Saturday, October 27, 2007

İmparator Olmayı Kolay mı Sandın?

Hakkında yazı yazmayı en çok istediğim Türk futbol karakteri hep Fatih Terim olmuştur. Bu büyük tiyatro sahnesinin renksiz, özelliksiz oyuncu çoğunluğunun içinde farklılığını açıkça belli eden “personası” onu net bir şekilde diğerlerinden çok ayrı bir yere taşımıştır. Ve dün itibariyle bu büyük oyuncunun, bu hakkında tartışmalar bitmez karakterin belki de son perdesi inerken bir kez daha yazmaya çalışayım kendisini. Yine de baştan söylemeli en son deneceği; Fatih Terim için istifa seslerinin yükseleceği yer Ali Sami Yen, hadise bir milli maç olmamalıydı. Ve daha acısı, kendi tercihleri olmasaydı bu asla ol(a)mazdı…

Onun yönetiminde şu başarılar kazanıldı, şu sayıda kupa kazanıldı, Uefa kupası bu ülkeye geldi diye sıralamanın ne anlamı var ne de kimseye faydası. Bunları hor gördüğümüzden, unuttuğumuzdan ya da yok saydığımızdan da değil bu üstelik, tam tersine futbol konusunda hastalıklı bir hassasiyeti olan bu ülkenin bu spora teğet geçmiş her ferdinin aklına, yüreğine kazındığından gerek yok malumu ilan etmeye. Belki de hoca bunu anlamak istemedi tekrar bu topraklara döndüğünde, karşısındaki herkes onu sevmese de takdir ediyordu ama onun istediği bunun her fırsatta kendisine hatırlatılmasıydı. Bu olmadıkça kendi hatırlattı, sinirlendi. Kendi hatırlattıkça “böbürlenme padişahım senden büyük Allah var” mekanizması harekete geçti. Anlattıkları doğru olabilirdi ve doğruydu amma velakin zaten biliyorduk. Moda deyişle piyasa bunları fiyatlamıştı. Ve Fatih Terim markasının değeri siyasetçisi, sanatçısı, velhasılı kelam bütün meşhurların yarıştığı markalar liginde en yükseğe çıkmıştı ve en yüksekten sonra gidilecek tek yer aşağısıydı. Kaçınılmaz düşüşün yumuşak bir iniş mi yoksa serbest düşüş mü olacağını belirlemek Terim’in inisiyatifindeydi ama İmparator kendi görkemine yakışır bir perdeden konuşmaya devam ediyordu: Ben ders almam, ders veririm.



Biz millet olarak hep güçlü adamları sevdik. Birer senaryo kahramanı olsalar bile üstelik. “Bak bu toprakları görüyor musun? Altındakiler de üstündekiler de benim” diyen Seymen Ağa üzerine ciddi ciddi yazılar yazılırken belirli bir süre gördüğümüz her sarı-kırmızı şeyin sahibi adama imrenmemek mümkün müydü? Bir dönem Lloyd Daniels’ı, Orhun Ene’yi transfer ederek iddialı bir takım kuran basketbol şubesi paraya sıkışınca Terim yardım ediyor, Sergen bara gittiğinde hesabını ödenmiş buluyor, bir yandan da hocasının gücü hakkında fikir sahibi oluyordu. Takımın artık Türkiye’de yapacak bir şeyi kalmadığında “alınacak çok kupa var bu sene” tezahüratlarına rağmen hoca kendine en çok uyacak şehrin ve ülkenin yolunu tuttuğunda ondan etkilenenin yalnızca bizler olmadığını görecektik. Ne de olsa en çok İtalyanlara benzetirdik kendimizi…



İtalya’ya gittiğinde Fiorentina tribünlerine yumruk şovu öğretmesi üzün sürmedi. Siyah deri eldivenleriyle reklam panolarının üstünden atlayıp seyircileri gezerken bizler de zafer turu atıyorduk. Takım istikrarlı sonuçlar alamasa da göze çok hoş gelen bir futbol oynuyor, Rui Costa gözümüze dünyanın en iyi futbolcusu gibi gelmeye başlıyordu. Derken takımın egosantrik başkanıyla arada bir takım gerginlikler olduğu konuşulmaya başlandı. İlgi odağının kendisinden başkası olmasına dayanamayan Gori, Terim’le yollarını ayırdı. Hayırlı da oldu; Fatih Terim’in yeni kulübü Milan’dı, inanmak zordu ama öyleydi.



