Sunday, November 22, 2015

Volkan Babacan: "Kaleci olmamak için okuldan kaçtım!"


Uzun boylu olduğu için okuldaki müdür yardımcısı tarafından kaleci idmanına çağırıldığında kaçan çocuk, şimdi A Millî Takımımızın kalesini koruyor. Fenerbahçe'deki ilk seçme maçında 7-8 gol yiyen ve "Nasıl olsa beni almazlar" dediği günlerden bu yana çok yol kat eden başarılı file bekçisi, "Hollanda benim hayatımda dönüm noktası oldu. 2005'te Avrupa Şampiyonu olduğumuzda Hollanda'yı finalde yenmiştik. Sonra hep kritik maçlarda karşıma çıktılar. Beşiktaş maçında Yusuf Şimşek'in bana attığı golü unutamam. En iyi kurtarışımı ise henüz yapmadım!" diyor.
Röportaj: Rasim Artagan
11 Ağustos 1988 Antalya doğumlusun. Futbola nasıl başladın, nasıl bir çocukluk geçirdin?
Öncelikle asker bir babanın oğluyum. Disiplinli bir yaşamım oldu her zaman. En önemlisi eve giriş-çıkış saatlerim hep kontrollüydü.
Bir nizamiye vardı yani…
Evet, bir nizamiye vardı. Evin içinde olsun, dışardaki sosyal hayatım olsun, okulda olsun her zaman her şey kontrol altındaydı.
Peki, bu durumun hayatına etkisi nasıl oldu?
Tabiî şimdi baktığımız zaman futbolda disiplinli bir şekilde yaşamak önemli. Hem iş anlamında olsun hem sosyal anlamda olsun, bu durum kariyerini, arkadaşlarını ve dostlarını belirliyor. Hem arkadaşlık hem de iş anlamında babamın bana kazandırdıklarının hayatımda çok önemli bir yeri var. Daha sonra futbola nasıl başladım dersek orası ilginç… Çok fazla futbolla haşir neşir birisi değildim açıkçası… İlkokul 4. sınıfa kadar basketbolla ilgilendim. Lisanslı basketbolcuydum. Daha sonra okul takımının turnuvaları vardı. Bir gün müdür yardımcısı beni yanına çağırdı, "Yarın antrenmanımız var. Sen de geliyorsun" dedi. Şaşırdım, "Ne antrenmanı?" diye sordum. "Futbol antrenmanı… Kaleci olacaksın" cevabını verdi. "Ben kalecilik yapamam" dedim. "Okulda en uzun boylu sensin. Mecbur kaleye sen geçeceksin" dedi… Ben de ertesi gün okula gitmedim! Beni kaleci yapacaklar diye okula gitmedim. O derece ilgim yoktu futbola. O yaşıma kadar belki ayağımla topa bile dokunmamıştım. Çünkü ayağımızda basketbol ayakkabıları var. Eskimesin diye topa vurmuyoruz. Öyle bir anlayış vardı. Memur bir babanın oğlu olunca tabiî böyle bir anlayış vardı. Daha sonraki gün tekrar okula gittiğimde dersin ortasında müdür yardımcısı yanına çağırdı beni. Tabiî güzel bir fırça yedik. Kendisinin de kulaklarını çınlatalım; Ahmet Karsavurdan…
Bu arada ciddi ciddi kaleye geçeceksin diye okula gitmedin öyle mi?
Evet, gerçekten gitmedim! Kaleci olacağım diye okula gitmedim. Sonra Ahmet Karsavurdan Hocamız beni yanına çağırdı. "Nasıl gelmezsin idmana… Sen bu okulda okuyorsan bunu yapmak zorundasın. Bu senin görevin" dedi. Bana eldiven almış, krampon almış… Çok hoşuma gitti. Çünkü birisi beni düşünmüş ve benim için bir şeyler yapmıştı. O an kendimi önemli biri hissettim, değer gördüm açıkçası… "Akşam idman var, geliyorsun" dedi. Ben de tabiî okuldayım; kaçamayacağım artık… Krampon ve eldivenleri görünce de açıkçası içimde bir heyecan uyandı. Bu arada basketbol antrenman eşyalarımı çantanın dibine koymuştum. Kramponla eldiveni de üste koydum, futbol antrenmanına gittim. Toz-toprak içinde oraya atlıyorsun, buraya atlıyorsun… Yapabildiğim kadarını yapmaya çalıştım açıkçası… Salon varken, yani basketbol varken ben sahada futbol idmanı yaptım. Her yerim çamur içinde kaldı. O eşyaları çantanın en altına koydum. Basketbol eşyalarını üste çıkardım ve oradan basketbol idmanına gittim. Basketbol idmanına gidince bu defa kendi kendime "Ne yapıyorum ben? Basketbol varken ne futbolu?" dedim. Tabiî o yaşlarda belki biraz daha kolayı seçiyorsunuz. O an keyif veren şeyi seçiyorsunuz ve bugünleri düşünemiyorsunuz. Ondan sonra ara sıra okul takımında antrenmanlara gitmeye başladım. Oradan da basketbol antrenmanlarına gidiyordum. Okul takımı kuruldu. Biz o sene Antalya şampiyonu olduk. Full kalede oynadım. Penaltı falan kurtardım. Yarı final maçı mıydı tam hatırlamıyorum. Takım arkadaşım taç kullandı ve ben o topu elimle tuttum. O derece futbolla alâkam yoktu. "Ne var, ayağıyla atmadı ki, eliyle attı" dedim. O an bilmiyorsun taçtan gelen topu kalecinin eline alamayacağını. Ama şampiyon olduk. Belki bana çok fazla iş düşmedi. Şampiyon olmak, okulda hem hocaların hem öğrencilerin bana farklı gözle bakması veya galibiyetlerden sonra bizi takım olarak yemeğe çıkarmaları tarifsiz duygulardı.
Geçmişe baktığın zaman genç bir oyuncu için bu tip motivasyonların ne kadar önemli olduğunu görüyorsun değil mi?
Kesinlikle öyle. O an için gerçekten çok büyük bir haz veriyordu insana… Herkesin, "Keşke o kalede ben olsaydım. Ben de bu takımın bir parçası olsaydım" dediği yerde siz görev yapıyorsunuz. Önemli bir şeydi benim için. O yüzden o dönem keyif almaya başladım kalecilikten. Ama basketbola da devam ediyordum.
Ailen sporla olan bu ilişkini nasıl karşılıyordu?
Derslere çok fazla çalışan bir öğrenci değildim. Notlarım iyiydi ama eve gelince oturup saatlerce ders çalışmazdım. Okulda disiplinliydim. Basketbol oynadığım arkadaşlarımla çıkar dolaşırdım, bisiklete binmeyi çok severdim. Çok gezerdim. Evde fazla vakit geçirmezdim. Evdekiler benim bu işi profesyonel anlamda yapabileceğimi düşünmüyordu. Ne basketbolu ne de futbolu profesyonel olarak yapacağımı tahmin etmediler. Açıkçası ben de böyle düşünmüyordum. Çünkü ortaokulda tek bir hedefim vardı; sınavlara girip askeri liseyi kazanmak. Asker bir babadan geldiğim için başka bir amacım yoktu. Ailem de bunu gördüğü için sporu çok ciddiye almıyordu. Derslerim de iyiydi. O yüzden evde çok problem olmadı. Antalya Kepez vardı o zaman; 2. Lig B Kategorisi'nde mücadele ediyordu. Bizim okul takımı maçlarını izlemişler. Beni idmana davet ettiler. Ben de sıcak baktım. Oraya gittim. İdmanlara başladım. Yıldız takımda mücadele ediyordum fakat önümde bir kaleci vardı. Bütün sezon boyunca sadece bir maçta oynayabildim. O maçı da 9-0 mı 10-0 mı ne kazandık. Yani bu kadar kolay bir maçta ancak kaleye geçtim. Çünkü gerçekten ne altyapı tekniği olsun ne kalecilik anlamında bir bilgi olsun bende yoktu o dönemde. Kendi el becerilerimle, basketboldan kalma top tutma yeteneğiyle bir yerlere kadar geldim. 6 ay kadar Antalya Kepez'de forma giydim. Ondan sonra "Fenerbahçe'nin seçmeleri var" dediler. 3-4 arkadaşımız Fenerbahçe seçmelerine gidecekti. Antalyaspor'da oynayanlar da vardı. Futbolcu olma hayaliyle derslerini bırakan çocuklar da vardı. 3-4 arkadaşımla gitmeye karar verdim. Aileme konuyu açtım. "Böyle böyle bir durum var, ne diyorsunuz?" dedim. Başta biraz, "Ne gerek var, niye gidiyorsun?" dediler. "Arkadaşlar gidiyor, ben de gitmek istiyorum" dedim. Zaten çok fazla seçileceğim ya da orada kalacağım ihtimalini kimse vermiyordu. Bir hazırlık maçı oldu. Denenmeye gelen oyuncular sahaya çıktı. Yaklaşık 7-8 gol yedim, çok kötü bir maç oynadım yani… İlk deneme maçında çok kötüydüm. Maç bitti. Döndük geri. Bir liste asılacaktı. Ben de "Beni kimse almaz" diyorum tabiî. Hatta "Hayatta almazlar" diyorum. Bunu bilerek oraya gidiyorum belki ama yine de orada ismini görmek insana farklı bir heyecan veriyor. Ondan sonra liste asıldı. Baktım benim de adım yazıyor. "Kesin seçilir" denilenlerin hiçbirisinin adı yok. Oraya 6 kişi gittik, 2 kişi kalabildik. Fikirtepe'deydik. Bizi oradan Dereağzı'na aldılar. Orada belki de bugünlere gelmemde, Millî Takım forması giymemde, Fenerbahçe'de oynamamda, diğer bütün kulüplerde oynamamda en büyük emeği olan Yavuz Şimşek'le tanıştım. Onun yeri bende çok büyüktür. "Hazırlan, sabah Yavuz Hoca seni görecek" dediler. Ben de eldivenimi, kramponumu giyip sahaya çıktım. 5 dakika filan sürdü zaten. Bana yerden bir top attı, havadan bir top attı. "Tamam gidebilirsin içeri. Duşunu al, odama gel" dedi. Gittim odasına. "Sen kalecilikle ilgili hiçbir şey bilmiyorsun" dedi. "Evet, farkındayım hocam bilmiyorum" cevabını verdim. "Ama fiziğin yerinde. Akıllı olursan, iyi çalışırsan bu işten ekmek kazanabilirsin. Ne diyorsun?" dedi. Tabiî ki orada kalma ihtimali bana inanılmaz heyecan verdi.
Bu arada ailen Antalya'da mı?
