Thursday, January 08, 2009

Rıza Çalımbay: "Futbol rakip sahada oynanır"

Futbol oynadığı dönemin "atom karınca"sı, teknik adamlık kariyerini de aynı çalışkanlık ve üretkenlikle sürdürüyor. Denizlispor'a Avrupa kupalarında üç tur atlatarak dikkatleri üzerine çekmişti, şimdi de ligin yeni takımı Eskişehirspor'u efsane günlerine döndürebilmek için kolları sıvadı. Galatasaray, Fenerbahçe ve Denizlispor maçlarında takımına öyle futbol oynatıp öyle sonuçlar aldı ki, bir anda ilginin odak noktasına yerleşti. Eskişehirspor'la önümüzdeki sezon şampiyonluk kovalayacağını söyleyen, bu sezon Trabzonspor'un açık ara şampiyon olacağını iddia eden, Türk futbolcusunu profesyonel olmamakla eleştiren tenis ustası teknik adam, futbol felsefesini ve hedeflerini TamSaha'ya anlattı.
Röportaj: Mazlum Uluç
Kulüp takımlarında teknik direktörlüğe 2001'de başladınız ve şu anda 7. takımınızın başındasınız. Bu durum bile ülkemizdeki istikrarsızlığın göstergesi sayılabilir. Türkiye'de teknik direktör olmanın zorluklarıyla söze başlayalım isterseniz.
İstikrarsızlık hastalığını teknik direktörlere değil yöneticilere bağlıyorum. Buna medya ve taraftarın düşünce yapısını da eklememiz gerek. Çünkü bir-iki kötü sonucun ardından bir baskı ortamı oluşturuyorlar. Yönetim de gereken desteği vermezse teknik adamın bırakıp gitmekten başka çaresi kalmıyor. Benim Beşiktaş'ta yaşadıklarım ortada. Orada 20 yıl futbol oynadım. En çok forma giyen, en çok şampiyonluk yaşayan oyuncu oldum, 10 sene kaptanlık yaptım. Beşiktaş'ta ben bile istifa ettiysem herkes eder. Sezonun ikinci yarısında işe başlayıp 17 maç oynadık ve 1 yenilgi alıp ikinci yarıyı lider tamamladık. Ertesi sezon istediğimiz transferler yapılamadı ama Avrupa'da iki tur atladık. Ligde de takım bir-iki takviyeyle düzelecek durumdaydı. Ama öyle bir baskı geldi ki, istifa etmek zorunda kaldım. Oysa yönetimin gerçekten arkanızda olduğunu hissetseniz yol devam edersiniz. Mesela ben Malmö maçında istifa ettim, başkan "Hayır istifa etme, arkandayız" dedi. Ama iki maç sonra değişen bir şey olmadığını görüp bıraktım. Eğer yönetim gerçekten arkamızda dursaydı devam edecektim. Bu bütün Türk antrenörler için geçerli. Ben Yıldırım Demirören'e de suç bulmuyorum. Çünkü bütün kulüp başkanları baskı altında.
Gelmek istediğim nokta şu aslında. Puan durumuna baktığımızda teknik direktör istikrarını sağlamış takımların üst sıralarda olduğunu görüyoruz. Bu gerçek ortada dururken bunca sirkülasyonun anlamı nedir?
Bizde sabır yok. Oysa bir antrenör ikinci sezon da görevine devam ederse mutlaka başarılı olur. Mesela Eskişehirspor çok iyi bir camia. Bu seneyi geçersek önümüzdeki sezon bambaşka bir takım oluruz. O zaman Eskişehirspor ilk beşe, hatta şampiyonluğa oynar. Ama bu sezon geçiş dönemi. Elbette kötü maçlarımız da olacak. İnsanlar sabır göstermez, hemen başarı isterse işler zorlaşır. Eskişehirspor'un 3-4 yıllık bir plan-programı olmalı. Akılcı transferler, ayrılacak bütçe ve altyapı yatırımlarıyla bu proje hayata geçirilirse yüzde yüz başarılı oluruz. Şöyle de bir gerçek var, başarıyı herkes sahiplenirken, başarısızlık antrenörün omuzlarına yıkılıyor. Oysa başarı gibi başarısızlık da paylaşılmalı.
