Tuesday, November 03, 2009

Fenerbahçe gönüllüsü: Gökhan Gönül

Ankara'dan İstanbul'a yaptığı geçiş, Türk futboluna çok önemli bir sağ bek kazandırdı. Hem Fenerbahçe'nin hem de Milli Takım'ın sağ kulvarını müthiş bir beceri ve özveriyle kullanıyor. Gelecekle ilgili planlarında ise yine Fenerbahçe bulunuyor. "Gelir bakımından uçurumlar olmadığı sürece ben her zaman Türkiye'de hatta Fenerbahçe'de kalmaktan yanayım. Benim için bir takımda kalmak için üç tane önemli faktör var. Başkan, teknik direktör ve taraftarlar. Bunlardan bir tanesi bile beni istemezse, benim o takımda kalmamın bir anlamı olmayacaktır" diyor.


Röportaj: Türker Tozar / TamSaha


Fenerbahçe'ye geldiğin dönemdeki ilk röportajı TamSaha'ya vermiştin. Bu röportajda, aradan geçen dönemde nelerin değiştiğini öğrenmek istiyorum. O gün henüz ilk on bir oyuncusu değildin ama "Kendime güvenim olmasa Fenerbahçe'ye gelmezdim, kısa süre sonra banko oynayacağım" demiştin. Oldukça iddialı bir açıklamaydı ama dediğini de yaptın.


Özgüveni çok yüksek bir kişiyim. Güçlü bir karaktere sahibim. Bir futbolcu oynamadığı sürece unutulur, belki de yok olur gider. Ben de bu riski göze alarak Fenerbahçe'ye geldim. Kendi bölgemde direkt oynayabileceğime inandığım için transferi gerçekleştirdim. Şu anda da ne mutlu ki ideal on birin bir parçasıyım. İlk zamanlarımda 4-5 hafta süren bir kadroya girememe dönemi yaşamıştım. Ne de olsa bir sezon öncesini şampiyon olarak tamamlamış bir ekibin oyuncularıyla rekabet ediyordum. Öncelik de bir anlamda onlardaydı. Ama ben çalıştım ve formayı kapmayı başardım.


Hayatımda iki dönüm noktası var


Fenerbahçe'ye gelene dek hiç milli olmamış bir oyuncu olmana rağmen geçtiğimiz sezon Milli Takım'ın olmazsa olmazları arasına girdin. Norveç maçındaki performansın unutulacak gibi değildi. İlk kez milli formayı giymiş bir oyuncudan beklenmedik bir çıkıştı. Bu konuda neler söyleyeceksin?


Galatasaray ve Milli Takım'da elde ettiği başarılar nedeniyle Fatih Hocayı hep kendime yakın hissettim. Onu babam gibi görüyorum. Onunla bir kez olsun konuşabilmek, en azından "merhaba" diyebilmek istiyordum. Ben onunla konuşmak için fırsat ararken, o beni Milli Takım kadrosuna çağırdı. Futbolu iyi bilenler anlayacaktır. Bir anda hiç milli olmadan, gelip de o derece üst düzey bir maçta oynamak kolay değil. Fenerbahçe'ye geldiğim ilk dönemde Şükrü Saracoğlu Stadı'nda Gaziantepspor ile bir karşılaşma yapıyorduk. Orada 50 bin kişinin önüne çıkmak beni çok heyecanlandırmıştı. Gençlerbirliği'nde taraftar sayımız parmakla sayılacak kadar azdı. Oradan gelip bir anda 50 bin kişinin önünde oynamak heyecan veriyor. O kadar insanın topun oynandığı yere baktığını düşündüğünüzde, top ayağınıza geldiği zaman psikolojik olarak bütün gözleri üzerinizde hissediyorsunuz. Maç bitip de eve gidince, kendi kendime, "Sen iyisin. İyi olmasan bu akşam sahada olmazdın" dedim. Böylece, heyecanımı yendim. Ama 2008 Avrupa Şampiyonası finallerine yükselebilmek için en kritik dönemeç olan bu maçta içimdeki duyguları düşünün. Finallere katılmak için bize mutlak galibiyet gerekiyordu. Fatih Hoca, beni kadroya davet etti ve o maçta sonradan oyuna girdim. Hayatımda iki tane dönüm noktası vardır. Birincisi, Fenerbahçe'ye imza atmam, ikincisi de ilk kez milli olduğum Norveç maçı. O karşılaşmada iyi bir oyun sergilemem, herkesin bana olan bakışını değiştirdi. Herkesi iyi bir futbolcu olduğuma inandırdım, beğenilen bir oyuncu haline geldim. Maçla ilgili aklımda kalan şeylerin tümü maç sonrasıyla ilgili. Oluşan sevinç yumağı, elde edilen başarıdan dolayı atılan sevinç çığlıkları hâlâ hafızamda. Böylesine önemli bir maçı 1-0 geriden gelip 2-1 kazanmamız beni inanılmaz mutlu etmişti.