Evet Antalya'da. Neyse konuşma bitti, telefonla ailemi aradım, durumu anlattım. Ertesi akşam da geri döndüm. Oradaki işlemler için zaman gerekiyordu. Amatör lisanslı bir oyuncuydum. Kulübümden lisansımı almam gerekiyordu. Akşam yemeğe oturduk, annemin de babamın da suratı beş karış. Yüzümdeki heyecanı ve gitme isteğimi görüyorlar. Ben de onların suratını görüyorum ve gitmemi istemediklerini düşünüyorum. "Ne istiyorsunuz, ne yapalım" dedim. Annem ağlıyor bir yandan… Babam, "Ne istiyorsun oğlum?" dedi. "Baba ben gitmek istiyorum" dedim. "Tamam, git o zaman" dedi. 2-3 yıl sonra ailecek bu olayı konuştuğumuz zaman babam, "Biz senin gitmeni hiç istemedik. Ama ilerde 'Bak beni göndermediniz. Ben belki de böyle olacaktım, şöyle olacaktım' deme diye sana bir şans vermek istedik" dedi. Çünkü gerçekten çok ufak yaştaydım. 13 yaşımda ailemden ayrıldım. Zaten her şeyi de Fenerbahçe'de öğrendim. Tabiî okuldaki müdür yardımcımızın bu kıvılcımı ateşlemesi beni bugünlere getirdi. Ama her şey Yavuz Hocamla başladı. Konuşulduğu zaman yıllar da geçse o akşamı, o akşam yemeğini hiç unutamam… Çünkü çok hüzünlü ama aynı zamanda bir o kadar da değerli ve heyecanlı bir akşamdı. Daha sonra gittim başladım. Her sabah Yavuz Hocayla çalıştım. Akşam takımla birlikte idman yaptım. Belki bir sene hiç maça çıkmadım. Sadece idman yaptım. Akşamları da okula gittim. Dereağzı'nda kalıyordum. Fenerbahçe'nin o dönemlerde düzeni gerçekten çok iyiydi. Altyapıdan çok iyi oyuncular çıktı. Değer buldular, bulamadılar orası tartışılır. Ama çok iyi oyuncular yetiştirdiler gerçekten. Birçok oyuncu çok üst düzeyde olmasa bile Türk futboluna hizmet verdi. Yemek saatimiz olsun, okul saatimiz olsun, antrenmanlarımız olsun, odalarımız olsun her şey çok düzenliydi. Her şey bizim gelişimimiz için yapılmıştı.
2005'te U17 Millî Takımı ile Avrupa Şampiyonluğu yaşadın. Nasıl bir histi? Sende ne gibi hatıralar bıraktı?
Bölgesel karmalar, İstanbul karması, Anadolu karması seçildiğinde ilk kez Millî Takım'a gelmiştim. O zaman hatta ilk Hollanda maçı vardı. Nedense Hollanda maçları benim hep dönüm noktalarım oldu. İlk Hollanda maçında üç kaleci gitmiştik. Kampın son günü beni çıkardılar, başka kaleci aldılar. Hollanda ta o günden beri her zaman bir şekilde karşıma çıkıyor. Avrupa Şampiyonası'ndaki takım, çok kolay yakalanabilecek bir takım değildi. Caner Erkin, Nuri Şahin, Deniz Yılmaz, Tevfik Köse gibi çok iyi oyuncular vardı. Bu saydıklarım gerçekten o yaşlarda kendilerini belli ediyordu. Hepimiz çok yetenekli değildik. Caner ve Nuri o yaşlarda da kendilerini belli ediyordu açıkçası. Türk futboluna damga vuracakları o günlerden belliydi. Biz, çok yetenekli oyunculara sahip olmanın yanında sahada karakterini veren, bazen duygularıyla değil de aklıyla oynayabilen bir takımdık. Çok duygu yoğunluğuyla oynuyorduk. Çünkü o yaşlarda ilk defa millî formayı giyiyorsun. Çok gençsin. Onun verdiği heyecan, onun verdiği duygu yoğunluğu… Ülkeni temsil ediyorsun. Çok farklı oluyor gerçekten.
Babanın asker olmasından ötürü millî duyguların biraz daha baskın diyebilir miyiz?
Hepimizde baskındır millî duygular… Millî bir mücadele olduğu zaman; bu millî maç olur, başka bir yerde olur ben bu şekilde temsil edebiliyorum. Bu şekilde iyi temsil ettiğimi düşünüyorum. Burada görev alıyorum. Başka bir şekilde temsil etseydim, başka bir şekilde görev alırdım. Burası olmuş, başka bir yer olmuş çok da önemli değil açıkçası. Önemli olan ülkeme hizmet etmek… Ülkemiz işin içinde olduktan sonra kim nerede, neyi iyi yapabiliyorsa herkes elini taşın altına sokmalı.
Peki, 17 yaşında bir kaleci Avrupa Şampiyonu oluyor. Bu nasıl bir duygu? Seni nasıl etkiledi?
Millî Takım'da forma giymek kulübümde daha ön planda olmamı sağladı. Ardından böyle büyük bir başarının gelmesi, finalde Hollanda'yı yenmemiz çok güzeldi…
Peki, o zamanki Hollanda'dan çıkan şimdinin yıldız oyuncuları var mıydı? Hatırlıyor musun?
Kayserispor'da oynayan Biseswar vardı o zaman kadrolarında. Kalede de Newcastle'da oynayan Tim Krul vardı.
Finalde yendiğimiz takımdan sizin gibi üst düzey oyuncular çıktı yani…
Evet çıktı. En son Hollanda ile deplasmanda 1-1 berabere kaldığımız maçta Tim Krul'u gördüm. "Beni hatırlatın mı?" dedim. "Tabiî ki seni hatırlıyorum. Hatırlamaz mıyım?" dedi. Çünkü gerçekten o yaşta da beğendiğim bir kaleciydi. Birçok kez karşılaşmıştık onlarla. Çok iyi biliyorduk Hollanda'yı… Daha sonra Dünya Kupası'nda da Hollanda ile mücadele ettik. Millî formayı en çok giydiğim rakip takım Hollanda olabilir belki. Şampiyon olduktan sonra kulübün bana bakışı değişti. A takımla idmana çıkmaya başladım. Benden 4-5 yaş büyük oyuncularla oynuyordum. Aynı zamanda A takımla idmana çıkıyordum. Tabiî çok büyük etkisi oldu Avrupa Şampiyonası'nın.
Fenerbahçe'de birçok iyi oyuncuyla oynadın. Bu isimler sana nasıl bir etki etti? Mesela bir Alex'le oynamak seni nasıl geliştirdi?
Alex'ten önce Van Hooijdonk'la çalıştım. Ortega'yı gördüm. Revivo'yu gördüm. Daum'un ilk geldiği zaman A takımla idmana çıkmaya başladım. Rapaiç'ler, Lazetiç'ler, Hooijdonk'lar, Revivo'lar vardı. Çok büyük yıldızlar da geliyordu. Bir Anelka geldi mesela… Onlardan da birşeyler kapmak çok önemliydi. O zaman Rüştü abi vardı. Daha Barcelona'ya transfer olmamıştı. Rüştü, Volkan, ben ve bir de Recep Biler abi vardı. Dördümüzdük. Serdar Kulbilge, Rüştü abi gittikten sonra geldi. Hepsinden bir şeyler öğrendik. Müteveffa Enke'yi de gördüm. Hepsini hatırlıyorum. Futbolda yetenek çok önemli tabiî ki. Ancak bence çalışmak çok çok daha önemli. Çalışmayla da olmuyor, şansa da çok ihtiyacınız var. Pes etmemek de çok önemli. Yaptığınız hiçbir işte pes etmemelisiniz. Fenerbahçe'de profesyonel oldum. 16 yaşında kadroya girdim. Hatta Volkan bir Galatasaray maçından sonra formasını çıkartırken ayağı kayıp omzunu sakatlamıştı. Tabiî ki Volkan için çok üzücü bir durum ama bu benim için büyük bir şans oldu. Hiçbir oyuncunun sakatlanmasını kimse istemez. Sevmediğiniz birisi de olsa sakatlanmasını istemezsiniz. Ama belki de bu benim şansımdı.
Kalecilerde böyle bir durum var ama… Engin İpekoğlu sakatlandı, onun yerini Rüştü Reçber aldı.
Kaleci anlamında hocalar çok fazla değişime gitmiyor. Çünkü kale çok fazla değişiklik yapabileceğiniz bir mevki değil. Ancak çok büyük hatalar yapacaksınız, çok büyük eksikleriniz olacak ya da arkanızdaki kaleci çok ekstra işler yapacak. Bir maç o oynasın, bir maç ben oynayayım ya da gireyim de şu maçı kurtarayım gibi bir şansınız yok. Sahada kendinizi çok fazla gösterme şansınız yok. Sadece idmanda gösteriyor ve sıranızı bekliyorsunuz. Bu da genellikle ya sakatlıkla ya da ceza durumunda oluyor.
Peki, büyük takımlarda büyük isimlerle oynamak ya da sıra beklemek avantaj mı, dezavantaj mı?
Büyük takımda olmak, büyük oyuncuların bulunduğu bir takımda forma giymek çok farklı, çok güzel bir duygu. Onlardan öğrendiklerin çok önemli. Çok büyük yıldızlar geliyor. Kişilikli, karakterli oyuncular geliyor. Buralara nasıl geldiklerini, hangi yollardan geçtiklerini çok iyi anlıyorsunuz. Ama bir yönden de her maçı kazanmak zorundasınız. Her sene şampiyon olmak zorundasınız. Hiçbir şekilde berabere bile kalmamalısınız. Büyük kulüplerin camiaları her zaman şampiyonluk ister. Mağlubiyetlerde de sıkıntılar tabiî ki olabiliyor. Ama sürekli maç oynamıyorsunuz ve 10 hafta veya 20 hafta sonra, her maçı kazanması gereken, her sene şampiyon olacağına inanmış bir takımda kaleye geçiyorsunuz. Bu gerçekten kolay bir şey değil. O yaşlarda hele daha da zor. Şimdi olsa kendimi mental olarak daha iyi hazırlarım ama o zaman gençsiniz, fazla tecrübeniz yok. Ne kadar da birileri size, "Şunu şunu yap" dese bile o yaştaki biri için bir kulağından giriyor, ötekisinden çıkıyor. Bunu ben de yaşadım. Bana da çok şey anlattılar. Çok şeyler söylediler. Hatalarım var mı? Evet var. Daha iyi yerlere gelebilir miydim? Tabiî ki gelebilirdim. Ama en iyi tecrübe bir şeyleri yaşamakla ediniliyor.
Bir sezonluk Kayserispor maceranın ardından Manisaspor serüvenin başladı. Tam anlamıyla ilk kez Manisaspor'da  birinci kaleci oldun. O günleri bize anlatır mısın?