Bu sezon başında başka teklifler de almış mıydınız? Eskişehirspor'u tercih etmenizin sebebi sıfırdan bir Rıza Çalımbay takımı oluşturma düşüncesi miydi?
Azerbaycan ve Kore'den de beni isteyen takımlar oldu ama Eskişehirspor'a söz vermiştim. Burada güzel bir ortam buldum. Transferleri ise ancak bütçemize göre yapabildik.
Takımı baştan sona kendiniz yaparsanız bu bir avantajdır. Ama iyi takım yapmak için iyi bütçe gerekir. Bu takımda Süper Lig tecrübesine sahip oyuncu sayısı çok az. Eğer bütçeniz sınırlıysa sıfırdan takım kurmak dezavantaja dönüşür. Çünkü hem istediğiniz her oyuncuyu alamazsınız hem de yeni kurulan bir takım olmanın uyum sorunlarını yaşarsınız. Bir çok oyuncumuzu ancak ligin başlamasına 10-15 gün kala transfer edebildik. Bunun sıkıntılarını da çektik. Ama önümüzdeki sezon bu sıkıntıların hiçbirini yaşamayız. Bu sezon 17-18 oyuncu aldık, seneye 5 transfer yaparız.
Ülkemizdeki teknik adamların yanında yönetimlerin de transferde söz sahibi olduğunu biliyoruz. Sizin transfer çalışmalarınız için yüzde yüz Rıza Çalımbay'ın ürünü diyebilir miyiz?
Alınmış bütün oyuncular benim istediğim oyuncular. Ama benim istediğim bütün oyuncuların alındığını da söyleyemeyiz. Mesela Fahri Tatan bize gelmeyi çok istiyordu. Ama Konyaspor'a 3 trilyona mal olan bu oyuncuya bizim bu kadar parayı verme imkânımız yoktu. Keza Ankaraspor'a giden Mehmet Çakır da öyle. Biz de bütçemize göre alabileceğimiz oyuncuları aldık.
Youla inandığım bir oyuncu
Youla transferiniz ilginçti. Beşiktaş'ta başarılı olamayan, Fransa'da iki sezonda adeta kayıplara karışan bir Youla'yı Eskişehirspor'a getirdiniz. Ona bu kadar güvenmenizin gerekçeleri neydi?
Youla, Beşiktaş'ta yaptığım en pahalı transferdi. 1 milyon dolara almıştık. Yönetim Ailton'u 3.5 milyon euroya aldı ama bunun benimle bir ilgisi yok. Üstelik bana göre gereksiz bir transferdi. Youla çok iyi bir futbolcu ama burada rahat bırakılmadı. O geldiğinde Carew de Beşiktaş'taydı. İyi bir santrfor daha alıp transferi kapatacaktık. Çünkü Youla'yı kullanacağımız maçlar vardı, kullanmayacağımız maçlar vardı. Ama Başkan, Carew'i satıp yerine istediğimiz gibi bir oyuncu alamayınca Youla'yı sürekli kullanmak zorunda kaldık. Maalesef Youla, Beşiktaş'ta istediği desteği bulamadı. Yine de giderken Beşiktaş'a para kazandırdı. Buna karşılık 3.5 milyon euroya gelen Ailton 250 bin euroya satıldı. Youla oynadığı zaman bir takıma maç kazandıracak bir oyuncu. Bugüne kadar attığı ve attırdığı gollerle bize 13 puan kazandırdı. En büyük eksikliği sezon içindeki devamlılığı. Gerçek performansıyla 20 maç oynasa 15'ini kazandırır. Onun Eskişehirspor'a çok şey vereceğine inanıyordum. Ama en önemlisi gayret etmesi ve şehrin de ona gereken desteği vermesi. Çünkü böyle bir futbolcunun Eskişehirspor'a gelmesi kolay değil. Zaten bonservisini de alamadık, ancak kiralayabildik.