O noktadan sonra Fatih Terim fenomenin geldiği noktayı tarif etmek zor; takımdan bahsederken “Nuno ve Rui’yle konuştum, gelmeyi istiyorlar”, “Paolo takımın önemli bir parçası”, “Sheva hücumda en önemli silahımız” gibi cümleleri Türkçe duyuyorduk ve kulaklarımıza inanabiliyorduk. İhsan Topaloğlu, her pazartesi hocayla haftanın analizini yapıyor, Terim bir yandan kılık kıyafeti, bir yandan da hal hareketleri ile her hafta daha da İtalyanlaşıyordu. Basında ya da magazinde Terim’le görüşebilmek, onunla arkadaş gibi olabilmek prestij kaynağıydı ve her hafta onunla röportaj yapma ayrıcalığına sahip Topaloğlu’nda hava bin beş yüzdü. ( Bu arada kendisi şu anda ne yapmaktadır, bilen varsa lütfen beni de aydınlatsın)



Hikayenin daha sonrası kısaca “geçmiş zaman olur ki hayali cihana değer” şeklinde özetlenebilir. Terim standartlarına göre başarısız bir Galatasaray macerası ve içinde bulunduğumuz Milli Takım serüveni. Tarihinin en önemli ilklerini yaşattığı bu takımlara gelmesi ona ne katabilirdi? Nitekim katamadı. Katamadığı gibi İsviçre maçı gibi, Belözoğlu olayı gibi, son gerginlikler gibi olaylar yaşandı ve ilişkiler tamiri son derece zor şekilde zedelendi. Nihayetinde dün en büyük başarılarını yaşadığı statta, kendisi çok net duymadığını söylese de- istifa sesleri yükseldi.



Bana kalırsa bu iki başarısızlıkta da Terim son derece zor durumda olan ve bundan kurtuluşu onda arayan başkanların kurbanı oldu. Egosunun büyüklüğü, içine girdiği duruma –şartları kendisi oluşturmamış olsa da- tek hakim olmasını gerektirdi. Bunun sonucu olarak da yaşanılan başarısızlıkların tek sorumlusu o oldu, o gösterildi. Gelinen noktada dönüşü olmayan bir yola girildi ve bu yolun sonu muhtemelen Terim’in istifası olacak. Daha önemlisi kariyerinin bundan sonraki durumunun ne olacağı. Türkiye ligi ve milli takımın artık bir seçenek olmadığı ortadayken İmparator kendini yeniden ispatlamaya çalışacak. Ve ne yazık ki son deneyim gösterdi ki, başka hiçbir şey olmasa da, yaptığı onca şeyin ardından kendini sorgulanabilir bir noktada bulmak Fatih Terim’in kriptoniti.



Peki bizler nasıl hatırlayacağız bu macerayı? Şüphesiz bir kısmımız zaten sevmediği bu adamın başarısızlığından memnun olacak, önceki başarıları da motivasyonun sihriyle açıklamaya çalışacak. Oysa tarihinde sadece iki Avrupa Şampiyonasına katılmış bir ülkenin turnuvaya katılmama ihtimali karşısında bu derece hayal kırıklığı yaşayacak seviyeye gelmesinde bu adamın katkısı yok mu? Hatırbilmezliğin bu kadarı devrik bir İmparatora bile çok değil mi?

Renny Vega: "Higuita kadar çılgın değilim"


Türkiye'deki ilk Venezüellalı oyuncu. Kariyerinin büyük bölümünü ülkesinde geçirse de Udinese ve Gorica takımlarında Avrupa deneyimi kazandı. Copa America'daki performansıyla vitrine çıkınca Bursaspor tarafından transfer edildi. En dikkat çekici yönü topu bir libero gibi oyuna sokabilmesi. Ancak bir kalecinin gireceği risklerin de ölçüsü olması gerektiğini savunuyor.


Röportaj: Koray Gürtaş


Bursaspor ilk Avrupa deneyimin mi?


Hayır, daha önce 1.5 sezon İtalya'nın Udinese takımında ve sonra da Slovenya'da Gorica'da oynadım. Futbola 6 yaşımda başladım. 17 yaşımdan beri de profesyonel olarak kalecilik yapıyorum. Kariyerimin büyük bir bölümünü Venezüella'da geçirdim. Ülkemde Italchacao, Caracas, Deportivo Tachira ve Aragua'da oynadım. Bursaspor'a gelmeden önce Carabobo'da forma giyiyordum.


Bu yaz düzenlenen Copa America'da yaptığın çıkışla dikkatleri üzerine çektin. Venezüella'nın tarihinde ilk kez çeyrek finale yükselmesinin en önemli nedeni turnuvanın ev sahibi olması mıydı?


Elbette ki ev sahibi olmamız ciddi bir avantajdı. Fakat başarımızı sadece buna bağlamak doğru olmaz. Son zamanlarda iyi işler yapıyorduk. Özellikle kazandığımız Peru maçında çok iyi oynadık. Bolivya ve Uruguay ile de berabere kalarak Venezüella'yı tarihinde ilk kez çeyrek finale taşıdık.


Grupta golsüz berabere kaldığınız Uruguay'a çeyrek finalde 4-1 kaybetmenizi neye bağlıyorsun?


Bana göre bu farkı yenilgi konsantrasyon eksikliğinden kaynaklandı.



Türkiye'den transfer teklifi gelince şaşırdın mı? Ülkemizle ilgili nasıl bir araştırma yaptın?