Fenerbahçe'nin başına Aragones geldi. O sezon bayağı bir maç oynadım. Türkiye Kupası maçlarında ben oynadım. Ligde de 6-7 maçım vardı. O sezon iyi geçti benim için. Hep Türkiye Kupası'nın finali hatırlanır. O sezon Türkiye Kupası'nda gerçekten tüm maçlarda iyi oynamıştım. İyi oynamıştım ki finalde de kaleye ben geçtim. Aragones'i ne daha önce tanırım, ne başka bir şey var… Kimse futbolda babasının hayrına birisini sahaya sürmez. Çünkü herkes o işten bir şeyler kazanıyor. Kimse başarısızlık istemez. Kimse bir yerlere gelsin diye bir şey yapmaz. Ama finalde gerçekten iyi oynamadım. Hatalı goller yedim. Fenerbahçe Türkiye Kupası'nı 22 yıldır kazanamıyordu. Belki onun da verdiği bir sıkıntı vardı. 22 yıldır kazanamamış olmamız ve de kalede benim oynayıp hatalı goller yemem, üzerimde büyük bir baskı oluşturdu. Ondan sonraki sene de zaten kulüpten kiralık olarak ayrılmak istedim. Gidip bir yerlerde şansımı denemek istedim. Kayserispor'a gittim. Orada da fazla forma şansı bulamadım. Buldum, kaleye geçtim. Yine bir Fenerbahçe maçı oynadım. Çok konuşulan, saçma sapan şeyler anlatılan bir maçtı. O maç benim bir seneme mâloldu. Çünkü son 8 hafta kadro dışı kaldım. Beni tanıyanlar bilir; benimle uyuşmayan bir durum. Kadro dışı kalmak veya sorun çıkarmak benimle asla uyuşmaz! Hatalarım olmuştur, yanlışlarım olmuştur ama bunun sahada olan hatalarımdan kaynaklandığını düşünmüyorum açıkçası… Sahada tabiî ki hata olacaktır. Elimden top da kaçırabilirim. Hatalı gol de yiyebilirim. Bunu herkes yapabiliyor. Ama ben başka işler olduğunu düşünüyorum Kayseri maceramda.
Daha sonra Manisaspor'a transfer oldun… Çok iyi bir çıkış yakaladın ve bu çıkış MillîTakım'dan da takdir gördü.
A Millî Takım'a, Manisaspor'da oynarken çağrılmıştım. Manisa'da iki sezonda 60-65 maç oynadım. Tabiî maç oynamak çok önemli bir faktör. Ne kadar çalışsanız da o hava çok başka. Sahneye çıkmak farklı bir şey. İstediğiniz kadar çalışın, idmanda en iyisini yapın ama sahne orası. Sahnede kendinizi göstermeniz lâzım. Ben de o sahneye yavaş yavaş ayak uydurdum. Manisaspor'da çok güzel günlerim geçti. Bir şeyleri tamamladığıma inandım ve artık Süper Lig'de oynamak istiyordum. Bunun içinde daha önce beraber Avrupa Şampiyonluğu yaşadığımız Abdullah Avcı'nın Başakşehir'de yeni bir projeyle mücadele edeceğini öğrenmek beni heyecanlandırdı. Hocanın da orada olması, yönetim anlamında da işleyiş anlamında da düzenli bir kulüp olması, onların da beni tercih etmesi önemli bir etkendi. Mutlu oldum. Yeni kurulmuş bir takım olarak iyi başladık. Ligin devamını da iyi getirdik. Futbolun gerektirdiği şeyleri yaptık. Sonunda da bence ilk senemizde büyük bir başarı elde ettik.
1.92'lik boyunla kalede de devleşiyorsun. İnanılmaz pozisyonların var. Hızlı ve çabuk olabilmek için özel idmanlar yapıyor musun?
İşin tekniğine girersek açıkçası benim boyumda veya benden daha uzun kalecilerin çabuk olması çok büyük avantaj. Ancak benden bir aşağı indiğiniz zaman bizden çok daha çabuk kaleciler var. Tabiî onlar da bu çabukluklarını fizikî eksikleri kapatmak için kullanıyor. Bizim boyumuzdaki bir kaleci ne kadar çabuk olursa o kadar avantajlı konuma geçer.
Yaşadığın çıkışı sürdüren, adeta yeniden doğan futbolculardan bir tanesisin. Bu çıkışı yakalamanda neler etken oldu? Hayatında neleri değiştirdin?
Bu çıkışı belki çok daha önce yapmam gerektiğini düşünüyorum. Biraz geç kalınmış bir çıkış bence. Bu çıkış devam edecek mi? İnanıyorum ki devam edecek…
Bir kaleci olarak çok uzun zaman yok mu önünde?
Tabiî ki çok uzun bir zaman var ama eskiye baktığınız zaman hatalarım olmuştur. Hâlâ belki yanlış yaptığım şeyler var. Belki 1 sene sonra, 3 sene sonra geriye dönüp baktığımda, "Keşke şunu şöyle yapsaydım" diyeceğim. Böyle şeyler yine olacaktır. Ben bunları azalttığımı düşünüyorum. Yaşım ilerledikçe üç yerine bir yapacağım yanlışları. Bizim işimizde olsun, başka işte olsun hatalar bitmiyor.
Şunu da atlamamak lâzım sanırım… Volkan Babacan, 15-16 yaşından beri tanınıyor. Belki insanların kafasında şu an, "Volkan 32-33 yaşında" düşüncesi var.
Onu çok söyleyen var. Kaç yaşındasın diye soruyorlar. 27 diyorum. "Nasıl 27 ya?" cevabını alıyorum. Beni görmeyip, ismimi bilen çok insan var. 20 yaşında oynayan kaleciler de var. Dünyanın en iyi liglerinde çok genç yaşta forma giyenler de var. Ben kendimi çok geç kalmış görüyorum. Geç kaldım mı? Tabiî ki değil. Belki de zamanı buydu. Ama baktığın zaman daha önceden bir yerlere gelebilirdim diye düşünüyorum.
Peki, özeleştiri yaptığın zaman kendinde gördüğün hatalar neler?
Eskiye baktığım zaman en büyük sorunum konsantrasyon diyebilirim. Çünkü yeteneklerime güveniyorum. İyi çalışıyorum. İyi çalıştığım zaman özgüvenli oluyorum. Eskiden gerçekten motive olmak anlamında sıkıntım vardı. Belki heyecan, belki de bulunduğun yerin farkında olamama… Hatta arkadaşım var; İstanbulspor'da beraber oynamıştık, Behram… İlk defa A Milli Takım'a çağrıldım. "Farkında mısın nerede olduğunun?" dedi… O an tam idrak edememiştim. Üç kaleciden birisi bendim.
Şu an A Millî Takım'ın birinci kalecisi sensin…
Ama şu an farkındayım olayın… Bu bana hem özgüven veriyor. Hem daha çok çalışmam gerektiğini düşündürüyor.
Volkan Babacan bugün Millî Takım'da da hatalı goller yemiştir. Ama benim gördüğüm kimse seni kötü anlamda eleştirmiyor. Hep yapıcı eleştiriler var. Yani kamuoyunda sana karşı bir güven var.
Hatalı golü en başında ben yemek ister miyim? Tabiî ki hatalı goller de yiyeceğiz. Çünkü benim işim bu… İşimi yapmaya çalışıyorum.
Yani kimsenin kafasında "Volkan Babacan" denince en ufak bir soru işareti bile yok…
Buna lâyık olmaya çalışacağım ben de…
27 yaşındasın. Bu kadar tecrüben var. Bundan sonra ne olacak? Volkan Babacan'ın hayali, hedefi nedir?
Öncelikle Millî Takım'da kalıcı olmak istiyorum. Burada sürekli oynayan, uzun yıllar hizmet eden bir oyuncu olmak istiyorum. A Millî Takım kampına belki altıncı, yedinci gelişim. İlk geldiğimde heyecan nasılsa ikincisinde de aynıydı, üçüncüsünde de, şimdi de… Bu heyecanımı kaybedecek bir yer değil burası. Futbol hayatım sürdüğü kadar buraya gelmek istiyorum. Hocalarım oynatır, oynatmaz bilemem ama ben hizmet etmek istiyorum. Kişisel hedefim tabiî ki Avrupa'da oynamak, büyük takımlarda oynamak. Ama ilerde ne olur zaman gösterir. Avrupa'ya gitmek de kolay değil. Kolay olsa 20 oyuncudan 10'u gider. Yetenek de yetmiyor. Avrupa ayrı bir tecrübe, ayrı bir özgüven. Maddiyattan da önemli bir şey…
Kendine hangi kalecileri örnek aldın? Beğendiğin kaleciler kimlerdi?
Buffon'u çok beğenirdim eskiden… Duruşunu, açıklamalarını takip ederdim. Basın toplantılarını arkadaşlarıma tercüme ettirirdim. O kadar ilgiliydim. Ama ondan sonra o hayranlığım geçti. Şimdi Manuel Neuer'i çok beğeniyorum. Bir kalecide olması gereken her şey kendisinde var.
Peki, futbolcu olarak en çok kimi beğeniyorsun?
Bence Arda Turan şu anda… Yeteneği, kişiliği, karakteriyle kesinlikle Arda…
Yediğin hangi golü unutamıyorsun?
Herhalde o Beşiktaş maçında hatalı yediğim goldür. Yusuf abi atmıştı. Yusuf Şimşek… Ayağım kaymıştı.
Peki, kurtardığın en güzel pozisyonu hatırlıyor musun?
En iyi kurtardığım top daha yoktur yaa… Daha iyisini yaparım (gülüyor). Belki daha kötüsünü de yiyebilirim ama daha iyisini yaparım. O daha gelmedi.
Peki, hatalı gol yediğinde eve gidince ne hissediyorsun?
Tabiî ki üzülmemek elde değil. Özellikle maçın başında hatalı gol yiyince bitmiyor maç. Devam ediyor. Veya maç bitiyor yeniliyorsunuz, eve gidince kendinizle baş başa kalıyorsunuz. Geriye dönemeyeceğinizi anlıyorsunuz. Bir yerde kalmak zorunda. Yeni hedefler başlıyor çünkü. Sadece ders çıkarmak lâzım. Yakınmak bir şey ifade etmiyor. Yeni bir gün doğuyor, yeni bir maç başlıyor, yeni bir heyecan başlıyor, yeni bir hedef geliyor. Tabiî ki düşünüyorum yaptığım yanlışı ama bu ertesi güne kalmıyor.
2018 Dünya Kupası yolunda rakiplerimiz belli oldu. Hırvatistan, Ukrayna, İzlanda, Finlandiya rakiplerimiz. Bu grubu değerlendirir misin?
Her turnuvaya başlarken şampiyonaya gitme hedefimiz var. Bu her şampiyona için böyle oldu. Son zamanlarda katılamadık şampiyonalara… Bence bu grupta da var olma adına önemli işler yapacağız. Önemli rakipler var. Ama bence biz de son senelere baktığımızda yükselen bir grafik çiziyoruz. Mutlaka Dünya Kupası'nda olmak istiyoruz.
Son bir sorum var… Volkan Babacan'ın olmak istediği sahne neresi… Yani bir Dünya Kupası mı, bir Şampiyonlar Ligi finali mi? Nerede olmak istiyorsun? Nasıl bir hayalin var?
Adı üstünde hayal. Hayallere kimse gem vuramaz. Ben çok hayal de kurarım. Geçen Arda'yı dinledim bir yerde. "Öyle hayaller kurarım ki, duysanız gülersiniz" dedi. Hoşuma gitti bu düşüncesi. Hayallere sınır koymamak lâzım. Her şey bizim elimizde diye düşünüyorum. Çalışırsak, mücadele edersek yeri geldiğinde ulaşılamayacak hayal diye bir şey yoktur. 