Youla'nın futbolla barışmasını sağlarken neler yaptığınızı merak ediyorum.
Sadece ona güvendiğimizi ve ihtiyacımız olduğunu söyledik. "Kendi kariyerin için de oynaman gerekiyor" dedik. O da şehri sevdi, kendisine gösterilen sevgiyi gördü ve bu sevgiye karşılık vermeye çalışıyor.
Oyuncular, sevdikleri teknik direktör için ellerinden gelenin fazlasını yaptığını söyler. Dolayısıyla oyuncuyla iyi diyaloglar kurmak önemlidir. Siz oyuncularınızla ilişkilerinizi nasıl yönetiyorsunuz?
En büyük avantajım futbolun içinden gelmiş olmak. 20 yıllık futbol yaşantımda bin tane şey gördüm. Bir antrenörün futbolcuya nerede, nasıl davranması veya davranmaması gerektiğini gayet iyi biliyorum. Oyuncunun antrenörünü sevdiği için daha yüksek performans göstermesine katılmıyorum. Çünkü bu futbolcunun işi. Bir profesyonelin, antrenörü kim olursa olsun varını yoğunu ortaya koyması gerekir. Ben her zaman oyuncularıma çok iyi niyetle yaklaştım. Forma kimin hakkıysa ona verdim. Aralarında asla ayrım yapmadım. Mesela Ankaragücü'ne gittiğimde oyuncuları görmek için bir hazırlık maçı almıştım. Yedeklerin arasında bir çocuk gördüm, süperdi. Ama o güne kadar hiç oynatılmamıştı. Üç gün sonra çıkarıp lig maçında oynattım. O oyuncu şimdi Trabzonspor'da oynuyor; Umut Bulut. Servet'i Denizlispor'a Kartalspor'dan aldım. Ersen Martin'i Siirt'ten, Zafer Biryol'u Şekerspor'dan aldım. Demek istediğim şu; ben formayı asarım, kim iyiyse o alır ve giyer. Zaten hiçbir antrenör kendisine yaramayan oyuncuyu sahaya çıkarmaz.
Başarı ligin sonunda ölçülür
Biraz da futbol felsefenizden bahsedelim. Yeni kurulmuş bir takımsınız ve önünüzde almanız gereken daha çok yol olduğunu biliyoruz. Bu yolun sonunda ortaya çıkacak Eskişehirspor nasıl futbol oynayan bir takım olacak?
Eğer bu sezonu geçersek önümüzdeki sezon yukarıya oynayan bir takım olacağız. Bunu yönetimle de konuştum. Önümüzdeki sezon böyle bir takım olmayacaksa ben de olmam. Bunu da çok az transferle yapabiliriz. Eskişehirspor'a gelirken parayı pulu bir kenara attım. Benim için önemli olan başarı. Başarıyı da ligin sonunda ölçmek gerekir. Başarı Avrupa kupalarına gidebilmektir. Ben Denizlispor'da düşmekte olan bir takımı alıp Avrupa kupalarına götürdüm. Lyon, Sparta Prag ve Lorient'i eleyip Avrupa Şampiyonu Porto'ya elendik. Başarı budur. Ben iddia ediyorum, Eskişehirspor'la bu sezonu geçtiğimiz zaman önümüzdeki sezon yukarıya oynayan bir takım oluruz.
Yukarı oynama hedefinizi anlıyorum. Ama bunun farklı şekilleri var. Kimisi sonuçlarla iyi futbolu birleştiriyor, kimisi sadece sonuca odaklanıyor. Eskişehirspor bu anlamda nasıl bir takım olacak?
