynayan bir oyuncu olarak gündemden hiç düşmüyorsunuz. Milli Takım'daki performansımızla ilgili haberler de sitede yer alıyor çünkü.

Bayern'in antrenman maçları lig maçlarından daha ağır

Prestiji bir yana, oyununu geliştirme anlamında Bayern'in sana ne gibi katkıları oldu?

Hedefleri büyük olduğu için bir futbolcunun bonservisine yüksek bedeller ödeyebiliyorlar. Geçtiğimiz sezon transfere 100 milyon dolar harcadılar. Dolayısıyla çok kaliteli oyunculardan oluşan bir kadronun içinde yer alıyorsunuz. Biraz havalı gibi olacak ama bazı antrenman maçlarımız bile lig maçlarından daha ağır ve yorucu geçiyor. Böyle bir kadronun içinde yer alabilmek ve oynayabilmek için her gün üst düzeyde bir performans göstermeniz gerekiyor.

Takım arkadaşın Ribery ile hiç Galatasaray sohbeti yapıyor musun?

İlk geldiğinde bir ara o konu açılmıştı. Ribery Galatasaray'la ilgili hep olumlu şeylerden bahsetti. Bazen "Nasılsın, ne yapıyorsun?" gibi Türkçe kelimeler de kullanıyor. Galatasaray'da oynamış olmasını da kişisel gelişimi açısından büyük bir adım olarak görüyor.

Galatasaray Ribery'yi kaybetmekle neler kaybetti?

Futbolcular gelir gider, bu çok önemli değil. Ribery veya bir başkası… Ama benim düşüncem, kadrodaki futbolcuların hepsine aynı muamele yapılmalı. İnsan insandır çünkü. Kaliteli sporcu olabilir ama önemli olan bir sistem kurmak ve bu sisteme herkesin ayak uydurması. Tabii yıldızlar camiasında bu tip oyuncuların bazı avantajları olacak. Çünkü bu özellikleri yıllar boyu çalışarak kazanmışlar. Ama bugün Ribery'dir, yarın başka bir futbolcu olur. Önemli olan adam gibi çalışmaktır.

Ribery nasıl bir insan, nasıl bir oyuncu?

Ribery ile çok yakınız. İşini çok iyi yapıyor ve devamlılığı var. İnsanın böyle bir devamlılığı ve inancı varsa, saha içinde de fantastik bir futbol oynuyorsa bu saha dışına da olumlu yansıyor.

Lig de Milli Takım'ın seviyesine yükselmeli

Türk Milli Takımı'nın dünya futbolunda artık önemli bir yeri var. Ancak Türk futbolcular Milli Takım'la paralel bir popülerliğe sahip değil. İspanyol, Fransız, Hollandalı, Çek, Brezilyalı, Arjantinli çok sayıda oyuncu kendi liglerinin dışında önemli takımlarda oynuyor ama Türk oyuncular için aynı şey söz konusu değil. Sence bunun sebepleri neler?

Unutmamak gerekir ki biz yeni yeni bazı şeyleri kavrıyor ve uygulamaya çalışıyoruz. Türk futbolu 10-15 yıl önce Avrupa futbolunun 20-30 yıl gerisindeydi. Şimdi o yılları kapatmaya çalışıyoruz. Gençlerimize örnek olmaya çalışıyoruz. Böyle devam edersek, Avrupa Şampiyonaları ve Dünya Kupalarında bu performansı sergilersek, gelecek 5-10 yılda genç oyuncularımız bugünkünden çok daha fazla sayıda Avrupa takımlarında boy gösterebilecek. Ama dediğim gibi hâlâ bazı eksiklerimiz var. Sadece Milli Takım'la elde edilen başarılar yeterli değil. Çünkü sadece Milli Takım maçları değil, lig maçları da izleniyor. Dilerim o platformda da kendimizi geliştirir ve kısa zamanda mesafe alırız.

Beşiktaş'ın transfer ettiği Fabian Ernst yakından tanıdığın bir oyuncu. Hem karakteri hem de oyunculuğu hakkında neler söyleyebilirsin?