Türkiye'den teklif gelince iki sezon önce Konyaspor'da oynamış olan arkadaşım Giovanni Ribeiro'dan bilgi aldım. Arkadaşım bana Türkiye'de çok üst düzeyde futbol oynandığını söyledi. Bu ara beklemedeydim çünkü Portekiz'den de teklif almıştım. Topladığım bilgiler doğrultusunda tercihimi Türkiye ve Bursaspor'dan yana kullandım.


Bursaspor'a gelişin neden gecikti?


Çok yorucu bir sezon geçirmiştim. Copa America nedeniyle de hiç dinlenme fırsatı bulamadım. Bu sebeple tatil yapmak istiyordum. Menajerlerime turnuvadan sonra ailemle 10 gün tatil yapmak istediğimi söylemiştim. Onlar ise hemen gelmemi istiyorlardı. Bu arada menajerlerden farklı bilgiler geldiği için transferim kesinleşene kadar tatili kesmedim.


Beraberinde birkaç menajerle gelmen ilginçti. Kendini sağlama almak için mi böyle bir ekip oluşturdun?


Benim kendi menajerim Arjantinli. Onunla uzun zamandır çalışıyorum. Fakat Türkiye'ye gelince beni başka bir menajer karşıladı. Ama inanın böyle bir şeyden benim haberim yoktu. Bir anda birçok kişinin devreye girmesi beni de şaşırtan bir gelişmeydi.


Takıma geç katılmana rağmen daha ilk maçta yıldızın parladı. Bunu nasıl başardın?


Öncelikle beni burada çok iyi karşıladılar. Bu da takıma alışma sürecimi hızlandırdı. Türkiye'ye gelir gelmez ekstra çalışmalar yaptım. Hazırlık maçlarında arkadaşlarımı biraz daha yakından tanıma fırsatı buldum. Sonrasında ise Denizlispor maçına çıktım. Teknik direktörüme bana bu karşılaşmada şans verdiği için yürekten teşekkür ediyorum. Bu sayede taraftara kendimi gösterebildim.


Güney Amerikalı kalecilerin zaman zaman riskli hareketler yaptığını biliyoruz. Senin de böyle alışkanlıkların var mı?


Güney Amerikalı kalecilerin büyük bölümü topla oynamayı sever. Top teknikleri iyi olduğu için bu tarz hareketler yaparlar. Ama Bursaspor taraftarı endişe etmesin Higuita kadar çılgın değilim.


Hücumu başlatmayı seviyorum


Dikkat çeken bir özelliğin de topu oyuna sokmadaki başarın. Bu konuda kendini nasıl geliştirdin?


Bu da yetiştiğimiz coğrafyanın futbol kültürüyle ilgili bir şey. Biz Güney Amerikalı kaleciler topu şişirmeyi sevmeyiz. Kalede olmamıza karşın gerektiğinde hücumu başlatmak isteriz. Ben de bu özelliği taşıyorum. Bu yönümün beğenilmesine çok sevindim.


Denizlispor maçının ardından rakip takımın teknik direktörü Güvenç Kurtar ve kalecisi Souleymanou senden övgüyle söz ettiler.


Güvenç Kurtar ve Hamidou'ya gerçekten çok teşekkür ederim. Henüz ilk maçımın sonrasında Türkiye'ye yeni gelen bir yabancıya böyle moral vermeleri çok güzel bir jestti.


Taner Alpak isminin senin için ayrı bir önemi olmalı. Çünkü seni izledi ve Bursaspor'a alınmanı önerdi.


Kesinlikle öyle. Taner Alpak benim buraya gelmemde en çok katkısı bulun isimlerden biri. Beni Copa America'da oynadığım maçlarda izlemiş ve beğenmiş. Bunun için ona teşekkür borçluyum. Türkiye'ye geldiğim andan itibaren de bana çok yardımcı oldu. Hâlâ kendisiyle her gün konuşuyoruz. Başarılı olduğum maçların ardından beni arayıp tebrik ediyor. Bu da beni çok mutlu ediyor. Çünkü bana olan güvenini boşa çıkarmadım.


Bülent Korkmaz'ı futbol oynadığı dönemde izlemiş miydin?


Hayır, ne yazık ki öyle bir fırsatım olmadı. Ancak çok kariyerli bir oyuncu olduğunu, Galatasaray ve Türk Milli Takımı'yla büyük başarılara imza attığını biliyorum.


Buradaki performansım kariyerim için önemli



Bursaspor'da neleri hedefliyorsun?


Öncelikle Bursaspor'un orta sıralardan daha yukarılara tırmanmasına katkıda bulunmak istiyorum. Bunun için elimden geleni yapacağım. Burada sergileyeceğim performans benim uluslararası futbol piyasasında kendimi kabul ettirmem açısından da çok çok önemli.


Takımdaki diğer kalecileri nasıl buldun?


İki Yavuz da gerçekten başarılı kaleciler. Yavuz Eraydın çok tecrübeli ve harika bir tekniğe sahip. Aramızda iyi bir arkadaşlık var. Fakat antrenmanlarda kendimizi göstermek için kıyasıya bir mücadeleye giriyoruz. Bu tatlı rekabetten kazançlı çıkacak olan elbette ki Bursaspor.