2008 Avrupa Şampiyonası kadrosundan sakatlık nedeniyle ayrılmak durumunda kaldın. Bu durum başta sen olmak üzere herkesi üzdü. Sence o sakatlık olmasaydı kariyerinde ne değişirdi?


Sakatlanmak beni her anlamda etkiledi. Fenerbahçe'ye gelmiş, dört yıllık sözleşmemim iki yılını doldurmuştum. Avrupa Şampiyonası sayesinde daha çok tecrübe edinecek, belki takımımda aldığım ücreti arttıracaktım, belki de Avrupa'dan teklifler alacaktım. Kariyerimde, omzuma taktığım önemli bir apolet olacaktı. Çünkü şu ana dek TFF 3. Lig, TFF 2. Lig ve 1. Lig'de şampiyonluk yaşadım. Fenerbahçe'de hiç şampiyonluk görmeden, uluslararası alanda elde edilen büyük bir başarının parçası olacaktım. Ailem için de güzel bir anı olacaktı. Biliyorsunuz, futbol hayatı uzun sürmüyor. Bundan sonra 2012 Avrupa Şampiyonası var. Eğer ona kalırsak güzel. Ama kalamazsak kariyerimi noktalamadan son bir hakkım daha kalacak. Onda da 30'lu yaşlarda olacağım. Bu açıdan baktığınızda, önemli bir şey kaçırmış olduğum anlaşılıyor. Benim için çok acı bir tecrübe oldu. Sakatlığım nedeniyle kimseyi suçlamak istemiyorum. Bunun sorumlusu benim. Birkaç maç sakat olduğum halde oynadım. Bunu yapmamalıydım. O zaman bütün ağabeylerim bana akıl verdiler. "Maça ve antrenmana çıkma" diye uyardılar, önümdeki Avrupa Şampiyonası'nı hatırlattılar. Ben de onları dinlemedim ve kendi kendime zarar vermiş oldum. Fenerbahçe ile hem ligde hem de Avrupa'da önemli işlere imza atıyorduk. Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale yükseldik. Chelsea ile yaptığımız maçta 80. dakikada uzaktan attığım bir şut vardı; o vuruş gol olsa belki de takımımız yarı final oynayacaktı. Ligde de ikincilikle yetinmediğimiz için oldukça çetin bir savaş verdik.


Fenerbahçe'de doku uyuşmazlığı vardı


Fenerbahçe'deki ilk iki sezonunda bir Galatasaray, bir de Beşiktaş şampiyonluğu yaşadın. Sence o dönemde ters giden şeyler nelerdi?