Ben hep atak düşünen bir teknik adamım. Her maçı en az üç forvetle oynuyoruz. Futbolun ileride oynanması gerektiğine, defans yapılarak maç kazanılmayacağına inanıyorum. Bu nedenle top ne kadar rakip sahada olursa, biz ne kadar atak düşünürsek kazanmaya o kadar yakın olduğumuza inanıyorum. Tabii bu, defans tedbirlerinden vazgeçmek anlamına gelmiyor. Benim takımım 10 kişi de kalsa yine atağı düşünürüm. Eğer 10 kişi kaldığınızda kapanırsanız zaten önünde sonunda golü yersiniz. Bunun için oyunu mümkün olduğunca ileride oynamak gerekir. Onun için de kadronuzu buna göre kurmanız, sezon başı antrenmanınızı, fizik-kondisyon çalışmanızı buna göre yapmanız lâzım. Ben eksik takımla çok maç kazandım. Beşiktaş'tayken Fenerbahçe'yi kalecisiz, Denizlispor'u da 9 kişiyle yendik. Ankaraspor'da Trabzonspor'u 10 kişiyle mağlup ettik. Hem de yenik durumdayken 3-2 kazandık.
Mücadele etmeyene tahammülüm yok
Fenerbahçe ve 3-0 geriden gelip kazandığınız Denizlispor maçlarından sonra herkes "Rıza Hoca kendi futbolcu kişiliğini takımına da yansıtmış" denildi. Aslında her teknik adam böyle bir takım oluşturmak istemez mi? Gerçekten de teknik direktörün karakterinin buna bir katkısı var mıdır?
Elbette vardır. Bir kere ben çok hırslı bir adamım. O yüzden de sahada mücadele etmeyen, silik duran oyuncuya tahammül edemem. Oyuncu kötü de oynasa mücadele etmeli. Onlara, "Hata yapabilirsiniz, gol kaçırabilirsiniz, top da kaptırabilirsiniz, ama oyundan kopmayacak, sonuna kadar mücadele edeceksiniz" diyorum. Yüreklerini ortaya koymalarını istiyorum. Bunun anlamı da sürekli sağa-sola koşturmak değil. Akıllı olacaklar ve saha içinde ne yapacaklarını bilecekler.
Sezon başında ilk 5 haftada galibiyet alamadınız. Bu dönemde umutsuzluğa düştüğünüz, "Acaba bu iş olmayacak mı?" dediğiniz oldu mu?
Hayır. Her zaman "İyi oynuyoruz, ama skora yansıtamıyoruz. Sabredersek sonuçlar da gelecek" dedim. Tabii o zaman tepkiler başlamıştı. Yönetim ve taraftar tedirgin olmuştu. Bense onlara sabır tavsiye ettim.
Aslında bu örnek bile sabrın ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor değil mi?
Türkiye'de ne yazık ki meseleler yanlış değerlendiriliyor. İki galibiyet alıyorsunuz, göklere çıkartılıyorsunuz, iki yenilgiden sonra "Hadi bu adamı gönderelim" deniliyor. Oysa önemli olan son noktada nerede bulunduğunuz.
Eskişehirspor'un tüm Türkiye tarafından izlenen ve takdir toplayan ilk maçı Galatasaray karşılaşmasıydı. O maçta neler yaşadığınızdan söz eder misiniz?
Size belki ilginç gelecek ama o maçtaki oyun ve skor benim açımdan normaldi. Futbolculuk hayatımda da teknik direktörlük hayatımda da büyük maçların daha kolay olduğunu gördüm. Bu tip maçlara oyuncu zaten çok iyi konsantre oluyor. Önemli olan yakalanan pozisyonları değerlendirmek. Benim takımım o gün gerçekten mükemmel oynadı, oyundan hiç kopmadı ve eline geçen pozisyonları da iyi değerlendirdi.
Galatasaray ve Fenerbahçe maçındaki oyunu tüm karşılaşmalara yaydığınız söylenemez. Acaba büyük maçların dışındaki karşılaşmalarda bir konsantrasyon sorunu mu yaşıyorsunuz?