Venezüella'nın kalesini yıllarca Dudamel ve Angelucci korudu. Sen de bu kaleciler gibi uzun süre ülkenin 1 numarası olabilecek misin?


Ben ilk olarak 2001 yılında Milli Takım'a davet edildim. Ama sonrasında beş yıllık kesinti oldu. Bu da açıkçası çıkış yapmamı geciktirdi. Tabii Dudamel ve Angelucci gerçekten iyi kalecilerdi. Onlardan formayı kapmak kolay olmadı. Şu anda ülkemin bir numaralı eldiveniyim. Ben de uzun yıllar Venezüella Milli Takımı'na hizmet etmek istiyorum.


Venezüella deyince aklımıza hemen güzel kızlar, petrol ve Hugo Chavez geliyor. Bunların dışında ülkenin öne çıkan özellikleri var mı?


Size katılıyorum. Venezüella'da gerçekten çok güzel kızlar var. Dünya ve kâinat güzelliği yarışmalarında kazanılan birincilikler bunun en önemli göstergesi. Chavez ve petrol sözcükleri de birbirini çağrıştırıyor. Çünkü Chavez petrol hakkında çok sık konuşuyor.


En büyük tutkum deniz


Futboldan arta kalan zamanlarında neler yapmaktan hoşlanırsın?


En büyük tutkum deniz. Venezüella'da hemen denizin kıyısında bir evim var. Orada ailemle dolaşmaktan büyük keyif alırım. Bursa'nın bazı ilçelerinde deniz olduğun duydum ama henüz gitme şansım olmadı.


Pek çok ünlü golcüye karşı forma giydin. En çekindiğin forvet kim?


Tüm forvetlerden çekinirim. Çünkü futbolda çok dikkatli olmak zorundasınız. Dikkatinizi kaybederseniz çok tanınmayan bir futbolcu dahi sizi mağlup edebilir.


Dünyada en beğendiğin kaleciyi sorsak ne yanıt verirsin?


Türkiye'de uzun yıllar oynayan Oscar Cordoba'ya hayranım. O komple bir kaleci. Hem fiziği hem de tekniği mükemmel.


Son Copa America'da çıkış yapan Venezüella 2010 Dünya Kupası finallerine katılabilir mi?


Bu kolay değil, çünkü Venezüella Güney Amerika grubunda. Burada çok güçle ekipleri ekarte etmek zorundayız. Ülke futbolu yeni yeni gelişiyor. Statlarımız çok yeterli değil. Ama bu olumsuzluklar pes edeceğimiz anlamına gelmiyor. Elimizden geleni yapacağız. Ben de Bursaspor'u ve ülkemi temsilen Dünya Kupası'nda olmayı çok isterim.


Copa America'nın açılışını Hugo Chavez ile Maradona birlikte yapmıştı. Sen de o sırada sahadaydın. Bu ünlü isimlerle tanıştın mı?


Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez ile tanıştım. Kendisini Milli Takım oyuncuları ile ziyaret etmiştik. Maradona ile sadece el sıkıştık. Konuşma fırsatımız olmadı. O tartışmasız dünyanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncusu.

Gökdeniz Karadeniz : "Lafla Avrupalı olunmaz"


Gökdeniz Karadeniz altyapısından yetiştiği Trabzonspor'un formasını 9 sezondur başarıyla giyiyor. Sürati, çabukluğu, zekâsı ve vuruş tekniğiyle Türkiye'nin önemli yıldızlarından biri. Yediği onca tekmeye rağmen sakatlanmadan süren futbol yaşamı, profesyonelliğinin ölçüsünü ortaya koyuyor. Futbolu bir şov olarak görüyor ve bu uğurda kavgalar yaşanmasını, kan dökülmesini anlayamadığını söylüyor. "Avrupalıyız" diyen Türk insanının kulüp yöneticisinden, taraftarından, futbolcusundan ve medyasından başlayarak Avrupalı olmanın gereklerini yerine getirmesini istiyor.

Röportaj: Mazlum Uluç




Futbola ara verdikten sonra yeni dönemde daha farklı bir Gökdeniz görüyoruz sanki. Son 1.5 sezonda futbol hayatının en verimli dönemini yaşıyorsun. Nedir bu değişikliğin altında yatan?


İnsan nasıl görmek isterse öyle görüyor. Bence Gökdeniz'in 6 aylık aradan önce de yaptığı ortada. Belki saha içinde daha olgunlaşmış bir Gökdeniz'den söz edebiliriz ama bence öncesinde de sonrasında da Gökdeniz'in yaptıkları arasında bir fark yok. Bundan sonra yapacakları da aynı olacak.


O zaman daha fazla sorumluluk alan bir Gökdeniz var diyebilir miyiz?


Evet, daha olgunlaşmış, daha fazla sorumluluk alan bir oyuncuyum. Ama aradaki tek farkın olgunluk olduğunu düşünüyorum. Çünkü ondan öncesinde neler yaptığım da belli. İsteyen arşivlere bakabilir.