Saturday, October 03, 2015

Enes Ünal: "Avrupa'ya giderek savaşmayı tercih ettim!"



Almanya'daki genç gurbetçi oyuncular Süper Lig'e akın ederken o bambaşka bir rota izledi. Manchester City tarafından transfer edilen, ancak Premier Lig'deki A millîlik kriterini sağlayamadığı için Belçika'nın Genk takımına kiralanan genç golcü, bugünkü şartlar altında yurtdışına çıkmanın kolaycılığı terk etmeyi ve cesareti gerektiren bir tercih olduğunu, kendisini her anlamda geliştirebilmek için böyle bir yola çıktığını anlatıyor.
Röportaj: Mazlum Uluç
2013 Eylül'ünde yaptığımız röportajda, "Üç senelik bir planım ve 2016 ile ilgili bir hedefim var ama bu şimdilik bende kalsın" demiştin. Galiba Manchester City'ye transfer olarak 2016 hedefini bir yıl öncesinden gerçekleştirdin. Yanılıyor muyum?
Madem öyle, o hedefimin ne olduğunu şimdi söyleyeyim. Hedefim Avrupa'ya transfer olmakla ilgili değildi. A Millî Takım'da oynamak ve EURO 2016 Avrupa Şampiyonası finallerindeki kadroda yer almak istiyordum. Millî Takımımız çok şükür Fransa'ya gitme noktasına geldi. İnşallah takımımız finallere gider ve ben de o kadroda yer alırım. Mart 2015'teki Lüksemburg maçında A Millî Takım formasını giymek nasip oldu; sağ olsun Fatih Hocam beni çağırıp oynattı ama şimdi hedefim EURO 2016 kadrosunda da yer alabilmek.
Manchester City gibi büyük bir takıma transfer olmak da hedeflerinden birisi miydi?
Yurtdışında oynamak her zaman hedeflerim arasında yer alıyordu. 14-15 yaşındayken de gitmek istiyordum. Belki o zaman gitsem daha iyi olurdu ama bilemezsiniz. "Demek ki hayırlısı böyleymiş" diyorum.
Yine o röportajda "Küçüklüğümden beri Bursaspor dışında Türkiye'de herhangi bir takımda oynamayı hayal etmedim. Benim amacım eğer başarabilirsem Avrupa'da oynayabilmek" demiştin. Sanırım verdiği sözleri tutmayı seven birisin.
Söz benim için önemli. Her şey geride kalır ama siz karakterinizle hatırlarsınız. Dolayısıyla ağzınızdan çıkan sözün arkasında durmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Ben her zaman Bursasporlu olduğumu ve Türkiye'de Bursaspor dışında başka bir takımda oynamayacağımı söylemiştim. Umarım gelecekte de bu sözümün arkasında durabilirim.
Futbolda başarı bir iskelet kadro oluşturmaya ve zaman içinde o kadroyu koruyup takviyeler yapmaya bağlı. Bursaspor geçtiğimiz sezon oldukça iyi futbol oynayan, kaliteli oyunculara sahip bir takım görüntüsündeydi. Ancak sezon bittiğinde o kadro adeta yağmalandı. Bursaspor neden elindeki yıldızları tutamadı? Bu konuda neler söyleyebilirsin?
Geçtiğimiz sezon gerçekten çok iyi bir kadromuz vardı. Sezon başında kamuoyunun beklentisi yüksek olmasa da Bursaspor istekli ve başarıya aç futbolcularının gösterdiği performansla iyi bir takım haline geldi. Takımın başarısı oyuncuları da bir anda transferin gözdesi haline getiriyor. Ama ben kimin hangi gerekçeyle ayrıldığını bilmiyorum. Herkes kendi tercihini yaptı. Sonuçta kulüp bu transferlerden iyi para kazandı ve Bursaspor'un başarılı olup olmayacağını da bu paranın nasıl kullanıldığı belirleyecek. Para olumlu kullanılabilecek mi, altyapıya yatırım yapılacak mı? Bunlar önemli sorular ve biz cevaplarını zamanla alacağız. Takımın sezon başında kötü sonuçlar alması da bir gösterge olmamalı. Ortada yeni bir kadro var ve onlara biraz zaman tanımak gerekiyor.
Bursaspor'da senin mevkiînin birinci tercihi olan Fernandao şimdi Fenerbahçe'de. Onun nasıl bir oyuncu olduğunu düşünüyorsun? Birlikte oynadığın dönemde Fernandao'dan neler öğrendin?
Fernandao gerçekten iyi bir futbolcu ve iyi bir insan. İlk geldiği dönemde hepimizin kafasında onunla ilgili soru işaretleri vardı çünkü ülke futboluna çok yatkın görünmüyordu. Ama sonrasında inanılmaz bir uyum ve gelişme gösterdi. Takım da iyi olunca Fernandao'nun performansı bir o kadar arttı. Zaten ona karşı oynayan defans oyuncularına sorarsanız sanırım hepsi "Biz bu kadar güçlü bir santrfora karşı oynamadık" der. İnanılmaz kuvvetli bir oyuncu. Çok çabuk değil ama kuvveti sayesinde topu sürükleyebiliyor. Ben tam 9 değil de 9.5 numara gibi oynadığım için onun gibi güçlü ve yıpratıcı bir santrforla birlikte sahada olduğum zaman çok rahat ediyordum. O da benimle birlikte oynamaktan büyük keyif alıyordu. Hatta birkaç maçta kulübeye dönüp hocamızdan beni oyuna almasını istemişti.
Beğendiğin santrforlardan birisinin Van Persie olduğunu söylemiştin. Ama Van Persie Türkiye'ye gelirken sen önce onun İngiltere'de yaşadığı şehre gittin, ardından daBelçika'ya geçtin. Van Persie ile karşılıklı da olsa aynı ligde oynamayı ister miydin?
Van Persie çok kaliteli, çok disiplinli ve çok çalışkan bir oyuncu. Ayakları da çok iyi olan bir oyuncu. En büyük özelliği, yıllardır oynamasına rağmen o çalışkanlığından, disiplininden ve duruşundan hiçbir şey kaybetmemesi. Bu benim için gerçekten de çok değerli ve örnek alınması gereken bir özellik. Fenerbahçe'ye gelir gelmez de hem Avrupa kupası maçlarında hem de ligde gollerini atmaya başladı. Her oyuncu sürekli oynamak ve performansını üst düzeyde tutmak ister. Van Persie bunu başarabilen dünya çapındaki önemli örneklerden biri. Tabiî ben de onun gibi bir oyuncu olmayı çok istiyorum.
Manchester City'ye transferine gelirsek, bu transfer nasıl gelişti? Seni ne zamandan beri takip ediyorlardı, teklif sana nasıl ulaştı ve teklifin ardından sen nasıl bir değerlendirme yaparak İngiltere'ye gitmeyi kabul ettin?
U15'ten beri birkaç takım beni ciddi bir biçimde izliyor ve istiyor. Gerçekten çok geniş bir scout ağları var ve işlerini büyük bir profesyonellikle yapıyorlar. Millî Takımlarda iyi performans gösterince o scoutların radarına giriyorsunuz ve ondan sonrasında seçme hakkını siz kullanıyorsunuz. Beni isteyen takımlardan birisi de Chelsea'ydi. Ama ben Manchester City'yi tercih ettim. Bunun nedeni City'nin son dönemde benimle daha fazla ilgilenmesi ve bu transferde çok istekli olduğunu göstermesiydi. Zaten 3 milyon euroluk bonservis bedelini de hiç tereddüt etmeden ödediler. Bir de City'nin genç oyunculara yeni yeni yatırım yapan bir takım olması önemliydi. Bildiğim kadarıyla Chelsea'nin kiralık olarak başka takımlarda oynayan 50'ye yakın oyuncusu bulunuyor. Manchester City'de ise bu rakam 15 civarında ve bu oyuncuların arasında Dzeko, Jovetic gibi isimler de var. Bu da benim City'yi tercih etmemdeki faktörlerden birisiydi.
Türkiye'deki oyuncular yurtdışında oynamaya çok da hevesli değil. Tam tersine Avrupa'da yetişmiş Türk oyuncular bulundukları ülkelerin liglerini zorlamak yerine erken yaşlarda ligimize gelmeyi tercih ediyor. Bu çarkın dışında hareket eden bir oyuncu olarak değişik bir kafa yapısına sahip olmalısın.
Alıştığınız yerde kalmak işin kolayına kaçmak oluyor. Bildiğiniz bir ülkede ve şehirde yaşıyorsunuz. Çevrenizdekiler, aileniz, arkadaşlarınız yanınızda. Sizi tehdit edecek yabancı bir unsur yok. Kazandığınız para iyi. Kulüplerimiz yurtdışından daha fazla para veriyor. Üstelik vergisi de yok. İnsanlara burada futbol oynamak kolay geliyor. Kimse rahatını bozmak istemiyor. Bu şartlar altında Avrupa'ya gitmek cesaret işi. Ben oraya giderek savaşmayı tercih ettim.
Burada kazandığın paradan daha azını almaya razı olarak gittin, öyle mi?
Para hiçbir zaman benim hayattaki birinci önceliğim olmadı. Dünya benim için kapalı bir kutu ve ben bu kutunun içinde ne olduğunu görmek istiyorum. Bunun için gezmeye, öğrenmeye ihtiyacım var. Bir de Avrupa'da genç oyunculara verilen çalışma imkânları çok iyi. Açıkçası ben rahat olmak, rahat oynamak, kendimi geliştirmek, lisanımı ilerletmek istedim. Orada üniversitede okumayı da çok istiyorum. Şu anda İngilizcem kötü değil. Ama turist İngilizcesi biçiminde. Karşımdakiyle çok rahatlıkla konuşup anlaşabilirim. Ama ben bir ehliyet ya da üniversite sınavına girebilecek biçimde resmi İngilizcem olsun istiyorum. Bunun için de Belçika'da kurslara başlıyorum. İngilizcemi bu seviyeye getirdikten sonra da spor bilimleri ya da farklı bir alanda üniversite eğitimi almak istiyorum. Gelecekte spor yöneticisi olmak gibi bir hedefim var.