Geride bıraktığımız sezonda Uğur Boral'ın da söylediği gibi bir "doku uyuşmazlığı" problemi vardı. Futbolcular-teknik heyet-teknik direktör arasında bir uyuşmazlık vardı. Bunun üzerine de kötü sonuçlar geldi. Evvelki sezonda da Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek finale kadar yükseldik ama ligle Avrupa'yı beraber götüremedik. Çeyrek final başarısı Fenerbahçe'nin tarihinde görülmemiş bir başarı olduğu için, futbolcuların yüzde 70'inin kafası burada ilerleme kaydetmek yönündeydi. Belki de kafalarını tam olarak lige veremediler. Aslına bakarsanız, çok da kötü bir bitiriş yapmadık, ikinci olduk. Tam sebebi bilmiyorum ama inşallah bu sezon şampiyon olacağız. Hocamız Daum, futbolcular ve camiamız buna inanmış durumda. Şimdilik çok iyi gidiyoruz. Ligde üst üste maçlar kazanarak Türkiye rekorunu kırdık. En az gol yiyen takım durumundayız. Umarım bir bozulma olmaz.


Daum, basın toplantılarında sürekli olarak ligdeki başarıya vurgu yapıyor. Sanırım evvelki sezonda yaşananlar, Daum'un da dikkatini çekmiş. Sizleri de bu şekilde mi yönlendiriyor?


Bunun böyle olduğu apaçık ortada. Başkanımız Aziz Yıldırım'ın verdiği sözler ortada. Türkiye'de "Üç yıl üst üste takımımı şampiyon yapacağım" diyen bir başkan daha görmedim. Yıldırım, mutlaka Daum ile yaptığı görüşmelerde bunu söylüyordur. Bize de başkanın verdiği sözleri tutmak düşüyor. "Bizim için Avrupa Ligi çok önemli değil" şeklinde anlaşılmasın. Ligin paralelinde onu da götürüyoruz. Galatasaray'ın UEFA Kupası'nda şampiyonluğa ulaşmasından sonra, kulüp takımları seviyesinde ona eş bir başarı olmadı. Futbolcuların da bu konuda açlık duyduğuna eminim.


Fenerbahçe ile bu sezon Avrupa arenasındaki hedefleriniz neler?


Avrupa Ligi, ülkelerinde şampiyon olamamış üst düzey takımlardan oluşan bir lig. Turkcell Süper Lig'deki takımlardan çok büyük bütçelere sahip ekipler bulunuyor. Bir futbolcuya milyonlarca dolar bonservis ödeyebilecek güçleri var. Yine de onları yakalayabileceğimizi düşünüyorum. Grubumuzda ikinci sıradayız. İçeride Twente maçı oynadık. Aslında zor bir maç değildi. 1-0 öndeyken, benim tedavim nedeniyle sahada 10 kişi mücadele ederken golü yedik. Ardından da şok bir gol geldi. Twente'yi orada bile yeneceğimize inanıyorum. Daha sonra Sheriff'i deplasmanda yendik. Sonuçta gruptan ilk iki takım çıkacak ve bizim de bunların arasında olacağımıza inanıyorum.


İkinci bir Roberto Carlos gelmedi


Fenerbahçe'de futbol dünyasının çok önemli oyuncularıyla birlikte oynamak sana bir şeyler kazandırdı mı? Geçirdiğin iki sezonun ardından kendini hangi noktaya gelmiş görüyorsun?


Dünya yıldızı Roberto Carlos'la birlikte oynamak en büyük şansım. Şu an Lionel Messi ve Cristiano Ronaldo'nun bile yeri doldurulabilir ama Roberto Carlos'unki doldurulamaz. Dünyaya ikinci bir Roberto Carlos gelmedi. Onun oyun içindeki hareket ve tavırlarından çok şeyler öğrendim, hâlâ da öğreniyorum. Futbolda tecrübe çok önemli. İki sezondur Süper Lig'de oynuyorum. O ise 15-20 senedir dünyanın en iyi liglerinde top koşturuyor. Buna Dünya Kupaları ve Şampiyonlar Ligi gibi üst düzey organizasyonları da ekleyin. Böyle yıldızlar kolay kolay Türkiye'ye gelmiyor. Sonra bir Alex var. Bana göre futbolun profesörü.


Sence bu sezonun en iyi transferi kim?