Belki şöyle söylemem gerekecek. Fatih Tekke'nin ayrılmasının ardından Hüseyin'le birlikte takımın lideri pozisyonundasın artık. O şehrin çocuğu olmanın getirdiği sorumluluk duygusu da doğurabilir bu farkı.


Tabii ki olabilir. Futbolun bizim hayatımızda çok önemli bir payı var. Altı ay oynamayınca futbola çok büyük bir özlem oluyor. Geri döndüğünüzde o özlemle oynuyorsunuz. Bunun yanında tabii ki Trabzonluyum ve Trabzonsporluyum. Bunun da bana yüklediği özel sorumluluklar var ve hiç kimseyi bu konuda mahcup etmek istemiyorum. Hem saha içinde hem de saha dışında "Trabzonspor nasıl zirveye gider?"in hesaplarını yapıyorum. Tüm düşüncem bu konu üzerinde yoğunlaşıyor.


Sevgi de abartılı, eleştiri de


Aslında bu oldukça ağır bir yük. Bazıları da bu yükü kaldıramıyor. Çünkü Trabzon'da özellikle yerli oyunculara karşı tepki daha yoğun oluyor.


Evet, tepki de sevgi de çok aşırı oluyor. Ama bu sadece Trabzon'un değil, ne yazık ki Türkiye'nin bir problemi. Milletçe sevgimizi de çok abartıyoruz, eleştirileri de. Bunun dozunu ayarlamak gerekiyor. Trabzonspor şehir takımı olduğu için kendi çocuklarının üzerine çok fazla yük bindiriyor. Ama ben bu takımda dokuzuncu sezonumu yaşıyorum ve artık alıştım. Benim için çok büyük bir problem değil. Sonuçta büyük hedefleri de olan bir futbolcuyum ve bu sıkıntıları aşmasını biliyorum.


Peki, genç oyuncular için nasıl bir sonuç doğuruyor bu ortam? Trabzon'da herkes teknik direktör çünkü ve bu yanıyla Türkiye'nin genelinden farklı bir şehir söz konusu.


Doğru, 70 yaşındaki bir nine gelip "Şu oyuncu niye değiştirilmedi, şu oyuncu niye oynatılmadı?" diye sorabiliyor. Genç oyuncuların üzerinde tabii ki çok büyük bir baskı oluyor. Çünkü Trabzon, İstanbul gibi büyük bir şehir değil. Oyuncunun gidebileceği çok fazla bir yer de yok. Ama biz genç oyuncularımızla sürekli konuşuyor ve bu baskıdan kurtulmaları için çaba harcıyoruz. Onlara "Bu baskılar olacak, siz kulaklarınızı tıkayın. Futbol ne yazık ki bizim ülkemizde böyle ve siz bu gerçekleri bile bile futbolcu oldunuz. Dolayısıyla göğüs germek zorundasınız. Ama iyi günler yaşadığımızda da Trabzonsporlu futbolcu olmanın keyfini yaşayacaksınız" diyoruz. Bu arada şehirle ilgili şunu da söylemek istiyorum. Trabzon hızla gelişiyor. Özellikle Karadeniz sahil yolunun bitmesinden sonra şehirde ciddi bir ilerleme gözleniyor.


Bazı oyuncular için Trabzon "futbol oynanacak şehir" olarak değerlendiriliyor. Yani her şeyinizle futbol için yaşayabileceğiniz bir şehir olarak da görülebilir.


Trabzon futbol şehri. Sabah futbolla kalkılır, akşam da futbolla yatılır. Ama bunun zararı var şehre. Bu kadar aşırı olmaması gerekiyor. İşte büyük şehirlerin bu artısı var. Farklı sosyal aktiviteler yapabilirsiniz. Futbolcu kafasını futbolun dışındaki şeylerle meşgul edebilir. Ama Trabzon'da bu yok.


Yani futbolcu hayatının her dakikasını futbolla geçirmemeli.


Aynen öyle. Türkiye'de herkesin kafasında Avrupalı olmak var. Ama nasıl olacaksınız? Bana Avrupalı olmanın kriterlerini bir anlatsınlar. Rusya Ligi mi daha kaliteli, Turkcell Süper Lig mi?


Bence bizim ligimiz daha kaliteli.


Peki, Rusya Ligi'nde nasıl maç izleniyor? İnsanlar eşini, çocuğunu, kız arkadaşını alıp maça geliyor, birasını içiyor ama olay çıkmıyor. Bizdeyse futbol adına adam öldürülüyor, sahaya bıçak atılıyor, statlarda kavgalar yaşanıyor, taraftarlar birbirine giriyor. Bunlar yanlış şeyler.


Sence nasıl engellenebilir bu kötülükler?


Futbol kültürüyle.


Oyuncuların da futbol kültürünün oluşturulmasına katkıları olabilir mi?