Bence Ernst iyi bir transfer. Devamlılığı olan bir futbolcu. Çok basit oynayan ve hem saha içinde hem de saha dışında zeki bir oyuncu. Göbekte çok iyi işler yapacağına inanıyorum. Futbolseverler bunu gelecek aylarda da yakından görebilecek.

Art arda iki maç yapacağımız İspanya, ayağa paslarla çabuk oynayan ve kaliteli oyunculara sahip çok güçlü bir rakip. Böyle bir rakip karşısında Milli Takımımız neler yapmalı sence?

Öncelikle kendi yeteneklerimize ve kendi oyunumuza konsantre olmamız gerekiyor. Bunu başarırsak, hocamızın vereceği taktikle İspanyolların açıklarını yakalayabiliriz. Evet, gerçekten de iyi futbol oynuyorlar ama bizimle karşı karşıya geldiklerinde çok zor anlar yaşayabilirler. Biz Avrupa Şampiyonası'nda kolektif oyunumuz ve inancımızla başarılı olduk. Madrid'de olsun, İstanbul'da olsun o havayı yakalayabildiğimiz takdirde her şeyi yapabiliriz. Ben bu maçlara pozitif bakıyorum.

İspanya karşısında avantaj ve dezavantajlarımız nedir?

Umarım arkadaşlarımızın hepsi hazır olur. Sakatlık problemi çekmeyiz inşallah. Kadromuz İspanya kadar kaliteli ve tecrübeli olmasa da bu açığı çok çalışarak ve isteyerek kapatabiliriz.

Milli Takımımız küçük takımlara karşı zaman zaman zorlanıyor. Mesela Estonya beraberliği gibi. Konsantrasyon eksikliği mi yaşıyoruz bu tip rakipler karşısında?

Avrupa Şampiyonası'ndan sonra aynı kadroyla eleme maçlarına çıkabilseydik daha farklı olabilirdi. Ama yeni arkadaşlar geliyor ve onların uyum sağlaması, hocayı anlaması ve çevreye ayak uydurması biraz zaman alıyor. Yine de çok fazla bir şey kaybettiğimize inanmıyorum. Avrupa Şampiyonası'ndaki havayı yeniden yakalayabileceğimizden eminim.

Almanya'da Türk Milli Takımı'na bakış nasıl? Almanlar Türk futbolu hakkında neler düşünüyor?

Almanlara karşı ilk yarıda oynadığımız futboldan çok etkilendiler. Zaten maç esnasında rakibimizin ne yapacağını şaşırdığını açıkça hissettik. Ama maalesef ikinci golü atamadık ve üzerine bir de gol yedik. Yaralanmış bir hayvanın et parçasıyla hayata dönmesi gibi bir şey oldu bu.

Milli Takım'daki en başarılı performansın hangisiydi?

Ben sadece bugünü yaşıyorum ve dün ne olduğunu unutmasam bile fazla ilgilenmiyorum. Önemli olan bugün ve yarındır. Evet, geçmişimde çok iyi maçlar da vardı, kötü maçlar da. Ben başından sonuna kadar yaşadıklarımın hepsinin zevkini çıkardım. Bu nedenle bir tek maçtan söz edemeyeceğim.

UEFA seni mevkiinin en iyi üç oyuncundan biri seçti. Bu seçim kariyerin açısından önemli bir adım sayılabilir mi?

Ben böyle düşünmüyorum. Çünkü o da geçmişte kaldı. Ondan sonra bir sakatlık yaşadım ve gündemden uzak kaldım. Sonrasında yeni şeyler yaşandı. Böyle şeyler güzel, hoş ancak çok da önemli olduğuna inanmıyorum.

Sakatlığın da zevkini çıkardım

Sakatlık nedeniyle Milli Takım'dan uzak kalmak seni nasıl etkiledi?

Fazla etkilemedi. Ben futbolu seviyorum ama futbolsuz da bir hayat olduğunu biliyorum. Elbette arkadaşlarımla beraber olmayı isterdim, çünkü dışarıdan seyretmek zor. Ama ben futbolda Avrupa Şampiyonası'ndaki olumlu şeyler bulunduğu gibi ters tarafında olumsuz şeyler olduğunu da biliyorum. Dolayısıyla sakatlık beni hiç etkilemedi. O zamanı farklı bir biçimde kullandım. Ruhumun da bazı şeyleri algılaması gerekiyordu. Bugünü o kadar hızlı yaşıyoruz ki, insan ruhu aynı tempoyu tutamıyor ve algılaması geride kalıyor. Dolayısıyla yeri geldiğinde o algıyı değerlendiremiyor. Onun için sakatlık dönemim de güzeldi. Sakatlığımın da zevkini çıkardım.