Ortam futbolcuyu o hale getiriyor. Diyelim ki Kocaelispor'la maçınız var. O hafta boyunca 3-4 gazeteci antrenmana gelir, seyreder ve gider. Ertesi hafta Galatasaray maçınız varsa antrenmanda 20 gazeteci vardır. O güne kadar aramayan gazetecisi, televizyoncusu arar. Antrenmana tatlılar getirilir, dernekler toplanır, taraftarlar gelir. Bu ortam oyuncuyu ister istemez büyük maça konsantre eder. Teknik adamlar için en ciddi tehlike, dört büyük takımın dışındakilerle oynadığınız maçlardır. Biz o maçlarda oyuncuların üzerine daha fazla düşüyoruz ama ne yaparsanız yapın iş yine oyuncuda bitiyor.
Türk futbolcusu profesyonel değil
Bu konuda biraz şikâyetçisiniz galiba.
Futbolumuzun en önemli problemlerinden biri, Türk futbolcusunun profesyonelliği bilmemesi. Ne zaman yatacağını, ne zaman dinleneceğini, nasıl besleneceğini bilmiyor bizim oyuncumuz. Aşırı duygusallar ve en küçük olaylardan etkileniyorlar.
Aslında son 20 yıla bakıldığında siz ve Bülent Korkmaz, profesyonel hayat tarzının bir oyuncuyu hangi noktalara taşıyacağı konusunda çok önemli örneklersiniz. Sizce oyuncular bu örneklerden de ders çıkartamıyor mu?
Benim en büyük avantajım futbolculuktan gelmek diyorum ya… Oyuncularımı sürekli uyarıyorum. Hayat 33 yaşından sonra da var. Futbolu bıraktıktan sonraki hayatınıza yatırım yapacaksınız. Bunu sadece para anlamında söylemiyorum. Karakterinizle, kişiliğinizle de futboldan sonraki hayatınız için seçilecek insan olmalısınız. Futbolun gerektirdiği çok önemli bir şey daha var; hem gezip tozayım hem de gelip top oynayayım diye düşünürseniz olmaz. Futbolculuk fedakârlık ister. İngiltere'ye gittim, aylarca kalıp takımları izledim. Aramızdaki tek fark, onlar bizden daha profesyonel. Yetenek olarak onların önündeyiz ama bizde profesyonellik diye bir şey yok. Adam 11'deki antrenmanına 9'da geliyor, kahvaltısını yapıyor, antrenmandan sonra dinleniyor, yemeğini yiyor, bir daha dinleniyor, sonra evine gidiyor.
Bizdeki durum nasıl peki?
Bizdeki oyuncu 11'deki antrenmana ancak yetişir, öncesinde apar-topar bir şeyler yer. Antrenman bittiğinde siz ne zaman giyindiğini bile anlayamadan çekip gider. Bu ülkede ayağı sakat oyuncu, iyileşmesi için gereken buz tedavisini bile yapmıyor. Şimdi biz bunlarla uğraşıyoruz. Eskişehirspor'daki arkadaşlarımıza da profesyonel hayatta neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Bizim antrenmanımız saat 11'deyse, en geç saat 9'da kahvaltı biter.
Altyapılar ustalara emanet edilmeli
Bu ortamı kim, nasıl değiştirecek?
Biz değiştireceğiz. Bunun için de meseleye altyapıdan el atmak gerekiyor. Türkiye'deki en önemli yanlışlardan birisi altyapının başına en deneyimsiz antrenörlerin getirilmesi. Halbuki en önemli yer orası. Altyapının başına deneyimli, antrenörlüğün zirvesine çıkmış adamı getireceksiniz. Parasıyla, eğitimiyle, tesisiyle tüm ağırlığınızı altyapıya vereceksiniz. Profesyonelliğin ne olduğunu tüm bilimselliğiyle çocuklara anlatacaksınız. A takım kadrolarına beslenme uzmanı alıyoruz. İyi, güzel de beslenme uzmanı 25 yaşından sonra oyuncuya ne verecek? Alın beslenme uzmanını altyapıya koyun. Türk futbolunun kurtuluşu tek kelimeyle altyapıda. Eskişehirspor'da da önümüzdeki sezondan itibaren önemli altyapı yatırımları planlıyoruz.