Herkes futbolculardan ve teknik adamlardan bir şeyler bekliyor. Önce yöneticiler Avrupalı gibi düşünecek. Taraftarımız, insanlarımız Avrupalı gibi düşünecek. Futbolcumuz da Avrupalı gibi düşünecek. Eğer Avrupalıyız diyorsak, Avrupa'ya açılmak istiyorsak, onların önde gelen kulüplerine bir bakacağız. Nasıl yönetiliyorlar, taraftarları, futbolcuları neler yapıyor? Onlar futbolu bir şov olarak görüyor. Stada gelip hafta sonu şovlarını izliyor, tatillerini güzel bir şekilde geçirip evlerine dönüyorlar.


Tugay'la yaptığımız bir röportaja ona Blackburn Başkanı'nın da bizdeki yöneticiler gibi sürekli demeç verip vermediğini sormuştum. "Ben başkanı bir kere gördüm, o da imza töreninde" cevabını vermişti.


Ben de bu sözün üzerine bir şey söylemek istemiyorum. Demek ki bizim de bu noktaya gelmemiz gerekiyor.


Şampiyonluk şansımız yüksek


Senin yüksek performansın bir yana, geçtiğimiz sezon Trabzonspor yine umduğu hedeflere ulaşamadı. Şampiyonluk yarışından çok erken koptu, kupada da Erciyesspor'a elendi. Bu sezon da Avrupa'ya erken veda ettiniz. Bunları neye bağlıyorsun?


Geçtiğimiz sezon yeni bir oluşum yaşandı. 15'e yakın oyuncu transfer edildi. Bu oyuncuların da bir uyum süreci var. Hiç kimse bana "Yeni bir takıma geldim, oynuyorum" demesin. Mutlaka bir uyum sorunu yaşanıyor. İşte biz geçtiğimiz sezon 7-8 haftalık bir uyum sorunu yaşadık. Saha sonuçları kötü olunca da ligden koptuk. Ama bu geçiş dönemini atlattık. Bu sezonun çok farklı olacağını düşünüyorum. Artık oturmuş bir kadromuz var. Geçtiğimiz sezonun kadrosuna 1-2 takviye yaptık sadece. Bu sezon Trabzonspor'un şampiyonluk şansı en azından diğer adaylarınki kadar.


Trabzonspor geçtiğimiz sezon dördüncü olan kadrosuna fazla transfer yapmazken, ligi daha önde bitiren diğer üç takım ciddi takviyelerde bulundu. O zaman bu yarışta bir geri kalma söz konusu olmuyor mu?


Fenerbahçe, İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a yenildi, Gençlerbirliği OFTAŞ Spor'la berabere kaldı. Galatasaray, Vestel Manisaspor'a puan kaybetti. Bu iş transferle olacak bir şey değil. Oyuncular o günkü motivasyonlarıyla, sahaya yansıttıklarıyla maçı kazanır, aldıkları parayla değil.


Yani sen Trabzonspor'un fazla transfer yapmasını bir dezavantaj olarak görmüyorsun.


Tam tersine. Bence oturmuş kadro avantajdır.


Avrupa'dan elenmemiz iyi oldu!


Peki, sezon başında Intertoto Kupası'ndan elenmek nasıl etkiledi sizi?


Bana göre bizim açımızdan daha iyi oldu.


UEFA Kupası'na katılsaydınız kulüp daha fazla para kazanabilirdi. Takımımın hedefleri büyüyebilirdi.


UEFA Kupası'nda hem ülkemizi hem de Trabzon'u temsil etmek tabii ki çok güzel bir şey ama gerçekçi olmak gerekirse UEFA Kupası'na kazanmamız söz konusu değildi. Bu imkânsız bir şey. Hedeflerinizi gerçekçi koyacaksınız. Şimdi bizim rakiplerimiz Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş. Bunların hepsi Avrupa'da inşallah çok başarılı olurlar, yollarına devam ederler ve ligde tökezlerler. (Gülüyor). Camiamızın çok uzun zamandır bir şampiyonluk özlemi var. Biz lig şampiyonu olalım, diğerleri de Şampiyon Ligi'nde, UEFA Kupası'nda final oynasın. Herkes mutlu olsun.


Ama bir dönem Galatasaray UEFA Kupası'nı kazanmıştı. Trabzonspor'un aynı hedefe gitmesi neden imkânsız?


Ben bugünkü aşamadan söz ediyorum. Bugün için UEFA Kupası'nı kazanmamız imkânsız. Bu nedenle gerçekçi bir hedef koyuyorum ve lig şampiyonu olabileceğimizi söylüyorum.


Trabzonspor'un oyun sistemiyle ilgili şöyle bir eleştiri var. Pas yüzdesi düşük bir takımsınız. Oyun kurmak yerine geriden uzun toplarla çıkıyorsunuz ve senin ya da Ceyhun'un, bazen de Yattara'nın kişisel becerisiyle gol buluyorsunuz.


Türkiye'de hangi takım pas yaparak oynuyor ki? Gol iki pasla, üç pasla atılıyor.


Tamam ama büyük takımın topa daha fazla hâkim olması, oyunu istediği gibi yönlendirmesi gerekmez mi?