Bana göre taraftar. Çünkü geçmiş yıllarda, çoğunlukla maçı izleyen, gol olduğunda alkışlayan bir taraftar kitlesi vardı. Şimdi verdikleri destek çok daha geniş ve coşkulu. Bunu bariz şekilde hissedebiliyorsunuz. Hem rakip takım hem de hakem üzerinde baskı oluşturabilecek bir derecede.



Fenerbahçe defansında Edu-Lugano birlikteliği döneminde çok iyi bir defans dörtlüsü vardı. Verimliydi. Şimdi yeni bir ikili var. Bu ikilinin de birbiriyle verimli çalıştığını görüyoruz. Siz de birbirinize kolay adapte oldunuz değil mi? Bunda Daum'un rolü var mı?


Bilica zaten geçen sezon Sivasspor'da yaptıklarıyla kendini ispatlamış ve ligi tanıyan bir oyuncu. Hangi takıma "Turkcell Süper Lig'den hangi stoperi alırdınız?" diye sorsaydınız, "Bilica" cevabını verirdi. Bilica'nın da partneriyle, defans bloğuyla ve kalecisiyle olan uyum süreci tamamlanmak üzere. Zaten yediğimiz gollerin azlığı da bunun kanıtı. Artık kimin nasıl pas istediğini ve aldığını da öğrendi. Defansın göbeğinde bazen değişiklik de olabiliyor. Önder-Lugano, Önder-Bilica eşleşmeleriyle oynadığımız maçlar da oldu. Sonuçta, alternatifli bir kadromuz var. Artık yabancı sınırlamasına takılıyoruz. Bazen Roberto Carlos yedek kalabiliyor, bazen de Bilica ya da Lugano.


Daum hırs getirdi


Daum'un Fenerbahçe'yle getirdiği yenilikler neler?


En azından takıma hırs getirdi. Şampiyonluğu ne kadar istediğini gözlerinden anlayabiliyorsunuz. Bunu da her seferinde takıma anlatmaya çalışıyor. Bu da bizi olumlu yönde motive ediyor, ayrı bir sorumluluk hissetmemizi sağlıyor ve verimimizi yükseltiyor. Sonuçta yaptığınız işten keyif alırsanız, ortaya çıkardığınız sonuç da iyi oluyor. Daum, futbolcularla iç içe. Bu konuda Aragones'e nazaran takımımızda büyük fark oldu. Daum, antrenmanın neşeli geçmesi için her şeyi yapıyor. Sürekli bizi mutlu edecek espriler ve oyuncuları birbirine kaynaştırmak için fikirler üretiyor. Bu sayede arkadaşlık pekişiyor. Herkesin yorum yaptığı gibi Fenerbahçe'de Türkler ve yabancılar arasında bir ayrılık yok. Ben Alex'i, Roberto Carlos'u ve Kazım Kazım'ı da onlarla vakit geçirmeyi de seviyorum. Onların da bizi sevdiğinden eminim.


Milli Takımımız Dünya Şampiyonası finallerine katılma hakkını yitirdi. Bunun en önemli sebepleri sence neydi? Bu finallere katılamamakla Türkiye'nin ve kişisel olarak senin neler kaybettiğini düşünüyorsun?


Türk futbolu çok olumsuz etkilenmeyecektir. Bosna-Hersek play-off'lara kalsa da bize ezici bir üstünlük sağlayamadan bunu başardı. Grupta bizim kafa kafaya oynadığımız birçok maç oldu. İspanya'yı deplasmanda yenebilir, en kötüsü berabere kalabilirdik. İstanbul'da ise onları neredeyse deviriyorduk. Ummadık anda iki gol yedik. Olmadı, şanssızlık diyelim. Deplasmanda oynanan Bosna-Hersek maçında belki de 15 gol pozisyonuna girdik. Ama olmayınca olmuyor işte.


Senin kısa ve uzun vadeli hedeflerin neler?