Dünyanın senin için kapalı kutu olduğunu ve bu kutuyu açmak istediğini söyledin; Manchester City daha ilk hazırlık döneminde Avustralya ve Vietnam'ı göstererek bu kutuyu araladı değil mi?
Evet(gülüyor). Gerçi kamp döneminde gittiğiniz için bir turist gibi her yeri gezip görme ve öğrenme şansınız yok ama yine de değişik insanları görüyor, o atmosferi soluyorsunuz. 15 yaşındayken Bursaspor'un U15 takımıyla da Çin'e gitmiştim ve o da benim için güzel bir tecrübeydi. Hemen söyleyeyim, sıcağı ve nemi sebebiyle Asya'nın güneydoğusuna pek ısınamadım.
Manchester City'deki ilk antrenmanından ve oyuncularla tanışmandan söz eder misin? Dünyaca ünlü yıldızların Türkiye'den gelen genç bir oyuncuya nasıl davrandığını merak ediyorum?
Saha içinde o oyuncularla karşılaşınca başlangıçta ufak bir heyecan oluyor ama sonra futbol oynamaya başlıyorsunuz ve futbol oynamak benim çok küçük yaşlardan beri en iyi bildiğim şey. O zaman karşınızdakiyle aynı dili konuşuyor oluyorsunuz. Tabiî ki onlar çok yetenekli oyuncular ve bu özellikleri sayesinde sizi de rahat ettiriyorlar.
Tam da bunu soruyorum işte… Onlarla oynarken seni daha rahat ettiren şey ne?
Açıkçası daha önce verdiğim bir röportajda bu ilişkilerin üzerinde çok durdum ve insanların "Oraya gitti, ülkemizi yerden yere vuruyor. Sanki arada dağlar kadar fark var" demesinden endişe ediyorum. Oysa ben böyle bir şey söylemek istemiyorum. Sadece ufak farklılıkların bile önemli olabileceğini vurguluyorum. Onlarda abilik diye bir kavram zaten yok ve yaşınız ya da kariyeriniz ne olursa olsun size saygı duyduklarını hissediyorsunuz. "Genç oyuncu - tecrübeli oyuncu" diye kategorize etmek yerine oradaki herkese "futbolcu" diye bakıyorlar. "Genç oyuncu" diye bir ayrım yapacaklarsa da onu sahada iyi bir hareket yaptığınızda ya da gol attığınızda sizi özel olarak tebrik ettikleri, alkışladıklarında görüyorsunuz. İyi bir şey yaptığınızda teşvik, hata yaptığınızda ise tolere ediyorlar. Ama üst üste basit top kayıpları yapar ya da ikili mücadeleden kaçarsanız sizi uyarmaktan da geri durmuyorlar. Bir gün dar alanda çok yüksek tempoda pas çalışması yapıyorduk ve ben çok top kaybettim. Üzüntülü olduğumu gören Dzeko beni bir kenara çekti ve "Hiç sorun değil, bak ben de ne kadar çok top kaybettim. Her şeyi unut ve yeniden baskı yapmaya başla" dedi. Bu kadar yani…
Teknik adam-oyuncu ilişkileri açısından bir kıyaslama yapabilir misin?
İngiltere'de böyle bir analiz yapabilecek kadar uzun süre kalmadım. Ama Genk'teki hocam için konuşabilirim. Peter Maes çok tutkulu bir insan. Genk'e gitmeden önce onunla görüşmüş, kendisini tanıyanlardan da hakkında bilgi edinmiştim. Bana söylenen, Maes'in genç oyuncuları inanılmaz biçimde geliştirdiği, ama saha içinde tâbiri caizse oyuncunun canına okuduğuydu.
Canına okumak derken, bağırıp çağırmaktan mı söz ediyorsun?
Evet, evet. En ufak bir hatada bile bağırıyor. Maes'in oyuncusuysanız sürekli koşacak, basacaksınız. Genk'e gittiğim ilk bir haftada bana bir kere ufaktan bağırdı. Oyuncular, "Yavaş yavaş ısınıyor, hazır ol" uyarısında bulundu. Gerçekten de ikinci haftada bana o ünlü yüzünü gösterdi. İkinci haftada biraz yorgundum, bazı sorunlarım vardı, ikili mücadeleye giremiyor, top kaybediyordum; o antrenman boyunca bana sürekli bağırdı. Ama dürüst ve art niyeti olmayan bir insan olduğunu biliyoruz. Çünkü antrenman biter bitmez yanınıza geliyor ve "Bugün bir sorunun mu vardı, seni biraz tutuk gördüm" diyor. Siz ona derdinizi anlatıyorsunuz ve dinliyor, çözüm bulmaya çalışıyor. Oyuncusundan sürekli istiyor ve genç bir oyuncu için böyle bir hocaya sahip olmak büyük bir şans. Çünkü ancak karşınızda sizden sürekli isteyen bir hocanız varsa kendinizi geliştirebilirsiniz.
Doğru söylüyorsun ancak ben her oyuncunun senin gibi düşündüğü ve sürekli isteyen hocalardan hoşlandığı kanaatinde değilim.
Gelişmeyi istiyorsanız, hocanızın da bu taleplerinde art niyetli değil iyi niyetli olduğunu, sizin daha iyi olmanız için böyle taleplerde bulunduğunu biliyorsanız hiç sorun yaşamıyorsunuz. Hocanın sizin kapasitenizi ölçtüğünü, daha iyisini yapabileceğinize inandığını ve bunun için zorladığını düşünüyorsunuz. O zaman da bu durum hoşunuza gidiyor.
Manchester City'nin oyun anlayışında klasik anlamda bir pivot santrfor yok. Teknik direktör Pellegrini; Navas, David Silva ve Sterling'in önünde 1.72'lik Agüero'yu oynatıyor. Bu oyun tarzı içinde yer bulmakta sıkıntı çekeceğini düşündün mü? Kulübün seni kiralaması da bu oyun sistemiyle mi ilgiliydi sence?
Manchester City beni transfer ettiğinde, A takımla antrenmanlara çıkartıp ölçmeyi, başarılı olursam A takımda oynatmayı, aksi takdirde Rezerv Lig'deki ikinci takımlarında maç tecrübesi kazandırmayı düşünüyordu. Tesislerinde kaldım, 15'in üzerinde fizyoterapist çalıştırıyorlar. Genç bir oyuncunun kendisini geliştirmesi için inanılmaz bir yer. Ben de A takımda olmasa bile rezerv takımda oynamayı isterdim. Ancak benim için farklı bir problem vardı. İngiltere'de oynayacak oyuncunun ülkesinin A millî takımında son iki senede maçların yüzde 70'ine çıkması gerekiyor. Bu kriteri karşılayamıyorsanız İngiltere'de oynayabilmeniz mümkün değil. Benim bu kriteri karşılayabilmem için 16 yaşından beri A Millî Takım formasını giyiyor olmam gerekiyor. Kısacası Genk'e kiralanmamın Manchester City'nin oyun düzeniyle bir ilgisi yok. Ne kadar iyi olursam olayım, bu kriter gereği zaten Manchester City'de oynayamayacaktım. Çalışma izni alma imkânım yoktu.
Genk'e transferini konuşalım biraz da…
Onlar beni bonservisimle istiyordu. Ama Manchester City bonservisimi elinde tuttu ve beni kiralamayı tercih etti. Genk bir oyuncunun yetişmesi için çok iyi bir kulüp. Kevin de Bruyne, Courtais, Benteke, Origi gibi çok kaliteli oyuncuları futbol dünyasına armağan etmişler. Beni Manchester City'den alabilmek için de çok yoğun bir çaba harcadılar.
O zaman sen Genk formasını giydiğin süre içinde A Millî Takımımıza seçilip oynamayı ve 2 yıl sonra da Manchester City'ye dönmeyi bekleyeceksin, öyle mi?
Gerçekten benim açımdan sıkıntılı bir durum. Bunu yapabilmek kolay değil ama A Millî Takımımızda oynayabilmek ve Premier Lig'in aradığı kriteri karşılayabilmek için çok zorlayacağım. Ne olursa olsun Avrupa'nın üst düzey takımlarında forma giymek istiyorum. Tabiî ki ilk hedefim City'nin oyuncusu olmak ve başarılara imza atmak, ama olmazsa da başka ligleri deneyeceğim.
Sadece Genk'in değil, Belçika Ligi'nin de sana iyi gelebileceğini söyleyebiliriz. Kompany, Eden Hazard, Fellaini, Witsel gibi üst düzey oyuncular da yine o ligden çıktı…
Kesinlikle öyle… Oyuncularının da İngiltere Ligi'ne çok kolay adapte olabildiği bir lig. Mesela Hollanda'dan giden oyuncular Premier Lig'de zorluk yaşarken Belçika'dan gelenler daha çabuk uyum sağlıyor. Bunun da nedeni Hollanda Ligi'nin daha düşük tempolu, yumuşak ve hücum futbolu oynanan bir lig olması. Belçika Ligi ise daha çok Fransız oyuncuların yer aldığı, atletik oyuncuların ağırlıkta olduğu, çok daha tempolu, fizik güce dayalı ve taktik disiplini yüksek bir lig. Bu nedenle Belçika Ligi'nden giden oyuncular İngiltere'de daha başarılı oluyor.
Genk'te takım içindeki durumunu nasıl değerlendiriyorsun?
Kendimi hocama kanıtlamam gerekiyor. Şu ana kadar aldığım sürelerde iyi işler yaptım. Bir derbi maçta ilk on birde yer aldım ve 90 dakika oynadım. Takım halinde kötü oynadık ve kaybettik ama Belçika medyası beni takımın en iyisi olarak gösterdi. Hocamız da maçtan sonra beni özel olarak tebrik etti. Ancak takımın 32 yaşındaki usta santrforu Igor de Camargo iyileşince hoca bir sonraki maçta onu oynattı. Hocamız oyun sistemi ve takım kurgusu konularında arayışta. Bu süreçte gözüne girmem ve vazgeçilmezlerinden biri olmam için çok çalışmamam gerekiyor.
Peter Maes'in senden beklentileri neler. Tabiî ki gol atman dışında…
Takımda de Camargo ile birlikte iki santrforuz. Benden 9.5 numara olarak da yararlanmak istiyor. De Camargo'nun arkasında daha çok kenarlara giden bir forvet olarak görev yapmamı istiyor. Belçika Ligi'nde oyun orta sahadan zor kurulduğu için kenarlara gönderilen topları benim almamı ve oyunu o bölgeden kurmamı istiyor. Tabiî ikinci adam olarak gol atmamı, asist özellikleri kullanmamı istiyor ve bir de gençlik enerjimden yararlanmayı arzuluyor. De Camargo 32 yaşında ve sık sakatlanabilen bir oyuncu olduğu için de onun yokluğunda beni takımın santrforu olarak kullanmak istiyor.