Biz de pas yapmak istiyoruz ama maçın şartları, o andaki pozisyonlar buna elvermeyebiliyor. Her takımın bir oyun sistemi vardır. Kimisi çok fazla pas yaparak oynar, kimisinin de elinde çabuk forvetleri vardır ve buna göre bir sistem geliştirir.


Ancak pas yapmadığınız zaman topu ayağınızda tutamıyorsunuz ve sürekli rakibi kovalamak zorunda kalıyorsunuz. Mesela Marcelinho'nun geçtiğimiz sezon takımdan ayrılmasını da buna bağlayabilir miyiz? İnsanlar ondan ve senden topu ayağınıza aldığınızda olumlu işler yapmasını bekliyordu ancak takım topu ayağında tutamadığı için siz de sürekli rakibi kovalamak zorunda kalıyordunuz. Dolayısıyla beklentilere cevap vermeniz zorlaşıyordu.


Marcelinho Türkiye açısından önemli bir transferdi. Ama işte burada İstanbul-Trabzon farkı ortaya çıkıyor. Marcelinho'nun futbolculuğunu kimse tartışmıyor ama bir alışma süreci yaşayacaktı. O da buraya alışamadı. Futbol mantalitesi Türkiye'ye uymadı. Tabii ki her futbolcu takımdaki tüm oyuncuların üst düzeyde teknik kapasitesi olmasını, topu alıp vermesini ister ama beşe iki oynamıyoruz ki.


Futbolcu aldığı paranın hakkını vermek zorunda


Demek istediğim şu; takımın hedeflerinden uzak kalması yıldız oyuncularda bir bıkkınlık oluşturuyor mu?


Hayır, bıkkınlık olmuyor. Sonuçta futbolcunun aldığı paranın hakkını vermesi gerekiyor. Oyuncu "Biz şampiyonluk yarışından koptuk, UEFA Kupası'na da gitmiyoruz" gibi şeyler düşünemez. Sahaya çıktığın zaman o maçı kazanmak için elinden gelen her şeyi yapmak zorundasın.


Ceyhun'un gelmesinden sonra sanki biraz daha rahat oynuyorsun. Sen, Umut, Ceyhun ve zaman zaman Yattara bir arada oynadığınızda nasıl hissediyorsun?


Umut, Ceyhun Yattara olsun, alttan gelen genç oyuncularımız Ergin ve Yusuf olsun pas yapabilen kaliteli oyuncular. Ergin ve Yusuf ileride çok daha iyi olacaklar. Tabii ki futbol kaliteli oyuncularla oynandığı zaman çok daha zevkli oluyor.


Yattara ilginç bir futbolcu. Müthiş yetenekli ama aynı zamanda adeta teknik direktörün elinde bir el bombası gibi. Ondaki iniş-çıkışları neye bağlıyorsun?


Bunu aslında ona sormak lâzım. Ama Yattara özelinde değil, genel olarak söylüyorum, eğer bu işten para kazanıyorsanız, ailenizin geçim kaynağı bu işse kendinize bakacaksınız.


Peki, sen profesyonelliği nasıl yaşıyorsun? Bir gününü nasıl geçiriyorsun mesela?


Kulübe gelir antrenmanımı yaparım, sonra da evime giderim. Günümün futbol dışındaki bölümünü kızımla ve ailemle geçiririm. İstatistiklere bakabilirsiniz. 1999-2000 sezonunda futbol oynamaya başladım, 6 aylık sürenin dışında ne bir sakatlığım ne de başka bir problemim var. Geçtiğimiz sezon 34 maçın 34'ünde de oynadım. Önceki sezonlarda da durum farksız. Oynamadığım birkaç maçta da sarı kart cezalısıydım.


Aslında özelliklerin gereği çok tekme yiyen bir oyuncusun ama nazar değmesin sakatlanmıyorsun.


Evet, çok tekme yiyorum. Ama kendine iyi bakarsan kolay kolay sakatlanmazsın. Aile hayatını çok seviyorum ve bildiğiniz Türk aile hayatını yaşıyorum. Antrenmanımı aksatmadan yapıyorum, beslenmeme ve özel hayatıma dikkat ediyorum. Genellikle evimde vakit geçiriyorum. Dışarıya ise eşim ve çocuğumla yemek yemek ya da aile ziyaretinde bulunmak için çıkıyorum.


Senin ilginç bir özelliğin var. Tekme yiyorsun ama başka oyuncuların hırsla isyan edecekleri pozisyonlarda gülümsüyorsun.


Bazen sinirleniyorum ama ne yapacaksın? O da benim yapım herhalde, tepki göstermektense gülüyorum. Aman Allah ağlatmasın da güldürsün. (Gülüyor)


Avrupa'ya gideceğim


Bundan sonraki hedeflerin neler? Sonuna kadar Trabzonspor mu yoksa İstanbul takımları veya Avrupa'da oynamak gibi düşüncelerin var mı?