Kısa vadede takımımdan sakatlık ya da diğer nedenlerden ötürü ayrı kalmadan düzenli olarak ilk on birde forma giymek istiyorum. Uzun vadede bakarsak, biliyorsunuz Fenerbahçe ile 5 yıllık yeni bir sözleşme imzaladım. Bu epeyce uzun bir süre. Bonservisim önemli bir bedel tutuyor. Bu parayı ancak üst düzey bir kulüp verebilir. Yine de arada gelir bakımından uçurumlar olmadığı sürece ben her zaman Türkiye'de hatta Fenerbahçe'de kalmaktan yanayım. Sonuçta futbolu ailemize bakmak için oynuyoruz ve ekonomik anlamda bizi rahat ettirecek koşulları arıyoruz. Her koşul gerçekleşirse, beni üst noktaya taşıyacak, kendimi geliştirebileceğim bir kulübe gitmek isterim. Benim için bir takımda kalmak için üç tane önemli faktör var. Başkan, teknik direktör ve taraftarlar. Bunlardan bir tanesi bile beni istemezse, benim o takımda kalmamın bir anlamı olmayacaktır.


Bir röportajında "İstanbul'u sevmiyorum" gibi bir ifade kullanmıştın. Nesini sevmiyorsun?


Bu aslında kentle alakalı bir yorum değildi. Biliyorsunuz, İstanbul'un üç büyük takımının maçları daima televizyondan canlı veriliyor ve oyuncuları sürekli ön planda oluyor. Sürekli onlarla ilgili ama doğru ama yanlış birçok haber üretiliyor. Bir dönem, bu benim başıma büyük sıkıntı oldu. Arka arkaya benimle ilgili yalan haberler yazdılar. O zamanlar eşimin verdiği yoğun destekle bu süreci atlattım. Hatırladıkça hâlâ sinirlenirim. Böyle bir durumda o gazetenin muhabirine hiç konuşmuyorum. Bir şekilde savunma mekanizması geliştiriyorum. Herhalde böyle sıkıntılı bir dönemin üzerine yaptığım bir açıklamadır.


Eşim benim her şeyim


Boş vakitlerinde neler yapıyorsun? Film izleme alışkınlığına yeni hobiler ekledin mi?


Gece hayatını sevmeyen bir insanım. Sadece özel günlerde dışarı çıkarım. Örneğin doğum günleri, evlilik yıldönümleri ya da takımın elde ettiği özel bir başarıdan sonra kutlama. Genelde antrenman-ev arası gider gelirim. Bazen eşimle sinemaya gideriz, bundan önce de bir yemek yeriz. Zaten maçlardan ve kamplardan sonra futbolcunun bir hayli boş vakti oluyor. Bu vakitleri de evde film izleyerek değerlendiriyorum. Genelde gerilim ve aksiyon tarzı filmlerden hoşlanıyorum. Ayrıca, dinimizle ilgili okumayı seviyorum. Peygamberimizin neler yaptığını araştırıyorum. Ölüm ve gerçek arasındaki farklarla ilgili okumalar yapıyorum. Arabamla gezmeyi severim. Bir de eşimle birlikte puzzle yapıyoruz. En son 5 bin parçalık bir tanesinin yapımına başladık. Eşim benim her şeyim. O benim hem eşim, hem sevgilim hem de arkadaşım. Onu çok seviyorum.


Son dönemlerde izleyip de seni etkileyen veya gösterime girmesini beklediğin film var mı?


Yaz mevsimi genelde sinemanın durgunluk dönemidir. O yüzden beni etkileyen iyi bir yapım görmedim. Şimdi "2012" isminde bir felâket filmi geliyor. Bu arada izlediğim ya da izleyeceğim filmin konusuyla ilgili olarak mutlaka araştırma yaparım. Örneğin, bu 2012 filmini araştırırken de bazı insanların 2012 yılında dünyanın sonunun geleceğine inandıklarını ve hayatlarını buna göre düzenlediklerini öğrendim. Ayrıca, duygusal filmleri pek sevmiyorum.

No comments:

 
eXTReMe Tracker