Belçika'daki daha doğrusu Genk'teki sosyal hayattan bize biraz bahseder misin? Oradaki yaşama kültürüne ayak uydurmak senin için kolay oldu mu?
Açıkçası ilk 1 ay hemen hemen hiç dışarı çıkmadım. Bir keresinde tanıdığım bir abim beni Hollanda'ya götürüp gezdirdi. Genk çok küçük bir şehir. Şehir merkezini yürüyerek 5 dakikada gezebiliyorsunuz. Şehirde çok sayıda Türk var. Tesislerden ayrılıp bir ev tuttum. Eve bir sinema sistemi kurmayı planlıyorum. Ailem Bursa'da yaşıyor ama annem arada gelip 15 gün kadar yanımda kalıyor.
Aslında ailen Genk'te sürekli seninle yaşayabilir, değil mi?
Yalnız yaşamayı ben tercih ettim. Kendimi daha çok zorlamak, kendi başıma bir adım atmak, biraz daha büyümek istedim. Bursa'da o şehrin çocuğuydum ve el bebek-gül bebektim, takıma gelen yabancı oyuncular bile bana "baby" diye lâkap takıyordu.
Şimdi sana nasıl bir lâkap takılmasını istersin? Cengâver mi mesela?
Savaşçı desinler (gülüyor).
Genk'te çok sayıda Türkün yaşadığını söyledin. Senin özel Türk seyircilerin var mı?
Takımın yıllardır oynayan Macar bir kalecisi var; Laszlo. Eski ve başarılı bir isim olduğu için taraftarların da çok sevdiği birisi. Bana, "Yıllardır burada oynuyorum, bu kadar başarı kazandım ama tribünlerde benim için bir kez bile ülkemin bayrağı açılmadı. Senin ilk maçında üç tane Türk bayrağı vardı" dedi. Sağ olsunlar, Genk'te yaşayan Türkler ilgi gösteriyor. Dilerim bu ilgi daha da artar.
Sokağa çıkıp Türklerle karşılaştığında aranızda neler yaşanıyor?
Karşılaştığımızda ilgi gösteriyor, konuşuyorlar. Benim için şöyle bir durum var; bir insan Türk olduğu için mutlaka iyidir ve benim arkadaşım olmalı diye düşünmüyorum. Hollandalı da Belçikalı da benim arkadaşım olabilir. Önemli olan nereli olduğu değil, iyi bir insan olup olmadığı. Tabiî ki sokakta dolaşırken küçük çocukların "anne-baba" diye bağırmaları kulağıma çarptığında hoşuma gidiyor. Başlangıçta kaldığım otelde çalışan Türk ablalar vardı, sağ olsunlar bana sarma getirdiler. "Yapmayın" dememe rağmen eşyalarımı evlerine götürüp yıkadılar. Çok sıcak insanlarız ve böyle güzelliklerle karşılaşmak da insanı mutlu ediyor.
Sezon sonu için nasıl hayaller kuruyorsun?
İki yıl Genk'te kalacağım varsayılıyor çünkü sözleşmem iki yıllık. Bu sezon Avrupa kupalarında yokuz. Önümüzdeki sezon için takımımla ilk altıda yer alıp Avrupa kupalarında mücadele etmek, kendimi o platformda göstermek istiyorum.
A Millî Takım senin için artık sadece moral değerler açısından değil, Premier Lig'de çalışma izni alabilmen ve Manchester City forması giyebilmen için de ulaşılması gereken bir hedef. Diğer yandan da Genk gibi oynayabileceğin ve Millî Takım için kendini gösterebileceğin bir takımdasın. Bu anlamda gelecekten neler bekliyorsun?
İlk önce Genk'te oynamam ve kendimi göstermem, belli bir seviyeye ulaşmam lâzım. Belki Fatih Terim Hocam beni şimdi de A Millî Takım'a çağırabilirdi ama benim açımdan Ümit Millî Takım'da olmak ve sürekli oynayabilmek daha faydalı. A Millî Takım'da olmak için öncelikle bir şeyler göstermeliyim.
A Millî Takımımızın Letonya ve Hollanda ile oynadığı maçları izlerken neler düşündün? Bu maçların kısa bir yorumunu yapabilir misin?
Çok karakterli oyuncularımız var. Zaten çoğunu tanıyorum. Çok mücadeleci ve inançlı oyuncular. Başta kaptanımız Arda Turan… 3-3.5 aydır futbol oynamıyordu ama çıktı iki maçta 150 dakika boyunca aslanlar gibi koştu, mücadele etti, asist yaptı, gol attı. Böyle bir kaptana sahip olmak bir takım için büyük bir şans. Onun önderliğinde takım çok büyük bir mücadele gösterdi. Letonya karşısındaki o oyuna rağmen son dakika golüyle berabere kalınarak yaşanan şokun ardından Hollanda karşısında böyle bir reaksiyon verebilmek için gerçekten de Arda Turan gibi kaptanlara ve çok karakterli oyunculara ihtiyaç var. Hollanda'yı 3-0 yenmek de bence çok şaşırtıcı değil. Çünkü Arda Turan, Burak Yılmaz, Oğuzhan Özyakup, Caner Erkin, Hakan Çalhanoğlu, Selçuk İnan, Ozan Tufan gibi çok yetenekli oyuncularımız var. Bir de çok genç bir orta sahamız var. Oğuzhan, Hakan ve Ozan'ın dinamizmi Hollanda'yı orta sahada iyi kilitledi. Galibiyette bu unsur da çok önemliydi.
Ozan demişken, onu bir de senden dinleyelim. Bursaspor günlerinde Ozan'ı en yakından tanıyanlardan birisi de sensin.
Bir kere inanılmaz bir atlet Ozan. Müthiş patlayıcı özellikleri var. Sahanın neresine koyarsanız koyun oynuyor. Bursaspor'da sağ bek, sağ açık, orta saha, sol bek, stoper oynadı. Evet, sol bek oynarken biraz sıkıntı yaşadı ama bu kadar farklı mevkide oynayabilecek kaç oyuncu var? Bir de Ozan inanılmaz bir özgüvene ve rahatlığa sahip. Bir futbolcu için o kadar önemli bir özellik ki bu… Bu rahatlık ona her zaman için artı sağlıyor. Tabiî Ozan'ın Fatih Hocaya da çok büyük bir teşekkür borçlu olduğunu söylemek lâzım. Bursaspor'da çok az süre almışken A Millî Takım'a çağırdı ve o kamp boyunca ısrarla oynattı. Hatta kamptan Bursaspor'a döndüğünde UEFA Avrupa Ligi maçlarında yedekti. Ama Fatih Hoca onu ısrarla Millî Takım'a çağırıp oynatmayı sürdürdü. Ozan oyunun iki tarafını da oynayan bir oyuncu olarak Türk futbolu için çok önemli bir isim bence.
Farklı bir kitap okuma tarzın olduğunu ve başucundaki birçok kitap arasından o anki durumuna göre birisini seçip okuduğunu anlatmıştın. Bu alışkanlığını sürdürüyor musun? Bugünkü durumunda hangi kitapları okuyorsun?
Biraz tempom düşse de kitap okumayı sürdürüyorum. Yine başucumda kitaplar var ve ben şimdi İshak Alaton'un biyografisi "Lüzumlu Adam"ı okuyorum. Hollanda'daki bir abim hediye etti kitabı. Sonlarına yaklaştım. Çok güzel bir kitap. İshak Alaton'un güzel ve örnek alınacak bir macerası var. Sıfırdan var olma mücadelesi… Hiçbir şeyi yokken İsveç'e gidiyor ve orada bir şeyler öğrenip biriktirerek bugünlere geliyor.
Sen yaptığın İngiltere tercihini biraz da İshak Alaton'un bu İsveç macerasına ve var oluş mücadelesine mi benzetiyorsun?
Benimki çok daha basiti. Onunki çok daha zorlu bir macera. Çünkü o sıfırdan başlıyor hayata.
Okumak güzel ama senin bir de yazma kabiliyetin var sanırım. Direkt sorayım, Four Four Two için yazdığın yazıyı sen mi kaleme aldın, yoksa senin anlatıp başkasının yazdığı bir hikâye mi var karşımızda?
Girişinde çok küçük düzenlemeler olsa da o yazı bana ait. Zaten böyle bir teklif geldiğinde yazıyı kendim yazmak istediğimi söylemiştim. Manchester City ile Avustralya ve Vietnam'a yaptığımız seyahatten dönüyorduk. Çok uzun bir uçak yolculuğuydu. Etrafımda birçok dünya yıldızı oyuncu, kulağımda harika bir müzik vardı ve o ilhamla da kelimeler art arda dizili verdi.
Önceki röportajımızda Tümer Metin'in yazdığı "Metin Olmak" kitabından söz etmiştin. Senin de ileride böyle bir kitap yazma fikrin var mı? Şimdiden hatıralarını biriktiriyor, not tutuyor musun?
Kesinlikle bir kitap yazmayı düşünüyorum. Ama hatıralarımı şimdiden not almak yerine kitabı yazacağım gün aklımda kalanları kaleme almayı tercih edeceğim. Eğer kaleme alacağınız hatıralarınız sizin için önemliyse zaten o gün de aklınızda kalmış demektir. Şimdi sadece oynamayı düşünüyorum. Zamanı gelince de yazacağım. Bir de şunu söylemem gerekiyor. Ne Millî Takımımızın Hollanda galibiyetine, ne de Ümit Millî Takım kampında olduğuma sevinebildim. Bunun da sebebi şehitlerimiz. İnsan üzülüyor ve bitsin artık diyor.
Nasıl çözülebileceğini düşünüyorsun?
O benim işim değil. Sadece bitmesini istiyorum. Benim babam var, kardeşlerim var. Onların vefat ettiğini düşünüyorum ve bunu düşünmek bile dayanılmaz bir şey. Biz birbirine çok bağlı bir aileyiz. Böyle bir şey yaşandığında bu bütün ailenin yıllarını kaybetmesi demek. Bir çöküş, bir acı demek. İnsanın içine saplanan bir şey demek. Bazılarına basit gelebilir ama insanların da çevresindeki insanları kaybettiklerini düşünmesi lâzım. Kolay bir acı değil bu.