Birkaç sezondur Anadolu takımlarının zirveyi zorladığına şahit oluyoruz. Anadolu'dan bir şampiyon çıkabilir mi?
Neden çıkmasın? Benim en büyük idealim bir Anadolu takımını Avrupa'da oynatmaktı. Bunu Denizlispor'la başardım. Geçtiğimiz sezon Sivasspor'un şampiyon olacağına inanıyordum. O kadroda bu potansiyeli görüyordum. Ama inanmak lâzım. Bu sezon Trabzonspor'un açık ara şampiyon olacağına inanıyorum. Biz de önümüzdeki sezon kesinlikle şampiyonluğa oynarız.
"Keşke takımımda olsaydı" dediğiniz oyuncular var mı?
İsim vermem doğru olmaz ama Türkiye'de gerçekten çok kaliteli oyuncular var. En çok sevdiğim oyuncu tipi her an skoru değiştirebilecek oyuncular. Takımınızda bu tip en az iki-üç oyuncu bulunması gerekiyor.
Gelecekteki hedefleriniz neler? Avrupa'da takım çalıştırmak gibi bir amacınız var mı?
En büyük hedefim bu. Bir gün kesinlikle yurt dışına gideceğim. Kendimi buna hazırlamak için İngilizce öğrendim.
Bir teknik direktör olarak lig organizasyonunda en çok şikâyet ettiğiniz konu nedir?
Hakemlerin tavırlarından çok şikâyetçiyim. Hakemlerin maç yönetiminden çok canımız yandı. Ama bunlar önemli değil. Görmediler veya göremediler. Ancak takındıkları tavır çok yanlış. En küçük bir teknik alan ihlâlinde veya itirazda hemen tribüne gönderilmekle tehdit ediliyorsunuz. Bence bu sezon bir sürü hakem ve teknik direktör birbirlerini suçlayacak. Hakemlerin teknik adamlara bazı konularda yardımcı olması gerekiyor.
Yaptığım iyiliği reklam etmem
Bazı öğrencilere burs verdiğinizi ve Sivas'ta bir okul yaptırdığınızı duyduk.
Okul değil de köprü yaptırdım. Ama bu önemli değil, çünkü köyüme borcumdu, bu borcumu ödedim. Yaptığı iyilikleri reklam eden birisi değilim. Bu açılışa Valiyi davet etmemin nedeni, başka insanların da görüp örnek almasını sağlamaktı. Bir de köylüler ilk defa Vali gördüler ve çok mutlu oldular. Dediğim gibi, köprü yaptırmak ya da burs vermek hiç önemli değil. Bu konuları konuşmak da istemem. İmkânı olan her insanın yapması gereken şeyler bunlar.
İstanbul Tenis Kulübü'nün şampiyonu olmuşsunuz. Tenise ilginiz nasıl başladı ve bu düzeye nasıl geldiniz?
Beni tenise başlatan Sami Çölgeçen ağabeydir. Ümit Milli Takım'da çalıştığım dönemde bana tenis öğretmişti. Gerçekten çok asil ve güzel bir spor. Hiç ders almadım ama çok çalışıp sürekli oynayarak kendimi geliştirdim. Tabii ki çok iyi bir tenisçi olduğumu söyleyemem. Sadece spor olsun diye turnuvalara girdim ve şampiyon oldum. Bunun yanında basketbol oynamayı da çok seviyorum.
İki kızınız var. Onlar da sporla ilgileniyor mu?
İkisi de tenis oynuyor. Biri çok iyi basketbolcuydu ve Beşiktaş'ta lisanslı oyuncuydu ama bıraktı. İki kızım da Bahçeşehir Üniversitesi'nde iç mimarlık okuyor. Onların sadece eğitimi için değil iyi insanlar olması için çabalıyorum.
 
eXTReMe Tracker