Bu sezon Avrupa'ya gitmeyi istedim ve yönetimle konuştum ama izin vermediler. Sözleşmem sürdüğü için kaldım. Ama yurt dışında oynama hedefim devam ediyor ve inşallah oynayacağım.


Bu sezonun başında gelen teklifler hangi kulüplerdendi?


İngiltere ve Almanya'dandı ama kulüp adı söylemek istemiyorum.


Senin ülke tercihin hangisi olur?


İngiltere Ligi tabii ki ön planda. Ama Alman Ligi de bu sezon iyi bir çıkış halinde. İspanya Ligi'ni de düşünüyorum. Bakalım, kısmet.


Neden Avrupa'da oynamak istiyorsun?


Yaşım 27 ama 9 sezondur Trabzonspor'da oynuyorum. Artık farklı heyecanlar yaşamak istiyorum. Zaten yurt dışında oynamak her futbolcunun hayalidir. Tabii sadece oynamak değil, kalıcı olmak istiyorum. Emre, Nihat, Alpay, Tugay ağabey gibi… Şimdi Ümit Özat ve Tuncay gitti. Tuncay'ın da orada kalacağına inanıyorum.


Avrupa'da oynama isteğinin altında biraz da oradaki kulüp-futbolcu, taraftar-futbolcu ya da medya-futbolcu ilişkilerinin daha düzgün yaşanması mı yatıyor?


Bir nebze ama benim kararımda bunların etkisi yok. Ben orada oynamak istiyorum. İstemek önemli bir şey. Kimi oyuncular gidip geleyim diye düşünür ama ben gitmek ve gerçekten uzun süre orada oynamak amacındayım.


Şu gitmek ve çabuk dönmek meselesi önemli. Sen kalıcı olabileceğine inanıyor musun?


Gittiğim zaman sonuna kadar zorlamak istiyorum. Tabii yaşanmamış bir olayın üzerine konuşmak zor. Ama imzaladığım sözleşme sona erinceye kadar orada kalmak isterim.


Birçok oyuncu büyük takımda oynama hayalleri kurar. Ama mesela Tuncay Middlesbrough'ya gitti. Senin kafanda nasıl bir takım düşüncesi var?


İngiltere'de zaten küçük takım diye bir şey yok. Statlara girdiğiniz zaman her takımın kendi seyircisi var ve bütün statlar doluyor. Almanya'da kulüpler arasında "büyük-küçük" farkı var ama statların doluluğu açısından bakıldığında orada da çok olumlu bir tablo görülüyor.


Fatih Tekke'nin yaptığı gibi Rusya'ya gider misin mesela?


Hayır, oraya gitmek istemiyorum. Geçen sezon teklif geldi ama hiç düşünmeden reddettim.


Taraftar davranışlarına gelirsek, bizde taraftarlar hem tribünleri doldurmuyor hem de gelenler problem çıkarıyor. Bazen kazanılmış bir maçın kaybedilmesine bile yol açabiliyor.


Türkiye'de herkes Avrupa'yı örnek alıyor. "Biz de Avrupalıyız" diyoruz. Ama bunun için Avrupalı olmanın gereklerini yerine getirmemiz gerekiyor. Futbolcusu, yöneticisi, taraftarı, medyasıyla hep birlikte yapmamız gerekiyor. Ama "Biz Türkiye'yiz, böyleyiz" dersek, aynen böyle devam ederiz.


Trabzonspor'un altyapısı bir dönem oldukça verimliydi. Hami, Lemi, Soner, iki Hamdi v.s. PAF takımının neredeyse tamamı A takıma yükselmişti. Sonrasında ne oldu?


10 senede bir jenerasyon gelir. O jenerasyonun sonrasında da Fatih, Hüseyin, Gökdeniz, Hasan geldi. Şimdi biz gideceğiz ve yeni bir jenerasyon gelecek.


Arada bir-kaç oyuncunun gelme ihtimali yok mu?


Keşke gelse. Gelmesini çok istiyoruz çünkü Trabzon'un yapısını Trabzonlu çocuklar daha iyi biliyor.


Futbolun dışında ailenle vakit geçirdiğini söyledin, başka uğraşların da var mı?


Olmaz mı? Trabzon'da olup da dağa çıkmayıp, mangal yapmayıp, denize gitmeyip, balık yemeyip de yaşanır mı? Bunları yapıyorum tabii. Bu arada bol bol kitap okurum. Özellikle Dan Brown'ın kitaplarını severim. Kamplarda zamanımız çok olduğu için bol bol film izlerim.


Söylemek istediğin başka bir şey var mı?


Birbirimizi sevelim, sevgisiz hiçbir şey olmaz. Bizde sevgisizlik problemi var. Nereye gitseniz bir olayla karşılaşıyorsunuz. Savaş olsa hep beraber omuz omuza gideriz. Ama onun dışında birlikteliğe yokuz. İş futbola gelince birliktelik, sevgi falan kalmıyor. Halbuki futbol sadece bir şovdur. Ona başka anlamlar yüklememek gerekir.
 
eXTReMe Tracker