Tuesday, September 15, 2015

Güven Yalçın: "En önemli şey ilgi görmek"


Bayer Leverkusen'in U17 takımında forma giyen genç oyuncu, Türkiye U17 Millî Takımı'na ilk kez seçilmenin gururunu yaşıyor. Almanya'daki Türk oyuncu sayısının fazlalığına dikkat çeken genç forvet, "Oradaki bir Türk oyuncu, her şeyden önce kendisini değerli hissetmek istiyor. Bu nedenle de hangi ülkeden daha çok ilgi görürse o tarafa yöneliyor. Kalbim Türkiye için atıyor ama ilgi görmek gerçekten çok önemli" diyor.


Genç Millî Takımlarımıza ilk kez davet edildin ve biz de seni biraz daha yakından tanımak istiyoruz.
1999 yılında Almanya'nın Düsseldorf şehrinde doğdum. Bayer Leverkusen'de futbol oynuyorum. 4 yaşındayken semtimin küçük bir takımında futbola başlamıştım. 5.5 yaşından itibaren ise Bayer Leverkusen altyapısında forma giyiyorum. Almanya'da profesyonel olma yaşı 18. Ben de profesyonellik için 18 yaşını bekliyorum.
İlk kez Türk Millî Takımı'na seçildin. Bu nasıl bir duygu?
Güzel bir duygu. Millî Takım'da oynamak çok güzel bir his. Kendimi burada çok özel hissediyorum.
Ailen ne zamandır Almanya'da yaşıyor?
Babam 16 yaşında Almanya'ya gitmiş. Şimdi kendine it bir firması var orada kendi işini yapıyor. Transport firmamız var. İki kardeşiz. Bir ablam var. Ailemdeki tek sporcu benim. Anne tarafım ise Almanya'da daha eski. Onun babası Almanya'ya gelmiş. Babamla da Almanya'da tanışmışlar. Aslen Nevşehirliyiz. Ben de her sene mutlaka Nevşehir'e giderim. Babaannem ve dedem de orada yaşıyor zaten.
4 yaşında futbola başladığını söyledin. Seni kim keşfetmişti?
Her çocuk gibi ben de sokakta ve okulda futbol oynuyordum. Sınıf arkadaşlarımdan birinin babası benim oynadığım futbolu beğenmiş. Oğluyla birlikte beni de mahallemizin takımına götürdü. Onun sayesinde futbola başladım. Ben futbola devam ediyorum ama o arkadaşım bıraktı.
Bize Almanya'daki futbol kültüründen söz eder misin?
Daha önce Türkiye'de futbol onamadığım için buradaki durumu bilemiyorum. Ama Almanya'da genç oyuncularla özel olarak ilgilendiklerini, onların yetişmesi için büyük bir çaba harcadıklarını söyleyebilirim. Almanlar bütün işlerine olduğu gibi futbola da büyük bir disiplinle bakıyor. Sabah saat 7.00'de kalkıp koşmaya gidiyoruz. Günde üç defa antrenman yapıyoruz. U15'ten itibaren bu tempoda çalışıyoruz.
Almanya Millî Takımı için teklif almış mıydın?
Almanya'da bir turnuva vardı. Birçok genç oyuncuyu çağırmışlardı. Beni de davet ettiler. Orada iyi bir performans sergileyince Almanlar bana çok ilgi gösterdi. Ama kalbim Türkiye için atıyor. Yüzde 100 bir teklif yok ama dolaylı yoldan teklif geliyor. Kesin teklif gelirse bunu düşünürüm. Orası güzel mi değil mi; önce ona bakarım. Türkiye ile fark var mı, buna bakarım. Kendimi nerede daha iyi hissediyorsam; kim daha çok ilgi gösteriyorsa orayı tercih ederim.
Buraya geldiğin andan itibaren geçen süreci nasıl değerlendiriyorsun? Hasan Doğan Millî Takımlar Kamp ve Eğitim Tesisleri'ni nasıl buldun?
Gerçekten burada her şey çok güzel. Almanya'da böyle bir tesis yok. Burası için söylenecek tek kelime var, mükemmel. Futbol için her şey düşünülmüş. Hayatım boyunca böyle bir tesis görmedim. Bize gösterilen ilgiden de çok memnun kaldığımı söyleyebilirim.
Kariyer planlamanı nasıl yapıyorsun?
Kimden teklif gelirse duruma göre değerlendireceğim. Bayer Leverkusen ile sözleşmem devam ediyor. 4 yıllık imza atmıştım. Şimdi 3 yıl daha kulübümdeyim. U19'un sonuna kadar oradayım. Sonrasında ise gelen tekliflere göre durumuma bakacağım. En büyük hayalim ise bir gün Premier Lig'de oynamak.
Örnek aldığın oyuncular var mı?
Chelsea'nin Belçikalı oyuncusu Eden Hazard'ı çok beğeniyorum. Messi inanılmaz. Golcü olarak ise Cristiano Ronaldo idolüm. Hep gol atıyor. Tekniği mükemmel.
Bir gün Türkiye'den transfer teklifi gelirse düşünür müsün?
Önce Almanya'da devam etmek istiyorum. Ardından Premier Lig, La Liga gibi dünyanın en büyük iki liginden birinde forma giymek istiyorum. Türkiye'ye gelmeyi ise şimdilik düşünmüyorum.
Peki, Türkiye'nin büyük kulüplerinden teklif alırsan da fikrini değiştirmez misin?
O zaman başka tabiî ki… Şampiyonlar Ligi'nde yer alan bir takımda forma giymek isterim.
Özeleştiri yaptığın zaman kendinde beğendiğin ya da beğenmediğin yönler hangileri?
Şutlarım çok iyi. Tekniğim de yüksek. Kalenin önünde iyiyim, bire bir mücadelelerde başarılıyım. Hocalarım pozisyon alma konusunda da problem yaşamadığımı söylüyor. Ancak eksik bulduğum yönüm hızım. Hız konusunun üzerinde çalışmam gerekiyor. Sadece hız değil tabiî, daha iyi olabilmek için şu anda iyi olduğunu düşündüğüm konularda da kendimi geliştirmem gerektiğini biliyorum. En büyük hayalim bir gün A Millî Takım'da oynayabilmek. Bunun için her şeyi yaparım. Orada oynamak çok güzel bir duygu olur.

Friday, September 04, 2015

Parmak ısırtan kariyer: Mehmet Emre Atasoy

Parmak ısırtan kariyer: Mehmet Emre Atasoy
Geri
İleri

Babası Ankaragücü'nün eski kaptanı İskender Atasoy. Amcası eski Süper Lig hakemi Ethem Atasoy. Hacettepe Bilgisayar Mühendisliği mezunu. ODTÜ'de yüksek lisans ve doktora yaptı. Lisanslı yüzücü. ASELSAN'da uzman mühendis. Ve son olarak Süper Lig'in yeni hakemi. 30 yaşında olmasına rağmen birbiri ardına yakaladığı başarıları Süper Lig'de de devam ettirmek istiyor.