Ümit Milli Takım'da forvet arkasında oynuyordun. Şimdi seni daha çok sağ kanatta bazen bek, bazen de orta saha oyuncusu olarak izliyoruz. Hamit'in en iyi performans vereceği bölge neresi? Bu görev değişiklikleri seni nasıl etkiliyor?

Nerede oynadığınız, takımın kadro kuruluşuyla ilgili bir mesele. Yeri geldiğinde oyuncu her mevkide görev yapabilir. Ama ben kendimi orta sahada daha iyi hissediyorum. Bunu hocalarım da biliyor. Bana sorarsanız orta sahanın sağında, ön liberoda veya forvet arkasında oynamak daha avantajlı.

Süper Lig'de oynanan futbolun kalitesini nasıl buluyorsun? Anadolu takımlarının yükselişini nasıl yorumluyorsun?

Sivasspor olsun, Gaziantepspor olsun elde ettikleri başarıyı tebrik etmek lâzım. Ancak önemli olan bu grafiğin inişli-çıkışlı olmak yerine süreklilik kazanması. Bir yandan da gerçekçi olmak gerekiyor. Mesela İstanbul'da Galatasaray-Beşiktaş derbisini izledim ve çok üst düzeyde bir futbol göremedim. Bunu sadece bir örnek olarak söylüyorum. Türkiye'deki en büyük sorun, bütün hataların bir hakem hatasıyla kapatılmak istenmesi. Gerçekçi olmamız ve sadece bugünü değil, yarını da düşünmemiz lâzım.

Türkiye Ligi'nde hangi oyuncuları beğeniyorsun?

Ligde çok kaliteli futbolcular var. Milli Takım'daki arkadaşlarımızın hiçbirinin oyunculuk kalitesi tartışılmaz. Yabancılardan Fabian Ernst'i beğeniyorum. Tello iyi futbolcu. Alex'in başardıkları da tartışılmaz.

Almanya'da Hoffenheim'ın çıkışını nasıl yorumluyorsun? Bu takım nasıl bir projenin ürünü?

Çok akıllı bir hocaları var. Ben Schalke'deyken Ralf Rangnick'le çalışmıştım. Onların çıkışı Alman Ligi için de iyi oldu. Kaliteli bir takım, sistemi olan bir kulüp. Ama sonuna kadar devamlı olabileceklerine inanmıyorum. Başkanları aslında hobi olarak başlamıştı ama sonra iş ciddileşti. İş ve zevk birleşip ortada bir baskı ve beklenti de olmayınca inanılmaz şeyler başarıldı.

Türk gençlerinin, senin dönemindeki gibi Türk Milli Takımı'nı seçmesinin kolay olmadığını görüyoruz. Bunda Alman hükümetinin aldığı kararların da etkisi var. Son örnek Mesut Özil. Gurbetteki Türk gençlerini Türkiye yerine Almanya'yı tercih etmeye iten sebep nedir?

Ben hoşgörülü bir insan olduğuma inanıyorum ama bu konuda o kişileri anlamakta zorluk çekiyorum. Bir insan ya Türk ya Alman'dır. Tabii ki Almanların hakkını yememek lâzım. Onların okullarında eğitim aldık. Ancak bu tercihi yapan oyuncuları anlayamıyorum. Düşünceleri nedir, büyüdükleri ortamlar nasıldır bilemiyorum.

Sen de Almanya'da doğdun ve orada yetiştin ama Türkiye'ye karşı aidiyet duyuyorsun. Onlarsa "Biz Almanya'da doğduk ve oranın kültürüyle büyüdük" gibi bir argümanı öne sürüyor.

Bu argüman onlar için yeterliyse bence kolay bir açıklama olur. Tabii ki bu onların tercihi ve insanların kişisel kararlarına saygı göstermek gerekiyor. İnşallah bu kararlarından pişman olmazlar.

 
eXTReMe Tracker