Röportaj: Rasim Artagan / TamSaha
Bu sezon Süper Lig kadrosuna alınan dört hakemden birisiniz. Sizi biraz tanıyabilir miyiz?
1985 Ankara doğumluyum. 2004 Aralık ayında İstanbul'da hakemliğine başladım. 2008 yılında Ankara'da ulusal hakem oldum. 7 senedir ulusal klasmandaydım. Hacettepe Bilgisayar Mühendisliği mezunuyum. ODTÜ'de yüksek lisans yaptım. Şu an halen bilişim sistemlerinde doktora yapıyorum. Aynı zamanda ASELSAN'da uzman mühendis olarak çalışıyorum. Mesleğim bilgisayar mühendisliği.
Peki, hakemlik aklınıza nereden geldi?
Babam Ankaragücü'nün eski kaptanı İskender Atasoy. Onunla beraber minik takımlarda futbola başladım. Yaz okullarında oynadım. Sonra babam, "Sen okumaya yönel… Futbol yeteneği sende çok gelişmiş değil" dedi. Futbolda benim adıma bir gelecek görmedi. Ben de futbolu çok sevmeme rağmen okula yöneldim. Yüzüyordum o zamanlar. 5 sene lisanslı yüzdüm. Sonra üniversite çağına geldiğimde hakemlik fikri düştü aklıma. Amcam eski hakemdir; Ethem Atasoy. Uzun yıllar Süper Lig'de düdük de çaldı. Ondan özenerek hakemliği çok sevdim, severek de yapıyorum. Üst klasmanda ilk sezonum.
Kariyerinizde bir gün bir ayrım yapacaksınız… Çünkü bir gün bütün hakemlerimiz profesyonel olacak. Siz hangi yolu seçeceksiniz?
Şu an benim için çok erken. Süper Lig kadrosunda henüz ilk sezonum. Hayatın ne getireceği hiç belli olmaz. Üç sene önce yüksek lisans ve doktora yapmayı da düşünmüyordum. Hayat beni bu noktaya getirdi. Üst klasmana çıkamayabilirdim. Gelecekte kendi işimi de kurabilirim. Bunu yaşayıp göreceğim. İş yerimde başarılı olduğumu düşünüyorum. Buna devam da edebilirim. Profesyonel hakemlik şu anda önümde olan bir konu değil. Kendimi burada kanıtlamak istiyorum.
30 yaşındasınız. Hakemlikte emeklilik yaşı 47'ye yükseltildi. Önünüzde 17 yıl var. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uzun vadeli hedefler hep olur ama ben uzun vadeli hedeflerle başarılı olamazsınız diye düşünüyorum. Şu an ben kısa vadede iyi maç yöneterek, işimi de iyi yaparak, hayatın bana getirdiklerini önüme alıp bir tercih yapacağım. Şu anda tek hedefim bu. İlerisini çok düşünmüyorum.
Süper Lig'in yeni hakemisiniz. Tecrübenizi nasıl görüyorsunuz?
Alt liglerde uzun yıllar kaldım. 23 yaşında ulusal hakemliğe adım attım. 70 tane profesyonel maç yönettim. 40 kez dördüncü hakemlik yaptım. Alt taraflarda futbolcularla iletişimimi çok iyi kurdum ve son zamanlarda çok iyi maç yönetir hale geldim. Tecrübemi yukarıya yansıtabileceğimi düşünüyorum. Birkaç ay adaptasyon sürecinden sonra daha rahat maç yöneteceğime inanıyorum. Tecrübe eksikliğim olmadığı kanaatindeyim.
Peki, sizi Süper Lig'e taşıyan doneler nelerdir?
Sahada kendine güvenen, fiziki anlamda kondisyonu yeterli bir hakemim. Futbolculara güven veren bir diyaloğum olduğunu düşünüyorum. Hatta son iki sezonda yönettiğim her maçta yenilen takım beni gelip tebrik etti. İki tarafa da verdiğim kararlarla güven aşıladığımı düşünüyorum. Bu en önemli şey… Akşam yattığımda maçta yanlış karar verdiysem vicdan azabı çeken bir insanım. Bu da bence futbolculara yansıyor.
"Yanlış karar verdiğinizde ne hissediyorsunuz?" sorularımızdan bir tanesiydi…
Futbolun içinden geldiğim gibi babam da yıllarca futbolculuk ve antrenörlük yaptı. Sistemi biliyorum. Ben de antrenörlerin, futbolcuların içinden geldim, biliyorum. İnsanların buradan evine ekmek götürdüğünün, ailesini geçindirdiğinin farkındayım. Bizim verdiğimiz bir yanlış karardan dolayı insanların hayatının kararabileceğini dahi gördüm. Bu bende büyük bir sorumluluk hissi yaratıyor. Türkiye'de ilk sırada futbol var. Sosyal hayat deyince futbol geliyor akla. Bunun sorumluluğunun farkındayım. O yüzden de özenle ve içimden gelerek bütün kararları doğru vermeye çalışıyorum. Vicdanım temiz olmalı. Yanlış karar tabiî ki olur. Olmaz diyemem. Önemli olan hatalardan ders çıkarmak... İnsan yaptığı hatayı bir daha yapıyorsa orada bir sıkıntı var demektir.
Örnek aldığınız hakemler kimler?
Aslında bu herkese çok sorulan bir soru… Örnek aldığım birçok hakem var; hepsinin iyi yönlerini almaya çalışıyorum. Türkiye'de Cüneyt Çakır gibi bir örnek var. Onu örnek almamak olmaz. Onun dışında Fırat Aydınus'tur, Bülent Yıldırım'dır… Bu tarz çok büyük hakemlerimiz var. Yurtdışından hakemler var. Hepsinin iyi yönlerini alıyorum. Mesela Massimo Busacca'yı çok beğenirim. Onları örnek alıp, kendimi geliştirmeye çalışıyorum.
Diğer ligleri takip ediyor musunuz?
Bizim yaptığımız işte maç izlemek çok önemli. Ben de Süper Lig'in tüm maçlarını izliyorum. PTT 1. Lig'i de takip ediyorum. Avrupa'dan başta Premier Lig, La Liga, Bundesliga'yı takip etmeye çalışıyorum. Çok faydalı… Şampiyonlar Ligi'ni izliyorum. Takip etmezseniz bu işi yapamazsınız.
Her hakemin tarzı farklı malum… Saha içerisinde siz nasıl bir iletişim içerisindesiniz oyuncularla? Bu sezon Süper Lig'desiniz. Süper Lig bu sezon yıldızlar ordusu gibi… Yıldız oyuncuyla iletişiminiz nasıl olacak?
Futbolun ana karakterleri futbolcular. Biz hakemler ikinci plandayız. Bunu bilerek hareket etmek lâzım. Ama sahanın da bir yöneticisi var. Bizim mühendislik alanında da aslında böyledir. Ekip lideri vardır. Yanında da çok üst seviyede mühendisler vardır. Aslında ben yaptığım işle hakemliği çok benzeştiriyorum. Mesela ekip lideri çok iyi olmayabilir. Ama siz ona itaat etmek zorundasınız. Onun kararlarına saygı duymak zorundasınız. Ama işi götüren sizsinizdir. Ben de aynı şekilde sahadaki bir yöneticiyim. Ama ifademizi düzgün kullanmak durumundayız. Yöneticim de bana saygısızlık edemez; ben de ona edemem. Ama onun dediklerini en iyi şekilde yaparak projeyi en yukarı taşırız. Aslında maçlar da bir proje. Ben de oradaki yöneticiyim. Futbolcular da aslında orada çok üst düzeyde teknik insanlar. Onlar benim çalışanım değil ama onlara verdiğim direktiflerle, saygı çerçevesini koruyarak idare edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Futbolun ana karakterinin futbolcular olduğunu unutmamak gerekir.
Yabancı diliniz hangi seviyede?
İngilizcem iyi seviyede. İş gezilerinden dolayı sürekli yurtdışına gidiyoruz. Oralarda da kullanıyoruz. Yüksek lisans ve doktorayı İngilizce yaptım. Yeterli seviyede olduğunu düşünüyorum. Almancam başlangıç seviyesindeydi. Ancak biraz üzerine düşmem gerekiyor. Yabancı dil konusunda tamamdır diyemezsiniz. Sürekli pratik yapmanız gerekiyor. Doktoram aslında bir anlamda ona fayda sağlıyor. Dersleri sürekli İngilizce dinliyoruz. ODTÜ'de biliyorsunuz dersler İngilizce. Onun dışında kullanmadıkça körelen bir yetenek yabancı dil. Kullanmaya çaba gösteriyorum. Hiçbir zaman gelişime kapalı bir insan olmadım. Her zaman daha iyiye gitmeyi hedefliyorum. Meslek hayatımda da ASELSAN gibi bir yerde çalışıyorum. Burada İngilizceniz olmadan iş yapamıyorsunuz.
Hakemlikte kariyer hedefiniz nedir?
Bunu ben kendi içimde de sorguladım. "Şu maçı yöneteceğim" diye bir hedefim yok. Benim amacım sahada en iyisini yapmak. Hangi maç olursa olsun en iyisini yaptığım zaman, sizin hedef dediğiniz maçların zamanla önüme geleceğini düşünüyorum. Onları yaptıkça daha iyisi gelecek. O yüzden şu maç, bu maç hedeftir diyemem. Bence hedef sahada iyi maç yönetmektir.
Cüneyt Çakır'ın gösterdiği başarı Türk hakemini nasıl etkiliyor?
Cüneyt Hoca bence Türk hakemliğinin önünü açtı. Bize bir yol açtı. Bize gösterdi; "Bunlar alınır" dedi. "Ben Dünya Kupası finali yöneteceğim" demek bana mantıksız geliyor. Gerçekçi hedeflerle konuşmak lâzım. Şu an ben daha yolun başındayım. Bu sezon Süper Lig'e çıktım. "Ben Cüneyt Çakır olacağım" demek çok saçma, ukalaca… Tabiî ki istiyorsunuz. Her hakemin hedefi FIFA olmaktır. Her hakem bunu ister. Cüneyt Hoca da bu işin olabileceğini gösterdi bize… "Sizler de çok çalışırsanız, bu yolları geçersiniz, bu başarıya ulaşırsınız"ı gösterdi. Ben Cüneyt Hoca gibi çalışmayı istiyorum şu anda. Eleştiriye kapalı olmamak lâzım. Herkesten bir şey almak lâzım. "Sen eleştiriye açıksın, gelişime açıksın" dedikleri zaman bu beni daha çok mutlu ediyor. Mühendisliğin de getirmiş olduğu bir gerçekçilik var. Sonuçta sayılarla, gerçeklikle uğraşıyoruz. Benim nabzım 175-180'se bir maçta; "Kondisyonum iyi" diyemem. Sübjektif değil, objektif verilerle hareket etmeliyiz. Ben de yüksek lisans, doktora yapmış bir insan olarak bilime inanıyorum. Bunu sürdürmek istiyorum.
Maçlara çıkmadan önce bir uğurunuz var mı?
Var tabiî ki… Duamı ederim. Arkadaşlarımla sarılırım. Motivasyon konuşması yaparız. Konsantrasyonum tamamen maçtadır. Tebligatı aldığımda başlar ama akşam otelde kafamı yastığa koyduğum zaman zaten bitmiştir. Tebligatı aldığımda sürekli düşünürüm. Takım analizleri yaparız arkadaşlarla. Yardımcılarıma takım analizleri yaptırırım ki bu sayede onlar da maça konsantre olur. Maçtan önce uğur olarak sadece dua ederim. Hatta düdük çalmadan önce de dua ederim.
Hakem olduğunuza pişman olduğunuz anlar oldu mu?
Hiç pişman olduğum bir an olmadı ama kötü zamanlarım oldu. Beni şu ana kadar saha içi hiç zorlamadı. Saha içinde hiçbir zaman, "Keşke hakem olmasaydım" demedim. Ama saha dışı yaşadığım olaylar bazen beni üzdü.
Futbol dışındaki hayatınız nasıl?
Uzaklaşmak istediğim zaman spor yapıyorum. Sinema keyfim çoktur. Yüzerim. Arkadaşlarımla doğa yürüyüşlerine çıkarım. Bisiklete binerim. Ankara'da denizimiz yok ama bisiklet sürmekten çok keyif alırım. Arkadaşlarımla sohbet etmekten çok keyif alırım. Bekârım. Şu anda evliliği düşünmüyorum açıkçası…
Hakemlikle ilgili ilginç bir hatıranız var mı?
İki hatıram var. Ulusal hakem olmadan bir sene önce yardımcı hakemliğe teklif edilmiştim. O zaman yapı farklıydı. O sene kimse alınmadı Ankara'dan… Ertesi sene ulusal hakemliğe teklif edildim. Ulusal hakemliğe çıktım. Bir sene önce çok üzülmüştüm yardımcı hakem olamadığım için. Ama "Her şerde bir hayır vardır" sözü gerçek oldu. Bir yıl sonra ulusal hakem oldum. Hakemlikte bir şeye üzülmemek gerektiğini gördüm. İkinci olayı da bu sene yaşadım. Diyarbakır'a maça gidiyorduk. Kobani olayları vardı. Ülkemiz zor zamanlardan geçiyordu. Havaalanından çıkamadan geri dönmek zorunda kaldık. Herhangi bir araç yoktu, maça çıkamadık. Havaalanında 3 saat kalıp, geri döndük. Bu da benim için kriz yönetimi açısından önemli bir tecrübeydi. Enteresan bir olaydı benim için. 
 
eXTReMe Tracker